Glasgow Konferansı’nın öncelik vermesi gereken konular şunlar olmalıydı: 1) ¨Kalkınmış¨ ülkelerin 2020 yılından itibaren Yeşil İklim Fonu’na yıllık en az yüz milyar dolar katkı sözlerini yerine getirmeleri ve bu paranın küresel Güney ülkelerinin iklim mücadelelerini desteklemesi[1]; 2) Yine bu kalkınmış ülkeleri küresel ısınmadan en çok zarar gören ¨en az kalkınmış ülkeler¨in ve küçük ada devletlerinin ¨kayıp ve hasarlar¨ını karşılamaya yönelik finansal müdahalelere zorlamak; 3) COP21’in (Paris 2015’te) benimsediği ¨sıcaklık artışlarını 2°C’nin altında tutmak ve endüstri öncesi döneme kıyasla 1,5°C aşmama¨ hedefini tutturabilmek için hükümetlerin ¨iklim çabalarını arttırması¨.
Denklem gayet açık: Glasgow, Paris’te benimsenen muğlak hedefi kâğıt üzerinde radikalleştirerek hedefe bir netlik getiriyor (artık hedef 1,5°C) ve fosil yakıtların sorumluluğuna değiniyor; fiiliyattaysa konferans faciayı durdurmak için hiçbir adım atmadı. Bazısı ¨doğru yönde bir adım¨ dedi. Aksine Kovid sonrası neoliberal toparlanma ve jeostratejik rekabetlerden başka bir şey düşünmeyen küresel efendiler şunlara karar verdiler: 1) Yüz milyar dolarlık Yeşil Fon sözlerini ötelemek; 2) ¨kayıp ve hasar¨ların tazminine hayır demek; 3) meydanı tamamen fosil yakıtlara terk etmek; 4) iklim dengelemeyi ¨karbon dengeleme¨ ve diğer teknolojiler için bir pazar olarak ele almak; 5) bu pazarı ¨kirletme hakları¨nın alım-satımının yapmaya yarayacak küresel bir mekanizmayla donatmak; 6) daha bitmedi, bu pazarın idaresini de finansal çevrelere – yani yatırımları ve yaşam biçimleri küresel ısınmaya sebep olan zenginlere – teslim etmek.
1,5°C Özel Raporu: UEA direksiyonu yeşil kapitalizme kırıyor
IPCC’nin 1,5°C Özel Raporu’nun (2019) işaret ettiği üzere 1,5°C’nin altında kalmak hayati bir zorunluluk.[2] Küresel ısınmanın getirdiği tehlikeler hafife alınıyor. 1,5°C’den sonra artı geribildirimler (positive feedbacks) dünyayı ‘‘sera gezegen’’ düzenine itecek.[3] Bununsa oldukça ciddi sonuçları olacak (deniz seviyelerinin en az 13 metre artışı dahil). Ortalama yüzey ısısı endüstri öncesi döneme kıyasla
1,1 ila 1,2°C arttı bile. Mevcut artış devam ederse 1,5°C eşiği 2030’a kadar geçilmiş olacak. Sonuç o ki: ‘‘net¨CO2’’ salımları 2030’dan önce en az %50 ve 2050’den önce %100 oranında azaltılmalı ve 2050 sonrasında salımlar negatif olmalıdır.
Bu rapor kötü bir sürpriz oldu. Kapitalist sınıfın öncüleri artık kafalarını kuma gömemiyorlar. Zerre kadar aklı olan sermayedarlar iklim krizinin kontrolden çıkarak kendi düzenlerini tehlikeye sokacağını kabul etmek zorundalar. Bu koşullardaysa ¨en iyi bilimi rehber alan¨ kapitalist politikalar¨, hatta bunları hayata geçirmeye çalışan Boris Johnson gibi neoliberaller dahi olsa, Paris anlaşmasındaki muğlaklığı ortadan kaldıracak gibi durmuyor…COP26’da İngiliz yetkilileri yegâne hedefin en fazla 1,5°C ısınma olması gerektiğini önerdi ve nitekim bu netlik önerisi de Glasgow’da onaylandı.
IPCC’nin sözü gayet sarih: fosil yakıtların kullanımı küresel ısınmada kilit önemde. 1,5°C Özel Raporu’nun şok dalgaları Uluslararası Enerji Ajansı’na (UEA) kadar ulaştı. UEA’nın 2021 yılında yayınladığı rapora göre 2050’de ¨karbon nötrlüğü¨nü sağlamak şimdiden çok sert önlemler almayı gerektiriyor: 2021’den itibaren yeni petrol ve doğal gaz sahalarının kuruluşunun ve yeni kömür madenlerinin açılmasının, var olan kömür madenlerinin genişlemesinin veya kömürle çalışan elektrik santrallerinin inşaat onaylarının yasaklanması; 2030’dan itibaren ¨kalkınmış¨ ekonomilerin kömürü tamamen terk etmeleri; ve 2040 yılından itibarense dünya genelinde kömür ve petrolle çalışan elektrik santrallerinin tamamen kapatılması.[4]
UEA’nın raporu da kötü bir sürpriz oldu. UEA her zaman ilerici bir ¨geçiş¨ öngörüsü geliştirmeye çalışırdı. Şimdiyse yenilenebilir teknolojiler etrafında şekillenen ¨yeşil kapitalizm¨e aniden direksiyonu kırdı. Paris anlaşmasındaki muğlaklığı sürdüremediği gibi, Glasgow zirvesi fosil yakıtların sorumluluğunu gizlemeye de daha fazla devam edemedi. 1992’den bu yana her COP enerji sektörü ve önde gelen fosil yakıcıların baskıları altında bu konuyu es geçti! Bu suskunluk artık katlanılır olmaktan çıktı. İngiliz yetkililerin temsilcilere ilettiği bildiri taslağı tarafları ¨kömürü ve fosil yakıtlara verilen teşvikleri tedricen terk edişi hızlandırma¨ya davet ediyor. Bu metnin nasıl etkisizleştirildiğine ileride değineceğim ama metnin nihai halinde fosil vurgusu var.
Boşlukları kapamak: her sene daha fazla iç karartan bir sınav
Paris anlaşması meşhur hedef (¨küresel ısınmayı falanca derecenin altında tumak vs. vs.¨) ve ulusal iklim planları veya ¨Ulusların Tayin Ettiği Katkılar¨ (UTEK) arasında bir ayrılık yarattı. UTEK’leri baz alan IPCC, 2100’e kadar yaklaşık 3,5°C ısınmanın gerçekleşeceğini öngörüyor. Bu ¨karbon salım boşluğu¨nu kapamak için COP21 her beş senede bir durumu gözden geçiriyor ki ¨daha fazla çabalamak¨ gereksin.
Eylül 2020’de bu boşluk, tüm gazlar dahil, 23 ve 27 Gigaton (Gt) CO2 arası bir seviyeye denk geliyordu.[5] 1,5°C’yi geçmemek için 2030 yılına kadar bu boşluğun kapatılması şart. Küresel salımların dolayısıyla yarıya indirilmesi gerekiyor. 2020 yılında zirve (pandemiden dolayı) iptal edilince artık hükümetler Glasgow’da ¨daha fazla çabalama¨ çağrısı yapmaya karar verdi. Sonuç: ilaveten 3,3 ila 3.7 Gt salım azaltımı. İklim Eylem Takibi’nin (Climate Action Tracker) öngörüsüne binaen bu +2,4°C bir artış demek (aralık olarak: +1,9’dan +3°C’ye).[6]
Postdam Enstitüsü müdürü Johann Rockström en güncel bilimsel çalışmalar doğrultusunda COP’a çok önemli on mesaj iletti. İlk olarak, başlı başına küresel CO2 salımları 2030’a kadar her sene 2Gt (%5) oranında azaltılmalı ki bu 1,5°C altında kalma ihtimali yarı yarıya olsun, eğer 4Gt (%10) oranında salım azaltılırsa bu ihtimal 2/3’ yükselir. Benzer bir azaltım metan ve azot oksit için de gerekli.[7] İş her beş senede bir gözden geçirilen UTEK’lere kaldıysa görünürde pek bir umut yok. Glasgow bu sebepten senelik artış oranlarına geçme kararı aldı. Bugünden bakınca senelik artışa geçişin başarılı olma ihtimali pek bir zayıf. Şimdiden görünense bunun bir yanılsamadan ibaret olduğu.
Bir: iklim adaleti hesaba katılmalı. Yüzde 5 ila 10 salım azaltımı ülkelerin ¨farklılaştırılmış sorumluluklar¨ı gözetilerek uyarlanacak küresel bir hedef. Rockström bu konuda güncel hesaplarını sundu: dünyanın en zengin %1’i salımlarını otuz kat azaltmak zorundayken aynı anda en fakir %50 salımlarını üç kart arttırabilir. İşte iklimin bir sınıf meselesi olduğunun bariz bir göstergesi, yani başat bir mesele olarak mal mülk sahibi azınlıkla mülksüzleştirilmiş çoğunluğun çatışması.
İki: senelik 2 veya 4Gt azaltım matematiksel anlamda doğrusal bir çizgi evet, ama iktisadi, toplumsal ve siyasi anlamda öyle değil. Daha kısa bir zaman diliminde salımlar ne kadar fazla azalttırılırsa (ya da azaltılmaya çalışılırsa) salım azaltma ufku daha da fazla kapitalist büyüme ve kâr talebiyle karşı karşıya geliyor. Bu oldukça somut: batık varlıklar¨ını (stranded assets) sınırlamak için enerji sektöründe patronlar fosil yakıt yatırımlarını azaltıyorlar. Fosil yakıtların ihtiyacın %80’ninden fazlasını karşıladığını düşünürsek, enerji arzındaki ciddi bir artışın enerji talebindeki ani bir artışı önceleyeceği hayli muhtemel. Bu da yüksek fiyatlar demek.[8] Fosil yakıt şirketleri için haberler güzel ama yüksek fiyat enflasyon demek bu da Kovid-sonrası toparlanmayı iyice zora sokuyor ve emekçi sınıfların sırtına yük bindiriyor. Emekçiler mücadele edebilir veya oylarını ulusal-populist kesimlere verebilirler. Her iki seçenek de istikrarsızlık yaratıyor. Fiyatları yumuşatmak ve kıtlıkları engellemek için fosil yakıt üretimini arttırmak gerekiyor. Çin kömüre daha fazla yüklendi ve Biden ise (her ne kadar başarısız olsa da) Suudi Arabistan ve Rusya’nın doğal gaz üretimlerini arttırmasını istedi. Ne demiştik fosil yakıtları arttırmak = salımları arttırmak…Malumun ilamı…
Bir yaman çelişki, karmaşanın kaynağı
Çin ve ABD COP’ta ortak ama hiçbir çıkar yol göstermeyen bir bildiri yayınladılar. Dostlar alışverişte görsün misali. İki büyük güç dünya ve iklim istikrarının güvencesimişçesine poz kesmeye merak sarmışlar. Belki iklim politikalarında (metan salımlarında mesela?) kısmi bir iş birliğine gitmeye çalışacaklar. Arka plandaki gerilimler öylesine güçlü ki çekişme daha da kızışacak gibi duruyor. ABD tarafında Demokrat çoğunluk diken üstünde: [Senator] Manchin, sıkı bir kömür destekçisi. Virgina eyalet idaresini kazanan Cumhuriyetçiler ara seçimlere gözlerini dikmiş durumdalar ve yüksek petrol fiyatlarına karşı kampanya yürütüyorlar. Kazanırlarsa işin seyri epey değişecek! Çin tarafındaysa bürokratik istikrar iki şeye bağlı: ortalama yaşam seviyesinin yükselmesine ve milliyetçi üstünlüğe. Kömürün yeniden yükselişi petroldeki artışı durdurmuyor. Pekin’in kendi iç meselelerine odaklanması için çok sebebi var hatta Tayvan’ı kendi idaresine alma tasarılarını hızlandırabilir. Büyük bir istikrarsızlık kapıda kısacası.
Sorunu hangi açıdan incelerseniz inceleyin kapitalist enerji geçişinin imkansızlığına tosluyorsunuz: hem %80 oranında fosil yakıtlara dayanan bir ekonomik büyüme olsun hem fosil yakıtları yenilenebilir teknolojilerle ikame edelim hem de salımları kısa vadede ciddi oranda düşürelim demek mümkün değil. Göz var izan var. Bu geçişi mümkün kılmak için ya üretimi kısacağız ya da GSYH artsın diye geçişi unutacağız. Gelgelelim ¨büyüme olmadan kapitalizmden bahsetmek kendi başına bir çelişki¨ (Schumpeter). Sonuç şu ki: devrimci bir düzen değişikliği olmadıkça bu çelişki çözülemez. Tarihsel bir ihtimal olarak devrim somut bir ihtimale dönüşmediği takdirde salımları azaltmaya çalışan her deneme bu çelişkiyi giderek daha fazla derinleştirecek.
Her sermayedar külfeti rakiplerine ve işçilere yıkmaya çalışıyor. Her sermaye sınıfı devletini aynı külfeti rakip devletlere ve onların emekçi sınıflarına yıkmaya çalışıyor. En çok kirleten devletlerse yoksulları tahakkümü altında tutan emperyalist devletler. Sonuç olarak iktisadi, toplumsal ve siyasi (hatta askeri) çalkantılar iklim kriziyle perçinlenecek. Bu çalkantıların bazı sebepleri şunlar olacak: 1) toplumsal gerilimlerin artışı, rejimlerin giderek artan meşruiyet krizleri, giderek artan siyasi istikrarsızlık ve otoriterleşme eğilimlerindeki artış; 2) Güney ülkelerindeki insanlara, özellikle de göçmenlere ve kadınlara, yönelik şiddette artışa sebep olacak neo-kolonyal politikalar; 3) kapitalistler ve kapitalist devletler arasında giderek şiddetlenen rekabet, özellikle de 4) ABD ve Çin arasında tırmanan jeostratejik gerilimler. Bu koşulların iklim uzlaşılarının her sene daha iyiye gitmesini teşvik edeceğini düşünmek Noel Baba’nın gerçekliğine inanmak kadar güç.
Devlet regülasyon zaman kazandırabilir, ama …
Bir konuda ısrar etmek gerek: toplumsal adaleti gözeten yapısal bir çözüm üretim, tüketim ve ulaşımın küresel ölçekte azalmasıyla ancak mümkün olur. ¨Daha az üretmek, daha az ulaşım, daha az tüketmek, daha çok paylaşmak¨ gerek (özellikle de refahı ve çalışma saatlerini paylaşmak).[9] Bu sebeple devlete de daha fazla rol biçecek kapitalist bir regülasyon krize alternatif teşkil edemez. Bir yandansa işleri kolaylaştırabilir, doğru. İşte ikinci çelişki de tam burada. Sermayenin böyle bir regülasyonda gönlü yok.
Ozon tabakasının korunmasına yönelik Montreal Protokolü etkin bir politika örneğiydi. 1987’de imzalanmasını takip eden iki yıl içerisinde KFKlerin (klorofluorokarbon) üretim ve kullanımını sonlandırmak üzere kampanya başlattı, belli bir zaman çizelgesinde Güney ülkelerine yardım için (zengin ülkelerin katkılarıyla) küresel bir fon kuruldu.[10] Takip eden yirmi yıl içerisinde salımlar %80 oranında düştü ve Dünya Meteroloji Örgütü stratosfer kademesinde ozon tabakasının ciddi ölçüde düzelmeye başlandığını duyurdu.[11]
Bu anlamda Montreal Protokolü iklim alanı için de bir emsal teşkil edebilir. Hatta emsal içinde başka bir emsalden de bahsetmek mümkün: 1996’da Kigali’deki görüşmeleri sırasında Ozon Protokolüne taraflar HFKlere (hidroflorokarbonlara) de son verilmesinde uzlaştı. Montreal’dan sonra HFK’ler KFK’lerin yerine geçmişti. HFK’ler ozon tabakasına zarar vermiyor ama tıplı KFK’ler gibi CO2’den bin kat daha fazla radyasyon gücüne sahipler.[12] Giderek artan HFK salımları, Ozon Tabakası Protokolü’nün dolaylı bir sonucu olarak iklime sunduğu katkıyı riske atıyordu. HFK’leri aşamalı terk etmeye karar vererek, hükümetler ozon tabakasının onarımını iklim değişimine karşı yürütülen mücadeleyle aynı saflara çekti. Bunun küresel ısınmaya etkisi çok değil: Kigali’nin öngörülere göre 2050 yılına kadar sera gazı salımları 90 Gt CO2’ye denk düşen bir oranda azalacak, bu da iki yıllık salıma karşılık geliyor. Tabii ki bu iki yıl çok önemli, hele ki gidişat her sene felaketten kıyamete geçiş ihtimalini arttırıyorken.[13]
Aynı yöntem hızlı bir şekilde metan salımlarını azaltmaya da yarayacaktır. Metanın sera etkisi CO2’den çok daha güçlü ama salımı azalacağı yerde giderek artıyor.[14] Ekosistemlerdeki – tarımdaki (özellikle pirinç üretiminde) ve hayvancılıktaki– salımları azaltmak azaltalım demekten daha zor. Ama doğal gaz dağıtım ağlarından, petrol kuyularından ve kömür madenlerinden sızıntıları azaltmak görece daha kolay neticede üretim sisteminde yapısal bir değişikliğe gerek duymuyor ve öngörüler ışığında sızıntıları engellemek ısınmayı 0,5°C oranında azaltabilir. Yani bunun için büyük teknolojik buluşlara ihtiyaç yok şirketleri gerekli yatırımları yapmaya zorlamak yeterli. Sorun da tam bu zaten: sermayedarları bir şeye zorlayamazsınız, onları ancak piyasa mekanizmalarıyla cesaretlendirebilirsiniz. Paris Anlaşmasında yüceltilen neoliberal kanaatin ta kendisi. Glasgow’un da Paris’ten zerre sapmayı aklına bile getirmeyeceğini hep beraber göreceğiz.
Metan ve Ormansızlaştırma: Heba edilen zaman mı aramıştınız?
¨Metan uzlaşısına¨ basın epey yer ayırdı. COP’ta 100’den fazla ülke metan salımlarını 2030’a kadar %30 oranında azaltma sözü verdiler. Eğer sözler tutulursa 2050 yılındaki ısınma oranı 0,2°C daha az olacak (yine de beklenen azalma oranının yarısından bile az). Tabii bu sadece bir niyet beyanı. Ülke başı kotalar yok, Güney ülkelerine fon ayrılmıyor, sözünü yerine getirmeyenlere yaptırım yok …ABD, AB ve Kanada doğrusu harekete geçmek istiyorlar, tabii bunun bariz sebepleri var: Trump dışında, kapitalist liderler endişelenmeye başladılar. Metanı kısıtlamak da görece daha kolay bir iş. Yine de kat edilmesi gereken uzun bir yol var: Çin ve Rusya Glasgow’daki bu uzlaşıya imza atmadı. Çünkü neden: ikisi de ciddi metan salımından mesuller. Çin ve Rusya’nın dışarıda kalması diğer ülkelerin kapitalistlerine metan salımına karşı ayak diremek için güzel bir bahane olacak. Sonuç olarak bu iki ülkeye ufukta bir yaptırım görünmeyecek. Aksine bazı teşvikler ve vergiler devreye girecek ve temenniler yatırım maliyetlerinin tasarruf edilen gaz maliyetinin altına düşmesinden yana olacak. Faturayı da emekçiler ödeyecek.
Ormansızlaştırmada da benzer bir ikilem söz konusu. Rio (1992)’dan bu yana heba edilen zamanı bir miktar telafi etmenin yolları aranıyor, tabii yine üretim aygıtlarının yapısına tesiri olmayan bir yerden. Glasgow’da 131 ülke Glasgow Küresel Orman Finansman Taahhüdü (GKOFT)’ne 12 milyar dolar yatırım yapma sözü verdi. Hedef 2030’a kadar ¨orman kaybını durdurup ormanlaşmaya başlamak¨.[15] Bu taahhüt aslında 2014 yılında New York’ta verilene çok benziyor: 2030’a kadar ormansızlaştırmayı durdurmak, 2020’ye kadar ormansızlaştırmayı %50 oranında azaltmak. 2015-2017 yılları arasında ormansızlaştırma oranları %41 oranında arttı! Kimisi GKOFT’ye olumlu bakıyor neticede Rusya ve Brezilya, yani dünya ormanlarının %90’ından fazlasını barındıran iki ülke, altına imzalarını attı. Bu sözler işlerin etkili bir şekilde çözüleceğini garantilemiyor elbette. Aynı zamanda yerli halklara bir adalet sözü de vermiyor (GKOT mutlak surette yerlilerin hak ve esenliklerini tanıyor- tabii sadece kağıt üzerinde).
Etkililik konusuna dönersek, ¨orman kaybını durdurmak ve geriye çevirmek¨ ifadesi aslında göründüğü kadar berrak bir ifade değil. Kimisine göre bir ormanı yok etmek eğer yok edilen orman arazisi başka bir ekonomik faaliyet için kullanılmıyorsa ¨orman kaybı¨ SAYILMAZ. Tuhaf bir diyalektik: ¨orman kaybı¨na sebep vermeden ormandaki ağaçları kesebilirsin şayet endüstriyel ölçekte ¨karbon kredisi¨, pelet, odun kömürü, palmiye yağı üreteceksen. İşte Endonezya tam buna örnek. Dünya’daki üç büyük yağmur ormanı kütlesinden biri Endonezya’da ve ormanlar tıraşlanıp palmiye ağaçları dikiliyor. Endonezya’nın faaliyetleri geçici süreliğine kısıtlanmıştı ama COP’tan iki ay önce Cakarta bu kısıtlamaya daha fazla uymayacağını gösterdi. Endonezya heyeti Glasgow’da ¨orman kaybı¨nı durdurmaya tamam dedi ama ¨Endonezya’nın 2030 yılına kadar sıfır ormansızlaştırmaya ulaşacağını ummak açıkça yersiz ve adil değil¨ ve ¨karbon salımlarını veya ormansızlaştırmayı durdurmak adına¨ kalkınmaya ¨ket vurulmamalı¨ diye de ekledi. Yani, orman kaybını durdurmaya tamamlar, ama ormansızlaştırmaya tamam değiller. Yerli halkların akıbetine gelirsek, Brezilya’daki durum ise epey çarpıcı: Amazon ormanlarına ve orada yaşayan halklara savaş açan ve hiçbir şekilde sözüne itibar edilmez faşist Bolsonaro’nun GKOFT’yi neden imzaladığını birinin izah etmesi lazım.[16]
Boş vaatlerin ardında, ¨Pazar¨ Tanrı’nın egemen gücü
COP başlamadan ufukta pek çok mutabakat vardı: kömürü terk etmek, elektrikli arabalar, sınır ötesi fosil yakıt yatırımlarını veya ulusal sınırlar içinde fosil yatırımları durdurmak. Hatta bazı ülkeler pek gururlu ifadelerle ordularını yeşilleştireceklerini duyurdular ki bu sayede ¨[17]özellikle enerji alanında ekolojik ayak izlerini azaltabilsinler¨. Ne tuhaf…En azından böyle saçmalıklar, orduların aksine, cana kast etmiyor.
Tüm bu ¨mutabakatlar¨ boş birer vaatten ibaret. Somut önlemler alınmadan, ülkeler sözlerinde durmadan, sözünde durmayanlara yaptırımlar uygulanman bu mutabakatlar hiç bağlayıcı değil. O zaman ne işe yarıyorlar? Kısmen vaziyet şu, bazı ülkeler yeşil bir imaj çizmek adına tüm dikkatleri üzerlerine çekmek ve kapitalistlerin çıkarlarına halel getirmeden kamuoyunu tatmin etmek için COP’u bir fırsat olarak görüyorlar…[18] Bu da bizi daha köklü bir izaha mecbur kılıyor: boş vaatler neoliberal ideolojilerle bir ahenk içerisinde, neoliberal ideoloji de tek bir karar mercii tanır: Pazar, yani kâr, yani hissedarlar azınlığı.
Kömür ve diğer fosiller: gayet açık bir mesaj
Kömür ve diğer fosillere dair Glasgow anlaşmasının geçişi ile ilgili denemeler ve sıkıntılar oldukça aydınlatıcı. İlk örnekte (daha yumuşak ifadeler olsa da, IEA raporundan esinlenilmiştir): COP “Tarafları kömürün aşamalı olarak terk edilişini ve fosil yakıtlara yönelik sübvansiyonların [kaldırılışını] hızlandırmaya çağırır”. İkinci örnekte: COP, “Tarafları, teknolojilerin geliştirilmesini, kullanımını ve yaygınlaştırılmasını ve düşük salımlı enerji sistemlerine geçiş politikalarını hızlandırmaya çağırıyor: [bu politikalara] temiz enerji üretiminin ve kesintisiz kullanılmakta olan kömürü ve fosil yakıtlara verilen verimsiz teşvikleri aşamalı olarak terk edişin giderek hızlandırılması’’ dahil. Hava solunabilir hale geliyor, ancak hala kömürün “aşamalı terk edilme”si ve fosil yakıt teşviklerinin “aşamalı kaldırılması” konuşuluyor. Üçüncü örnekte: Hindistan delegasyonunun bir müdahalesini takiben, onay toplantısının ortasında “aşamalı çıkışı hızlandırmak”, “aşamalı yavaşlamaya yönelik çabaları hızlandırmak” ile değiştirildi.
Modi hükümetinin rolü kınanmalıdır. Ancak Hindistan kapitalist silahşörlerin desteğini arasına alarak hem gezegenin kömürcülerinin hem de tüm fosilcilerinin çıkarları doğrultusunda hareket etti.[19] Bu gruplar tam kadro COP’ta yerlerini aldılar ki, bir Fin patronun ifade ettiği üzere, konferans ‘‘düzenleme, kısıtlama ve vergilendirmeden ziyade yeşil kalkınmaya odaklı kalışı’’ temin edilsin.[20]
Teknik açıdan, fosillere dair olan maddenin kapsamı yeterince açık değil. ‘‘Salımları azaltma’’ muğlak bir kavram. OECD’ye göre, ‘‘Kirliliği azaltma, kirliliği ve/veya kirliliğin çevreye verdiği zararları azaltmak için kullanılan teknolojiye veya alınan önemlere karşılık gelir.’’ G7’ye göre, ‘‘kesintisiz kömür enerjisi kullanımı, CO2 salımlarını azaltan teknolojilere, mesela Karbon Yakalama Kullanım ve Depolama’ya (KYKD), başvurmadan kömür kullanımı demektir.’’[21] Bu tanımlamalar oldukça pahalı karbon yakalama ve depolamadan (KYD) başka kapitalistlerin önüne çok daha geniş seçenek sunuyor. Bir yandan KYD ile fosil yakıt kullanan tesislerden salınan CO2 yakalanıp [bu gazlar] başka sektörlerde başka ürün üretimine dahil edilecekler …yani bu gazlar nihayetinde salınacak… bazen hatta bir çırpıda (mesela gazlı içecekler). Öte yandan eğer hükümetler ormanlarca CO2 yutulmasını salım azaltımı olarak değerlendirirse (ABD ve AB’nin bu hususları çorbaya çevireceğini yakında göreceğiz!) o zaman [karbon] azaltımı sadece ve sadece ağaç dikmekten ibaret olacak.
Gelgelelim siyaseten iletilen mesaj oldukça açık. Özü itibariyle, enerji devlerinin hükümetlere ve insanlara söylediği şeyler var: 1) Fosil yakıtları bırakmayı aklınıza bile getirmeyin, geçer akçe ‘‘yeşil’’ teknolojileri geliştirmektir; 2) Kömür madenlerini faal tutmaktan ve yeni madenler açmaktan bizi alıkoymaya uğraşmayın, zaten CO2’nin etkisini azaltacak sistemleri kabul etmek konusunda halihazırda yapabileceğimizi yaptık; 3) [karbon] salım ‘‘azaltım’’ında asgari bir oranı dayatmaya çalışmakla veya bir azaltım yöntemini diğerine dayatmakla uğraşmayın; 4) Eğer gerçekten fosil yakıt teşviklerini kesmek istiyorsanız, gidin ‘‘verimsiz’’ olanlardan, yani katma değer katkısı olmayanlardan, başlayın.[22] İşte ‘‘bizim’’ hükümetlerimizin, nihai içeriği dahi danışılmadan, Glasgow’da onayladıkları mesaj buydu. Olan o ki fosil yakıtçılar gücü ele geçiriyorlar.
2050 karbon nötrlüğü koşusu
Piyasanın egemen gücü – yani kâr ve hissedarlar– kendini sadece ‘‘anlaşmalar’’da değil hükümetlerin ‘‘2050’ye kadar karbon nötrlüğü’’nü (diğer bir deyişle sıfır net emisyonu) sağlama koşusunda da belli ediyor. Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri, Güney Afrika, Brezilya, Rusya, Japonya, Suudi Arabistan…: herkes ortaya birer ‘‘strateji’’ atıyor. Glasgow yakınlaştıkça ‘‘2050’ye kadar net sıfır’’ vaatleri giderek artmıştı… ve bu vaatler kısa vadeli salım azaltımını, varsayımsal uzun vadeli karbon emilimiyle ikame etmeyi giderek daha fazla vurguluyordu. 2050’ye kadar ‘‘karbon nötrlüğü’’nü hedefledikleri ele güne haykıran bazı hükümetler[23] UTEK hedeflerini ve hatta bu hedeflerinden daha azını 2015’e kadar hayata geçirdiler![24] Yani olay, esas meseleyi kararmaktan ibaret.
İklim Eylem Takibi (İET) bir işe netlik getirelim dedi ve gerçekten uygulanan iklim politikaları, öne sürülen UTEKler, COP’ta verilen sözler ve ‘‘net sıfır’’ stratejileri arasındaki ayrımları ortaya koydu.[25] Bu makalenin başında belirtildiği üzere: mevcut politikalar devam ettirildiği takdirde, ortalama sıcaklıklar 2100’e kadar 2,7°C oranında artacak (referans aralığı: +2 ila 3,6°C). COP’ta verilen sözler ve ‘‘net sıfır’’ anlaşmaları ve stratejileri bu resme bir katkı sunmuyor, aksine zararı var. Genel anlamıyla ‘‘net sıfıra ulaşma yolunda ilerlemek namına hiçbir ülke yakın-vadeli politikaları yeterli ölçüde uygulamadı.’’
Bazı genel sonuçları özetlemek gerekirse:
-2030 hedeflerine göre, bu hedeflere ulaşıldığını varsayalım, öngörülen +2,4°C (referans aralığı: +1,9 ila +3°C);
-2030 hedeflerine ve COP’ta verilen sözlere göre, bu sözlerin yerine getirileceğini varsayalım, öngörülen +2,1°C (referans aralığı: +1,7 ila +2,6 °C);
-2050’ye kadar ‘‘karbon nötrlüğü’’ sağlanır sözünü de eklersek (rapora göre ‘‘iyimser senaryo’’) öngörü +1,8°C (referans aralığı: +1,5 ila 2,4°C). ‘‘Bu senaryo Paris Anlaşması ile uyumlu değil’’ çünkü ‘‘+2,4 °C ısınmayı engelleyemiyor.’’
Dahası İklim Eylem Takibi ‘‘2050 net sıfır’’ stratejilerini de değerlendirdi.[26] Araştırmacılar on parametre seçtiler ve renk kodları (iyiden kötüye: yeşil, turuncu, kırmızı) belirlediler. Sonuçlar: Şili, Kosta Rika, Avrupa Birliği ve Birleşik Krallık’ın stratejileri ‘‘kabul edilebilir’’; Almanya, Kanada, ABD, Güney Kore’ninkiler ‘‘ortalama’’; Japonya, Çin, Avusturalya ve Yeni Zelanda ‘‘kötü’’; tüm diğerleri ‘‘eksik’’ (özellikle de Brezilya, Güney Afrika, Rusya, Suudi Arabistan…). Açık olan bir şey var ki ‘‘karbon nötrlüğü’’ kervanına katılan çoğu hükümet kendilerine yeşil bir süs veriyorlar ki Glasgow’da sırıtmasınlar.
Gelişmiş ülkeler ve Çin’in stratejilerinin değerlendirilmesi de dikkate değer. AB’nin iki parametrede kırmızı kodu var: muğlak bir hakkaniyet taahhüttü; ve salım azaltım ve terk ediş arasında hiçbir ayrım yapılmaması. Almanya’nın iki turuncusu üç tane de kırmızısı var: Almanya’nın ‘‘net sıfır’’ hedefleri uluslararası havacılık ve gemi taşımacılığından kaynaklı salımları kapsamıyor ve ulusal sınırları dışında ‘‘karbon denkleştirme’’yi resmin dışında tutuyor. ABD’nin aynı kırmızı kodları var, karbon emilimi ve azaltımını birbirine karıştırıyor, hakkaniyet taahhüttünde bir netlik yok (zaten ne bekliyoruz ki?). Çin’e gelirsek, altı parametrede kırmızı üç parametrede turuncu kodu var.
Bu tahlil, ekososyalistler ve diğer aktivistlerin ithamlarını bütünüyle doğruluyor: ‘‘net sıfır’’ stratejileri, ki böyle bir strateji gerçekten varsa veya içi azıcık bile doluysa, eksiktir, en iyi ihtimalle bile oldukça yanlı stratejilerdir. Tüm bu ‘‘net sıfır’’ lafları, 1,5°C ısınmayı geçip geçmeyeceğimizi belirleyecek olan önümüzdeki sekiz yıl içerisinde büyük bir kısmı azaltılması gereken 19 ila 23Gt CO2 salımının akıbetini süresiz olarak rafa kaldırdı. Şurası net ki bir aldatmacanın içindeyiz ve bu aldatmacanın sebebi bir o kadar bariz: bütün kısıtlamalardan, bütün denetimlerden, bütün planlamalardan uzak duralım.
Biz hiçbir şeye karar vermeyelim, her şeye karar verecek Piyasa’yı yaratalım
IPCC’nin 5. Değerlendirme Raporu’nu açıkça şöyle belirtiyor: ‘‘İklim modelleri tam işleyen piyasalar ve rekabetçi piyasa davranışı varsayar.’’[27] Bu varsayım haliyle piyasa araçlarıyla bir piyasa yaratılmasını ön koşul olarak görür. Kyoto Protokolü mekanizmalarını devralmak isteyen Paris, kendi Madde 6’sına göre, ‘‘Yeni Piyasa Mekanizması’’ ilkesini benimsemişti. Kapitalistler arası bir dizi çatışma COP25’te (Madrid) bu ilkenin hayata geçmesini engelledi ve COP25 bu anlamda başarısız oldu. Şükürler olsun Glasgow’da bir anlaşmaya varıldı. Tüm taraflar (devletler, bölgeler, şirketler) kirletme haklarının alım satımını yapabilecekler. Bu hakları üretmek dünyanın her yerinde yapılacak temiz yatırımlarla, ağaç dikimleriyle, var olan ormanların korunmasıyla, CO2 tecrit ve tutulmu (KTT) ve yakalama ve kullanımıyla (KYK) mümkün olacak.
Çözülmesi gereken ihtilaflar arasında şunlar var: emisyon haklarının mükerrer sayımından (satıcı ve alıcı tarafında) nasıl kaçınılır? Kyoto kapsamında oluşturulan kirletme hakları bu yeni sistem (ki bu hakların çoğu gerçek salım azaltımına karşılık gelmiyor) kapsamına girebilecek mi? Güney ülkelerinin küresel ısınmadan kaynaklı ‘‘kayıp ve zararlar’’ını karşılamaya yardım mahiyetinde bu söz konusu hakların alım-satımı vergilendirilecek mi?[28] Her birini tek tek incelemek için yeterli alan yok. Genel anlamıyla ‘‘Madde 6’nın mekanizmaları o kadar büyük gedikler açıyor ki dünyayı 1,5°C yoluna sokmak için elde kalan son şansları da yok ediyor.’’[29] COP’un aldığı kararlar mükerrer sayımdan kaçınmaya yetmeyebilir. Kyoto haklarındaki –ki bu haklardan 2013 ve sonrası oluşturulanlar [yeni sisteme] dahil edilebilir olacak—uzlaşı sıcak hava tacirleri için bir zafer (sıcak hava yanlış [karbon salım] azaltımları demek). Özellikle de Bolsanaro Brezilyası’nda bu tacirlerden çokça var.
Bir sonraki adım temiz, sorumluluk taşıyan yatırımları sıralamak olacak. Avrupa Birliği’nin listesi (kendi jargonunda ‘‘Sınıflandırma’’sı) yıl sonuna kadar hazırlanacak. Riskler yüksek: ‘‘sınıflandırma’’ yeşil finansın önünü açacak. Ama esas soru baki kalıyor: nükleer enerji resme dahil mi? Nükleer enerjiyi ‘‘sürdürülebilir enerji’’ olarak tanımlamak büyük bir saçmalık. Nükleer teknoloji için sürdürülebilir olan tek şey [nükleer] atık ki kimse bununla nasıl baş edeceğini bilmiyor. On binlerce yıl boyunca ve hatta daha da uzun süre nükleer atık çevreyi kirletecek. Amma ve lakin…piyasa, muazzam. Mesela Çin 150 [nükleer] reaktör inşa etmeyi planlıyor. Marx’ın dediği gibi her şeyi alt üst eden kapitalist bir bakış açısından bakarsak [nükleerin vaat ettiği] para ödülünü … ‘‘sürdülebilir’’ bir kâr kaynağını… es geçmek gerçekten saçmalık olurdu. Fransa’nın başını çektiği on ülke, nükleer enerjinin bu Sınıflandırma’ya dahil edilmesi için kampanya yürütüyor. Almanya dahil beş ülkeyse karşı çıkıyor. Kim kazanacak? Bekleyip görüyoruz…[30]
İklim finansmanı: ey yoksul insanlar, yatırımcılara cazip görünmeye çalışın!
Bu canice mantık ‘‘iklim finansmanı’’ noktasında kendi zirvesini buldu. İklim finansmanının iki bileşeni var: kamu akımları ve özel akımlar. Kamu akımları da kendi içinde iki bileşene ayrılıyor: Yeşil Fonlar ve kayıp ve zararların tazmini. COP’ta tüm bunlar genel kurulun toplandığı bir güne sığdı: Finans Gününe Hoş Geldiniz!
Yeşil Fonlar hususunda, Hazine Şansölyesi (İngiliz Maliye Bakanı) özü itibarıyla İYİ TAMAM dediyse de Kuzey [ülkeleri] sözünü tutmadı. Ne yapalım, üzgünüz. Fonda şimdi 80 milyar var, 2023’te 100 milyar olunca hedefleri aşıyoruz ve bu aşım önceki dönemlerdeki [fon] açıklarını da telafi edecek. Bakan bey Yeşil Fon’da hali hazırda sadece 20 milyar hibe olduğundan bahsetmedi. Yani geri kalan miktar kredi [olarak dağıtılacak]. Anlaşma, 2025’ten itibaren küresel ısınmaya uyum finansmanını iki katına çıkarmayı vaat ediyor. Gelecek yıl bir BM komitesi senelik 100 milyar dolar hedefine yönelik ilerleme hakkında bir rapor verecek. Esas nokta şu ki Güney ülkeleri yeni bir borçluluk sarmalıyla tehdit ediliyor.
Kayıp ve zararlar meselesi açık ara daha fena. Somali örneğine bakalım. Tarihsel iklim değişikliğine %0,00026’lık bir katkı sundu…gelgelelim küresel ısınmayla ilişkilendirilebilecek mükerrer kuraklıklardan mustarip. 2020 yılında 2,9 milyon insan gıda güvencesizliğiyle karşı karşıyaydı. Uluslararası yardım son derece yetersiz. Kenya, Etiyopya, Sudan ve Uganda da aynı dramı yaşıyor.[31] Bu maliyeti kim üstlenecek? Gelecekteki felaketlerin maliyetini kim üstlenecek? Hristiyan Yardım (Christian Aid) STK’sı, mevcut politikalar değişmezse iklim değişikliğinin en yoksul ülkeler GSYH’sini 2050 yılına kadar %19,6 oranında ve 2100 yılına kadar ise yıllık ortalama %63,9 düşüreceğinin tahmin ediyor. Eğer sıcaklık artışını 1,5°C’de tutarsak bu düşüşler sırasıyla %13,1 ve %33,1 olacak.[32] Kayıp ve hasarlar faturasıysa bir çırpıda birkaç bin milyara yükselecek. Zengin ülkelerce finansman ilkesi BM İklim Değişikliği Çerçevesi Sözleşmesi’nde güvence altına alınıyor ama emperyalist hükümetler açıkça buna itimat etmeyi reddediyor. Nokta.
Mucize çözüm için gözler özel finans çevrelerine dikilmiş durumda. Goldman Sachs’ta çalışmış, İngiltere Merkez Bankası başkanlığı yapmış, G20 Finans İstikrar Kurulu başkanı olmuş Mark Carney şimdiyse BM tarafından iklim finansmanına ‘‘özel elçi’’ olarak atandı. Carney COP’tan hemen önce, Glasgow Finans Allicance for Net Zero’nun (GFanz – Net Sıfır İçin Glasgow Finans İttifakı) birkaç ‘‘’yeşil finans’ bileşenini bir araya getirdi. GFanz önde gelen 19 finans şirketinin CEOları tarafından yönetiliyor; bu CEOlar arasında Bank of America’dan Brian Moynihan, BlackRock’tan Larry Fink, Citigroup’tan Jane Fraser, HSBC’den Noel Quinn, Santander’dan Ana Botín ve Aviva’dan Amanda Blanc var. Amaç ‘‘sahadan uzman isimlerin öncülüğündeki bu forumda finans şirketleri önemli ve kesişen konularda iş birliği yaparak net sıfır hedefleriyle uyum teşkil edecek finansmanı, ve tüm şirketler, oluşumlar ve ülkelerin destek çabalarını hızlandıracak ve bu sayede Paris Anlaşması hedeflerine ulaşılacak.’’[33]
COP’ta Gfanz günün yıldızıydı. Bu konsorsiyumun değeri 130 milyar dolar. Maliye Bakanı gezegeni ve iklimi kurtarmaya hazır ve nazır ‘‘sermayenin tarihi duvarı’’nı överek herkese göz dağı veriyordu. Tercümesi şu: ‘‘yeşil’’ yatırımları, temiz kömürü, yeşil hidrojeni, ağaç dikimini, var olan ormanların korunmasını, CO2 tecrit ve tutmayı (KTT) ve CO2 yakalama ve kullanmayı (KYK) finanse etmeye hazırlar. Çeşit çeşit yeşil boyama ayağınıza gelir yeter ki parasını çıkarsın. Çünkü vaziyet ortada: ‘‘Geleneksel finansal kar ve zarar hesaplarındaki gibi yatırımcılar netliğe sahip olmalı ki bu işlere girişsinler.’’[34] Ey yoksul insanlar, yatırımcılara cazip görünmeye çalışın…
Reclaim Finance (Finansı Geri Al) STKsı bu finansörlerin yeşil maskesini düşürdü. Kabaca: GFanz’ın temel ölçütü (BM’nin Sıfıra Yarış ölçütü) fosillerin adını anmıyor; [Glasgow Finans] İttifakı üyeleri dolaylı salımlarını azaltmak zorunda değiller (fosil sektör salımlarının %88’inden mesul ‘‘Saha 3’’denilen salımlar); salımlarda mutlak ve azaltım gerekli görülmüyor, göreli azaltım yeterli; GFanz ortaklarının hiçbiri [karbon] denkleştirmeyi yasaklamak veya kısıtlamaya yanaşmıyor; Asset Owner Alliance’ın (Varlık Sahipleri İttifakı-GFanz’ın bileşenlerinden biri) 58 üyesinden 34’ünün fosillere yatırım yapmasının önünde hiçbir engel yok.[35]
COP21’den birkaç ay önce François Hollande Paris’teki iş çevreleri iklim zirvesini şu sözlerle açtı: ‘‘İş çevreleri temel bileşenlerdir çünkü verilecek taahhütlerin öngöreceği değişiklikleri tercüme işi onlara düşüyor: enerji verimliliği, yenilenebilir enerjilerin yükselişi, enerji tüketmeden hareket etme kabiliyeti [metinde aynen!], enerji depolama, yaşam alanlarının inşa şekli, şehirlerin organizasyonu ve gelişmekte olan ülkelerin sürece uyumlarının sağlanması ve geçişe katılımları.’’[36]
‘‘Karamsar olmak için çok geç’’ şiarıyla yukarıdaki beyanı yorumlarsak şöyle bir anlam çıkar: ‘‘Sevgili kapitalistler, biz politikacılar size gezegeni, şehirleri ve ormanları, toprağı ve okyanusları bununla da kalmıyor Güney ülkelerinin sizin sebep olduğunuz ve dayattığınınız felakete uyumlulaştırılması piyasasını sunuyoruz; alın her şey sizin olsun: verilen mesaj budur.’’[37]
Sermaye açısından COP’un laf salatasından ibaret olduğunu söylemek yanlış olur. Daha ziyade COP neoliberalizmin canavarca ilahlaştırılmasıdır. Glasgow zirvesi büyük bir adım attı doğru, ama dünyanın, dünyadaki ekosistemlerin ve canlıların topyekûn metalaştırılması yönünde bir adım. Finansın yararına, doğanın ve insanların pahasına.
Sonuç olarak
Tüm siyasi liderler (ya da neredeyse tümü) şunu kabul ediyor: aciliyet tavan yaptı, riskler ölçülemez hale geldi, kaybedecek tek bir saniye dahi yok. Ama yine de, bir COP’tan diğerine ‘‘mevcut en iyi bilimin’’ rehberliğinde mücadele etmemiz gereken zaman sürekli boşa harcanıyor ve uçuruma giderek daha hızlı koşuyoruz. Bu çarpık, sanrılı ve ürkütücü gerçeklik şu ya da bu görevlinin ahmaklığından ya da gizli güçlerin oyunlarından kaynaklanmıyor: aksine Kapitalizmin temel yasalarından kaynaklanıyor ve bu yasalar ‘‘Bilimin en iyisini’’ çürütüyor. Kâr için rekabete dayanan bu üretim biçimi ekonomik ölüm sopasını göstererek milyonlarca kapitalisti, her an milyonlarca yatırım kararı vermeye zorluyor ki makineler vasıtasıyla emeğin verimliliği artsın. Bu rekabetin sebep olduğu kâr oranında azalma eğilimi üretilen malların kütlesinde bir artışla, emek gücünün ve başka doğal kaynakların sömürüsünün artışıyla telafi ediliyor. Bu sistem kontrolden çıkmış bir otomat gibi çalışıyor. Jaurès’in dediği gibi, bir bulut gibi sadece savaşı değil aynı zamanda sınırsız kalkınma, eşitsizlikte sınırsız bir büyüme ve uçsuz bucaksız bir ekolojik yıkım ihtimalini beraberinde getiriyor.
Zorla tekrar etmemiz gerekiyor: Bu sistemin ömrünü uzatmakla gezegeni yaşama ve insanlığa elverişli bir çevre olarak muhafaza etmek arasında aşılmaz bir uzlaşmazlık var. 1914’te savaş patlak verdiğinde Lenin’in yaptığı gibi her şeyden önce ve güç dengelerinden bağımsız bir şekilde şu teşhisi yapmaya cesaret etmeliyiz: koşullar ‘‘nesnel olarak devrimcidir.’’ Glasgow COP ile giderek daha acil hale gelen uyarıların kısa özeti karşımıza çıkıyor: ya toplumsal hareketlerin birbirleriyle yakınsamaları nesnel koşullar ile sömürülen ve ezilenlerin (‘‘öznel faktör’’) bilinç ve örgütlenme seviyeleri arasındaki muazzam uçurumu kapatmaya başlamayı mümkün kılacak, yoksa bu [kontrolden çıkmış] otomat bizi daha önce benzeri görülmemiş bir barbarlığa sürükleyecek.
17 Kasım 2021
Dördüncü Enternasyonal, A l’Encontre and Gauche anticapitaliste websiteleri için yazılmıştır
Çeviri: Anıl Aşkın
[1] Bu söz 2010 yılında Cancun’da toplanan COP’ta verilmişti.
[2] https://www.ipcc.ch/sr15/
[3] https://www.pnas.org/content/115/33/8252
[4] . UEA, “2050’de Net Sıfır. Enerji Sektörü için Bir Yol Haritasi” https://www.iea.org/reports/net-zero-by-2050
[5] Sera gazlarının gigaton hesabı her biri CO2’ymiş gibi hesaplanıyor.
[6] ¨Glasgow’un 2030 güvenilirlik açığı¨ https://climateactiontracker.org/publications/glasgows-2030-credibility-gap-net-zeros-lip-service-to-climate-action/
[7] https://www.youtube.com/watch?v=iW4fPXzX1S0
[8] Financial Times, 4 Kasım 2021 “COP26: dünya fosil yakıtlara sırt çevirse bile petrol fiyatları giderek artıyor”
[9] Daniel Tanuro, Karamsar Olmak İçin Çok Geç: Ekososyalizm Ya Da Barbarlık [Trop tard pour être pessimistes. Ecosocialisme ou effondrement], Textuel, Paris, 2020
[10] https://ozone.unep.org/treaties/montreal-protocol-substances-deplete-ozone-layer/text
[11] https://public.wmo.int/en/media/news/scientific-assessment-confirms-start-of-recovery-of-ozone-layer
[12] Bir gazın radyasyon gücü o gazın Dünya tarafından yayılan, ve böylece gezegeni yaşanabilir kılmaya yarayan sera etkisine katkı sunan, kızılötesi radyasyonu tutabilme ve saçabilme oranıdır.
[13] Daniel Tanuro, Kigali İklim Anlaşması: HFK Ağacından CO2 Ormanına «L’accord de Kigali sur le climat: de l’arbre des HFC à la forêt du CO2 », Politique la revue http://www.europe-solidaire.org/spip.php?article39236
[14] Kısa vadede metanın radyasyon gücü CO2’ninken 80 kat daha fazla. Ama metan atmosferde hızlıca azaltılabilir (oksijenle kimyasal bir tepkimeye girerse). Bir yüz yıl sonra, metanın radyasyon gücünün CO2’ninkinin 30 katı olacağı hesaplanıyor.
[15] https://ukcop26.org/the-global-forest-finance-pledge/
[16] ¨COP26 Küresel Ormansızlaştırma Taahhüdü Gerçekten Ormanları Kurtabilecek Mi?¨, Kieran Mulvaney, National Geographic, 5 Kasım 2021
[17] https://www.dhnet.be/actu/monde/vingt-deux-pays-dont-la-belgique-s-engagent-a-cooperer-pour-adapter-leurs-armees-au-changement-climatique-618e96749978e25ff06207d9
[18] Misal Fransa Petrol ve Gazın Ötesinde (PvGO) iş birliğine katıldığı için pek gururlu. Diğer on bir ülkeyle beraber (ki bunlar çok küçük üreticiler), Fransa petrol veya gaz çıkarmama sözü veriyor…kendi toprakları üzerinde. Kamu kaynaklarıyla kendi sınırları ötesinde yeni fosil yakıt tesisleri kurmama ve salım azaltımlarını planlama sözü veren Birleşik Krallık ve diğerleriyle iş birliğinden imtina ediyor. Fransa’nın bu ikinci iş birliğinde, Birleşik Krallık’ınsa ilk iş birliğinde olmamasını izah etmenin yolu bir yandan Paris ve Total arasındaki bağlara diğer yandan da Londra’nın Kuzey Denizi’ndeki fosil çıkarlarına göz atmak.
[19]Global Witness’ın COP’taki yüzlerce fosil silahşöre dair incelemesi için bakınız: https://www.globalwitness.org/en/press-releases/hundreds-fossil-fuel-lobbyists-flooding-cop26-climate-talks/. Şuna da bakınız ‘‘Glasgow’daki COP26 Müzakerecileri Emisyonları Azaltmak İçin Ellerini Taşın Altına Koyuyorlar Ama Petrol ve Doğalgaz Yöneticilerine Rahat Nefes Aldırıyorlar’’, Climate News, 12 Kasım 2021: ‘‘Royal Dutch ve Chevron (…) ulusal yetkilileri veya sanayi gruplarını temsilen oradaydı. Suudi Arabistan ve diğer petro-devletler kendi petrol şirketlerinden temsilcileri getirdi ve haliyle Kanada da benzer bir şekilde Suncor’dan, Kanada’nın katran kumundaki en büyük üreticisinden, bir temsilciyi getirdi.’’
[20] Financial Times, 11 Kasım 2021.
[21] https://www.e3g.org/news/explained-what-does-unabated-coal-mean/
[22] Belçika’da ısınma için kullanılan petrole verilen kamu teşviki, mesela, bütünüyle ‘‘verimsiz’’.
[23] Çin için 2060, Hindistan için 2070.
[24] Carbon Action Tracker, aynı yerde
[25] Climate Action Tracker, ‘‘Glasgow’un 2030 güvenilirlik açığı: net sıfır’ın iklim eylemine sözde bağlılığı. Onlarca net sıfır salım hedefleri alandaki faaliyetlerle örtüşmedi’’ https://climateactiontracker.org/publications/glasgows-2030-credibility-gap-net-zeros-lip-service-to-climate-action/
[26] Climate Action Tracker, “Net sıfır hedefi değerlendirmeleri”, https://climat…
[27] AR5, GT3, Bölüm 6, s. 422.
[28] Financial Times, 11 Kasım 2021
[29] CLARA (Climate Land Ambition and Rights Alliance -İklim Toprak Azmi ve Haklar İttifakı) basın bildirisi: https://globalforestcoalition.org/climate-land-ambition-and-rights-alliance-statement-on-closing-of-cop-26/
[30] https://www.francetvinfo.fr/monde/environnement/cop26/cop26-cinq-pays-europeens-denoncent-le-classement-par-l-ue-du-nucleaire-comme-investissement-vert_4841371.html
[31] https://www.oxfam.org/fr/changement-climatique-cinq-catastrophes-naturelles-qui-demandent-une-action-durgence
[32] https://mediacentre.christianaid.org.uk/climate-change-could-cause-64-gdp-hit-to-worlds-vulnerable-countries/
[33]https://www.globalcapital.com/article/299y63wwjw04h50dqpds0/sri/gfanz-becomes-new-oversight-body-for-climate-finance
[34]https://inews.co.uk/news/politics/cop26-rishi-sunak-unveils-130-trillion-commitment-to-help-developing-nations-fight-climate-change-1281644
[35] https://reclaimfinance.org/site/wp-content/uploads/2021/11/FINAL_GFANZ_Report_02_11_21.pdf
[36] https://www.elysee.fr/declarations/article/discours-lors-de-l-ouverture-du-sommet-des-entreprises-pour-le-climat-unesco/.
[37] Aynı yerde.