Sedat Peker’in Hadi Özışık’la yaptığı görüşme kaydını Twitter’dan yayımlamasıyla beraber, mafya-siyaset çevresinde dönen tartışmalara medya da dahil olmuş oldu. Peker’in iddiasına göre Özışık, kendisiyle Süleyman Soylu arasında aracılık rolüne soyunmuştu. Görüşme kaydından da anlaşıldığı gibi, Peker ile Özışık kardeşler arasında uzun süredir devam eden bir ahbaplık söz konusuydu. Bütün bu gelişmeler üzerine, Özışık kardeşler halihazırda çalıştıkları medya kurumlarından kovuldu. Hatta, Hadi Özışık Türkiye Gazeteciler Cemiyeti üyeliğinden de çıkarıldı. Özışık’ın gazeteci kimliğine yakışmayan eylemleri, medya etiği çerçevesinde tartışıldı.
Şantaj Gazeteciliği
Oysa, Özışık gazetecilik etiği çerçevesinde tartışılabilecek bir isim olmaktan oldukça uzak. Bu olay aslında, AKP gazeteciliği diyebileceğimiz bir “iş yürütme şekli”nin oldukça açıklayıcı bir örneği. AKP’nin medya alanının yüzde 90’ına yakınını ele geçirmesinin ardından sayısı oldukça artan AKP’li gazetecilerin yaptıkları iş, üstlendikleri görev, yüklendikleri işlev aslında tam da Özışık olayında açıkça ortaya çıkanlara denk düşüyor. Kimisi bunu daha gizli kapaklı, kimisi çok daha açıkça, çok daha mafyavari yöntemlerle yapıyor. Bunları iş takipçisi, propagandacı, ortacı vs. gibi isimlerle tanımlayabiliriz, ama bunları hala gazeteci olarak anmanın gerçeklikle bir ilgisi olmadığını düşünüyorum.
Özışık 86 yılında Türkiye gazetesinde başlıyor “gazeteciliğe”. Birkaç kurum değiştirdikten sonra 2000 yılında internethaber.com sitesini kuruyor. Fatih Tezcan’ın iddiasına göre Özışık kardeşler bu site üzerinden birçok belediye başkanına şantaj yapıyor, ellerindeki medya gücünü bir silah olarak kullanarak, hedefledikleri insanlardan para koparıyor. Aslında bunu geçen sene Didim belediye başkanına yönelik karalama kampanyasında da gördük. Kardeşler, işi gücü bırakıp aylarca belediye başkanıyla uğraşmış, sosyal medyayı da bu doğrultuda harekete geçirmeye çalışmıştı. İddialara göre, işin içinde, belediye başkanı ile ihtilaflı bir iş adamı da vardı. Kısacası Özışık, medya alanına adım attığı günden beri aynı işi yapan, gazeteciliği bir paravan olarak kullanıp, bir yerlere çökmenin yollarını arayan birisi sadece.
Üniversiteye Çökmek
Sedat Peker’in yakın dostu Hadi Özışık’ın CV’sine baktığımızda, 2012-2013 yıllarında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde internet gazeteciliği dersi verdiğini görüyoruz. Şaka gibi ama gerçek. Aynı okulda yüksek lisans öğrencisi ve yeni asistan olduğum bu dönemde, öğretim görevlisi titriyle ders veren iktidar yandaşı tek ismin Özışık olmadığını gayet iyi hatırlıyorum. Cemil Barlas, Hasan Öztürk, Bedrettin Uğur, Selahattin Sevi, Nuh Yılmaz, Ersoy Dede gibi iktidar sözcülüğü yapan birçok isim, uzun bir dönem boyunca Marmara İletişim’de öğrencilere gazetecilik dersi verdi.
Türkiye’nin en eski basın okullarından birisi olan ve efsane dekanı Ünsal Oskay’la birlikte anılan Marmara İletişim nasıl bu hale geldi peki? Tabii ki yine bir çökme hikâyesiyle. 2011 yılında Yeditepe’de doçent olarak çalışmakta olan Yusuf Devran, bir anda Marmara İletişim’e atandı ve ışık hızıyla önce profesör, sonra bölüm başkanı hemen ardından dekan yapıldı. Takdir edersiniz ki bu pek görmeye alıştığımız bir yükseliş hikayesi değil. Hangi ilişki ağları çerçevesinde bunun gerçekleştiğini de umarım ilerideki zamanlarda, kendini kurtarmaya çalışanların birbirini satmaktan başka bir çaresinin kalmadığı bir dönemde görürüz. Devran’ın dekan olduktan sonra ilk işi, okulun geleneksel yapısına, hocalarına ve öğrencilerine saldırmak oldu. Birçok akademisyen bu süreçte başka okullara geçerken, muhalif öğrenciler Devran tarafından, muhalif akademisyenler ülkücü öğrenciler tarafından Twitter’dan hedef gösterildi. Yüksek lisans, doktora ve asistan alımlarındaki usulsüzlükler bu dönem ayyuka çıktı. Fişlemelere ve bu usülsüz alımlara karşı koyan hocalar tehdit edildi, fiziksel şiddete uğradı ve mesai saatleri dışında odalarına çilingirle gildi… Öğrencilerden tek ricası “ülkenin aleyhine haber yazmamak” olan Devran’ın fakültesinde kadrolaşma o kadar vahşice yapıldı ki, çok kısa bir süre içerisinde okulun yapısı, onarılmaz bir şekilde, değiştirildi.
Devran’ın, AKP’li ve cemaatçi isimleri okula doldurmasının bir nedeni (kendisinin de Samanyolu geçmişi olduğunu hatırlatalım), okulun geleneğini yok etmekse, diğer bir nedeni de, kendi siyasi kariyeri için bu isimleri birer ilişki olarak görmesi, arasını bu çevreyle daha da iyi yapmak istemesiydi. Zaten çok geçmeden AKP’den milletvekili aday adayı oldu, ama o kadar çabası, araya insan koyması işe yaramamış olacak ki, aday gösterilmedi. Dekanlığı da bu arada tekrar uzatılmadı. Onun o makama kimler tarafından nasıl getirildiği de, neden bir anda gözden düşürüldüğü de ancak Peker’inkine benzer ifşalarla öğrenebileceğimiz soru işaretleri.
Çöken Kurumlar
Bu yazıda geçen bütün isimleri birleştiren kelime “çökmek” aslında. Sedat Peker’den Hadi Özışık’a, oradan malum dekana uzanan bir hat var. Birisi belli işletmelere, diğeri belediyelere, ötekisi ise bir fakülteye çökerek daha zengin olmanın, iktidar içerisinde daha güçlü olmanın yollarını arıyor. Bunu yaparken, var oldukları alanları ve kurumları çürütmeyi de ihmal etmiyorlar.
Barış için Akademisyenler’in “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini yayımlamasının hemen ardından da bu birlikteliği görmüştük. İmzaların açıklanmasının hemen ertesi günü, akademisyenleri manşetlerden hedef gösteren yandaş medyayı, “Kanlarında duş alacağım” diye tehdit eden Sedat Peker takip etmişti. Aynı yerden işaret alan Ak-ademisyenler de alelacele imza toplayıp, akademisyenleri hedef gösteren, onları terörist olmakla suçlayan bir bildiri yayımlayarak Peker’e yetişmişlerdi. Mafya-Medya-Akademya kol kola akademisyenlerin karşısına dikilmişti.
Sonuç olarak bütün bunları birbirlerinden ayrı değerlendiremeyiz. Peker’in ifşa ettikleriyle, medyanın bugünkü hali ve üniversitelerin çöküşün eşiğine gelmesi aynı saldırının çıktıları. Saldırının failleri suçlarıyla birbirlerine bağlanmış, çıkarları kesiştikçe dost, çıkarları çatıştıkça düşman olan isimler. Bütün kurumları çürüten bu yapı var olmaya devam ettikçe, hiçbir alan kendi başına kurtulamaz.
Bu yazının daha kısa bir versiyonu Gazete Pencere’de yayımlandı.