Aramızdan ayrılışının 25. Yılında Ernest Mandel’i, yirminci yüzyılın ikinci yarısının en önemli Marksist düşünürlerinden biri olan, IV. Enternasyonal’in bu tarihsel simasını çeşitli yazıları ve hayatından, mücadelelerinden kesitlerle anıyoruz. Jan Willem Stutje, Mandel biyografisinden alınan bu bölümde Ernest’in Paris 68’indeki deneyimlerini anlatıyor.
Ekim 1967’de, Les Temps Modernes dergisi, Mandel’den “Avrupa ve Amerika’nın gelişmiş ülkelerinde sosyalist devrimin gelişimi ve doğası” üzerine bir makale yazmasını istedi. Mandel bu fikri çok beğendi. Sosyal, politik ve psikolojik iklimin nasıl dönüştürülebileceğine dair soruları yüreğinde hissediyordu. İşçilerin pratikte kabul ettikleri, neo-kapitalist rejime sırtlarını nasıl döneceklerini ve devrim-öncesi koşullara varıp buradan da devrimci koşullara nasıl ulaşabileceklerini keşfetmeye çalışıyordu. Alaycı bir şekilde, “Sanırım böyle bir konu için pek fazla bir rekabet yok” demişti. Mandel’in söyledikleri gerçekdışı değildi.
Hiç kimse Batı Avrupa’da devrimin gündemde olduğunu iddia etmeye cesaret edemezdi. Hele de herhangi bir kronik ekonomik kriz yaşanmayan, umutsuz bir savaşa girişmemiş ve Batı Almanya veya Japonya’dakiyle karşılaştırılabilir bir öğrenci hareketi olmayan Fransa’da kesinlikle mümkün değildi. Ama işte Mayıs 1968’de bir volkan, işçi sınıfının işbirlikçiliğine dair tüm teorileri yalanlayarak patlayıverdi. Haziran 1968 gibi geç bir zamanda bile hala daha Les Temps Modernes’de yayımlanan bir yazıda, yaşananlara güvensizliğe/inançsızlığa dair bir not yer alıyordu, hem de dergideki yazılarda: “Artık bir Batı Avrupa ülkesinde sosyalist devrimin imkânsız olmadığını biliyoruz ve hatta muhtemelen iki veya üç ülkede” denmiş olmasına rağmen.
Mandel dergi için makalesini hiç yazmadı: basitçe bu çalkantı içinde hiç vakit yoktu. Lenin’in sözleri kesinlikle Mandel’e doğru geliyordu: “’Devrim deneyiminin’ içinden geçmek, onun hakkında yazmaktan çok daha faydalı ve daha keyiflidir. Ancak yine de konu hakkında teorik olarak donanımsız da değildi.
1960-61 Belçika genel grevi, Mandel’in Batı Avrupa devrimleri için yeni bir teori geliştirmesine yol açmıştı. 1918 Alman Devrimi veya 1941-53 Yugoslav Devrimi üzerine değil ama “1936 Haziran Fransa genel grevi” üzerine kurulu bir devrim tipolojisi geliştirdi; “Sol Halk Cephesi Hükümetinin iktidara gelişine fabrika işgalleri dalgasının eşlik ettiği döneme” ve nispeten daha az olmakla birlikte 1960-61 Belçika genel grevi modeline dayanıyordu. Haziran 1965’de yazdığı gibi, refah devletlerindeki işçiler de sosyal, siyasi, ekonomik, askeri, krizlere karşı radikalleşiyor ve;
“Bir kere radikalleşmeye başladılar mı, mücadele en sonunda rejimi devirecek veya bir ikili iktidar durumuna götürecek bir genel grev ile sonuçlanana kadar, kendi acil taleplerini anti-kapitalist yapısal reformlar programıyla bağlayacak yolda gitgide daha uzağı hedefleyen kampanyalar başlatıyorlar.”
Mandel’in teorisi tamamıyla 1968’de geliştirilmedi ama o zaman olan biteni anlayabilmek için yeterli malzemeyi sağlıyordu. Söz konusu bu an bir sürprizdi ama olayın kendisi bir sürpriz değildi.
Gençlerin ve işçilerin bu ayaklanmasında, sadece bir teorisyen ve siyasi analist olarak değil ama aynı zamanda bir ajitatör – Berlin’de olduğu gibi- olarak ve Paris’teki “barikatlar gecesinde” çatışmaların bir katılımcısı olarak da doğrudan yer aldı. Ayaklanmanın hedeflerinin izleri, Cezayir’deki kolonyal savaşa ve 1960’ların ortalarındaki işçilerin eylemlerine kadar sürülebilir. Amaçları basit ve güçlüydü: “Amerikan emperyalizmine son, Gaullizm’e son!” 3 Mayıs’da askerler Sorbonne’a girdi ve Vietnam Savaşına karşı ve anti-demokratik eğitim reformlarına karşı protestoların merkezi olan Nanterre Üniversitesi’nin kapatılmasını protesto eden öğrencileri tutukladılar. Nanterre Üniversitesi, aynı zamanda işçilerle öğrencilerin birliğinin ilk kez ortaya konduğu yerdi de. Sorbonne’a askerleri göndermek, Latin Mahallesinde haftalarca süren karşı karşıya gelişlere ve daha sonra neredeyse her işkolunda ve ülkenin her bölgesinde, yaklaşık 10 milyon işçinin katıldığı grevlere neden oldu.
9 Mayıs Perşembe akşamı, JCR, Mutualité’de bir miting düzenledi, diğerlerinin yanısıra, Daniel Bensaïd, Henri Weber ve Ernest Mandel katıldılar. Bensaïd ve Daniel Cohn-Bendit, Nanterre’de kurulan, 22 Mart Hareketinin sürükleyici güçleriydiler. Weber bir sosyologtu ve o sıralarda Alain Krivine’in sağ koluydu. Salonda Almanya, İtalya ve Belçika’dan gelen heyetler vardı. Yüzlerce öğrenci, Sorbonne’un karşısındaki meydanı tüm bir öğleden sonra boyunca işgal etmişlerdi. Bu, Cohn-Bendit’in olayları izleyen Louis Aragon’a KP’nin L’Humanité gazetesinde, kendisinin ultra-solcular dediği kişilere iftira atmaktan vazgeçmeyen “Stalinist paçavrada”, yazılanlar için hesap sorduğu o meşhur oturma eylemiydi. Anında, JCR, eylemi geniş bir birlik gösterisine dönüştürmeye karar verdi. Amblemlerini indirdiler ve Cohn-Bendit’i, “Gençlik: Ayaklanmadan Devrime” yazan bir pankartın altında kürsüde yer almaya çağırdılar. İçerisi, dışarısı, merdivenler ve koridorlar, her yer tıka basa doluydu.
Mandel kürsüye geldi. Şimdi kırk beş yaşını geçmişti, dalgalı saçları grileşmişti ve dost canlısı gözleri ciddi görünümlü gözlüklerinin arkasından parlıyordu, bir takım elbise ve kravat giyinmişti, görüntüsü sanki ayaklanmanın içine yanlışlıkla düşmüş gibiydi. Bir kere kürsünün arkasına geçti mi, bu imaj anında değişiverdi; çoşkusu ve heyecanıyla parladı ve göz kamaştırdı. Bolivya’da arazi işgalleri, İsviçre’de fabrika işgalleri, Prag’da eylemler – Fransız öğrenci eylemlerini, dünyanın etrafında bir kasırga gibi dolaşan tur ile bir yere oturttu. Kapanışta şöyle diyordu,
Bu evrensel mücadele yetişkin işçileri de kendisine katmayı başardığında, işte o zaman bugünün öncülerini kitlelerin ön saflarında yerini alabilecek güçlü bir devrimci partiye dönüştürebiliriz… Ancak birlik olursak yenilmez oluruz. Ancak birlik olduğumuzda, Ekim Devrimi ile 50 yıl önce başlayan bu büyük işi sonuçlandırabiliriz, sosyalist dünya devriminin zaferi!
Cohn-Bendit ve Bensaïd, bahtiyar izleyiciye yarın akşam Belfort Aslanı’nın ( Franko-Prusya Savaşındaki Fransız Direnişi anısına yapılan ve Place Denfert-Rochereau’da yeralan anıt) ayağında toplanma çağrısı yapmadan önce, hevesle birlik çağrısı yaptılar.
10 Mayıs öğleden sonrası, yaklaşık 35 bin öğrencinin geçiş töreni, bir polis ordusunun nezaretinde Lion’dan başladı. St-Michel Bulvarından geçerken sessizdi, kapalı olan Sorbonne’un ve Luxembourg bahçelerinin yanından geçti. Seine nehri üzerindeki köprüler kapatılmıştı ve Latin Mahallesi çevik kuvvet tarafından kuşatılmıştı. Kalabalık sürekli olarak “Nous irons jusqu’au bout!”(Sonuna Kadar Gideceğiz!) gibi sloganlar atıyordu; hiç kimse ayrılmayı düşünmedi. Aniden eylemcilerin kaldırımları kırmaya başladığını belli eden boğuk pat-küt sesleri gelmeye başladı. Çığlıklar kulaklarda çınladı: “Mahalle bizimdir” O andan itibaren, Paris Komünü tekrar hayata geldi. Panthéon’un arkasında, Rue Gay Lussac’dan Rue d’Ulm’e kadar, metrelerce yükseklikte barikatlar kuruldu, ancak kimin kimi kuşattığı belli değildi. Gece çökünce, kalabalığın ruh hali daha da güçlendi. Ağaçlar kesildi ve arabalar ters çevrildi. Sanki bir yarışmadaymışçasına, parke taşından barikatlar, açmakta olan çiçeklerin saksıları, kızıl ve kara bayraklar, pankartlar ve muhtelif süs eşyalarıyla dekore edildi. O gece Ernest ve Gisela, Latin Mahallesinin göbeğinde yer alan Rue Gay Lussac’daki barikatların kurulmasına yardımcı oldular. Yakınlarda benzer bir işi yapanlar arasında ise Alain Krivine, Pierre Rousset, Daniel Bensaïd, Henri Weber ve Janette Habel vardı. Janette’in yanında, bir dizi Latin Amerikalı gerilla ile birlikte Paris üzerinden Küba’ya gitmekte olan Arjantin Devrimci İşçi Partisinin (PRT) lideri Roberto Santucho vardı. Akşam 11.00’de, JCR kuşatma altındaki mahallede karargâhını kurmuştu. Bir sempatizanın seyahat acentesi işlettiği Rue Gay Lussac’da, büronun giriş katında indirilmiş perdelerin arkasında, barikatlarda olmadıkları zamanlarda bir araya geliyorlardı. Mesajlar gidip geliyordu. Dükkanın cephesinde yer alan hoparlörler, üniversite yetkilileri ile süren müzakerelere dair barikat inşa edenleri bilgilendiriyordu. “Bu yoldaşlar gecesi” Tanıdıklar ve yabancılar birbirlerini bağırlarına bastılar. “Sen de mi buradasın?”, “Bunu kaçıramazdım – o kadar uzun zaman oldu ki!” Mandel ve Nicos Poulantzas, birbirleri ile en son Eylül 1967’de Frankfurt Goethe Universitesinde düzenlenen üç günlük bir Marx kolokyumu sırasında konuşmuşlardı. Tartışma sırasında birbirlerine acımamışlardı. Barikatlarda durum farklıydı. “Teorik felsefenin ardından, pratik felsefe ve anlaşmazlığın ardından, birleşik cephe. Çok hoş, değil mi?” Perry Anderson buna kesinlikle katılıyordu.
Gecenin erken saatlerinde, polisten kaçan bir avuç yoldaş, Rue d’Ulm’daki Ecole Normale Supérieure’in orada birbirlerine denk geldiler, kullanılan göz yaşartıcı gaz bulutları yüzünden gözleri kıpkırmızı olmuştu. Aralarında Bensaïd, Weber, Rousset ve Krivine de vardı. Polis sabah 2:40’da saldırınca, Ernest ve Gisela da kaçtılar. Barikatların birinde Mandel, ateş ve yıkımın tiyatrosuna şahit oldu. Observer gazetesinden bir gazeteci onun bağırdığını duydu, “Ah! Ne güzel! Bu bir Devrim!” Gisela’nın arabası bir meşale gibi alev aldı ve yürüyerek devam ettiler yola. Yorulmuşlardı, en sonunda Bastille yakınındaki Rue Vincennes’deki dairelerine vardılar.
Mayıs 68 başladı. İki gün sonra, 13 Mayıs’da 10 milyon işçi greve gitti; fabrikalar işgal edildi; 1 milyon Parisli sokaklara döküldü. “Birlikte yenilmez oluruz.” Sadece siyaseten değil ama fiziken de Dördüncü Enternasyonal, savaşa hazır güçteydi. Grevler yüzünden yakıt yoktu. Belçikalı ve Alman yoldaşlar, iki günde bir benzin depoları dolu arabalarla geliyorlardı. Fransa’dan kaçmak zorunda kalanlar, Brüksel’de, Köln’de ve Frankfurt’da misafirperver bir şekilde karşılanıyorlardı.
Mandel’in 9 Mayıs konuşması, Latin mahallesi dışındaki mahallelerde de ilgi uyandırmıştı. Temmuz başında, İspanya’dan bir seyahatten dönen Ernest ve Gisela, erken bir saatte Narbonne’daki otel odalarında yataklarından sürüklenmişlerdi. 10 Haziran tarihli bir kararla, kendisine hiçbir haber verilmeden Mandel’in Fransa’ya girmesi yasaklandı. Gisela’nın seyahatine devam etmesine izin verildi ama Ernest polis merkezinde 12 saatten uzun süre tutuldu. Kendisine yemesi için sadece bir salamura domuz ayağı verildi kaşıkla beraber – bir çatal ve bıçak onu çok tehlikeli birisine dönüştürürdü. Birinci sınıf tren biletiyle Belçika sınırına bırakıldı, kendisine güvenlik servisinden iki memur eşlik ediyordu. Fransa’da ‘persona non grata’ (istenmeyen adam) statüsü ancak 1981 yılında kaldırıldı.
Paris St Petersburg’a dönüşmedi veya Mayıs 68, Ekim 1917’ye dönüşmedi; ayaklanma devrime dönüşmedi. Yine de, Avrupa solu, yıllarca başka ülkelerden haberleri takip ettikten sonra, devrimin neye benzediğini kendi gözleriyle görüyordu. Vietnam’daki mücadele, Küba ve Cezayir, hala “bizim mücadelelerimizdi” ama artık bu durum sadece sembolik değildi ama gerçekten de öyleydi, birbirlerine doğrudan etkileri her iki taraf tarafından da tanınmış ve kabul edilmişti.4
Siyasi kültürdeki bu dönüşüm nereden kaynaklanıyordu? Boyun eğmeden ayaklanmaya, itaatten başkaldırmaya bu değişimin nedeni neydi? Ve bir kez daha, nihai bir kopuşu ne engellemişti? Ayaklanma neden tamamlanamadı? İspanya’dan dönüşünde Mandel, Les Temps Modernes (Modern Zamanlar) ve New Left Review’da yayımlanan “ Mayıs 1968’in Dersleri” başlıklı makalesinde bu soruları sordu? Mayıs 68’in neo-kapitalizmin çelişkilerinin bir sonucu olduğunu savundu. Yaşam standardı yükseldi ama talepler daha da fazla arttı, özellikle de demokrasi talebi ve yabancılaşmanın sonlandırılması talepleri. Batı her ne kadar 1929 benzeri bir felaket yaşamamış olsa da, iktisadi buhranlardan da azade değildi. Mayıs 68 patlamasına neden olan üniversite eğitiminin krizine, uzun vadeli işçi maliyetlerini planlama hevesine gömülmüş bir sistem de eklenince, sendikaların eylemi için de herhangi bir alan kalmamıştı. Bu durum direnişi, patlayıcı ve şiddetli bir hale getirdi. Nesnel sosyoekonomik faktörleri analizinde Mandel, eski çalışmalarını detaylandırıyordu. Yeni olan şey ise devrim modeline dair fikirlerinin Mayıs 68 ile gözle görülür hale gelmiş olması oldu. Ayaklanma 1936’da Fransa’daki ve 1960-61’de Belçika’daki genel grevlerle benzerlik gösteriyordu. Mayıs 68, Mandel’in modelini dört açıdan olgunlaştırmasına yardımcı olmuştu.
Öncelikle, eylemlerin patlayıcı karakterine dikkat çekmişti, grevler, oturma eylemleri, fabrika işgalleri, eylemler ve baskı güçleriyle karşı karşıya gelişlerin bir kombinasyonuydu. O bunların hepsini, kendiliğinden gelişen direniş biçimleri olarak değerlendirmişti. Karşıtlarının ve KP’nin ve CGT’nin Komünistlerinin iddialarının aksine bu durumun öğrencilerin orta sınıf kökeniyle, siyasi olgunlaşmamışlıkla veya provokatörlerle bir alakası yoktu. İkinci olarak, proletaryanın aktif olmaya başladığında kendi gücünün farkına vardığını saptadı. Eski düzenin, burjuvazinin düzeni olduğunun ve karşıtının kurallarıyla oynadığı sürece yapılan her atağın boşuna olduğunu fark etmeye başlıyordu proletarya. Üçüncü olarak ise, özellikle daha genç işçilerin radikal eylem biçimlerini benimsediğini gözlemledi. Bu tüm devrimler tarafından teyit ediliyordu: deneyleri önce ufak bir azınlık yapar. Son olarak Mandel, Mayıs 68’in işçi kontrolünün adım adım kurumlar aracılığıyla kurulacağı veya diğer anti-kapitalist yapısal bir değişim fikrinin illüzyondan ibaret olduğunu gösterdiğini söyledi.
Mayıs patlamasının devasalığına rağmen, Gaulllist sistem gücünü pekiştirdi. Öncü, en bilinçli ve en aktif grup, daha geniş hareketle yeterince bağ kuramadı. Bununla beraber işçiler doğrudan ekonomik taleplerden daha fazlası ile ilgileniyorlardı. Örnek olarak, Paris’te matbaa işçileri Le Figaro’nun gerçekleri yansıtmayan başlıklarının düzeltilmesini talep etti ve La Nation’da yayınlanan greve zarar veren makaleleri basmayı reddettiler. Yine de Mandel, Perry Anderson’a bu durumun sınırları olduğunu vurgulamıştı:
“Sadece sendikal olan hedefleri içgüdüsel olarak reddettiler, ama genel olarak yerlerine ne koyacaklarını bilmiyorlardı. Geçiş talepleri için (anti-kapitalist yapısal reformlar) propaganda ve eğitim, (ajitasyon ve eylem de dahil) ücret taleplerinden işçi kontrolüne veya işçilerin iktidarına bir “bilinç sıçraması” sağlamak için krizden önce gerekliydi.”
Leninist ortodoksiye sadık olan Mandel, üniversitelerdeki etkisiyle kıyaslanabilir şekilde önemli fabrikalarda da etkisi olan bir öncünün eksikliğine işaret ediyordu. Ancak eğer öyle olsaydı bile Fransa’nın sosyalizme 24 saat uzaklıkta olduğunu veya bir Fransız “Ekiminin” hemen köşe başında beklediğini düşünmediğini de ekledi. Ama ikili iktidar koşullarına atılım sağlayacak bir tür Fransa “Şubatının” olabileceğini düşünüyordu. Mandel, eğer bu gerçekleşseydi Fransa ve Avrupa tarihinde belirleyici yeni bir sayfanın açılacağını düşünüyordu.
Çeviri: Eyüp Özer