İmdat Freni

taşeron

Altta Kalanın Canı Mı Çıksın? Covid-19 günlerinde Koç Üniversitesinde Taşeron Çalışma ve Örgütlülük – Sinan Aybars

İlk Koronavirüs vakası 11 Mart’ta ülkede tespit edildikten sonra Koç Üniversitesi’nde alınan tedbir ve uygulanan denetimler bizlere ülkedeki çalışma ilişkilerine dair emsal teşkil eden bir işyeri rejimini gösteriyor. 

İçinden geçmekte olduğumuz zorlu günlerde, üniversitedeki çalışma hiyerarşisinin, emekçiler arasındaki eşitsizliği nasıl açıktan ele verdiğini; yönetimin aldığı kararlar üzerinden takip etmek mümkün. Fakat okul yönetiminin kasten yok saydığı taşeron işçilerinin devam eden öz örgütlülüğü ve üniversite bileşenlerinin desteği sayesinde kısa sürede yönetime baskı uygulayarak, yakın zamanda birtakım kazanımlar elde edildi. Yine aynı vaka, dayanışmanın sağlayacağı olumlu ihtimalleri bize hatırlatmak açısından ümitvar bir örnek olarak önümüzde duruyor. Bu değerlendirme, sürecin nasıl ilerlediğini, üniversite bileşenlerinin mücadelesini ve elde edilen sonuçların kısa bir dökümünü sunuyor. Ek olarak, okuldaki işçi mücadelesinin noksanlarına ve neler yapılabileceğine değiniyor. 

İlk vaka açıklandıktan sonra Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK)’nün aldığı kararlar uyarınca 14 Mart’ta okulun bir sonraki duyuruya kadar kapandığı ilan edildi. Yönetim, aldığı önlemleri üniversite kamuoyuyla paylaştı. Buna göre, öğretim üyeleri ve idari personelin evlerinden çalışmalarına izin verildi. Kampüse gelmesi mecburi çalışanlar için ise detaylı tedbirler alındığı duyuruldu. Kurumun ne denli cömert davrandığına ilişkin ufak bir detay paylaşalım: Sosyal mesafenin sağlanması adına idari personel ve öğretim üyelerine kampüse erişim için tek kişilik araçlarda ulaşım sağlanacağı ve masrafın üniversite tarafından karşılanacağı iletildi.  Tabii, yüce gönüllü okul yönetimi, bu olağanüstü dönemin çalışma verimine yapacağı olumsuz etkiyi ve yaratacağı tahribatları da gözetti. Gün aşırı gönderilen e-postlarda, bir dizi öz-bakım (self-care) önerilerini sıraladı, rehberlik ve psikolojik danışmanlık hizmetini, çalışanlar ve öğrenciler için seferber ettiğini duyurdu. 

Peki, üniversitenin itibarına halel getirmeyecek, ince düşünülmüş bir dizi uygulama; okulun genel temizlik ve servis işlerinden sorumlu taşeron işçilere ne ölçüde sirayet etti? Bırakın çalışma koşullarını düzenleyecek herhangi bir kararı; salgının ilk günlerinde işçilere maske dahi verilmedi.  

Bu noktada, Koç Üniversitesi’ndeki bir yapıdan, özel taşeron işçilerinin örgütlülüğü açısından eşine az rastlanır bir örnekten bahsetmek gerekiyor. Taşeron işçilerinin direnişi sonrasında okuldaki bileşenlerin kurduğu, 2013 yılından beri faal olan bir oluşum mevcut. Taşeron İşçi Komisyonu, bir tür işçi konseyi gibi harekete ediyor. Yaklaşık 30-40 işçinin katılımıyla gerçekleşen aylık toplantılar, demokratik esaslara uygun işliyor, işçilerin sorunlarını tespit ediyor ve üniversite yönetimiyle müzakere ederek, çalışma koşullarını düzeltmek için mücadele ediyor. İlk günlerde komisyon, sürece müdahil oldu ve kampüste çalışan işçiler için asgari tedbirlerin alınmasını sağladı. 

Takip eden günlerde salgın daha akut bir hale ulaşınca, iş bilir yönetim ve taşeron firma, zincirinin en zayıf halkası için sessiz sedasız şu tedbiri uygun gördü:  İşçiler kendilerini sakınmak mı istiyorlar? O halde, birikmiş yıllık izinlerini kullanacak veya ücretsiz izne çıkacaklardı. Kısa sürede kayda değer sayıda işçi izne ayrıldı. 

Yönetimin açıktan yaptığı bu hak gaspına karşı çıkan Koç Üniversitesi Dayanışmasındaki öğrenciler ve asistanlar inisiyatif alarak, okul nezdinde bir kampanya başlattılar. İşçilerle görüşerek, görselde yer alan talepleri netleştirdiler. Okul içerisinde sınırlı tutulan bir imza kampanyası başlattılar. Kamuoyundan destek almak için geniş bir sosyal medya kampanyası örgütlediler. Düzenli olarak işçilerle irtibat halinde kalarak, sürece dair bilgilendirdiler. 

Kampanya okulda ve kamuoyunda karşılık buldu, kısa sürede ciddi destek sağlandı. Öğrenci ve asistanlardan alınan imzalar rektörlüğe iletildi. 30 Nisan’da, kampüsteki personelin esas patronu ve taşeronun üst işveren temsilcisi genel sekreter, işçilerle bir toplantı yaptı ve 1 Nisan’dan itibaren uygulanacak yeni vardiya sistemini anlattı. Son duruma göre, firmada üç yılını dolduran işçiler, idari izne ayrıldılar. Kalanlar ise 20’şerli gruplara ayrılıp, dönüşümlü olarak, haftada iki tam gün mesai yapıyorlar. Taşeron işçilerin ücret ve yan haklarında (yol ve yemek) herhangi bir kesinti olmuyor. Servis sayısı artırıldı, işçiler en fazla 6-7 kişiyle seyahat ediyorlar. Servislerde, mesai esnasında, yemek molalarında sosyal mesafe uygulanıyor. Eldiven, maske ve dezenfektan sağlanıyor ve giriş-çıkışlarda işçilere ateş ölçümü yapılıyor.

Üniversite bileşenlerinin sağladığı basınç, okul tarafından muhatap alınan komisyonun faaliyetleri ve işçilerin öz-örgütlülüğü sayesinde bu kazanımlar elde edildi. Elbette, yeterli olmadığını biliyoruz. Hâlihazırda, vardiya sistemi eşitsiz bir biçimde uygulanıyor. İşçiler tarafından da pek çok kez dile getirildi. Ücretli izin herkes için sağlanmalıydı. İlk vakadan 1 Nisan’a kadar yaklaşık 20 gün geçti ve üniversite bu kararları almakta fazlasıyla gecikti. Salgının işçilere sıçrama riskinin önüne tam olarak geçilmiş değil. Vebali, firmanın ve üniversite yönetimin üzerindedir. Herhangi bir işçinin salgına maruz kalması durumunda, Koç Üniversitesi Dayanışması var gücüyle devreye girecek ve yönetimden hesap soracaktır. Yine de belirtmekte fayda var, üniversite bileşenlerinin müdahil olma kapasitesi tahmin edeceğiniz üzere sınırlı. Önümüzdeki zorlu görevler belli: Dayanışma artırılmalı, ücretli çalışanların birliği sağlanmalı, işçiler öz-örgütlülüklerini güçlendirmeli ve tabii emeğin kurumsal örgütü sendika, işyerini örgütlemeli. Ancak bu sayede elde edilen kazanımlar korunacak ve genişletilecektir.