İmdat Freni

Antikapitalist Strateji ve Örgütlenme Sorunu – Julia Camara

Ne kadar zaman geçerse geçsin veya tarihin sona erdiği ne kadar sık ilan edilirse edilsin, sosyalist strateji ve örgütlenme üzerine tartışma hep geri dönmektedir. Bu kurucu sorun işçi hareketi on dokuzuncu yüzyılda henüz başladığı sırada rüşeym halinde belirmiş ve Lenin kendi perspektifini “plan olarak taktikler” şeklinde betimlediğinde ve devrimciler sosyal demokrasiyle Birinci Dünya Savaşı sırasında yollarını ayırdıklarında Lenin tarafından açıkça ortaya konmuştur[1].

Örgütsel sorunlar ile stratejik sorunlar ayrı düşünülebilecek olsalar da gerçeklikte (ve kaçınılmaz olarak teorik düzeyde) kendilerini birbiriyle ilişkili olarak gösterirler. Bu nedenle, bunlardan birini sistemli bir biçimde açıklamak için ikisini birden ele almak gerekir. Yirminci yüzyıl boyunca çeşitli bileşimler ve konjonktürel içerimler, devrimci örgütü neyin tanımladığı gibi, çokça tartışılmış reform mu yoksa devrim mi gibi, Halk Cephesi ve Birleşik Cephe oluşumları gibi, öncü partilere karşı kitle partileri, bir taktik olarak antrizm gibi ve Ayaklanmacı Genel Grev ile Uzatmalı Halk Savaşının sadece ikisini oluşturduğu büyük stratejik hipotezler gibi birçok tartışmanın ve somut formüllerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu metin bunların her birini gözden geçirmeye çalışmaktan çok, kendimizi teorik olarak ve siyasi pratiğimiz içinde yönlendirmemizi sağlayacak bazı temel araçlar sunmaktadır.

Bu kafa karıştırıcı zamanlarda, siyasi ufuk bulanıklaştığında, buna odaklanmalı ve biraz amaç netliğine ulaşmak için kendimizi nasıl örgütleyeceğimize kafa yormalıyız.

Bazı Temel Kavramlar

Stratejik kavrayışımız, başka fikirlerin üzerinde düzenlenebileceği bir teorik temel sağlayabilecek zorlu deneyimlerle geliştirilmiş birçok kavram dikkate alınarak güçlendirilebilir.

1915’te, İkinci Enternasyonalin Çöküşü sırasında, Lenin bir devrimci kriz kavrayışını geliştirmeye başlamıştı. Lenin’in kavrayışı “duruma yukarıdakilerin katlanamadığı, aşağıdakilerin katlanmayacakları, ortadakilerin ise tereddüt içinde kalıp aşağıdakilere doğru meylettikleri” bir durum şeklinde popülerleştirilmiştir ki böyle bir durum aynı zamanda bir ulusal siyasi kriz olarak meydana gelen konjonktürel bir toplumsal ilişkiler krizini varsayar. Bu kavrayış, devletin ve sistemin bütününün savunmasız hâle geldiği, dolayısıyla devrilebileceği tikel ve görece istisnai şartların olduğuna vurgu yapar. Etkenlerin bu şekilde bir araya gelişi öyle herhangi bir zamanda olmaz, dolayısıyla sınıf mücadelesinde bir ritim, krizin siyasal bir görüngü olarak anlaşılması açısından düşünülmesi gereken kesikleri ve süreksizlikleri içeren bir ritim vardır.

Lenin’in ikinci kavramı siyasal olay’dır. Lenin bir krizin belli sayıda olay tarafından tetiklenebileceğini, yani kapitalist sisteme içkin çelişkilerin tamamının kendisini, ilk bakışta önemsiz çatışmalar gibi görülebilecek hadiselerde yoğunlaşmış bir tarzda gösterebileceğini kavramıştı. Mesela öğrenci isyanlarının, demokratik taleplerin, kadın seferberliklerinin ve ulusal çatışmaların krizleri tetiklediğine tanık olduk. Bu basınç ve patlama uğrakları Lenin’in siyasal olaylar olarak adlandırdığı şeyi tanımlar. Bu tür olayların nasıl saptanacağını, çelişkilerden nasıl faydalanılıp bir krizin nasıl muzaffer biçimde çözüleceğini bilmek bilinçli müdahaleyi, yani politik örgütü gerektirir. Çünkü strateji tartışmaya başladığımız zaman bu zaten inisiyatif, karar-verme, net bir proje, emekçi sınıflar içinde örgütlenme ve belli bir güç dengesi anlamına gelir.

Siyasal zaman da bu nedenle ilerlemeye doğru çizgisel tarzda yol alan bir zaman değil, tersine, krizlerle ve normallikte kesintilerle belirginleşen, hazırlıklı olanların ve kendisine nasıl yaklaşılacağını bilenlerin önünde imkânlar açan kırılmış zamandır. Fransız devrimci sosyalist Daniel Bensaïd boş, tektürel (homojen) zamandan ve yoğun zamandan bahseder. Yani hiçbir şeyin olmadığı dönemler ve zamanın birdenbire hızlandığı ve birçok şeyin hepsinin birden olduğu dönemler vardır[2]. Devrimci politika bu tür siyasal zamana hâkim olma ustalığını, hızla değişen olaylara nasıl tepki verileceğini bilme ustalığını, Troçki’nin söylediği gibi “kitlelerin kendi kaderleri üzerinde hükümdarlık alanına zorla girmesi”ne hazırlanmayı gerektirir[3].

Stratejiye Dair

Radikal sol üzerine tekrarlanan tartışmalardan biri bir siyasi partiye mi yoksa bir kitle hareketine mi ihtiyacımız olduğu sorusu etrafında dönmektedir. Veya politik örgüt (parti) ile bir yüzyıl önce işçi hareketi olarak adlandırılan toplumsal hareket arasındaki ilişki nedir sorusu etrafında.

Gerçek dünya sorunlarını siyasi mücadelenin kıyısına itme yolunda bürokratik ve popülist girişimlere ve siyasetin toplumsal mücadele içinde çözünebilir olduğunu iddia eden post-otonomi teorisyenlerinin atıp tutmalarına rağmen açık olan şu ki toplumsal ve siyasi mücadeleler kendi tikel ritimlerine, karakteristiklerine ve gerçekliklerine sahip olsalar da aynı çabanın birbiriyle derinden ilişkili iki yönünü oluştururlar.

Doğru kavranmış siyasi mücadele toplumsal mücadelenin uzatılmasına veya yoğunlaştırılmasına indirgenemez. Siyasi mücadele açık konuşmak gerekirse iktidar için mücadeledir. Kaba veya “oy avcısı siyaset esnafının” kullandığı anlamda değil, en derin boyutunda. Antikapitalist ve devrimci bir stratejiyi inşa etmek iktidarın işçi sınıfı tarafından zapt edilmesinin mümkün olduğuna inanmayı gerektirir. Aksi halde sosyalist siyaset, kendisini (en iyi durum senaryosunda) tüm dönüştürücü hedeflerin terk edildiği günlük direnişin desteklenmesiyle sınırlayarak, sonuçta kaçınılmaz olarak başka bir yöne sapar.

Devrimci bir strateji devrimin güncelliği anlamına gelir[4]. Devrimin hemen yarın olacağı anlamında değil, sadece çağımızda devrimin mümkün olduğu anlamında. Devrimin güncelliği beraberinde bir öngörerek hazırlanma duygusunu, devrimi şimdiki zamana çekme ve şimdiki zamanı devrime götürme duygusunu getirir. Devrim bu bakımdan bizim bugünkü eylemlerimiz için düzenleyici bir ufuk işlevi görür; eğer devrim baştan itibaren siyasi ufkumuzun bir parçasını oluşturmazsa, ona yaklaşmamız pek olası değildir. Burada, kolektif kapasitemizi sınanacak stratejik hipotezler geliştirmeye adamamız gereken stratejik bir sanat olarak siyaset alanına giriyoruz[5]. Siyasi mücadele ne hayallerle ne de doğaçlamalarla iş görür; siyasi mücadele tersine güçlü bir hipoteze, başka bir deyişle sağlam temelli bir bahse dayanmalıdır. Bununla birlikte herhangi bir hipotez, ne kadar güçlü bir şekilde araştırılmış ve hazırlanmış olursa olsun, yine de bir bahis olmaya devam eder. Dolayısıyla, gerçeğe stratejik olarak yaklaşmak, bir garanti olmasa bile, zafer için bir ön koşuldur.

Siyasi mücadeleyi bu şekilde anlamak (devrimin güncelliği, düzenleyici bir ufuk olarak devrim, gerçeklik karşısında doğrulanan stratejik hipotezlerin geliştirilmesi) beraberinde iki birbiriyle ilişkili erdem getirir. Bunların ilki aşamacı bir siyasi mücadele görüşünden kurtulmaktır. Ki bu görüş klasik sosyal demokrasiye ait, görmüş olduğumuz gibi kırılmış siyasal zamanın gerçekliğine karşılık gelmekte başarısız olan bir tarihsel zaman kavrayışından mirastır. İkinci erdem ise bunun bizim, krizleri öngörmek, yoldaki çatallanmalara ve keskin virajlara hazırlanmak için bu kırılmış zamanın özgül ritimlerine başarıyla cevap vermemize olanak tanımasıdır.

Gelecek bu açıdan bakıldığında, basitçe bir sebepler zincirinin kaçınılmaz sonucu değildir. Aksine, geleceğin kendisi bize şimdiki zamanda bir kararı ya da ötekini seçmemize neden olan bir sebep, siyasi pratiğimizin düzenleyici ufkudur. Buna karşılık, şimdiki zamanı tahayyül etme yeteneğimiz geçmişi anlayışımız tarafından koşullanır (belirlenmez). Her şeyin kaçınılmaz olarak öyle olduğu, hiçbir şeyin başka türlü olamayacağı düz çizgisel (teleolojik) siyasetten kaçış, koşullanmayı belirlenmeyle karıştıran ve tarihin öznel etkenini ortadan kaldıran mekanik katılıktan kaçış stratejik düşünme açısından zorunlu bir ön koşuldur. Bensaïd bu algıyı her zaman sevdiğim şu cümleyle ifade etmiştir: “Geçmiş hiç gerçekleşmemiş şimdiki zamanlarla doludur.”

Büyük harfle Tarihi, o tarih çoktan meydana geldikten sonra bir kaçınılmazlık olarak yazanların tersine, Bensaïd ‘in bir gerçek olasılıklar yelpazesinin olduğu (ve bunun geçmişte de hep olduğu) önermesinin izinden gitmeliyiz. Bunlardan birinin sonuçta gerçekleşip gerçekleşmeyeceği esas olarak güçlerin korelasyonuna ve sınıf mücadelesinin düzeyine bağlıdır. Franco’nun faşist rejiminin son bulmasının ardından İspanya’da demokrasiye geçişin tipik anlatıları ve sık sık övülen Pactos de la Moncloa olmuş olanın, muhtemelen olabilecek yegane şey olduğu için vuku bulmuş olduğu söyleminin, belirli bir anda aynı şekilde mümkün başka sonuçları kısa devreye uğratmaya katkıda bulunan siyasi kararları ve eylemleri nasıl karartmış olduğunun iyi bir örneğini sunar.

Burada, bir yolu ya da diğerini zorlamak üzere örgütlenerek strateji alanına gireriz. Herhangi bir hipotezin doğru olup olmaması, başka şeylerin yanı sıra, tarihsel deneyim birikimine, güçlerin korelasyonuna, ulusal durumu tahlil yeteneğine, devletin gücüne, bir sosyalist örgütün kitle hareketi içinde örgütlü olmasına ve bu hareketle bağlantısına bağlı olacaktır. Ki bütün bunları hesaba kattıktan sonra yanılmak her zaman mümkündür.

Devrimci solun geleneklerinde, strateji militanların üzerinde bir araya getirildiği, örgütlendiği ve eğitildiği temeldir; strateji burjuva siyasal iktidarını devirmeyi hedefleyen bir projedir. Ve eğer siyaset iktidar için mücadeleyse, bu bir çoğunluk oluşturmak için çalışmak anlamına gelir. Başka bir deyişle, yalnızca kitleden farklılaşmakla kalmayıp, ona katılmak iradesine sahip olmak anlamına gelir. Salt alternatif bir siyasi ifade değil, Gramscici anlamda bir karşı-hegemonya projesi inşa etmek için hep farklı olma (ve kimse biz anlamıyor diye yakınma) azınlık kaderciliğini bırakmak anlamına gelir. Güçlerin korelasyonunu tersine çevirmeye çalışmak, her stratejik düşünmenin altında yatan sorunlardan biridir ve olası tek yöntem, deneyim biriktirme ve hataları düzeltme ruhu ile aşılanmış deneme yanılmadır. Burada işin içine örgütün rolü girer.

Örgüte dair

Lenin’e dönersek, onun başlıca katkılarından bir diğeri sınıf ile parti arasındaki sınırlandırmaydı. Ne Yapmalı?’dan başlayarak bu ikisi arasındaki tipik birbirine karıştırmayı açıklığa kavuşturmuştu: Parti sınıfın kendisine eşit değildir; o sadece, belli bir bilinç düzeyine sahip ve stratejiler üzerinde geniş anlamda mutabık bireylerden oluşan bir gruptur. Bundan kaynaklanan ve son yüzyıl boyunca solda tekrarlanan tartışmalara yol açan iki sorundan biri bir öncü partinin tasarımlarına ilişkin tartışma, ikincisi ise bu tür bir parti için diğerlerinden daha faydalı modeller olup olmadığı sorusudur. Buna daha sonra döneceğiz. Gerçek şu ki Lenin devrimci örgütün sınıfı bir bütün olarak temsil ettiğini hiçbir zaman iddia etmemiştir. Tersine, devrimci örgüt işçi sınıfının dönüştürücü gücünün optimum hâle getirilmesi için bir araç olarak hizmet edebilecek sınıf-tabanlı bir projeyi temsil eder.

Bundan çıkan önemli bir sonuç şudur: Eğer parti sınıfa göre sınırlıysa, birden çok partiye yer olmalıdır. Çoğulculuğun savunulması zorlu yirminci yüzyıl boyunca tüm devrimci Marksist hareketler için sarsılmaz bir ilke olmuştur. Bu en başta, sosyalist demokrasi ancak pratiği yapılarak öğrenilebileceği için doğrudur. İkinci olarak ki bu hiç de önemsiz bir sorun değildir, çoğulculuk kaçınılmaz değildir. Ne demek istediğimi açıklamaya çalışacağım.

Troçki partilerin, belli sınıfları veya sınıf kesimlerini temsil etme konusunda iyi bilinen özlemlerinin yanı sıra aynı zamanda ideoloji ve stratejik yönelimlerin de taşıyıcısı olduklarını öne sürüyordu. İşçi sınıfının ideolojik tektürelliği (homojenliği) imkânsız olduğundan ve kapitalizmin bizzat kendisi bunu teminat altına aldığından bu böyle olmak zorundadır. Bu gerçeklik ilk bakışta hâkim sınıfın bilinçli ve yoğun manipülasyonuna dayanmasa bile, ezilenlerin bilinçliliği üzerinde etkili olan ekonomik ve toplumsal mekanizmaların doğrudan sonucudur. Kitleler arasında genel sınıf bilincinin gerçekleşmesi ancak bir devrimci süreç sırasında ve o zaman dahi içinde çelişkiler barındırarak ortaya çıkar. O nedenle çoğulculuk yalnızca demokratik bakımdan arzu edilir olmakla kalmaz, aynı zamanda kaçınılmazdır da. Eğer kelimenin gerçek anlamında devrimci örgütler ideolojik-stratejik bahisleri ifade ediyorlarsa, o zaman birden fazla örgütün (ve bunların arasında rekabetin) varlığına hazır olunmalıdır.

Öncü kavrayışına ilişkin olarak, partinin sınıfa göre Leninist sınırlandırılması çok sık bir toptan ayrılma, yani aydınlanmış bireylerden oluşan sözde öncü grubun gerçek kitle hareketinden yalıtılması olarak yanlış anlaşılmıştır. Bolşevik Parti tarihinin bizzat kendisi, kendini öncü ilan etmek diye bir şey olmadığını tanıtlar. Tersine, öncü olarak eyleme tarihsel hakkı, Ernest Mandel’in dediği gibi, kazanılmalıdır. Ve bu hak ancak kitle hareketinin merkezinde yer alarak kazanılabilir. Bu pozisyon işçi sınıfının kitlesinin mücadelesinden kaynaklanmadıkça, kimse ne önder olabilir, ne de önder rolü oynayabilir.

Devrimci solun tarihinde en iyi teorisyenler her zaman önderler olmuştur ki en iyi önderlerin birçoğu da önemli teorik katkılar yapmıştır. Birkaç isim verecek olursak, Lenin, Gramsci ve Bensaïd’in bizzat kendisi buna örnektir. Aynısı Che Guevara gibi pratik önderlikleriyle tanınan kişiler için de geçerlidir. Kaldı ki Che’nin teorik üretimi genellikle düşünüldüğünden daha fazladır. Bu da partinin yani politik örgütün teori ile pratik arasında nasıl bir dolayım rolü oynadığını gösterir.

Parti stratejik hipotezlerin, öyle desteksiz değil, üyelerinin bileşik tarihsel deneyim birikimlerine dayanarak geliştirildiği araçtır. Bu biriktirilmiş deneyim – ve bu deneyimin, kendileri de farklı mücadelelerde yer alıp bu mücadelelerden öğrenen parti militanları tarafından özümsenmesi – örgütü iki yönlü bir aktarma kayışına dönüştürür. Parti bu bakımdan, kitle devrimci eyleminin üreticisi olduğu kadar, aynı zamanda ürünüdür.

Politik örgüt kavrayışımızın (partiyi teori ile pratik arasında dolayımlayıcı bir güç olarak doğru biçimde kavradıktan sonra) ikinci kritik yönü siyasi stratejidir. Stratejik bir parti, kitleleri eğitip onlara eşlik etmekle kalmayan, aynı zamanda ileri hamleleri ve geri çekilmeleri örgütleme, mücadeleden kaynaklanan ritimlere ve uğraklara bağlı olarak rota düzeltmeleri yapma yeteneğinde olan bir partidir. Yani, kırılmış, siyasal zamanda nasıl hareket edileceğini kavrayan bir partidir.

Son olarak, parti Gramsci’nin sivil toplum olarak adlandırdığı kesim içindeki ast sınıflara dayanan bir çeşitli örgüt biçimleri galaksisinden oluşan bir tarihsel blok içinde ilk planda bir rol oynamalıdır ki bu operasyon daha önce bahsettiğimiz, siyasal alandan ayrı bir düzey olan, toplumsal düzeyde gerçekleşir. Bu tarihsel bloka göndermede bulunurken, tikel çıkarları aşan, kendisinin bilincine varıp, egemen güçlerin karşısına çıkaran bir kolektif iradeyi tanımlamak için eşgüdüm (İspanyolca articulación) terimini kullanırız. Partinin görevi, ortak bir vizyon ve stratejik hipotez sunan örgütlenme merkezleri (centros de anudamiento) yaratarak bu eşgüdüm sürecini kolaylaştırmaktır.

Bu, ki bunu vurgulamak önemlidir, mücadeleye dışsal bir proje gerçekleştiren bir siyasi önderlik kurmak anlamına gelmez. Mandel’in bir öncü önderlik etme hakkını kazanmalıdır, bu hakkın ona ait olduğu kitleler tarafından tanınmalıdır sözünü hatırlayalım. Ayrıca politik örgütlerin bir çoğulluğu söz konusu olduğuna göre, aynı zamanda ideolojik tartışmaların ve rakip stratejik hipotezlerin ancak gerçeklikte kanıtlanabileceğini de anlamamız gerekir. Eğer rekabet hâlindeki örgütler kitle hareketleri içinde kök salmamışlarsa bu imkânsız bir şeydir. Parti o zaman bir tarihsel blokun siyasi önderliği olarak belirir ancak parti bu konuma, hedefi kitleler tarafından kendi hedefleri olarak kabul edilip benimsendiği için ulaşır.

Bu noktaya varınca, tekrar gözden geçirelim. Şimdiye kadar hep parti ile politik örgütten sanki bunlar her zaman eşanlamlıymış gibi söz ediyorduk. Ancak, partinin yanı sıra politik örgütün başka biçimleri olduğu açıktır.

  1. Parti biçimi üzerinde tartışmada genellikle karşımıza çıkanlar ise tersine, aynı şekilde ideolojik sınırlar ve stratejik hipotezler temelinde örgütlenmiş olmakla birlikte parti değil lobi işlevi gören siyasi gruplar olmaktadır. Bu örgütler genellikle – hem içsel (kararları kimin, nasıl verdiği, tartışmaya katılma ve tartışma yapıları vb. bakımından) hem de dışsal olarak demokrasiden, kimin hangi kriterlere göre üye olduğunu kimsenin bilmemesi, çoğu zaman varlıklarını bile gizlemeleri bakımından saydamlıktan yoksundur.
  2. Öte yandan, partinin (ya da partilerin), bir bütün olarak işçi hareketinin özel tarihsel uğraklarda yarattığı, siyasi mücadele için tasarlanmış kurumlarla karıştırılmaması gerekir. Bir bütün olarak sınıf kendisini bir devrimci alternatif olarak tanımladığında (yeni bir tarihsel blok belirip eklemlendiğinde) özerk ve üniter örgütlenme biçimlerine ihtiyaç ortaya çıkar ki bu tür kurumlar da kapitalist toplum içinde karşı-iktidar organları olarak hareket ederek ve kitlelerin sosyalist özyönetim eğitiminin araçları olarak ikili bir rol üstlenirler. Bu tür örneklerin en fazla tekrarlanan tarihsel örneği sovyetlerdir. Sovyet de şura kelimesinin Rusçasından başka bir şey değildir. Sovyet-benzeri kurumlar ortaya çıktığında, partiler (kaçınılmaz ve arzu edilir bir çoğulculuk temelinde) sovyetlerde müdahalede bulunur. Ancak, sovyetler bu partilerin toplamından çok daha fazlasıdır: Sovyetler, sınıfın kendi özgürleşmesi için yetkilendirdiği araçtır. Bunlar bu aşamada, sınıfın kendisi ile kendi bilinci arasında aracılık işlevi gören siyasi örgütlenme biçimidir.

Gramsci’nin Lenin yorumuna başvurarak, vurgunun doğrudan toplumsal etkene (agent) yani işçi sınıfına yapılması gerektiğini söyleyebiliriz. Partinin kendisini yalnızca sınıfa göre sınırlamakla kalmayıp aynı zamanda ondan ayrılmış ve ona yabancı bir yapıya dönüştürmesini önleyen bir siyasi önderlik ile sınıf arasında bir diyalektik ancak bu şekilde kurulabilir.

Burada iki uyarı eklenmelidir. Birincisi, çoğulculuk ve demokrasi sürekli bürokratizm tehlikesiyle karşı karşıyadır. Gerek dışsal çoğulculuk ve demokrasi (yani, sınıf kurumlarının meşruluğunun tanınması ve kitlelerin hareketine dürüstlükle ve sadakatle katılma yönünde bir taahhüt), gerek de içsel çoğulculuk ve demokrasi (taban denetimini, tartışmaları ve strateji geliştirmeyi anlama ve bunlara müdahalede bulunma yeteneğine sahip militanların sürekli eğitimini, seçilmişlerde görev süresi sınırlamasını,  açık ve yoldaşça yayın organlarını, eğilim kurma hakkını, kararnamelerle yöneten bir önderliğin yokluğunu vb. içeren, yukarıda ana hatları verildiği şekliyle anlaşılmış demokratik merkeziyetçilik) bu her zaman mevcut tehlikeye karşı durmak için gereklidir. İkincisi, gerek toplumsal alanda, gerek de sivil toplumda, canlı hareketlerle güçlü bağlar ve bunların içinde örgütlü olmak, bürokratlaşmaya, devlet aygıtıyla bütünleşmeye ve yetkili organlarda mevcutlar tarafından kapitalist usul atama yoluyla görevlendirmeye (cooptation) karşı bir koruma işlevi görebilir.

Bir önerinin ana hatları

Buraya kadar, stratejiye ve örgüte ilişkin tartışmaların nasıl kesiştikleri ve iç içe geçtikleri, yani aynı zamanda örgütü niçin istediğimize kafa yormadan, bir örgüt türü hakkında düşünmenin imkânsız olduğu umarım netleşmiştir. Bensaïd meseleyi şöyle koyuyordu: Bir devrim mümkün müdür ve siz onun için savaşmak istiyor musunuz? Cevabınız evetse, hangi siyasi aracın gerekli olduğunu belirlemelisiniz çünkü devrimci örgütte biçim içeriğin parçasıdır.

Parti biçimi her zaman tarihsel olarak koşullanır, ama bu, daha iyi, daha devrimci modeller olup olmadığı sorusunu gündeme getirir ki bu, birçok sözde Marksist grubun tekrar tekrar kapıldığı, özünde son derece anti-Leninist bir fikirdir. Ancak, baştan belirlenmiş biçimler olmasa da günümüzde inşa etmemiz gereken parti tipinin kendi somut genel durumuzun, sınıflar arasındaki güçler dengesinin, içinde bulunduğumuz krizin özgüllüklerinin, işçi sınıfının ve toplumsal hareketlerin evriminin sonucu olduğunu akıldan çıkarmadığımız sürece, yararlı kriterler, referanslar ve kılavuzlar mevcuttur. Toplumsal devrimin karşı karşıya olduğu en büyük meydan okuma, tarihte kişinin hedefinin önceden farkında olmasını zorunlu olarak gerektiren ilk devrim olmasıdır. Bu nedenle, bir devrim yapmak için siyasi mücadele olmazsa olmazdır çünkü sınıf bilincini biçimlendirebilir, deneyim biriktirmenin bir aracıdır ve bir devrimci kriz başladığında güçler dengesini değiştirmek üzere harekete geçebilir. O hâlde, bilinçli önderlik toplumsal devrimin başarısı için mümkünlük koşullarının merkezinde yer alır.

Ve bu anlamda, ihtiyacımız olan parti türünün inşası için Lenin tarafından verilmiş olan kriterler, bunların modeller değil, kriterler olduğunu aklımızda tuttuğumuz sürece bugün hâlâ geçerli ve doğrudur.

  1. Dalgalanan kolektif bilincin ortasında bir süreklilik öğesi olarak hareket eden sınırlanmış ve faal bir parti. Bu, parti üyeleri için her zaman aynı anlama gelmeyecektir ve günümüzde, geç kapitalizm şartlarındaki hayatımıza uyacak çeşitli uzlaşmalara izin verilmesi gerektiği açıktır. Ama militan bir çekirdeği ayakta tutmak ve devrimcilerin arasındaki bağların çözülmesini veya plesibiter formüllere bel bağlamayı kabullenmemek elzemdir.
  2. Toplumun tamamında siyasi eyleme angaje olan bir parti. Parti ne kadar önemsiz görünürlerse görünsünler, adaletsizlikler karşısında pasif kalmamalı, salt somut çatışmaların kenarlarında kabuğuna çekilmeyip tüm yerel ve sektörel mücadelelere katılmalıdır. Ki bu, ekonomik/sendikal mücadele olsun veya seçilmiş ya da başka kurumlarda olsun tüm çalışma alanlarında doğrudur.
  3. Öngörülmemiş olaylara cevap verme yeteneğine sahip çevik bir parti. Keskin dönüşler yaparken bile tutarlı olmaya devam etme yeteneğinde, demokratik tartışmaya eğitimli ve alışkın bir iç siyasi kültüre sahip bir parti.
  4. Tümel bir vizyon sunma yeteneğine sahip bir parti. Başka bir deyişle, stratejik bir vizyonla hareket etme, stratejik hipotezler geliştirme ve toplumsal hareketlerdeki örgütlülüğüyle ve çalışmasıyla tarihsel blokun eşgüdümüne katkıda bulunma yeteneğine sahip bir parti.
  5. Son olarak, somut dolayımlar ve örgütün çağdaş biçimleri hakkında düşünme yeteneğine sahip bir parti. Yani, devrimci ufku açıkça görülebilir şekilde gösterecek yazgısal bir senaryonun yokluğunda felç olmamayı sağlayacak şekilde özgül taktikler geliştirme yeteneğine sahip bir parti.

Bugün karşı karşıya kaldığımız büyük meydan okuma, siyasi eylemimize rehberlik edecek sorun, kendi parçalarının basit bir toplamından ibaret olmayıp, buna karşılık kendisini bir bütün olarak düşünme yeteneğinde, hâkim sınıflara karşı durabilecek yeni bir tarihsel blokun eşgüdümüne doğru nasıl ilerleneceğidir. Bunun mümkün olması için, sınıf yapılarını ve kurumlarını, sadece ekonomist anlamda değil, çok daha ileri gidecek ve bunların arasında bağlantıyı ve eşgüdümü kuracak şekilde inşa etmek elzemdir. Yalnızca (bu kriz döneminde çok önemli) kavgacı sendikacılığı değil, aynı zamanda toplumsal sendikacılığı, konut meclislerini, mahallelerdeki yardımlaşma ağlarını, sosyal merkezleri, feminist hareketi, topluluk bağlarının kurulduğu öz-örgütlenme alanlarının tamamını, sistemin çelişkilerini açığa çıkaran ve sınıf kendi farkındalığını ve öz eylemini geliştiren mücadeleleri güçlendirmeliyiz.

Ama aynı zamanda, parti yanlısı örgütlenme ruhunu da teşvik etmeliyiz. Parti basitçe katılımcı bir alan ya da listede fazladan bir kimlik değil, tersine siyasi mücadelenin cereyan ettiği örgüttür. Bizim yeni bir güçler korelasyonu oluşturmaya çalıştığımızda örgütleyici ve toplumsal merkezler yaratmak üzere bir araya geldiğimiz ve siyasi olarak örgütlendiğimiz yerdir.

İspanyolca aslı Viento Sur da yayımlanmıştır. No Borders News tarafından İngilizceye çevrilip iki bölüm hâlinde yayımlanmıştır: Part 1 ve Part 2.

Tarihçi Julia Camara Dördüncü Enternasyonal’in İspanyol Devleti’ndeki Seksiyonu Anticapitalistas’ın üyesidir. Son yıllarda kitlesel feminist seferberliklerin ve 8 Mart kadın grevlerinin örgütlenmesinde faal rol oynamıştır.

http://internationalviewpoint.org/spip.php?article6599

Türkçesi: Osman S. Binatlı


[1] Bkz. Lenin Ne Yapmalı ve Oportünizm ve İkinci Enternasyonal’in Çöküşü, Gençlik yayınları.

[2] Daniel Bensaïd, “Sıçrayışlar, Sıçrayışlar, Sıçrayışlar. Lenin ve Siyaset”, Köstebek ve Lokomotif içinde, Yazın yayıncılık, 2006.

[3] Lev Troçki, Rus Devriminin Tarihi, Yazın yayıncılık, 2017.

[4] Georg Lukacs, Lenin’in Düşüncesi, Devrimin Güncelliği, Belge yayınları, 2017.

[5] Daniel Bensaïd, “Siyasal-Stratejik Meselenin Geri Dönüşü”, Köstebek ve Lokomotif içinde.