İmdat Freni

beyaz yaka

Sosyalist Strateji ve Orta Sınıflar – Taci Keser

“Devlet işletmelerinin zararına katılmadan kaymağını alarak, fazladan pazarı tekel şartları içinde tutarak iş yapanlar, Batılı anlamda kapitalist olamazlar. Bunlar ne kadar çok zenginleşirlerse, devleti o kadar çok didikler, temellerini o kadar çok oyar. Bunlar… hiçbir sorumluluk yüklenmeden… devleti kendi hesaplarına çalıştırıp soymayı çıkarlarına çok daha uygun bulurlar… Bu düzende… halkın düşmanlığı, bir anlamda da umutsuzluğu arttıkça artar. Yüksek idarecilerle onların hırsızlık ortakları da bu umutsuz halklara gittikçe daha etkili kötü örnek olurlar. Bir yandan zenginlik düşmanlığı alıp yürürken öte yandan insanlar içinde debelendikleri kara yoksulluktan ancak vurgunla, kanunsuz çarpmalarla, lotaryalar yoluyla kurtulacakları inancına varırlar. Böyle ortamlarda hırsızlık ayıp olmaktan çıkar. Toplumun en alt tabakalarında sürünenler bile hiç olmazsa çocuklarını okutup bu soygun çetesine katmayı biricik amaç edinirler. Böyle ortamlarda halklara doğruları anlatmak giderek imkânsızlaşır. En akıl almaz yalanlar, hayaller tabulaşarak en açık gerçeklerin yerini tutar. Bu nedenle böyle ortamlarda siyasi partiler ister istemez birer yalan makinesi haline gelir. Seçmen söylenene değil, bunların hangisinin iktidara daha yakın olduğuna, yakın olanlardan da hangisinin vurguna daha açık, daha yatkın olduğuna bakar. Böyle durumlarda politikacıları hırsızlıkla suçlamak, onların seçim güçlerini azaltmaz, tersine artırır!”

Bu uzunca alıntı 1969 yılından, ancak sözü edilen dönem 1910’lar.  Kemal Tahir, Kurt Kanunu kitabında Kara Kemal’i konuşturuyor. Kara Kemal kim mi? İttihat ve Terakki Partisi’nin lider kadrosundan. Savaş yıllarının iaşe nazırı. Partideki lakabı, “Küçük Efendi”. Büyük Efendi” ise sadrazam Talat Paşa…

Yukarıdaki satırlarda dile getirilen siyasetle ilişkilenme tarzının bu ülkede hala daha başat tarz olduğunu varsayabilir miyiz? Eğer yanıtımız olumluysa, günümüz muhalefetinin önerdiği seçim siyasetinin kendi başına yetersiz kaldığını da kabullenmemiz gerekir. Zira muhalefet kadrolarının bu zihniyetten azade olduğunu varsaymak için elimizde sağlam bir kanıt mevcut değil. Burada muhalefet sözcüğüyle elbette düzen içi muhalefeti, en başta da Cumhuriyet Halk Partisi’ni kastediyorum. Halkın ezici çoğunluğunun “sol” deyince CHP’yi anladığı bir ülkede, sosyalist solun tezlerini gündeme taşımak giderek güçleşiyor. Bunda soldan gelen her eleştiriyi ve bağımsız inisiyatifi, AK değirmene su taşıyan “vatansız tuzu kurular” diye yaftalamaya pek alışkın Kemalist propagandanın etkisi hiç de az değil. 

Anonim kurum ve ilişkilere güvenin yerle bir olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Hala daha nüfusun büyük kısmının çocuğunu okula yazdırmak için de, hastanede tedavi olmak, bankada hesap açmak, sınıfını geçmek için de nepotizm peşinde koştuğu zamanlarda yaşıyoruz. Öyle görülüyor ki, sistem içi muhalefet dahi, iktidar olduğu alanlarda, belediyelerde mesela, kendi besleme sınıflarını yaratmakta hiç de tereddüt etmiyor. Dahası bununla böbürleniyor. Sahi, müteahhit terörüyle başı dara düşen kaç muhalif belediye haberi okudunuz? Belediye hizmetleri, otopark, sahil, ormanlık alan ve çay bahçelerinde yaratılan fırsat alanlarından nemalanma arzusu, muhalif kanatta da tıpkı iktidarın besleme kadroları arasında olduğu denli kabul ve saygı görüyor.

Uraz Aydın ve Önder Akgül’ün İmdat Freni’nde yayımlanan 30 Ekim tarihli yazısı[1] işte bu koşullarda değişimi amaçlayan uzun vadeli bir hazırlık süreci öneriyor. Bu hazırlık, sadece siyasal iktidarın değil, toplumsal üretim ilişkilerinin değişimini amaçlayan devrimci bir stratejiyi yürürlüğe koyma hazırlığı. Burada strateji sözcüğü dönüştürücü bir perspektife sahip: “Emekçilerin ve ezilenlerin kendi gündelik ve tarihsel çıkarları çerçevesinde örgütlenmesinin önünü açacak, sınıf mücadelesi içinde kazanımlar elde etmesini ve toplumsal-siyasal güç ilişkilerini kapitalizmden kopuş perspektifiyle değiştirme niteliğine sahip bir özne haline gelmesini sağlayacak bir bileşik eylemler sistemi”. Açıkçası, iktidar seçkinlerinin daha ılımlı, daha liberal görünümlü bir kanadının, sözgelimi İmamoğlu, Akşener, Kılıçdaroğlu, Babacan veya benzerlerinin tahta kurulmasıyla sonuçlanacak bir değişim yeterli değildir. Stratejik bir hazırlık, olası bir iktidar değişikliğini de hesaba katan, ancak burada sona ermeyecek olan bir hazırlıktır.

Üretken kaynaklar üzerindeki yetkilerin el değiştirmesi, kendi başına dünyayı gülle donatmaz. Bu aşamada kesilen bir devrimin elinde kalan, yirminci yüzyılın defalarca kanıtladığı üzere, çokbilmiş ve sevimsiz bürokrat tayfasının önünde dişlerini gıcırdatan ama susmak zorunda kalan emekçi figürü olmuştur. Esas problem, kıymeti kendinden menkul parti görevlilerinin, yerel şeflerin ve eski rejimin sabık unsurlarının kendileri değil, onların oturduğu koltukların varlığıdır. Kabul, günümüz işyerleri gücünü koltuğundan alan liyakatsiz insan figürünü ve onun kocaman kibrini, diğerlerine tahakkümünü yeniden ve yeniden üretmektedir. İşte bu tahakkümün doğurduğu öfke, artık sadece elleri nasırlı, çekiç tutan geleneksel işçi figürüne has değildir. Beyaz yakalıları, mühendis, öğretmen, doktor ve bankacıları, toplumların en rafine ve kurallara saygılı konformistlerini de etkisine almaktadır. İşte bu kesimlerin sınıfsal nefretini Kürtlere, göçmenlere ve lümpenlere değil de koltuk sahiplerine yöneltebilmek, devrimci stratejinin en güç ama en canlı safhalarından biri olacaktır.

Evet, beyaz yakalılar, kendilerini işçi sınıfından ayrı tutarlar. Dahası onların beğenilerine ve yaşam tarzlarına dudak bükerler. Ancak onlar da tıpkı kol işçileri gibi denetim altında çalışırlar ve hakarete uğrarlar. Onlar meslek ve eğitim bakımından orta sınıf kategorisine denk düşerler. Ancak gelir ve mülk sahipliği kriterlerine sıra gelince çoğu kez bocalar, işçi sınıfıyla aşık atmakla yetinirler. Çalıştıkları çoğu iş, tıpkı çoğu kol işinde olduğu gibi güvencesizdir. Ay sonunu getirmekte zorlanırlar. Ev taksitlerinin bitmesine neresinden baksanız seneler vardır. Uygarlık payından nasiplerini alamadıklarını düşündükleri zaman, mesela internet faturası kabardıkça ya da eskiden her hafta gittikleri restorandaki fiyatları gördüklerinde hınçlanırlar. Öfkelerinin hedefi, çoğu kez alt etmesi görünürde en kolay olanlardır: göçmenler, Kürtler ve pragmatik makarnacı tayfası. İşyerinde karşılaştıkları onur kırıcı muameleleri sisteme yormakta zorlanırlar. Amirlerinin psikolojik analizini yapmaktan usanmazlar. Arkasından sık sık söverler ama bir incelikli tavır karşısında yelkenleri suya indirmeye hazırdırlar. Yine de bu durumla çok ender karşılaşır ve antidepresan kullanırlar. 

Beyaz yakalılar çoğu zaman barışçıldırlar. Sorunlarını müzakereyle çözmeye yatkındırlar. Bu kesim, “İktisadi durum çekilmez bir hal almadıkça ya da durumunu düzeltme umudunu taşıdıkça, kurulu düzene saygı duyar ve reform talepleriyle durumuna biraz çekidüzen vermeye bakar”. İşte burası, bir beyaz yakalının sınıfsal konumunu yansıtır. “Fakat ne zaman ki, kanuni ve barışçı yollarla bu durumu düzeltebilme umudunu yitirir, iktisadi buhranın geçici olmadığını, aksine bütün bir sosyal sistemin buhranı olduğunu ve bunun da ancak sosyal sistemin kökünden değiştirilmesiyle giderilebileceğini görür, işte o zaman ayranı kabarır ve en aşırı yollara başvurabilecek hale gelir”.[2] İşte bağımsız bir sınıf politikası gütmekte tarih boyunca başarısız olan bu kesim, şimdi bir yol ayrımında. Ya göçmen ve makarnacı nefretiyle geleceği yerle bir etmeye katkıda bulunacak, ya da uzun vadeli bir devrimci stratejinin zor da olsa anlamlı bir bileşeni olacak. Bir diğer ifadeyle bu kesim, ya üretim ve denetim ilişkilerinden kaynaklanan öfkesini sisteme yöneltecek, bu ilişkilerin bütün bir sosyal sistemin yansıması olduğunun farkına varacak ya da ırkçı ezberleri hatmetmeye devam edecek. Problem, kapitalist sisteme yönelik öfkeyi açığa çıkarmak ve örgütleyebilmektir. Aydın ve Akgül’ün yazısının bir de bu gözle okunmasında yarar olduğunu düşünüyorum.


[1] İnşa ve Müdahale: Sosyalist Strateji Tartışması için Notlar.

[2] Guérin, D. (2014). Faşizm ve Büyük Sermaye, Çev. Bülent Tanör. İstanbul: Habitus Kitap, s. 50.

CEO: Kahramanlarım! Fedakârlık yapmaya hazır mısınız? – Hikmet Görkem

Türkiye’de yaşanan Covid-19 salgınından şirketler esnek çalışma sisteminin bir türü olan evden çalışma düzenini tercih etti. Her pazartesi günü genel müdür ya da CEO, Zoom ya da Skype üzerinden “ulusa sesleniş” konuşması yapma geleneğini başlattılar. Aşağıda geçen diyalogların gerçekle ve kurumlarla ilgisi vardır.

CEO: Değerli müdürlerim, supervayzır arkadaşlarım, team leaderlarım, çalışma arkadaşlarım,

Covid-19 salgını dünyayı, ülkemizi, insanlığı, piyasaları ve doğal olarak da şirketimizi derinden etkiledi. Piyasalarda yaşanan daralma, talebin ve arzın aynı zamanda azalması iş dünyasını ve serbest piyasayı sarstı.

Ne mutlu bize! Böylesine büyük bir ailenin birer üyesiyiz ve sağlıklıyız. Bu süreci hep beraber atlatacağımızdan şüpheniz olmasın! Hepimiz aynı gemideyiz, bu gemi karaya oturdu ve hepimiz gemimizi tekrar denize çıkartacağız. Bu süreçte fedakarca çalışıp, ne kadar iş varsa alıp, şirketimizin azalan gelirlerini tekrar yükselteceğiz. Bunun için çalışan kahramanlarsınız!

Beyaz Yaka: “Süper güçleri olan mıdır kahraman, yoksa, iyi bir performans notuyla seneyi bitiren, yüzde 30 maaş zammını havada kapan, takım liderliğine yükselen, müdürü tarafından “talent ” edilen kişi midir? Çok iyi okullarda okudum, üzerine MBA yaptım, Beşiktaş’ta oturuyorum, güzel bir maaşım, güzel sevgililerim, renkli bir cinsel hayatım var. Akşamları tango kursuna, hafta sonu da Almanca kursuna gidiyorum. Kısmet olursa seneye ev kredisi çekeceğim. Ben, işçi olduğunun henüz farkına varmayan bir beyaz yakalıyım. Beyaz gömleğime kravat takan, sabahları servise binen, sabahları polis merkezine girer gibi turnikelerden geçen, oraya girdiğini kart basarak kanıtlayan birisiyim.

Covid-19, patronumuzun anlattığına göre bütün piyasaları ve insanları sarsmış. Bizim de özgürlüğümüzü elimizden aldı, yorucu bir gün sonrasında artık Kadıköy’de turlayamıyor, Beşiktaş’ta bir bira yuvarlayamıyoruz. Kimseyle görüşmemeye başladım. Evde çok sıkıldım. Ne yapsam zor. Biz burada bir aile gibi çalışıyoruz, birbirimizi ağabey, kardeş diye hitap ediyor, öğlenleri beraber yemek yiyoruz. Şirket ne kadar çok kazanırsa benim maaşım da aynı oranda artar. Müdürümüz bu süreç başlamadan önce bizi odasına aldı ve yapılması gerekenleri anlattı. Cost saving yapacağız, harcamaları durduracağız, harcama kalemlerini yeniden belirleyeceğiz.” Yemin olsun, kullandığım kalemi bile idareli kullanmaya başladım!

CEO: Bu süreçten çok daha çalışarak, daha çok efor sarf ederek çıkacağız. İş yerinde İş Sağlığı ve Güvenliği Uzmanımız Muhterem Bey ile konuşarak bütün önlemlerimizi aldık. Şu andan itibaren hepiniz evden çalışacaksınız. Ancak dağıtım ve satış yapan arkadaşlarımız sokakta çalışmaya devam edecekler. İşlerini evlerinden yapan evden yapacak, yapamayan çalışmaya devam edecek! Siz olmadan ekonomi dönmez, ekonomimizin etkilenmemesi, cumhurbaşkanımızın açıkladığı hedeflere varmamız için çalışmamız gerekiyor. çarkların durması kabul edilemez. İnsanlar güvende evde kalması için biz çalışacağız, Türk milleti de evde kalacak. Başka çaremiz yok!

Beyaz Yaka: “Güzel, ben evde kalacağım. Şükürler olsun ki, bizi çok düşünen bir şirketimiz var.  Arkadaşlarım tabi ki de çalışacaklar. Satış olmadan, tedarik zinciri, dağıtım olmadan biz nasıl maaşlarımızı alacağız? En azından rahatım, ne dışarı çıkacağım, ne de insan yüzü göreceğim. İstanbul trafiğini de çekmek yok. Pijamalar ile otururum masama, çalışırım güzel güzel… arkadaşlarım da sahada şirketin tekerleğinin dönmesi çalışacaklar.

CEO: Bu süreç bizi bazı kesintiler yapmaya, ekonomik olarak şirketimizin geleceğini düşünmeye itiyor. Harcamalarımızı olabildiğince kısacağız. Şirketimizin ayakta kalması, bizimle çalışmaya devam edecek arkadaşlarımızın geleceği için bazı fedakarlık yapmamız gerekiyor. Yemek kartlarınızın bu dönem boyunca askıya alındığını bildiriyorum. Öğlen yemeğini dışarıda yemeyeceğiniz için bu uygulamamızı bir süreliğine askıya alıyoruz.

Beyaz Yaka: İşler şimdi yavaş yavaş değişmeye başladı. İşçiler sendikal toplu sözleşme sürecinin sonucunda günlük 24 liralık yemek hakkı almışlardı. Ama biz almadık, ne de olsa biz yönetici adayıydık, onlar “sendikalıydı” ama bizim sendikalı olmamıza gerek yoktu. Onlara tanınan bütün haklar bize de tanınıyordu. Kendimi neden riske atayım ki, ama şimdi yemek hakkı elimizden giderse ne yapacağız? Beşiktaş’ta sokağın karşısında yemek kartı ile alışveriş yapabildiğim yer vardı. En azından oradan alışveriş yapabileceğimi, daha rahat bir şekilde ayı geçireceğimi düşündüm. O şansımı kaybettim. Sendikalı arkadaşlar da hemen alttan yazdılar, sahada çalışan personel yemek kartı hakkından yararlanacaklarmış. Ama evde kalanlar için bu uygulama askıya alınmış. Çalışmanın yanında her gün temizlik yapmam, yemek pişirmem, daha çok su tüketmem gerekiyor. Bu konuda bana herhangi bir destek paketi var mı, hayır.  Neyse, ne yapalım. İşimizi kaybetsek daha mı iyi?

CEO: Şirketimizin şu anda bu kötü durumdan çıkması için siz çalışanlardan beklentilerimiz var. Yıllık izin seferberliği başlatacağız. Nisan ayıyla beraber, yıllık izin yönetmeliğinin de getirdiği imkanlar dahilinde herkesi yıllık izne çıkarmayı planlıyoruz. Yıllık izni olanlar yıllık izinlerini bu dönemde bitirecekler. İşlerin aksamaması için dönüşümlü olarak herkes izne çıkacak. Team Leader ve Supervisor arkadaşlar izin süreçlerini yönetecekler.

Beyaz Yaka: Bunun geleceğini tahmin ediyordum! Adı batasıca çirkef müdür hepimizi karşısına alıp “Herkes yıllık izinlerini bitirecek!” dememiş miydi? Şimdi biz ne yapacağız? Kafa dinlemek için benim hakkım olan yıllık izni neden şimdi kullanıyorum? Bu salgında nereye gideceğim, ne yapacağım? Biraz kum ve deniz hayalleri kurmuştum. Mavi koylarda açılmayı, şnorkel ve paletle uzun uzun yüzmeyi hayal ediyordum. Duydum ki, izin hakkı olmayanlar da avans izin kullanacakmış.

Yahu, Ahmet -30 bandında değil miydi? O şimdi -40 mı olacak? Şirketin şöyle bir uygulaması varmış; bir çalışan işe alındığı zaman, bir yıllık kıdem tazminatı kenarı koyuluyormuş ki, işten çıkarmanın maliyeti azalsın. Ona ekstra bir ücret ödenmesin. Ayrıca kıdeme göre de yıllık izin kullanımı yapılacakmış. İlk önce maliyeti fazla olan personel izne çıkacakmış. Örneğin, benim 1 gün izin yapmam, asgari ücretli birinin 3 gün izin yapmasına eşitmiş. Bu kadar stresin üstüne bir de yazın izin kullanamamak…

CEO: Evden çalışacak arkadaşlar bu dönem boyunca, sahada çalışan arkadaşlara destek olacaklardır Buna eminim. Bu süreçte hepimize çok önemli sorumluluklar düşüyor. Sadece kendimiz için değil, güvenlikçi Mehmet, çaycı Mehtap, saha satış Osman, HR Nalan için de çalışmanız gerekiyor. Eğer siz çalışırsanız ve iş kazanırsanız bu insanlar işlerine devam edecekler. Verebileceğimiz her kötü karar bizim uykularımızı şimdiden kaçırmaktadır. Ancak şirketimizin diğer personellerini de düşünmek zorundayız. Ey Hakan! Çalışıyorsan bir kat daha fazla çalış ki, yüklemeci Salih işine devam etsin. Yüklemeci Salih! O kadar çok çalış ki, o kadar şevkle kolileri yükle ki, bekçi Murtaza ve ailesi senin sayende ekmek yesin! Eğer işlerimiz düzelmezse daha radikal önlemler almamız gerekebilir.

Beyaz Yaka: Şimdi sektörü krize ben sokmadım, bu salgını ben çıkarmadım. Şirket değil miydi, geçen ay tam 300 bin dolar kâr eden? O değil miydi, milyonlarca dolarlık tesisi açıp, vergi indirimi ve teşviği alan? Böyle bir psikolojik ağırlığı benim omzuma nasıl yükleyebilirler? Ağzımla kuş mu tutacağım Bekçi Murtaza işini kaybetmesin diye? Kendi evimde para basıp piyasaya mı süreyim? Eğer satışlar düştüyse ben ne yapabilirim? Gece rüyalarına giriyormuş! Siz değil miydiniz, cost saving adı altında operasyon biriminden 15 kişinin işine son veren? 15 kişinin iş yükünü de 5 kişiye yükleyen! Siz değil miydiniz, üniversiteden yeni mezun öğrencileri asgari ücret ile, süreli iş sözleşmesi ile çalıştıran?

Ama ne demişti genel müdür yardımcımız “Hazıra dağ mı dayanır?” İşten çıkarmalar rüyanıza girse ne olur ki? Eviniz kira değil, sizi işten çıkarmazlar. 2-3 gün üzülecek ve daha sonra hayatınıza devam edeceksiniz. Hakan’ın ev kirası, çocuklarının okul taksiti 3 gün sonra sizin umurunuzda bile olmayacak. Siz değil miydiniz; kardeşim, ağabeyim diye bize seslenip , sarılanlar… Demek ki biz bir aile değiliz. İnsan ailesini kapının önüne koymaz.

CEO: Bu dönem boyunca mesai saatlerimiz aynıdır. Sabah 9’da başlayacak, akşam 6’da bitireceksiniz. Ondan sonra bilgisayarınızı kapayın, çocuklarınıza, ailenize, sevdiklerinize vakit ayırın. Artık iş düşünmeyin, evde kalın, sağlıklı kalın.

Beyaz Yaka: İçim rahatladı! Aba altından sopa gösteriyorsun, daha sonra iş düşünmeyin diyorsun. Nasıl düşünmeyelim, içimize düşen kurdu artık kim çıkaracak? Ben iş yaparken şimdi nasıl konsantre olabileceğim? Şimdi hata yapmayacaksam da hata yapasım tutacak. Oysa ne güzel bir iş yaşamımız varmış! Akşam 6’da çıkıyor, sabah 9’da işe geliyorduk. Elimize cep telefonu, çantamıza da diz üstü bilgisayar koydunuz. Bir de Whatsapp grubu kurup, akşamın 10’unda soru soruyorsunuz? Yahu sabahı beklese ne olur, beklemese ne olur? Şimdi daha sık ulaşılır, her zaman aranır olduk. Bize büyük bir iyilik yapılıyormuş hissine kapıldık, daha çok çalışmaya başladık. Meğerse Pazarlama biriminden Nuri de Korona olmuş.. Şimdi, bu iş kazası mı? Peki, Nuri ölürse iş cinayeti mi?

Plaza Eylem Platformu muydu, neydi, “Hafta sonu çalan iş telefonuna hayır!” etiketi yapıştırmıştı Maslak çıkışına. Haklılarmış, oysa küçümseyerek dudak bükerek geçiyorduk etiketin yanından. Şimdi o etiketi hayatımıza yapıştırdılar. Kırk satır mı, kırk katır mı?