İmdat Freni

sanat

Kuir Teori Sinemaya Ne Yapıyor? – Lara Güney Özlen’le Söyleşi

LGBTI+ aktivisti ve kendi ifadesiyle “kuir konularını seven biri” olarak Lara Güney Özlen ocak ayının sonundan itibaren Kıraathane’de Kuir Teori ve Sinema konulu dokuz haftalık bir atölye yürütecek. İmdat Freni bu cezbedici ve yıkıcı konuda, atölyede konuşulacaklara tabiri caizse bir çeşit “iştah açıcı girizgâh” olması amacıyla kendisiyle görüştü.

Kuir teori ile sinemanın kesişimini nasıl değerlendiriyorsun? Kuir kişilikler ve ilişkilerin resmedildiği anlatıların dışında bu aynı zamanda bir film okuma pratiğine de tekabül ediyor mu?

Bu ikisinin kesişimi aslında çok uzun zaman öncesine dayanıyor, benim atölyede odaklanmayı istediğim kısımlardan biri de bu. Aslında biz bir şeyleri kuir olarak tanımlamadan önce de onlar anaakıma sızmaya ya da kendi alanlarını oluşturmaya teşneydiler. Dolayısıyla bazı film festivallerinde çerçevelendiği ya da film tanıtımlarında yazdığı gibi bir “LGBTI+ filmleri” kategorisi yok aslında benim için. Bu biraz kolay pazarlama hamlesi gibi bir şey. Dolayısıyla benzer bir yerden sadece kuir/LGBTI+ ilişkileri içeren filmler muhteviyatları sebebiyle kuir olamayabilirler. Normativiteyi yeniden üreten, kuirin kafa karıştıran, radikal etkilerinden nasibini almamış çok fazla anaakım LGBTI+ filmi var özellikle Kuzey Avrupa ve Amerika’da.

Ayrıca kuir teori bir film okuma pratiğine de tekabül edebilir tabii. Derek Jarman’ın ordan oraya savrulan Tempest’ı, Almodovar’ın doğrusal zamanı kese biçe parça pinçik ettiği Bad Education ya da iphone’la bir günde çekilen Tangerine gibi şahane örnekler var mesela film okuma pratiğindeki kuirliğe örnek olarak gösterebileceğim.

Kuir sinemanın gelişmesi zaman aldı ancak bugün sinemanın da ötesinde, çağımızın en popüler olarak tüketilen anlatı formu olan dizilerde ve bizzat Netflix gibi streaming platformlarında LGBTI+ karakterlerin sıklıkla yer aldığını görüyoruz. Burada bir anaakımlaşmadan söz edilebilir mi? Bu gelişmeleri ne şekilde değerlendirmek gerekir sence?

 LGBTI+ filmler kategorisinin oluşmasından tam da bu anaakımlaşmayla bağlantılı olarak bahsediyordum aslında. Bu platformlarda LGBTI+ filmleri (kendine ya da çevrene) açılma, ergenlik gibi daha yumuşak konulara ya da trans cinayetleri gibi daha ağır ve dramatize edilen konulara odaklanabiliyor. LGBTI+ ve kuir öznelerin konu edildiği daha büyük prodüksiyonlu, Netflix’e pazarlanan işlerin çoğu LGBTI+ öznelerin / hareketin normalize edilmesi ve kabullenilmesi hikayelerine odaklanıyor. Ben kişisel olarak bu tarz hikayelerden çok da hoşlanmıyorum çünkü kuir teorinin de, onun etkilediği sanat alanlarının da radikal, form bozucu ve dönüştüren ya da en azından dönüşüme alan açan girişimler olduğunu düşünüyorum. Demin bahsettiğim örneklerdeki gibi.

Dolayısıyla güçlendirici, öznelerin kendileri tarafından yaratılan kuir filmlere erişmek hala göreceli olarak daha zor. 24 Ocak’ta (bu Cuma) başlayacak olan Kuirfest gibi bağımsız bazı festivaller, organizasyonlar bunu sağlamaya yardımcı olabiliyor. Garip ve sınırlı bir alanda anaakımlaşma olduğunu düşünüyorum evet. İyi örnekler yok demiyorum tabii, 2. sezonunu bitirmemiş olsam da Pose’u ve yeni başladığım Euphoria’yı tenzih ederim…

Türkiye’de heteroseksizm hayli kuvvetli ve çoğu kez tehditkâr boyutlar alabiliyor, hem gündelik dışlanma ve taciz hem de elbette transfobik cinayetler açısından. Görsel metinlerde kuir temsilleri buralarda ne durumda? Bir gelişme gözlemliyor musun?

Programı hazırlarken her haftayla bağlantılı en az bir tane Türkiye’den film koymaya çalıştım. Epey zorlayıcı oldu aslında, çünkü LGBTI+/kuir filmler denecek bir anaakımlaşan kategori yok Türkiye’de henüz. Atıf Yılmaz (Gece Melek ve Bizim Çocuklar) ve Kutluğ Ataman’ın birkaç filmi iyi örnekler arasında gösterilebilir tabii. Buna ek olarak politik doğruculuk peşinde çok az prodüksiyon var. Bununla da LGBTI+ karakterleri merkeze alan, özneleri güçlendiren ve mağdurlaştırmayan, konuya ataerkil perspektifle yaklaşmayan anaakım film prodüksiyonlarının olmayışını kastediyorum. Aslında her haftayı Türkiye’den örneklerle bir miktar paralel düşünmeye itmek istedim. Belki atölye sürecinde beraber düşünebiliriz bu konseptleri.

Festivallerde iyi kısa filmler, belgeseller yakalamak çok mümkün tabii, Kuirfest’in seçkisi bunlardan biri olabilir mesela. Ama dediğim gibi anaakıma sızmak çok daha zor, hem prodüksiyon şirketlerinin tekelleri hem de yeni sinema yasaları düşünüldüğünde.

Kuir sinema ve dizileri bir “introduction” yapmak isteyen okurlarımıza, ilk elden önereceğiniz yapıtlar neler olurdu?

Yani biraz klasik olacak ama Laura Mulvey’nin Görsel Haz ve Anlatı Sineması metni gender ve sinema üzerine hala okunması gereken ilk şeylerden biri. Hande Öğüt’ün Türkçeye çevirdiği ya da yazdığı güzel şeyler de var bu alanda. Özellikle sıfırdan başlamak gerekmiyor aslında. Yakın dönemde vizyona giren şahane filmler var mesela, Alev Almış Bir Genç Kızın portresi ya da And Then We Danced gibi. Ama illa da klasikler dersen Almodovar’ın filmografisini baştan sona öneririm. Pose da fena fikir olmayabilir.

Ocak ayının sonundan itibaren 9 haftalık bir Kuir Teori ve Sinema atölyesi yürüteceksin Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’nde. Atölyenin nasıl işleyeceğine, nasıl gelişeceğine dair biraz bilgi almamız mümkün mü?

Atölyeyi biraz daha okumalar ve örnekler üzerine karşılıklı muhabbet etme gibi kurguladım aslında. Toplumsal cinsiyetin filmlerde nasıl kendini gösterdiğine dair minik bir giriş yaptıktan sonra, kuir teori okumalarından bahsetmeye başlayacağız. Ben hem okumaları özetleyeceğim, hem de aralarda örnek filmler göstereceğim. Dolayısıyla önceden bir şeyler bilmek gerekmiyor, bu alana dair öğrenmeye hevesli olmak yeterli.

Söyleşiyi yürüten: Uraz Aydın

Şiir ve Akıl – Benjamin Peret

Sürrealist hareketin kurucularından şair ve devrimci militan Benjamin Peret, Latin Amerika mitlerini derlediği kitaba yazdığı girişten alınmış bu kısa metinde akıl ile şiirsel düşüncenin yani bilinçdışının ortak kökenlerine vurgu yaparak aralarındaki uyumun yeniden tesis edilmesi gerektiğini savunuyor. 

Burada söz konusu olan, akılcı düşünceyi yerip şiire methiye düzmek değil, mantığın ve aklın savunucularının şiire dönük horgörüsüne isyan etmektir; ki mantıkla akıl da bilinçdışından yola çıkarak keşfedilmiştir. Şarabın keşfi de insanı sudan vazgeçip kırmızı şarapta yıkanmaya sevk etmemiş ve ayrıca kimse yağmur olmaksızın şarabın varolamayacağına karşı çıkmayacaktır.

Aynı şekilde, bilinçdışı aydınlanma olmadan belirsizlikte kalan mantık ve akıl, şiiri çekiştirmeye girişemezdi. Eğer bilim evrenin sihirli bir yorumundan doğduysa, Freud’e göre, babalarını öldüren o ilkel kabilenin çocuklarına pek bir benziyor. Ama onlar en azından babalarını saygın göksel kahramanlara çevirmişlerdi. Gelecek kuşaklar da akılla şiir arasındaki uyumu yeniden tesis etmek durumundadır. Onları birbirine karşıt göstermeye, ortak kökenleri üzerine bir edep örtüsü atmaya devam edemeyiz. Kendinden bu kadar emin olan ve bilinçdışı dayanaklarını genelde hiç kale almayan akılcı düşüncenin bilinçle bilinçdışını, hayalle gerçekliği keyfi olarak birbirinden ayırmasını eleştirmeliyiz.

Bilinçdışının psişik hayat üzerindeki temel rolünü, bilinç üzerindeki etkilerini, ve bilincin buna karşı tepkilerini hiçbir çekince göstermeden kabullenmediğimiz takdirde, rahip gibi yani düalist bir vahşi gibi düşünmeye devam ederiz, tek farkla ki vahşi bir şair olmayı sürdürürken düşüncenin birliğini kabul etmeyi reddeden akılcı kişi kültürel hareket karşısında bir engel oluşturur.

Bunu anlayan kişi, belki de haberi olmadan şiire yönelen bir devrimci haline gelir. Sonuç olarak, zamanında mantıköncesi diye adlandırılan şiirsel düşünceyle, bilinçdışıyla akılcı düşünce arasında ortaklaşa dikilmiş olan barikatın her iki tarafından da gelen sekter ruhlarca yaratılmış bu suni karşıtlığın sonsuza dek kaldırılması gerekir.

Freud’den bir asır önce, Goethe şairlerde bilim insanlarının öncüsünü gören popüler sezgiyi teyid etmiş ve şöyle demişti: “insan uzun süre bilinçli halde kalamaz ve yeniden bilinçdışına dalmalıdır, çünkü varlığının kökleri burada yaşamaktadır”.

Benjamin Peret (1899-1959), sürrealist hareketin aktif bir siyasal angajmana sahip önemli isimlerinden biridir. Troçkist bir grup olan Enternasyonalist İşçi Partisi (POI)’nin delegesi olarak 1936’da gittiği İspanya’da önce POUM saflarında ardından da anarşist Durutti alayında savaşmıştır. Kırklı yıllarda Meksika’da Maya sanatını ve Kolomb-öncesi dönemin mitlerini ve efsanelerini inceledikten sonra bu alandaki ünlü antolojisini oluşturur.


Benjamin Péret, Introduction à l’Anthologie des Mythes, Légendes et Contes Populaires d’Amérique [Amerikan Mitleri, Efsaneleri ve Halk Masalları Antolojisi’ne Giriş’ten parça], Oeuvres Complètes, José Corti, tome 6, s. 18. Bu yazıda kullanılan başlık bizim tarafımızdan konulmuştur.

Çeviri: Uraz Aydın

http://www.benjamin-peret.org/extraits-de-loeuvre/11/59-anthologie-des-mythes-legendes-et-contes-populaires-damerique.html
https://www.e-skop.com/skopbulten/pasajlar-siir-ve-akil/1325