İmdat Freni

black mirror

Black Mirror ve İdeoloji Olarak Teknoloji – Emre Tansu Keten

“Her toplum tipine tekabül edecek bir makine tipi elbette ki bulunabilir: Hükümranlık toplumları için basit ya da dinamik makineler, disiplin toplumları için enerji makineleri, denetim toplumları için sibernetik makineler ve bilgisayarlar. Ama makineler hiçbir şeyi açıklamaz, makinelerin yalnızca bir kısmını oluşturduğu kolektif örgütlenmelerin çözümlenmesi gerekir.”

 Gilles Deleuze

I

Black Mirror, ortaya çıktığı 2011 yılından bu yana, kültür endüstrisinin hıza ve yeni olana dayalı yapısına rağmen, ilgi çekiciliğinden ve etkisinden bir şey kaybetmedi diyebiliriz. Aksine, Her, Love, Death+Robots, Ready Player One, Zoe, Osmosis gibi Black Mirror esinli olarak değerlendirilen yapımların sayısı günden güne artmaya devam ediyor. Dijital çağın getirdikleri insanların pratiklerini, düşünüşünü, gündelik ritmini şekillendirirken, teknolojik gelişmenin potansiyelleri ve olasılıkları, gerek kültür endüstrisinde, gerekse akademik ve felsefi yazında daha yaygın bir şekilde konu ediniliyor. Geçmişte (olası) teknolojik yeniliklerin insan doğası ile ilişkisini kurgusunun temeline alan birçok bilimkurgu metni/yapımı bulunurken; Black Mirror, bütün bunların dışında, başlı başına bir janr olma iddiası taşıyor.

Peki Black Mirror’ı, tarihi çok daha eskilere dayanan distopik metinlerden ayıran ne? Birincisi ve akla ilk gelen açıklama, dizinin konu ettiği atmosferin günümüz insanının yaşam pratiklerini çok daha fazla kapsıyor olması. Tabii ki, klasik distopyalar da kendi dönemlerinin var olan teknolojilerinin üzerinde yükseliyordu. Ancak birçoğunda, bu denli bir yakınlık mümkün değildi. Örneğin, bundan sadece dokuz sene önce kurulan Instagram’ın bugün insanların hayat ritimlerini belirleyebilecek bir güce erişmiş olması, dizide karşımıza çıkan aşırı tahayyülleri daha yakınımızda hissetmemize olanak sağlıyor. Medya kullanım pratiklerimizdeki bu hızlı dönüşümün ve olağanüstü uyum becerimizin yarattığı dehşet, pratik bir karşılık yaratmasa dahi ciddi bir kaygıyı besliyor. İkincisi ise, bilimkurgu ve distopya türünün bütün yaşamı kurgulayan yapısının tersine Black Mirror, yaşamın küçük parçalarında ortaya çıkan kazalar üzerine yoğunlaşıyor. Han’ın söylediği gibi “dijital mahalle insana sadece hoşuna gideceği kesimlerini sunar dünyanın. Böylelikle de kamusal alanı, kamusal ve hatta eleştirel bilinci ortadan kaldırarak dünyayı özelleştirir” (Han, 2017:54). Yaşamın bütününe dair bir kavrayış yetisinden kopartılan yabancılaşmış insan, aynı şekilde, yaşamın belirli kesimlerine yöneltilmiş olan distopik bakışa meyil ediyor: parçalanmış deneyimin parçalanmış distopyaları.

II

Ernest Bloch, tarihsel olarak gerçekleşmesi imkânsız, uzak geleceğe atıf yapan, hayal mahsulü Promoteci rüyalar ile içerisinde olunan dönemin devrimci dönüşümünü dert edinen umutlar, yani ütopyalar arasında bir ayrım yapar. Enzo Traverso’ya göre ise (2018:29), çağımızda, birincisinin yok olması; ikincisinin ise ciddi bir başkalaşım geçirmesi olgusuyla karşı karşıyayız. Teknolojik ilerleme fetişi, artık bize olmayan zaman ve yerde, olabilmesi imkânsız düşler kurma fırsatı vermez. Hayal gücümüz, teknolojilerin patikalarına mahkum bir şekilde, şimdiki zamanda sıkışıp kalır. Diğer yandan ise ütopyalar, “aşırılıklar çağı”nın sona ermesiyle birlikte, kolektif özgürleşme arzusundan, meta tüketiminin merkezde olduğu bireyselleşmiş hayallere doğru bir başkalaşım geçirir. Çağımızın insanı için ütopya, kendi hayatı ve hedefleriyle sınırlı bir anlam taşır. Ütopyanın bireyselleştiği yerde ise, ekolojik ve teknolojik karamsar senaryolardan oluşan distopyalar ön plana çıkar.

Dünya Savaşları, Nazizm, Stalinizm, atom bombası gibi olguların var olduğu bir dönemde yaygınlaşan distopyalar, bütün olumsuz koşullara rağmen, var olan düzenin bir eleştirisi ve alternatif bir dünyaya işaret edilmesi işlevini taşımaktaydı. Oysa, günümüzün yaygın distopik figürleri, tıpkı ütopyanın kolektif özgürleşim iddiasını kaybetmesi gibi, eleştirel ve politik içeriğinden soyutlanıp, karamsar tahayyüllerin bir temaşa nesnesi hâline gelmiştir. Bu, yeni medya teknolojilerinin yaygın olarak kullanıldığı bir dönemde, iletişim teknolojilerinin hâlihazırdaki etkilerinden de, içlerinde barındırdığı potansiyellerden de distopik bir kuşkuyla söz etmenin verdiği hazzı da açıklamaktadır. Black Mirror’ın bu denli popülerleşmesinde, bu hazzın rolü oldukça önemlidir.

İnsanı teknolojik gelişmenin karşısında teslimiyete sürükleyen olguların altında,“tarihselliğin ya da gelecek anlayışının zayıflaması; temel değişimin, ne kadar cazip olursa olsun, artık mümkün olmadığına dair bir kanı ve kinik mantık” (Jameson, 2017:28) yatmaktadır. Marcuse’nin teknolojik rasyonalite kavramıyla açıkladığı bu düzlem, ideoloji sayesinde failsizleştirilmektedir. Tarihin sonunun ilanı ile birlikte kitleler siyaset sahnesinde artık yer bulamazken, teknoloji, kapitalizm başta olmak üzere diğer alanlardan tamamen bağımsız, kendi seyri içinde gelişen bir güç olarak tanımlanmıştır. Post-endüstriyel toplum, medya toplumu, enformasyon toplumu, elektronik toplum, ileri teknolojik toplum gibi birçok tanım, artık yepyeni bir toplum tipinin yerleşik hâle geldiğini, bu toplum tipini belirleyenin, sınıf mücadelesi ya da kapitalizmin yasaları değil, teknolojik gelişme ve insanların bu gelişmeye ne kadar katkı sunup, ne derece ayak uydurdukları olduğunu söylemektedir (Jameson, 1994:61).

III

Black Mirror, genel yapısı ile ideoloji olarak teknoloji söyleminden kaçışı mümkün kılan bir metin değildir. Bölümlerin bütününe bakıldığında, dizideki eleştirinin temel hedefi, teknolojik kuşatılmışlıktan ziyade, teknoloji içerisindeki kazalardır. Görünmez Komite’nin (2015) ifade ettiği gibi “dünyamızın teknik niteliğinin ancak iki koşulda farkına varırız: bir icat ya da bir ‘arıza’ halinde. Ancak yeni bir icatla karşılaştığımızda ya da aşina olduğumuz bir şey hayatımızdan çıktığında, kırıldığında ya da bozulduğunda, doğal bir dünyada yaşadığımız yanılsaması çöker”. Ancak bu çöküş radikal bir uyanış hâli değildir. Çünkü başlı başına teknolojik düzen, sermayeye bağımlı, az sayıda şirket tarafından yönetilen ve gelişimi doğal olmayan bir yapıdır. Söz gelimi, dijital emek insanların daha az çalışıp, konforlu bir şekilde yaşayabilmesi için düşünülmemiş ya da internetin yaygınlaşmasıyla doğal olarak ortaya çıkmamış, sürtünmesiz, esnek ve 7/24 bir kapitalizmin var olması için modellenmiştir:

“Yeni ekonominin aslında sadece çalışma zamanını değil, ayrıca bütün hayatın işe sürülmesi anlamında, çalışma dışı zamanı ya da yaşam zamanını da tüketen bir ekonomi olduğunu göz önüne aldığımızda, yeni ekonominin krizinin ekonomik zaman ve yaşama zamanı arasındaki çelişki tarafından belirlendiği sonucuna ulaşıyoruz. başka bir deyişle kriz bir ekonomi fazlalığı nedeniyle siberuzam ve siberzaman arasındaki bir orantısızlık nedeniyle patlak veriyor” (Marazzi, 2010:120).

Burada kriz bir arızadır, ancak ideolojik olarak doğallaştırılan yeni ekonominin bizzat kendisidir. Paul Virilio’nun düşüncesinde gördüğümüz gibi, her yeni teknolojik icat, beraberinde kendi kazasını da getirmektedir. Bu anlamda, bir kaza olarak kriz üzerinden yapılan eleştiri, insanlığın bütün hayatını işe sürerek sömürü dozunu arttıran yeni ekonominin radikal eleştirisini perdelemektedir.

Dizinin birinci sezon ikinci bölümünde, fütürist bir mekanda koşu bantlarına mahkum ‘Bing’ Madsen’in, âşık olduğu kadına yapılanlar üzerinden patlak veren isyanı bir kazadır, ancak bu kaza sistemin boşluk bırakmayan mükemmel yapısı sayesinde içerilerek önlenmiştir. Ya da üçüncü sezon beşinci bölümde, arıların neslinin tükenmesi nedeniyle üretilen robot arıların devlet tarafından gözetim amacıyla kullanılması da, bu arıların bir hacker marifetiyle katil ordusuna dönüşmesi de bir kazadır. Aynı şekilde üçüncü sezon dördüncü bölümde, böcekleri avlamakla görevli bir askerin, implantının bozulmasıyla, düşmanlarının aslında kendisi gibi birer insan olduklarını görmesi de (bu bölümün eleştirel bir okuması, sorunun teknoloji değil, onu kullanan siyasal güç olduğunu açık şekilde gösteriyor bana kalırsa).

Black Mirror’ın kaza odaklı eleştirel yapısı, Netflix’le yapılan anlaşmanın ardından eleştiri yönünden gözle görülür bir zayıflama yaşamıştır. Dizinin (Netflix’teki ilk) üçüncü sezonunun aksiyona dayalı, sürükleyici hikayelerle örüldüğü; şaşırtıcı sonlarla süslendiği bir gerçekse de, teknolojiye dair distopik ve eleştirel bakışını bir nebze muhafaza ettiği de söylenebilir. Ancak, dizinin yaratıcısı Charlie Brooker tarafından daha ümitvar bir sezon olacağı önceden duyurulan, dördüncü sezonun çok daha az eleştirel olduğu açıktır. Önceki bölümlerin ana motifini oluşturan teknolojiyle harmanlanmış insanların karşılaştığı toplumsal sorunlar, bu sezonda yerini çılgın insanların yarattığı tekil sorunlara bırakmış, kendi kötü amaçları için teknolojiyi kullanan dâhiler ön plana çıkmıştır.

IV

İnternet, büyük veri, akıllı telefon, yapay zeka ve robotlar, kodları itibariyle kötülüğü, baskıyı, insan doğasına karşıtlığı barındırmıyorlar. Teknolojiyi mutlak kötülük olarak gören muhafazakâr ve romantik bakış açısının bugünün ve yarının sorunlarına yönelik bir sözü olması çok zor. Kapitalist sistemin, bütün bu alanları kendi çıkarları doğrultusunda işe koşması, yüksek verimlilik ve kâr tutkusunun teknolojiyi bir ideoloji olarak donatması, son dönemin otoriter neo-liberal yöneliminin baskıcı bir devlet modelini geri çağırması gibi etkenler, teknolojiyi insanlığın karşısına bir sorun olarak çıkartıyor. Teknoloji günümüzde, sömürünün arttırılması, bütün yaşamın işe koşulması, reklam odaklı sosyal medya deneyiminde kullanıcıların ücretsiz üretici ve denek olarak kullanılması, bütün bir internet ortamının birkaç şirketin sultası altında yönetiliyor olması, insanlığa yepyeni etik sorunların yüklenmesi gibi sonuçlarıyla karşımıza çıkıyor.  

Gözetim tekniklerinin günden güne gelişmesi, internet kullanıcılarının ayak izlerinin ustaca izlenip, depolanabilmesi, klasik distopyaların bile öngörüsünü aşan bir kapsama ulaşıyor. Richard A. Posner’ın (2017) sözleriyle, “mahremiyetin iki otonom olmayan veçhesi yalnızlık ve gizliliktir ve totaliter bir rejim açısından her ikisinin de toplumsal maliyeti oldukça fazladır. Yalnızlık bireyci tutum ve davranışları teşvik eder; buna karşılık diğer insanların daimi varlığı veya sürekli gözetim altında olma duygusu adaba ve uyum göstermeye mecbur bırakır. Bir kişinin düşündüklerini, yazdıklarını veya arkadaşlarına yahut diğer yakınlarına söylediklerini gizlemesi anlamında gizlilik, yıkıcı düşünmeyi ve otoriteden saklanarak plan yapmayı olanaklı kılar”. İnsanların sosyal medya hesaplarının olmamasının bile başlı başına şüpheli addedilmesine yeteceği dönemler uzak değil. Teknolojik rasyonalite, tamamen şeffaf bir toplumsal düzen talep ederken, insanların yaşama biçimlerini ve ritmlerini bütünüyle yeniden şekillendiriliyor. Liberal bir talep olarak değil, politik bir imkân olarak mahremiyet için mücadele, içerisinde olduğumuz dijital çağın en önemli başlıklarından birisi olacak gibi görünüyor.

Black Mirror, tekno-kötümserliği sahiplenip, bu alana dair radikal bir eleştiri sunmasa da, olmakta olan ve olması muhtemel olanlar hakkında hepimize biraz fikir veriyor, en azından bir tartışma alanı açıyor. Ancak günümüzün ihtiyacı, teknolojinin sınırlı parçalarına odaklanan kısıtlı eleştirilerden ziyade, ideolojik bir form olarak teknolojinin radikal eleştirisidir. Şirketler ve kâr güdüsü tarafından yönlendirilen değil, insanlığın ihtiyaçları doğrultusunda gelişen, demokratik ve eşitlikçi bir gelecek için, ütopyalara yeniden dönmemiz gerekiyor.

Kaynaklar

Görünmez Komite (2015). “Sibernetik Yönetimsellik”, çev. Derya Yılmaz, E-Skop, http://www.e-skop.com/skopbulten/sibernetik-yonetimsellik/2352

Han, Byung-Chul (2017). Şeffaflık Toplumu, çev. Haluk Barışcan, İstanbul: Metis Yayınları

Jameson, Fredric (1994). “Postmodernizm ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı”, çev. Deniz Erksan, Postmodernizm, haz. Necmi Zekâ, İstanbul: Kıyı Yayınları

Jameson, Fredric (2017). “Bir Yöntem Olarak Ütopya ya da Gelecek Tasarrufları”, çev. Esma Kartal, Ütopya/Distopya: Tarihsel Olasılığın Koşulları, der. Michael D. Gordin, Helen Tilley, Gyan Prakash, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları

Marazzi, Christian (2010). Sermaye ve Dil, çev. Ahmet Ergenç, İstanbul: Ayrıntı Yayınları

Posner, Richard A. (2017). “Huxley’e Karşı Orwell: Ekonomi, Teknoloji, Mahremiyet ve Hiciv, çev. Aysun Gezen, Doğu Batı, Sayı: 80

Traverso, Enzo (2018). Solun Melankolisi: Marksizm, Tarih ve Bellek, çev. Elif Ersavcı, İstanbul: İletişim Yayınları