Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, bir süredir Sedat Peker’in hedefinde olan Soylu’ya arka çıkmasıyla birlikte, haftalardır Türkiye’nin temel gündemi olan mesele farklı bir boyut kazandı. AKP içinde tam olarak ne olduğu, kimlerin kimlerle çıkar çatışmasına girdiği, Soylu-Ağar-Bahçeli-Çakıcı hattının gerçekten de, partiden ve Erdoğan’dan bağımsız bir ajandasının olup olmadığı üzerine birçok spekülasyon ortaya atıldı.
Aslında Peker, öncesinde Pelikan ve Ağar’ı, sonrasında “pislik” açıklamasıyla birlikte, Soylu’yu hedef aldığı açıklamalarında bu konuda somut bir ifşada da bulunmadı. Anladığımız, Soylu’nun Peker’i bir dönem Albayrak’a karşı kullandığı, sonrasında ise onu yalnız bıraktığı, dönüş bileti olmaktan vazgeçtiği. Ancak bunlar bile AKP diye bir partinin kalmadığını, Erdoğan’ın çeşitli çıkar gruplarını idare etmekte zorlandığını kanıtlar nitelikte.
Bunun dışında, 90’lardan itibaren derin devletin içerisinde yer almış Peker’in özellikle Ağar’la ilgili ifşaları, bulunduğu konumlar, birlikte hareket ettiği insanlar, kendisine emir veren güçler dikkate alındığında oldukça önemlidir. Sosyalistler, bir suçlunun itiraflarını, Kürt illerinden Kıbrıs’a uzanan kontrgerilla faaliyetleri başta olmak üzere suçlulardan hesap sorma çabasının aracı haline getirip, karanlıkta kalan eylemlerin aydınlatılması için mücadele etmelidir.
Karşımızda hiçbir meşruiyeti kalmamış, deyim yerindeyse suçlarıyla ayakta kalan, herkesin suç ortağı ya da karşı tarafın suçunu bilen sıfatıyla yerini koruduğu parçalı bir yapı vardır. Bu suçlar İkizdere’den Bodrum’a, Latin Amerika’dan offshore adalarına dek o denli uzanmış, birbiriyle kanlı bıçaklı o kadar insanı fail kılmıştır ki, bütün bu yapıyı ayakta tutmanın tek yolu olan iktidarı kaybetmemek bu isimlerin tek amacı haline gelmiştir. Bu yolda, burjuva demokrasisinin en temel kurumları ve değerleri, Türkiye devletinin teamülleri ve göstermelik işleyişi seneler öncesinden bir hiç haline getirilmiş, bu da meşruiyet kaybının önemli bir nedeni olmuştur.
Meşruiyet kaybının ikinci bir nedeni tam da bahsettiğimiz bu zoraki ittifakın sürekli ortaya çıkardığı siyasi krizlerdir. Ahbap çavuş kapitalizminin çıktısı olan ganimet siyaseti, AKP’yi ve çevresini bir çıkarlar ringine çevirmiştir. Özellikle Gezi İsyanı sonrası başlayan süreçte, AKP için bitirilen ortaklıklar kadar yeni kurulan ortaklıklar da, giden isimler kadar yeni gelen isimler ve içeride kalanlar da hep bir gerilim kaynağı olmuştur. Sonuç olarak vaat edilen pasta sınırsız değildir. En büyük payı almak için süregelen kavgada kimisi mafyayı, kimisi orduyu, kimisi gazeteciliği kullanmış; bu yıllarda bütün sektörler, kurumlar, şehirler, medya, ekonomi, üniversite, doğa ve toplum bu yağma harekâtından payını kötü bir şekilde almıştır.
Peki, AKP, artık bir zorunluluk halini alan bu siyasi krizlerle ve meşruiyet kaybıyla uğraşırken burjuva muhalefet ne yapmaktadır? Çok basit bir mantıkla, meşruiyet kaybını derinleştirmesi gereken muhalefet, tam aksine AKP’den kopan kararsızları ürkütmeme, Erdoğan’ın 2023’te kaybedeceğini söyleyen anketlerin verdiği güvenle seçimleri bekleme, bu süreçte eline geçen fırsatları değerlendirmeme “siyaseti” izlemektedir. Erdoğan’ın yanaşmayacağını bilerek erken seçim isteyen, ona “helalleşme” çağrısı yapan, onu emekli olmaya davet eden muhalefet, işlenen bunca suça rağmen bütün toplumu sıradan bir burjuva demokrasisinde yaşadığına ikna etmeye çalışmaktadır.
Güler yüzlü, uzlaşmacı, helalleşmeci siyasetin mimarları, topluma “bu iki senede işlenen suçları da boşverelim, nasıl olsa gidecekler, haklıyken haksız duruma düşmeyelim” aklını vermektedir. Durum buyken, toplumu Peker’in videolarını dizi izler gibi izlemekle, bunun mizahını yapmakla suçlamanın bir siyasi karşılığı yoktur.
Bunun yanı sıra, AKP’den şimdilik kopmuş ve kararsızlar bölgesinde bekleyen seçmen için, AKP hala meşru bir partidir. Bu meşruluğun en önemli kaynağı ise muhalefet partilerinin helalleşmeci siyasetidir. Mafya ifşalarıyla ortalığa saçılanlar, kardeş kavgalarında meydana serilenler ya da artık gizlenmesine ihtiyaç bile duyulmayan olaylar bu meşruluğun çoktan kaybedildiğini kanıtlasa da, muhalefet partileri bu meşruluğu alıp AKP’nin üzerine geçirmektedir. Toplumun “bu kadar da olmaz” dediği yerde her şey hızla normalleşmektedir.
Bu siyasetin getireceği, kararsızlar bölgesinde konaklayan seçmenin bu alana yerleşmesi, toplumun muhalif kesiminin ve işçi sınıfının bu partileri daha az ciddiye alması, bu partilerin bir alternatif olma konusunda inandırıcılığını yitirmesidir. Tam da burada, çeşitli sol-sosyalist partilerin bir araya gelerek yaptıkları açıklama oldukça kıymetlidir. İktidar bileşenlerini “suçlular ittifakı” olarak tanımlayan ve herkesi bu yapıya karşı mücadeleye davet eden bu bir araya geliş -ki altındaki imzaların ötesine de uzanan bir karşılığı bulunmaktadır- kapsamını genişleterek bir talepler dizisi etrafında örgütlenecek yeni bir hat ortaya çıkarmalıdır. AKP sonrasında yeni isimlerin benzer kavgalarını dizi gibi izlememizi engelleyecek olan aşağıdakilerin kendi hikâyesini yazmaya başlaması olacaktır ancak. Bu da bugünden itibaren karşımızdaki mafya devletinin can damarı olan yağma düzenine, ahbap-çavuş kapitalizmine, neoliberal gasp rejimine karşı işçi sınıfının ve ezilen kitlelerin çıkarları doğrultusunda örgütlenecek bir antikapitalist müdahaleyi gerekli kılmaktadır.
Sosyalist Demokrasi için Yeniyol