Kadir Has Üniversitesi’nce yürütülen ‘Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması’ 2019 yılı sonuçları Ocak ayının ortasında açıklandı.[1] Araştırma, 26 ilin kent merkezlerinde yaşayan 1000 kişiyi kapsıyor. Bu ve benzeri araştırmaların basına verdikleri ilk manşet elbette ki “Bugün seçim olsa oyunuzu kime verirsiniz?” sorusuyla ilişkilidir.
Araştırmanın bulguları yaklaşık yüzde 10 civarındaki kararsız seçmen dağıtıldıktan sonra AKP’nin hala açık ara birinciliğini koruduğunu gösteriyor. İktidar partisinin tahmin edilen oy oranı yüzde 40,2. AKP’yi sırasıyla yüzde 33’le CHP, 9,2 ile HDP izliyor. MHP ve İyi Parti’nin oy oranları ise sırasıyla 8,3 ve 8,1. Bu sonuçlar iktidar medyasının diliyle AKP’nin açık ara birinciliğini koruduğunu gösterirken, bir avuç kalan muhalif basında ise tek başına iktidarın artık bir hayal olduğu vurgusu öne çıkıyor. Elbette iktidarın oylarındaki yavaş fakat düzenli düşüşü de göz ardı etmiyor muhalif basın.
Böylesi araştırmaların ikinci popüler sorusu, halkın en güvendiği kurumlara ilişkindir. Buna göre, 2018 yılı birincisi olan Jandarma Teşkilatı bir basamak gerilerken, yılların birincisi Türk Silahlı Kuvvetleri tacını geri almış. Üçüncü ve dördüncü sıraları ise sırasıyla Polis ve Cumhurbaşkanlığı teşkil ediyor.
İlk üç sıranın “meşru güç kullanımı” yetkisine sahip kurumlardan oluşması, halkın güven sorusunu fiziksel güvenceyle eş anlamlı düşünmeye yatkın olduğunu gösteriyor. Yoksa popüler basında ve sosyal medyada Türkiye’nin belki de en kusursuz işleyen ve öngörüleri en isabetli kurumu olarak öne çıkan Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün elbette ilk üçte olması beklenebilirdi. Dördüncü sırayı alan Cumhurbaşkanlığı’nın kurumsal kimliği bir nebze de olsa tartışmalı doğrusu. Kurumsallaşmanın uzun zaman dilimi ve farklı yörelerde uzun müddet boyunca tekrarlanan pratiklerin sonucu ortaya çıkan bir şey olduğu hatırlanırsa, tek kişinin şahsında billurlaşan bir kurumun varlığı Türkiye’ye has bir ironi olsa gerek. Bu kategoride, en az güvenilen kurum sıralamasında birinciliği yüzde 35,2 ile ezeli lider medya alıyor.
2019 yılında Türkiye’nin en önemli sorunları sırasıyla terör (yüzde 19,8), hayat pahalılığı (yüzde 18,1) ve işsizlik (yüzde 16,8) olarak görülmüş. Dördüncü sırada 2016 yılı lideri FETÖ sorunu var. Yüzdesi 10,5. Hak ve özgürlükler sorunu, mülteci sorunu ve Kürt sorunu bu kategoride hayli düşük yüzdelerle (yaklaşık yüzde 3 ile 6 arası) ifade edilen sorunlar.
Yukarıda sıralanan beylik sorular ve yanıtları yanı sıra araştırma, sosyo-kültürel göstergelere dair çarpıcı bulgular sergiliyor. Bunlardan birisi Türkiye’nin medeniyetler ölçeğindeki konumuna dair olanı. Buna göre Türkiye’yi Batılı bir ülke olarak görenlerin yüzdesi sistematik biçimde azalıyor. 2017 yılında katılımcıların yüzde 50,6’sı Türkiye’nin Batılı bir ülke olduğu kanısındayken, bu oran 2018 yılında 47,6’ya, 2019’da ise 45,8’e düşmüş. Katılımcıların geneline bakılınca yüzde 54,3’ü Türkiye’nin Avrupalı bir ülke olmaktan ziyade bir Ortadoğu ülkesi olduğu kanısında. Partiler bazında ele alındığındaysa, ülkeyi Avrupa’da gören seçmen AKP ve MHP seçmeni. AKP seçmeninin yüzde 56,8’i, MHP seçmeninin ise 54,5’i Türkiye’yi Avrupalı bir ülke olarak değerlendiriyor.
Görüşmecilerin yüzde 46,5’i eşcinsellerle komşu olmak istemiyor. İstenmeyen diğer iki “kimlik”, sırasıyla sığınmacı (yüzde 43,3) ve içki içen kişiler (38,6). Evlenmeden yaşayan çiftlerle boşanmış kadın ve erkekler istenmeyen komşu kategorisinde yüzde 20’lerde geziniyorlar.
Araştırma, halkın son on yıl içinde kendisini siyasi açıdan tanımlayışındaki çarpıcı panoramayı da gözler önüne seriyor. Son beş yıla dek “dindar” kategorisi “muhafazakar” başlığı altında ele alınırken her ikisinin toplam oranı yüzde 35-36’lardaymış. 2019 yılında her iki başlık ayrışmış ve kendisini dindar olarak niteleyenlerin oranı yüzde 27,9, muhafazakarların oranıysa yüzde 18,3’e ulaşmış. Toplamda yüzde 50’yi zorlayan bir oran bu. Milliyetçilerin oranı yüzde 19,8 iken, Kemalistlerin oranı 13,8, sosyal demokratların oranı yüzde 10 ve sosyalistlerin oranı yüzde 4,3 olarak gerçekleşmiş.
Yukarıdaki tablo AKP’nin şu meşhur tabanı, çelikleşen çekirdeğinin zihin yapısı hakkında bize bir şeyler söylüyor. İlk olarak, ne denli otoritaryen ve ataerkil kalıplarla düşünmeye alışkın bir toplumda yaşadığımızı tekrar tekrar hatırlatan bir tablo bu. “Katıl değiştirelim” türünden sloganların bu toplumda iş yapmamasının başlıca gerekçesi bu zihniyet yapısı. Kendisini güvence içinde hissetmek için teknik ya da zihinsel çabadan ziyade kaba kuvvetten, asker ve polisten medet uman bir toplumda yaşıyoruz.
Büyük kısmı, yaklaşık yüzde 93’ü kentte yaşayan bir toplum bu. Türkiye’de kır-kent nüfusunun eşitlendiği dönem 1980-1985 arasıdır. Demek ki kentli nüfusun neredeyse yarısı sadece bir kuşaktır il veya ilçe merkezlerinde yaşıyor. Kudretli bir otoritenin ihsan ettiği nimetler karşılığında ona sadakatle bağlanmaya yatkın bir kitleden söz ediyoruz. Korkularının başında terör ve açlık geliyor. En temel insani ihtiyaçlarını güvence altında hissetmeyen bir toplumdan söz ediyoruz dolayısıyla. Aynı zamanda kendisine benzemeyenden korkan bir toplum bu. Modern siyaset teorisyenlerinin öngördüğü ekolojik yıkım, nükleer felaket gibi çağdaş korkuların işlemediği bir toplum. Açlık ve şiddete maruz kalma korkularının hala daha büyük iş gördüğü bir toplum.
Kendisini çaresiz,
bildiklerini yetersiz hissettiği oranda dünyaya kapanan, yabancı bir şehrin
korkularını o bildik din adamları, köy ağasından bozma siyasetçi taifesi ve
mafyatik ilişkilerin saçtığı umutla doldurmaya çalışan bir kitleden söz
ediyoruz. Önümüzdeki sorun şurada billurlaşıyor: Bu kesimin kendisini güvence
altında hissettiği gün gelene dek geriye kalanlar ne yapacak? Bu sorunun yanıtı
gelecek birkaç on yılımızı belirleyecektir.
[1] https://www.khas.edu.tr/sites/khas.edu.tr/files/inline-files/TE2019_TUR_WEB_15.01.20.pdf