İmdat Freni

Gündem

Virüsün Uyarısı- Kapitalizm, Sağlık Krizi, İklim Krizi – Daniel Tanuro

Virüs bize sesleniyor. Bize dayanışma, cömertlik ve ölçülüğe ihtiyacımız olduğunu söylüyor. Bize kemer sıkma, özelleştirme ve kârlılığın özellikle de sağlık alanında cinai sonuçları olduğunu söylüyor. Ayrıca, sera gazı emisyonlarında yıllık bazda % 7 oranında gerçek bir radikal azaltımın mümkün olduğunu da söylüyor. Tek koşulu var: daha az üretin ve daha az taşıyın.

Elbette virüs herhangi bir ayrım gözetmiyor: emisyonları yaşamlara son vererek, çok fazla ıstırap, izolasyon ve endişe yaratarak körü körüne azaltıyor. Toplumsal eşitsizlikleri ve güvencesizliği şiddetlendiriyor. Belirli bir zaman sonra, bazı temel ihtiyaçların kıtlığıyla karşılaşabiliriz. Bu nedenle sevinmek saçma veya sinik olacaktır.

Biliminsanlarına göre, 1.5 ° C’yi aşmamak için her yıl gerekli olan devasa emisyon azaltımlarına ulaşmak için virüse güvenmek daha da saçma veya sinik olurdu. (2030’a kadar AB ülkelerinde -%65, dünya çapında -% 58, 2050’ye kadar -% 100). Bu salgın mümkün olan en kısa sürede durdurulmalıdır.

Yine de, virüsün eylemi hükümetlerinkinden daha etkilidir. 25 yıldır devam eden müzakerelere rağmen, bugün CO2 emisyonları 1992’deki Dünya Zirvesi’nden % 60 daha fazla. Paris anlaşmasına rağmen, hükümetler tarafından alınan önlemler bize 3,3 ° C’lik bir ısınma vaat ediyor – aynı hükümetlerin geçmemeye karar verdiği seviyenin iki katı!

Yani, ister işyerlerimizde tehdit altında bulunalım, ister evlerimize kapanmış olalım, virüs bizi düşünmeye ve hayal gücümüzü çalıştırarak birkaç soru sormaya davet ediyor. Örneğin:

  • Virüs tarafından körlemesine yapılan üretim ve ulaşım kısıtlaması yerini neden gereksiz ve zararlı üretim faaliyetlerinden başlamak üzere toplumun kararlaştırdığı ve planladığı bir kısıtlamaya bırakmasın?
  • Bu gereksiz veya zararlı üretimlerin (silahlar, reklamlar, özel otomobiller, plastikler, vb.) ortadan kaldırılmasından (kısmen veya tamamen) etkilenen emekçiler neden gelirlerini koruyamasın ve insanlara ve ekosistemlere bakım işlerinde topluca istihdam edilmesinler? Bunlar hem toplumsal ve ekolojik açıdan faydalı hem de kişisel açıdan tatmin edici işler olurdu.
  • Neden çokuluslu şirketlerin “değer zincirleri”nden elde edilen kârı azamileştirme hedefinin yönettiği küreselleşme yerini toplumsal adalete ve iklim adaletine, seyahat ve yerleşme özgürlüğüne ve gıda egemenliğine dayalı, sömürgeci ilişki biçiminden arınmış cömert bir işbirliğine bırakmasın?
  •  Biyolojik çeşitlilik ve sağlık açısından yıkıcı bir tarımsal işletmecilik (agrobusiness) -ki bu virüsün yayılmasını sağlamaktadır [1] – yerini neden insan sağlığı ve biyolojik çeşitlilik için çok daha faydalı olan bir tarım ekolojisine (agroekolojibırakmasın?
  • Neden toplumun ağırlık merkezi, meta üretimi alanından insanlara ve insan olmayanlara “bakım/ihtimam gösterme” alanına geçmesin?
  • Neden hem daha az üretip, daha az taşıyıp hem de daha çok paylaşmayalım? Zenginlikleri, bilgiyi, gerekli emeği ve… hepsinden daha değerli olan kaynağı, zamanı neden paylaşmayalım?

İklimi kurtarmak için elini kıpırdatmayan politikacıların argümanı her zaman aynıdır: “Biz istiyoruz, ancak insanlar tüketici davranışlarını değiştirmek istemiyorlar”. Aksine, salgına verilen tepki, tehlike hakkında iyi bilgilendirilmiş olan toplumların yaşam tarzlarında önemli değişiklikleri kabul ettiğini göstermektedir.

Ayrıca, değiştirmek istemeyenlerin gerçekte ekonomiden sorumlu olanlar, finansçılar ve büyük şirketlerin hissedarları olduğunu da gösterir. Bir salgın sırasında bile, maksimum kâr elde etmek için daha düşük maliyetle daha fazla üretmeye devam etmek istiyorlar. Emekçilerin ve nüfusun sağlığını hiçe sayarak.

Virüs, hükümetlerin bu politikanın hizmetinde olduğunu da söylüyor bize: bir acil sağlık durumu varken bile, hayati olmayan sektörlerdeki faaliyetleri askıya almayı reddediyorlar; sağlık sektörünün yeniden finanse edilmesi gerekirken, bankalara yardımcı oluyorlar [2]; daha fazla dayanışma gerekirken, sosyal destek alanları, evsizleri, göçmenleri, emeklileri taciz etmeye devam ediyorlar; salgını yenmek için daha fazla demokrasi ve katılım gerekiyorken, kendilerine özel güçler veriyorlar…

Evsizlere, dezavantajlılara, yaşlılara, evraksızlara yardım etmek, sağlık çalışanlarını desteklemek için kurular sayısız taban inisiyatifi, hayati olmayan işletmeleri durdurmak için grevler vs. başka bir siyasetin mümkün olduğunu gösteriyor. Dayanışmacı, demokratik, toplumsal ve cömert bir öz-disiplin siyaseti.

2002 yılında, SARS Koronavirüs salgını sırasında, virologlar daha başka koronavirüslerin takip edeceği ve bir aşı bulunabileceği konusunda uyardılar, ancak hükümetler bu araştırmaları finanse etmeyi reddetti. Tıbbi araştırmaların çokuluslu ilaç şirketlerinin elinde kalmasını istiyorlar, ki bunların amacı halk sağlığı değil hasta piyasasında ilaç satarak elde edilecek kâr.

Aynı şekilde, 25 yıldır, iklimbilimciler iklim değişikliğinin daha tehdit edici hale geleceği ve petrol, kömür ve doğalgaz yakmayı keserek bunun durdurulması gerektiği konusunda uyarıyorlar. Fakat hükümetler elini kıpırdatmadı. Enerjinin çokuluslu şirketlerin elinde kalmasını istiyorlar, ki bunların amacı sosyal adalete mümkün olan en hızlı enerji geçişini sağlamak değil, her şeyden önce kâr elde etmektir

İklim değişikliği salgından çok daha tehlikelidir. Deniz seviyesinin on metreden fazla yükselme riski vardır. Hızlı hareket etmezsek, dünyayı yüz milyonlarca insan ve sayısız insan-olmayan canlılar için, geri dönüşü olmayan biçimde, yaşanmaz hale getirecektir. En yoksul, en zayıf olanlar bunun bedelini ödeyecektir.

Bu tehditle nasıl mücadele edileceği, seçilen önceliklere bağlıdır. Salgın, sahip-olanların önceliklerine ve bunun doğurduğu sonuçlara ışık tutuyor: insan bakımından önce meta üretimi; seyahat özgürlüğünden önce spekülasyon yapma özgürlüğü (örneğin maskelerde); sosyal hizmetleri finanse etmeden önce bankaların kurtarılması; demokratik katılım yerine özel güçler ve polis varlığının genelleşmesi (Çin’de olduğu gibi!); dayanışma yerine göçmenlerin peşine düşülmesi.

Bu emsalden, herkes, sahip-olanların ve muktedirlerin iklim tehdidine karşı -iş işten geçtikten sonra- bir şey yapmaya karar vermekten başka bir seçeneğe sahip olmadığında aynı önceliklerin nasıl uygulanacağını hayal edebilir.

CO2 gibi görünmez olan virüs bizi uyarır. Bize, bir parçasını oluşturduğumuz doğadan daha güçlü olduğumuza inanmayı bırakmamızı söyler. Bize kapitalist üretimciliğin bizi uçurumun eşiğe getirdiğini ve dünyanın efendilerinin bizi kurtaramayacağını söyler: yoksulları, sömürülenleri, ezilenleri ve özgürlüklerimizi feda ederek kendilerini kurtaracaklar. Bize neoliberal politikacıların bizleri kurtarmayacağını söyler: dünya ile ve benzerlerimizle olan ilişkimizi tamamen bozan bu akıl almaz sisteme, kapitalizme bir son vermek için ayağa kalkmak ve örgütlenmek zorundayız.

Notlar:

[1] Uzmanlar, doğal ortamların yok edilmesinin ve tarımsal standardizasyonun yeni virüs hastalıklarının ortaya çıkmasına ve yayılmasına neden olduğu konusunda hemfikir.

[2] Avrupa Merkez Bankası, şirketler ve hükümetlerin borçlarını satın alarak “bankaları rahatlatmak” için 750 milyar avro serbest bırakıyor.

Çeviri: Rıfat Hasret

Covid-19’la Mücadele Kapitalizmle Mücadeledir: 10 Maddede Acil Eylem Programı

Başlangıç Kolektifi, İşçi Demokrasisi Partisi ve Sosyalist Demokrasi için Yeniyol tarafından yayınlanan ortak bildiride Covid-19 virüsüyle mücadelenin emekçilerin ve en güvencesiz kesimlerin haklarını ve sağlığını savunmaktan geçtiği vurgulandı. Emek örgütlerini bir acil eylem planı üzerinde tartışmaya davet eden açıklama şu şekilde:

Covid-19 virüsünün dünya genelinde geçtiğimiz birkaç ay içindeki yayılma hızı bize gösterdi ki, Türkiye’de de bir dizi acil önlem alınması, bu ciddi krize karşı kendimizi korumamız için kaçınılmazdır. Dahası, bu virüs salgınının bedeli, emekçilere, yoksullara ve toplumun en güvencesiz kesimlerine ödetilmeye çalışılmakta. Bizler, çeşitli ülkelerde yaşananlardan çıkardığımız derslerle, aşağıdaki önlemlerin ivedilikle alınmasının halk sağlığı açısından kaçınılmaz olduğunu düşünüyoruz. Tüm emek örgütlerini, bunlar ve benzeri talepler doğrultusunda birlikte nasıl mücadele edebileceğimizi tartışmaya ve bir birleşik eylem planı hazırlamaya çağırıyoruz.

Talepler:

1. Herkese en az 14 gün ücretli izin: Virüsün kuluçka süresi olan 14 gün boyunca tüm çalışanlar, yıllık izinlerine ek olarak, ücretli izinli sayılmalı. Bu, insanların toplu halde işe gelip giderken ve işyerlerinde virüsün yayılmasını engelleyecektir. 

2. İşten çıkarmalar yasaklansın: Şimdiden salgın nedeniyle işlerin azalması bahane gösterilerek emekçilere ücretsiz izin dayatmasında bulunuluyor yahut doğrudan işten çıkarmalara başvuruluyor. Salgın krizi aşılana kadar işten çıkarmalar yasaklanmalıdır.

3. Temel kamu hizmetleri ücretsiz hale gelsin: Hijyen koşullarının sağlanması için herkese su, ısınma ve elektrik hizmetleri ücretsiz olmalı, daha önce borç nedeniyle kesilen hizmetler tekrar açılmalıdır. 

4. Ücretsiz sağlık hizmeti sağlansın: Virüs tehdidi geçene kadar tüm özel hastaneler kamu kontrolüne geçmelidir ve buradaki yataklar, hastaların karantina ve yoğun bakım hizmetleri için ücretsiz kullanılmalıdır.

5. Fırsatçılığa karşı fiyat kontrol uygulansın: Temel ürünlerdeki ani fiyat artışlarına, fırsatçılığa ve karaborsaya karşı fiyat kontrolü uygulamaları yapılmalıdır.

6. İşyerlerine sağlıklı ulaşım sağlansın: İşe ulaşım işverenin sorumluluğunda olmalı ve hijyenik ulaşım koşulları (dezenfekte edilmiş servislerle işçilerin tek tek alınıp evlerine bırakılması) sağlanmalıdır. 

7. İşyerlerinde hijyenik koşullar sağlansın ve denetim uygulansın: İşyerlerinde işçi sağlığı ve güvenliği önlemleri derhal uygulanmalı. Tüm işyerlerinde hijyen koşullarının oluşturulması işverenin sorumluluğunda olmalı. Önlemler alınana kadar işletmelerin faaliyetlerine ara verilmeli ve bu süre içerisinde emekçilerin maaşları ödenmelidir.

8. Herkese ücretsiz temel hijyen ürünleri ulaştırılsın: Temel gıda maddelerine erişimin mümkün olmaması, hijyen ürünlerinin (sabun, kolonya vb.) bulunamaz hale gelmesi önümüzdeki günlerde karşılaşılabilecek tehlikelerden biridir. Herkese ihtiyacı kadar temel ihtiyaç ürününün ücretsiz biçimde ulaştırılmasının planlaması yapılmalıdır.

9. Kaynak yaratmak için emekçiden değil sermayeden ek vergi alınsın: Sürecin ekonomik yükü yine işçilere yıkılacak, emekçilerden “fedakârlık” istenecek. Çalışanlar üzerine yeni vergi yüklerinin bindirilmesine izin verilmemeli. Salgına karşı mücadelede kaynak oluşturmak için belirli bir ölçeğin üzerindeki şirketlere/sermayeye ek vergiler getirilmelidir. 

10. Göçmenlere ücretsiz sağlık hizmeti sağlansın: Sınırlarda bulunan göçmenlerin ücretsiz sağlık hizmetlerine erişimi sağlanmalı. Barınma imkânına sahip olmayanlar boş konutlara yerleştirilmeli.

Covid-19 Mülteciler için de Tehdit! Acil Tedbir Alınmalı!

Covid-19 salgınının ilk vakalarının Türkiye’de görülmeye başlamasıyla birlikte hem Yunanistan hem de Suriye sınırına yığılmış mültecilerin yaşadığı felaket iyice görünmez hale geldi. Göçmen karşıtı ırkçılıkla mücadele etmeyi ve mültecilerle dayanışmayı önüne koyan Birlikte Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi sosyal medya mesajında salgının göçmenler için doğurduğu tehlikeye şu sözlerle dikkat çekti: 

“Corona, sınırlar arasında açıkta, soğukta bekletilen binlerce göçmen için çok daha büyük bir tehlike. Göçmenleri bu koşullarda bekletmek suçtur. Sınırlardaki göçmenlere acil ve kapsamlı sağlık hizmeti verilmeli”.

Öte yandan mültecilerle ilgili çalışmalarıyla bilinen ve “halklar arasında eşitlik, adalet ve özgürlük temelinde kamusal dostluk ve dayanışma” kurmayı amaçlayan Halkların Köprüsü Derneği de yayınladığı basın açıklamasıyla hükümeti tüm imkanlarını kullanarak mültecilerin yaşam koşullarıyla ilgilenmeye davet etti:

“Tüm Dünyanın, Dünya Sağlık Örgütü tarafından bir Pandemi olarak tanımladığı Covid-19 salgınına karşı teyakkuzda olduğu bu günlerde Türkiye ve Yunanistan sınırlarına yığılmış olan mültecilerin çok büyük bir tehlikede olduğu ortadadır. Sınırda yaşanan insanlık krizinin çözülmesi, hem ülkemiz hem de tüm insanlık için acil bir öncelik olmalıdır.

Mülteciler çok ağır koşullarda bir yaşam savaşı verirken amansız bir virüs salgınının ortaya çıkmış olması durumun vahametini artırmıştır. Barınma, beslenme ve temizlik gibi en temel ihtiyaçları karşılanamayan ve her türlü insan hakkı ihlaliyle karşılaşan mülteciler büyük bir sağlık riski altındadır. Şu anda dünyayı alt üst etmekte olan bulaşıcı virüs, hemen etkili bir müdahaleyle kontrol altına alınamazsa, sadece mültecileri hasta etmekle kalmayacak, tüm coğrafyamızda yayılarak hepimizi derinden etkileyecektir.

Hükümeti ve Sağlık Bakanlığı yetkililerini ivedi olarak mültecilerin yaşam koşullarıyla ilgilenmeye, 1951 Cenevre Sözleşmesine uygun olarak temel ihtiyaçlarını karşılamaya, devletin tüm imkanlarını kullanarak sağlık ekipleri oluşturmaya, alkollü temizlik kitleri dağıtmaya, virüs tespit edilen mültecileri ve onlarla temasta olanları tedavi etmeye, gerekirse insani koşullarda karantina önlemleri almaya ve tüm sağlık meslek örgütlerini süreci izlemeye davet ediyoruz.”