İmdat Freni

Sosyalist Feminizm: Günümüz için Rosa Luxemburg – Nancy Holmstrom

Rosa Luxemburg feministlere teorik ve politik bir miras bıraktı mı? Yani, kadınların ezilmesini nasıl anlayacağımız konusunda bize kuramsal bir rehberlik sunuyor mu? Eğer sunuyorsa, bu nedir?

Rosa Luxemburg’un kadınların ne olması ve ne olmaması gerektiğiyle ilgilenmeden hem baskıcı düzenimizin doğasını anlamak –daha da önemlisi değiştirmek– hem de kendi politik ve kişisel hayatını sürdürmek konusundaki tutkulu adanmışlığıyla yıllardan beri feministler için bir model olduğu tartışma götürmez.

Fakat bugün, sosyalist feministler arasındaki teorik tartışmalar hakkında bir şey söylemesi gerekse ne söylerdi? Hatta bu anlamda bir feminist olur muydu? Kadınların ezilmesi konusundaki görüşüyle ezilen uluslar hakkındaki pozisyonu aynı olur muydu? [Lenin’in benimsediği ulusların kaderini tayin hakkını sınıf mücadelesinden bir sapma olarak görür ve karşı çıkar (ed.)]

Feministlerin bugün karşı karşıya kaldığı pratik siyasi sorunlar üzerine Luxemburg’un çalışması bize herhangi bir rehberlik sunuyor mu? Panelimizde bu tür soruları ele alacağız.

Luxemburg ve Zetkin

Luxemburg özel olarak kadınlara ilişkin yazılmış hemen hemen hiç metin bırakmamıştır geriye, kadın hareketinde de aktif değildir. Bazıları bunlardan yola çıkarak onun feminist olmadığı ya da zaten kadın sorunlarıyla ilgilenmediği sonucuna varır.

Açık ki bu konular onun ana ilgi alanı değildir, ama neden olmak zorunda ki? İşbölümü yapılamaz mı?

Clara Zetkin, Luxemburg’un yakın arkadaşı ve yoldaşı, tıpkı 70’lerdeki bilinç yükseltme grupları gibi gruplar oluşturmak da dahil –ki bunlar Lenin’i açıkça huzursuz etmiştir-, işçi sınıfından kadınlarla çalışmasıyla tanınır. Luxemburg’un onun fikirleriyle ters düştüğüne dair bir kanıtım yok.

Tam aksine, Kasım 1918’de yazdığı son mektupların bazılarında Rosa, Zetkin’den kadınlar üzerine bir makale talep eder: “şu an çok önemli, ve burada hiçbirimiz bu konuda herhangi bir şey anlamıyoruz”. Sonrasında Spartaküs gazetesinde bir kadın bölümü açar: “… bu çok acil bir mesele! Kaybedilen her gün kabahat” der.

Bu yazışmaya ve kadınların meseleleri üzerine kısa yazılarına dayanarak -kavramların bugün kullandığımız anlamlarıyla- Luxemburg’un bir Marksist ya da sosyalist feminist olduğu fazlasıyla açıktır.

Öncelikle, bazısı Marksist olan, bazısı olmayan bir sosyalist feministi nasıl karakterize ettiğimden kısaca bahsedeceğim, sonra da Luxemburg’un bize göre bu tartışmanın neresinde durduğunu açıklayacağım.

Çalışan kadınların özel ihtiyaçları Luxemburg için bir öncelik teşkil etmesine rağmen, bazılarının yalnızca “burjuva talepleri” olarak görebileceği tutumları da desteklemiştir. Kadınlara ve kadınların oy hakkına karşı ayrımcılık içeren tüm yasaların kaldırılmasını hem bir prensip meselesi olarak hem de pratik siyasi sebeplerle savunur.

Sosyalist Feministler Arasında

Bütün sosyalist feministler için sınıf kadınların hayatında merkezdedir, ama aynı zamanda hiçbiri cinsiyet ya da ırk ile ilgili ezilmeyi ekonomik sömürüye indirgemez. Hepimiz hayatımızın bu yönlerini birbirinden ayrılmaz ve sistematik olarak bağlı görürüz; yani sınıf her zaman cinsiyetli ve ırksaldır.

Kesişimsellik terimi bunun için kullanılır. Bazı baskı biçimlerinin tüm kadınlar için geçerliyken, bazılarının sınıfa ve milliyete göre değiştiğini düşündüğünden Luxemburg kesinlikle böyle bir perspektife sahipti.

Çalışan kadınların özel ihtiyaçları Luxemburg için bir öncelik teşkil etmesine rağmen, bazılarının yalnızca “burjuva talepleri” olarak görebileceği tutumları da desteklemiştir. Kadınlara ve kadınların oy hakkına karşı ayrımcılık içeren tüm yasaların kaldırılmasını hem bir prensip meselesi olarak hem de pratik siyasi sebeplerle savunur.

Kadınların siyasete dahil edilmesi, sosyalist erkekleri bile etkileyen “cahil ailenin boğucu havası” olarak adlandırdığı durumla mücadeleye yardımcı olacak ve aynı zamanda sosyal demokrat güçlerin saflarını inşa edecekti. Bu görüşler aslında zamanın gelişmiş burjuva kadın örgütlerinde savunuldu.

Bir vesileyle, sosyal demokratları Liberallerle seçim ittifakı yapmak için kadınların oy hakkı meselesinde taviz vermelerini eleştiriyor. En radikal sosyalistler çoğunlukla en iyi feministlerdir de.

Ne var ki, kesişimselliğin geniş tanımı içinde bu tür baskı biçimlerinin nasıl anlaşıldığı ve nasıl bağıntılı oldukları hususunda farklılıklar bulunmaktadır.

Bazı sosyalist feministler kapitalizm ve cinsiyetçiliği (genellikle “patriyarka” denen) birbirinden ayrı olsa da kesişen, eşit açıklayıcı öneme sahip sistemler olarak görür. (Irksal/etnik tahakkümden sorumlu olan diğer sistemler de genellikle tablonun bir parçasıdır.)

Tıpkı kapitalizmin, kapitalistler ve işçiler arasındaki baskı ve sömürü ilişkilerine dayanması gibi patriyarka da erkeklerin kadınları tahakküm altına aldığı bir sistemdir. Bazıları başka biçimlerde açıklayarak erkeklerin kadınları sömürdüğünü söyler. Bu da “ikili sistem” görüşü olarak bilinir.

Marksist Feminizm

Diğer yandan, diğer Marksist/sosyalist feministler, günümüzde her şeyi açıklayan bir kudrete sahip olan sadece tek bir ezme-ezilme ve sömürü sisteminin bulunduğunu, bunun da kapitalizm olduğunu düşünür. Ne var ki, değişik zaman ve mekanlarda cinsiyetçilik gibi farklı ezme-ezilme biçimleri bu sistem çerçevesinde az veya çok rol oynar.

Bir veya iki –veya daha çok- sistem konusu, oldukça soyut bir teorik sorundur, fakat genellikle pratik siyasi bir sorunla bağlantılıdır. Mesela, ne tür bir siyasi örgütlenme önceliklidir? Sınıfsal konular, emek mücadelesi ve diğer ekonomik konular toplumsal cinsiyet açısından hiçbir zaman ayrıştırılmamalı mıdır? Veya sosyalist bir bakış açısından kadınların sorunlarına ayrıksı bir biçimde eşit önem vermek meşru mudur?

İkili sistem kuramcıları, sınıf ve cinsiyet (veya ırk) meseleleri etrafında örgütlenmeye aynı derecede siyasi önem atfedecektir. Neden atfetmesinler ki? Peki, benim de benimsediğim tek sisteme dayalı teorik pozisyondan hangi politik sonuçlar çıkarılabilir?

Benim görüşüme göre –bunu özellikle vurgulamak isterim- cinsiyet (veya ırk) etrafındaki mücadeleler daha az siyasi önceliğe sahip değildir. Sosyalist feministler, bir veya iki sistem ile ilgili soyut sorular hakkındaki görüşleri ne olursa olsun, her ikisini entegre etmeye çalışırlar.

Örneğin, çağdaş sosyalist feministler tıpkı liberal feministler gibi yasal kürtaj hakkını savunurlar fakat bunu doğum kontrol, tıbbi tedavi, çocuk bakımı, daha iyi ve eşit ücret hakları gibi işçi kadınlara üreme konusunda bağımsızlık kazandıracak tüm gerekli şeylerle birleştirirler.

Oldukça eminim ki Luxemburg diğer tahakküm biçimlerinin içinde iş gördüğü bir çerçeve olarak kapitalizme kuramsal olarak öncelik veren tek sistem pozisyonunu benimserdi. Pratik siyasi sorunlarla ilgili olarak, kesin emin olmamakla birlikte, siyasi öncelikler açısından esnek bir pozisyona sahip olacağını düşünüyorum (belki de bu benim görüşüm olduğu için).

Luxemburg’un yukarıdaki sözlerinin açıkça ortaya koyduğu gibi, ev işlerini üretken olmayan emek olarak tanımlamak ne hakarettir ne cinsiyetçidir. Devlet için çalışan bir marangoz veya benzer şekilde devlet okulunda çalışan öğretmen kapitalist anlamda “üretken” değildir –genel anlamda kesinlikle ve çok önemli düzeyde üretken oldukları halde.

Tahakküm ve Sömürü

1912 yılında yayınlanan “Kadınların Oy Hakkı ve Sınıf Mücadelesi”nde Luxemburg, günümüz tartışmalarıyla da ilgisi olan önemli bir tartışma yürütür. Şöyle yazar:

“Sermayenin ve ücret sisteminin egemenliği sürdükçe sadece artı değer üreten ve kapitalist kar sağlayan emek üretkendir. Bu bakış açısına göre, bacaklarıyla işverenine kar sağlayan bir kafedeki dansçı ‘üretken’ bir emekçi kadınken evin dört duvarı arasında çalışan kadınların ve proletaryanın annelerinin emeği üretken olmayan emek olarak kabul edilir. Bu, kaba ve aptalca geliyor kulağa fakat bugünün kapitalist ekonomik düzeninin kabalığının ve aptallığının kesin ifadesidir…”

Kapitalizmde üretken (olmayan) emeği anlatmak ve tahakkümü kapitalist sömürüden ayırmak için birden çok kez kullandım bu alıntıyı.

Bazı feministler, ev işinin üretken olmayan emek olduğunu söyleyen Marksist pozisyona çok güceniyorlar ve bazıları “ev işinin ücretlendirilmesini” savunuyor.

Luxemburg’un yukarıdaki sözlerinin açıkça ortaya koyduğu gibi, ev işlerini üretken olmayan emek olarak tanımlamak ne hakarettir ne cinsiyetçidir. Devlet için çalışan bir marangoz veya benzer şekilde devlet okulunda çalışan öğretmen kapitalist anlamda “üretken” değildir –genel anlamda kesinlikle ve çok önemli düzeyde üretken oldukları halde.

Kapitalist anlamda “üretken” olmanın ne anlama geldiğini anlamak elzemdir, çünkü kapitalist sistemi işler kılan şey budur.

Ev içi emek tartışmasında söylenecek daha çok şey var ama daha önemli olan nokta daha 1912 yılında Luxemburg’un yazdığı gibi, “milyonlarca işçi kadın … kapitalistler için -tıpkı erkekler gibi- fabrikalarda, atölyelerde, tarımda, ev işi endüstrisinde, bürolarda ve mağazalarda kar üretirler. Onlar da bugünün toplumundaki en katı ekonomik anlamıyla bile üretkendirler.”

Luxemburg bu gerçeği, kadınların oy hakkı için bir argüman olarak kullandı; “kadınlara uygun rollere” ilişkin patriyarkal anlayışın ne kadar gülünç hale geldiğini gösteriyordu.

Bu teorik nokta ve onun önemi konusunda Luxemburg’a katılıyorum. Diğer yandan, bunun siyasi önemini aşırı vurgulamak konusunda dikkatli olmamız gerektiğini düşünüyorum.

Ev işi, artı değer açısından üretken olsaydı bile, ev kadınlarını örgütlemek sosyalistler için öncelikli bir görev haline gelmezdi. Artı değer üreten özel hapishanelerdeki gardiyanlarla kıyaslayın. Sermaye tarafından sömürülseler bile, sosyalist örgütlenme için ümit vadeden adaylar olmayacaklardır. 

Diğer yandan, kamu sektörü çalışanları da bu anlamda üretken değildir fakat kamu sektörüne yapılan saldırı göz önüne alındığında örgütlenme için kritik bir sektördür ve olmalıdır. Sosyalistlerin enerjilerini en çok nereye kanalize etmeleri gerektiği birçok faktöre bağlıdır ve bu anlamda, değişen koşullar konusunda uyanık olmalıyız.

Luxemburg’un bu çılgın kapitalist sistem içindeki “üretken” emeğin anlamı konusundaki vurgusu ayrıca kapitalizmin gezegenimizi neden faciaya sürüklediğini ve neden kar değil insan ihtiyaçları için üretime dayanan bir toplum kurmamız gerektiğini açıklamaya yardımcı olur. Bu konu etrafında örgütlenmek bugün herkes için temel bir mesele olmalıdır.

Luxemburg, hem kendi spesifik ihtiyaçları için daha iyi savaşabilmeleri hem de evrensel kadın çıkarlarını desteklemeleri için burjuva kadın hareketinden bağımsız bir işçi kadın örgütü kurmayı savundu.

Daha da çelişkili olarak, Luxemburg işçi sınıfı içinde ve sosyalistler arasında bağımsız özörgütlenmeyi savundu, ve Zetkin’i Spartakist Birlik içinde bir kadın seksiyonu kurması konusunda cesaretlendi. Bu pozisyon bugün birçok Marksistin pozisyonundan daha ileridedir.

Sonuç olarak, Luxemburg’un hayatı ve çalışmaları bugünün sosyalist feministlerine çok şey sunabilir. Bütün cevaplar için kendisine bakmamız gerekmez ve katılmayacağımız bazı alanlar olabilir, ama buradaki anlaşmazlıklarımızdan daha çok olmayacaktır.

Mart- Nisan 2016

Çeviri: Ceren Ataer

The Socialist Feminist Project A Contemporary Reader in Theory and Politics (Monthly Review Press, 2003)’in editörlüğünü yapmış ve Capitalism For and Against: A Feminist Debate (Cambridge University Press)’in ortak yazarlarından olan Nancy Holmstrom, sosyalist feminist bir aktivist ve felsefe profesörüdür.

Kaynak: http://www.europe-solidaire.org/spip.php?article37354