İmdat Freni

işçi sınıfı

Tekalif-i Milliye Değil Servet Vergisi, Sadaka Değil Yaşam Ücreti – Eyüp Özer

Muhtemelen bu yazıyı okuyan herkesin cep telefonuna, geçtiğimiz günlerde ‘Biz Bize Yeteriz’ başlıklı yardım kampanyasına 10 TL katkıda bulunulmasına dair kısa mesaj gelmiştir. İçinden geçtiğimiz dönemin milyonlarca kişiyi işsizliğe, yoksulluğa, açlığa sürüklediği ve toplumun geneline bir destek sunulması gerektiği herhalde kimse tarafından reddedilmiyordur. Malum, almadan vermek de Allah’a mahsustur ama kimden alınıp, kime ne kadar verileceği gayet dünyevi ve siyasal bir tercihtir. 

Neyi Bildirir Sayılar

“Biz Bize Yeteriz” sloganının ima ettiği eğer Türkiye’nin yeterli kaynaklarının olduğu ise bu konuda çok haklı, Türkiye’deki servet gerçekten de burada yaşayan herkese yeter. İsviçre Bankası Credit Suisse yıllık olarak Dünya Servet Verikitabı[1]adında bir rapor yayınlar, bu rapora göre; Türkiye’nin en zengin yüzde 1’lik kesimi ülke toplam servetinin yüzde 42,5’una sahip ve Türkiye’nin toplam serveti ise 1355 milyar ABD Doları yani 1,355 trilyon ABD Doları, buradan yola çıkıp kısa bir hesap yaparsak en zengin yüzde 1’in serveti,575 milyar 875 milyon ABD Doları eder. Bir nefeste okuyabilene helal olsun.

Çok sıfırlı sayılar aslında manasızdır, bir yerden sonra trilyon ile katrilyon arasında hiçbir fark yokmuş gibi gelmeye başlar. Ama yine de affınıza sığınarak bu basit hesabı biraz daha sürdürelim.Türkiye’nin erişkin nüfusu 55 milyon 540 bin kişi. Bu servete sahip olan kişi sayısı sadece 94 000, bu serveti geriye kalan 55 milyon erişkine dağıtsanız kişi başına 10470 ABD Doları yani 70150 TL eder ve bu sadece en zengin yüzde 1’in varlığı. 

En zengin yüzde 1’lik kesimden alınacak sadece ve sadece yüzde 30’luk bir servet vergisi ise, 55 milyonluk Türkiye’nin erişkin nüfusunun tamamına 21 bin TL gelir desteği sağlama imkânı yaratır.

Türkiye’de servet vergisinin mümkünlüğüne dair bir başka hesabı ise, en zengin 100 kişi üzerinden yapabiliriz. Forbes dergisine göre, 2020 yılında Türkiye’de en zengin 100 kişinin serveti geçen yıla göre 5 milyar 225 milyon dolar artarak 100 milyar 400 milyon dolara çıktı. Basit bir hesapla yani 679 milyar 708 milyon TL, bu servet hepsi hepsi 100 kişiye ait, yani iki otobüse sığacak kadar insan. Çok değil sadece iki otobüs dolusu insandan ve yine servetlerinin çoğu falan değil sadece dörtte biri kadar servet vergisi alındığında, 10 milyon kişiye, kişi başına 16 992,70 TL gelir desteği sağlanabilir. 

10 Nisan 2020 itibariyle, COVID-19 salgını nedeniyle Türkiye’de ölen insan sayısı 1006’ya çıktı ve muhtemelen bu sayı daha da artacak. Bu 100 kişinin servetinin toplamda dörtte biri, hayatını sürdürmek için hayatını riske atarak çalışmak zorunda olan binlerce kişinin hayatından daha mı önemlidir? Hükümet Koronavirüs krizi ile mücadele için bir milli birlik havası yaratıp, yardım kampanyaları ile herkesin aynı gemide olduğunu vurgulamaya çalışırken, bizim önümüzde ise bir servet vergisi uygulaması ile servetin yeniden bölüşülmesi talebini yükseltme görevi duruyor.

Muhtemelen bundan 2 ay önce konuşuyor olsak, servet vergisi de tüm yurttaşlara bir gelir sağlanması da hiç gerçekçi olmayan tartışmalar olarak görünürdü. Ancak virüsün hızlandırdığı kriz, bir yandan da her şeyi yeniden tartışılabilir hale getirdi.  Daha önce pek de tartışılmaz olan herkese bir yaşam geliri talebi, şu anda Türkiye’de ve Dünya’da işçi sınıfının temel taleplerinden birisi halini aldı. 

Kısa Çalışma veya Gelir Desteği Değil, Herkese İnsan Onuruna Yakışır Bir Temel Gelir

Hükümetin taslağını basına sızdırarak tartışmaya açtığı ve birkaç gündür herkesin işten çıkarma yasaklandı mı, yasaklanmadı mı diye tartıştığı düzenleme tam da böyle bir gerçekliğe oturuyor. Öyle ya da böyle, Hükümetin önce kısa çalışma fonunun kullanımını ve kapsamını genişletip, ardından işten çıkarmayı “yasaklayarak/erteleyerek” yerine ücretsiz izne çıkarılan herkese bir gelir desteği sağlaması uygulamaları ile kesenin ağzını açması (işsizlik sigortası fonundan bile olsa) hiç de alışık olduğumuz neoliberal düzene benzemiyor. Belki de biraz da bu yüzden bu olanları anlamakta zorlanıyor, karşısında afallıyoruz. 

Birçok ülkede de hükümetler aslında benzerini yaptı. Hükümetler, buna AKP de dahil kapitalizmi mevcut krizden neoliberal politikalarla kurtaramayacaklarının farkında olduğu için herkes kesesinin ağzını biraz daha açmak zorunda kalıyor. Şu ana dek pek de sosyal politika önerileri ile anılamayacak olan liderlerden İngiltere’de Boris Johnson maaşlara belirli bir miktara kadar devlet garantisi getiriyor, Trump ‘Helikopter Para’ denen düzenleme ile tüm yurttaşlara doğrudan 1200 dolar sağlayacak gelir desteği gibi bir önleme başvurmak zorunda kalıyor. Avrupa’da pek çok ülke Türkiye’de de olduğu gibi, kısa çalışma desteği veya gelir desteği gibi ücret garantisi yöntemleriyle durmakta olan ekonomiyi biraz olsun canlandırmaya çalışıyorlar.

Artık ücret desteği (kısa çalışma, gelir garantisi vs. gibi farklı isimler altında) bir nevi bu krizde her ülkenin uyguladığı dönemin alamet-i farikası oldu. Hatta Financial Times, “Kısa Çalışma, tüm Avrupa’nın almak istediği en büyük Alman ihraç ürünüdür[2]başlığıyla yaptığı haberinde Almanya Federal Çalışma Ofisinin kısa vadede 2,35 milyon işçinin yani 2008-2009 krizindekinden 1 milyon daha fazla kişinin kısa çalışma desteğinden faydalanacağını öngördüğünü aktarıyor. Gerçekten de başlığa uygun bir şekilde, kısa çalışma, şu günlerde Almanya’nın Avrupa’ya yaptığı en büyük ihracat ürünü olabilir. Birçok ülke bizde şimdi tartışılan, ekonomik kriz nedeniyle yapılacak olan işten çıkarmaları bir süreliğine yasaklama yoluyla erteleyerek, onun yerine ücretsiz izin getirilip, bir miktar gelir desteği sağlanması düzenlemesine benzer olarak, “teknik işsizlik” adı altında yeni düzenlemeler getiriyorlar. Teknik işsizlikten kasıt, çalışma süresini sıfır saate kadar indirmeye imkân veren, ücretin bir kısmının ise çeşitli fonlardan kamu tarafından sağlanmasını garanti altına alan bir uygulama yani aslında ücretsiz izin uygulaması. Bu oran ülkeden ülkeye değişse bile temel olarak bizdeki ücretsiz izin artı devlet ücret desteği mantığına çok yakın bir mantık işliyor. Çok temel bir farkla Türkiye’de sağlanan ücret desteği, değil açlık/ yoksulluk sınırı, akla hayale gelebilecek herhangi bir sınırın altında.  

İsveç’de işçi ücretlerinin yüzde 90’ını, Slovenya’da yüzde 80’i, Romanya’da yüzde 75’i, Estonya ve Fransa’da yüzde 70’i, Belçika’da yüzde 65-70’i devlet tarafından garanti altına alınıyor. Yunanistan ise 800 Euro’luk sabit bir gelir desteği sağlıyor. [3]

Fransa Renault’yu kamulaştırmayı, Almanya Daimler’i kamulaştırmayı tartışıyor. Bunların nedeni aniden özel sermaye karşıtı ya da sosyalist olmaları değil veya kapitalizmin sonunun gelmesi de değil. Birincisi bu ani duruşun neden olduğu yoksulluğun sosyal etkilerini kontrol etmeleri gerekiyor; ikinci olarak da bir şekilde iç talebi canlandırmaları gerekiyor.

Tüm bu kısmi sosyal düzenlemeler, özellikle Avrupa’da kimilerinin tartıştığı gibi kapitalizmin sonunu getirmiyor veya kapitalistler aniden işçi sınıfının çıkarına önlemler almaya başlamıyorlar.  Tekrar hatırlamak gerekir ki,  kapitalizmin devamı, bazen tek tek sermayedarların verebileceği kayıplar pahasına da olsa, sermaye sınıfının esas çıkarıdır. Esas olan “bu politikaların bir şekilde, üretim araçlarındaki özel mülkiyet ve emek güçlerini satmaya zorlanan işçilerin sermayenin egemenliğine tabi kılınması gibi kurumları sürdürdüğünü ya da yıktığını, pekiştirdiğini ya da zayıflattığını belirleyebilmektir.”[4]

Sanılanın aksine çok sayıda işçi bu 1170 TL’lik, aslında hiçbir şeye yetmeyecek gelir desteğini bile memnuniyetle karşıladı. Sosyal medyada sık sık dillendirilen ücretsiz izin zorunlu hale gelmiş oluyor görüşünü dile getirenler, şu anda zorunlu olmadığını mı düşünüyor? Ücretsiz izni kabul etmezseniz, tek seçeneğiniz tazminatı alıp işten ayrılmak, böyle tercih mi olur, böyle gönüllülük mü olur? Son bir ayda işsizlik maaşına başvuranların sayısı yüzde 72 arttı ki üstelik bu sayı sadece işsizlik sigortasına hak kazanabilmiş olanlar. Sırf bu rakam bile herkesin kısa çalışmadan faydalanabildiğini varsaymanın ne kadar hatalı olduğunu gösteriyor. 

Geçtiğimiz günlerde Uluslararası Para Fonu, IMF, 1929 Buhranından sonraki en büyük ekonomik çöküşle karşı karşıya kalındığını duyurdu. [5]Muhtemelen pek çoğumuz şu anda yaşanan ve daha da büyüğü gelmekte olan işsizlik ve yoksulluğu anlayamıyor ya da bunun farkında değil. Hayatımızda benzerini daha önce görmediğimiz bir kriz ve yoksulluk önümüzde bizi bekliyor, hem de sadece bizde değil, Dünya genelinde.

Dolayısıyla aslında geçici bir süre için bizde ve her yerde hükümetlerin bir dizi sosyal devlet önlemini hayata geçirmesinde şaşılacak bir şey yok. Bu nedenle, şu anda Hükümetin yaptığı her düzenlemede şaşkınlaşmamız gerekiyor ve bu düzenlemelerin dayandığı gerçekliği anlayıp, o talebi genişletmek gerekiyor. Bunun yerine, “aslında yok öyle bir şey” derseniz, bu desteklerden faydalananlar gözünde inandırıcılığınız kalmaz, dahası onlarla herhangi bir mücadele ortaklığı sürdüremezsiniz. 

Belki çoğu kişi farkında değil ama zaten Mart ortasından itibaren, şu anda muhtemelen sayısı milyona yakın insan ücretsiz izinde; otellerde, AVM’lerde, mağazalarda, restoranlarda, fast foodcularda, kafelerde, ufak çaplı imalathanelerde çalışanlar ya patronları kısa çalışmaya başvurmadığı için ya da kendi sigorta gün sayıları yeterli olmadığı için kısa çalışmadan faydalanamıyorlar. Yani sıfır gelirle bir aydır çalışmıyorlar, bu kişilere 1170 TL gelir verilince, maalesef yaptığımız garip teknik tartışmaların hiçbir manası kalmayacak. 

Dolayısıyla bu rakamın hiçbir hayati harcamaya yetmeyeceğini vurgulayarak, herkese bir temel gelir talep etmek gerekir ancak kendi çevremizi memnun etmekten başka bir faydası olmayacak şekilde “taslak kaldırılsın”, ya da “bu aslında işçi sınıfına zararlıdır” derseniz, bu kısıtlı gelir desteğinden faydalanacak yüz binlerce kişinin gözünde bir inandırıcılığınız olmayacağı gibi bu kişilerle bağ kurmanız da zor olur. Onun yerine bu rakamın düşüklüğü üzerinden Hükümete yüklenirsek, o zaman bu gelir desteğinden yararlanacak insanlarla talebimizi ortaklaştırma imkânı buluruz.

Diğer teknik tartışmaların çekiciliğine kapılmadan, Türkiye’de yaşayan herkese insan onuruna yakışır bir yaşam sürebilecekleri bir temel gelir sağlanması ve bunun için kaynağın en zengin yüzde 1’lik kesimden alınıp, geri kalan yüzde 99’a dağıtılacak bir servet vergisi olduğu taleplerini yükseltmek, şu anda her zamankinden daha gerçekçi ve daha inandırıcı olduğu gibi aynı zamanda bu salgının daha da büyük bir işçi katliamına dönüşmesini engelleyerek, hayat kurtarır.


[1]https://www.credit-suisse.com/media/assets/corporate/docs/about-us/research/publications/global-wealth-databook-2019.pdf

[2]https://www.ft.com/content/927794b2-6b70-11ea-89df-41bea055720b

[3]https://fra.europa.eu/sites/default/files/fra_uploads/fra-2020-coronavirus-pandemic-eu-bulletin-1_en.pdf

[4]Ernest Mandel’in Faşizme Karşı Mücadele için yazdığı Giriş bölümü

[5]https://www.bbc.com/news/business-52236936

COVID-19: Tüm Gereksiz Çağrı Merkezlerini Kapatın!

Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Ağı’na ait kuruluşlarımız, çağrı merkezlerinde çalışan yoldaşların aktardığı bilgilere dayanarak, çağrı merkezlerindeki koruma eksikliklerini kınıyor.

Bazı ülkelerde, aktivistlerimiz, çağrı merkezlerindeki işçilerin hayatlarını riske atmamak adına önerilerde bulundu. Birçok durumda, patronlar onları dikkate almayı reddetti ve işçileri çalıştırabilmek için devletin baskı gücünün yardımını talep edecek kadar ileri gittiler!

Dünyadaki milyonlarca insanın iş yerlerine gitmesinin zorunlu ihtiyaç olması, bir belirsizlikten ibarettir. İnsanların iş yerlerine gitme zorunluluğu, Dünya Sağlık Örgütü ve birçok hükümet tarafından önerilen insan etkileşiminin sınırlanmasıyla (human interaction limitation) tamamen ters düşmektedir. Durumun aciliyetine rağmen, çok az gelişmiş olan evden çalışma uygulaması, yalnızca bazı şirketler tarafından önerilmektedir. Önemli sipariş hizmetlerinden yararlananlar ki bunların bazıları kamu sermayelidir, evden çalışmanın tanınmasını reddetmektedir. Ayrıca, evden çalışma sistemi, maalesef, dünyanın çeşitli bölgelerindeki azgelişmişlik ve sömürgecilikten dolayı uygulanamamaktadır!

Birkaç gündür, on binlerce çalışan, telefon abonelikleri, sigorta satma işlemleri veya çok uluslu ticaretin müşteri hizmetlerini sürdürmek için telefonlar almaya ve hatta aramalar yapmaya devam ediyor! Yaşanan sağlık acil durumu ortadayken,  bizim işimiz nasıl hayati kabul edilebilir? Her gün, bu alanda çalışanlar; işten çıkarmalar, geçici olarak işi bıraktırmalar, para cezaları gibi çeşitli yaptırım riskleriyle işlerine gitmeye zorlanıyorlar. Bu risklerle beraber, çalışanlar, bazen, yüzlerce kişi tarafından kullanılan, doğru ürünle temizlenmemiş çalışma yerlerini ve kulaklıkları devralıyorlar. Virüsün yayılmasında son derece verimli bir etkiye sahip olan bu gelişigüzellik ve çalışma koşulları aynı şekilde devam etmektedir. Çağrı merkezlerinde, her gün, bazen düzinelerce insan hastalığa yakalanıyor ve en iyi ihtimalle birkaç saat veya birkaç gün sonra yeniden açılmak için kapatılıyorlar.

Bizler, güvenliği olmayan anlamsız bir hizmetin üretimini reddediyoruz. COVID-19 hakkında bilgi vermekle bağlantılı hizmetler gibi hizmetin gerekli olduğu yerlerde güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi talebinde bulunuyoruz:

  • Hidro-alkolik jeli, sabunu, dezenfektan mendili, sürekli bir biçimde sağlama
  • Platforma göre elli kişiden fazla çalışmama 
  • Çalışanlar arasında bir metre mesafe
  • Bilinen enfeksiyon durumunda, işyerinin dezenfeksiyonuna kadar tahliye.

Hep birlikte üretimin durdurulmasını talep edelim!

Yapabiliriz ve zaten bazı şirketlerde yaptık.

Bu alanda, zarar görecek olanlar,  ağırlıklı olarak kadın taşeronlar, kapitalist sistemin ölüme giden askerleri olmayı (cannon fodder) kabul etmeyecekler. Hayatımızın onların kârlarından daha değerli olduğunu her zamankinden daha fazla savunuyoruz! Kendimizi sadece koronavirüse karşı savunmayalım!

Tüm gereksiz iletişim merkezlerinin kapatılmasını ve maaşlarımızın tamamının ödenmesini talep ediyoruz.

Bu alandaki çok uluslu şirketler, para kazanmak adına yasaların daha az koruyucu olduğu ülkelerde böylesi krizleri kullanamazlar. Bunu açık bir biçimde tüm yıl boyunca yeterince yapıyorlar. Bugünlerde, böylesi krizler boyunca, çok uluslu şirketler, üstlenici firmalara başvurarak sorumluluklarını yerine getirmeliler. Ayrıca, cayma hakkı ve devamsızlık hakkı için yaptırımların ve işten çıkarmaların sonlandırılması talebinde bulunuyoruz. Sonuç olarak, çağrı merkezlerinin ötesinde, hayati olmayan tüm işlerde gerekli önlemlerin alınması için mücadele ediyoruz.

Çeviri: Cihan Kaymaz

Kaynak: http://www.europe-solidaire.org/spip.php?article52547