Doğu Kudüs’ün Sheikh Jarrah mahallesinde altı Filistinli ailenin evlerinden çıkarılmasına yönelik İsrail yüksek mahkeme kararının ardından yoğunlaşan ve Gazze’ye doğru genişleyen İsrail saldırılarıyla, bir kez daha dünya takviminde o zamanlara gelip çattık; İsrail’in sömürgeci saldırganlığına karşı Filistin halkı yüzyıllardır yaşadığı, işlediği, beslendiği topraklarda özgürce yaşamak için direnirken, dünyanın gözleri yeniden bölgeye çevrildi.
Filistin, Türkiye solunun 70’ler nostaljisine ya da İslamcıların “din kardeşlerimize el uzatalım” söylemine konu olduğu zamanları saymazsak, pek çokları için böyle zamanlarda görünür olan bir kara parçası. Biber gazları, mermiler, bombalar ortada yokken hayatın “normale” döner gibi olduğu varsayılan, en azından dünyanın acil durum listesinden bir süreliğine düşen bir garip ülke. Oysa daha bir iki gün önce protestolarda gördüğümüz o pankartta yazdığı gibi: “1948’den beri nefes alamıyor” Filistin. Çünkü hepimizin bildiği üzere işgal yalnızca topla, tüfekle, mermiyle olmuyor. Gündelik hayatın her hücresinde artarak varlığını sürdürüyor.
Sömürgeci Rejim ve Uluslararası Laf Kalabalığı
İsrail devleti, 1948’den bu yana ırkçılığı derinleşen sömürgeci apartheid rejimiyle, Filistinlileri gettolarda ya da kendi topraklarında veya başka ülkelerdeki mülteci kamplarında yaşamaya zorluyor örneğin; en temel ihtiyaçlara, temiz suya, istihdam olanaklarına, okullara, hastanelere erişimlerini engelliyor. Daha geçen hafta tanık olduğumuz gibi, Filistinlileri yerinden ediyor, evlerine, topraklarına el koyuyor ve 1948’den beri sınırlarını genişletiyor. Büyük ölçüde ABD sponsorluğunda, ama yalnızca onunla sınırlı kalmayacak şekilde, arada bir “one minute” demeyi ihmal etmeyen bölge rejimlerinin de suç ortaklığıyla yapıyor bunu. Saldırganlığının bir sonucu, bir yaptırımı olmayacağını bilerek, her gün, her dakika uluslararası hukuku ve insan haklarını ezip geçiyor.
Öte yandan Filistin halkının on yıllardır defalarca kez yaşadığı hayal kırıklığının tek bir kaynağı yok. Sayısız ve sonuçsuz Birleşmiş Milletler kararına, Edward Said’in altını çizdiği gibi “eşit taraflar” arasında geçmediğini bildiğimiz Oslo müzakerelerine, tünelin ucunda hiçbir ışık olmadığı baştan belli olan Camp David’e, ikiyüzlü bölge rejimlerinin para, zaman ve enerji israfından başka hiçbir anlamı olmayan göstermelik zirvelerine aşina olmayanlar, milyonlarca kaynaktan fikir edinebilir; aşina olanlar için ise süreç büyük ölçüde uluslararası laf kalabalığından ibaret.
Hamas Çözümsüzlüğün Tarafı
Öte yandan Filistin içindeki siyasetin Filistin halkını nasıl çaresizlik ve çözümsüzlük hissine sürüklediğini de görmek gerekiyor.
2000’li yıllarda El Fetih’in yarattığı hayal kırıklığı, ayyuka çıkan yolsuzluk ve adaletsizlik, yıllardır yönetimde olan statükocu kanatla İslamcı kanat arasındaki ayrımın derinleşmesi, Filistin solunun bütün unsurlarının gittikçe sönümlenmesi, İslamcı kanadın Hamas’la birlikte yükselişe geçmesi… Bütün bu süreci okurken şunu unutmamak gerek: Filistin halkı, bilhassa Gazze Şeridi, işgalin ve kuşatılmışlığın ağırlaştırdığı ciddi boyutta bir yoksullukla yaşamaya çalışıyor. 2020 rakamlarına göre Gazze Şeridi’nde işsizlik oranı yüzde 43’ün üzerinde. Yani her canı istediğinde müdahaleyi kendinde hak gören, askeri güçle gelmediğinde psikolojik savaşı sürdüren İsrail bir yana, işsizlik, güvencesizlik, temiz su ve gıda yetersizliği, sağlıksız barınma koşulları, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim gibi pek çok sorun da Filistin halkı için gündelik hayatın yükünü katlanılmaz boyutlara taşıyor. On yıllardır koltuklarını terk etmeyen yönetim kadroları ve gittikçe görünmez hale gelen radikal sol karşısında Hamas’ın güç kazanması şaşırtıcı değil. Ancak çözümün değil, çözümsüzlüğün tarafı olduğu da aşikâr. Zira “benden olmayanı burada yaşatmayacağım” zihniyetinin bir ucundan da o tutuyor.
Antisemitizm Değil Boykot, Tecrit, Yaptırım!
Bu esnada Türkiye’de, İsrail’e yönelik hiçbir gerçek yaptırım politikası izlemeyen, hatta her fırsatta İsrail devletiyle ekonomik, askeri, siyasi ilişkilerini geliştirmeyi ihmal etmeyen AKP, seçim malzemesi olarak da faydasını göreceğini umduğu “Filistin davasına ve din kardeşlerine” sahip çıkıyor. Hani nasıl derler? Yersen… Üstelik İslamcı siyaset, her daim hazırda patlamayı bekleyen antisemit dilini daha da pervasızlaştırarak, Filistin meselesini Yahudi düşmanlığıyla eş tutan o bildiğimiz nakaratı tekrarlamayı, Türkiye’deki Musevilere yönelik yansımalarının neler olabileceğini bildiği nefreti yeniden üretmeyi ihmal etmiyor.
Bizler için Filistin meselesi, İslamcı zihniyetin yakınından bile geçemeyeceği, yalnızca Sünni Müslüman Filistinlileri değil, bu coğrafyanın bütün halklarını kapsayan bir eşitlik, özgürlük ve birlikte yaşama mücadelesi. Ve Türkiye’de ve dünyanın dört bir yanında bizler için boykot, tecrit ve yaptırım, İsrail’i politik, ekonomik ve diplomatik yollarla politika değişikliğine zorlayacak şekilde yalnızlaştıracak, eşitsiz güç ilişkilerini halkların dayanışmasıyla dengeleyebilecek önemli bir dayanışma aracı.
Bunun ötesinde, Filistin ve İsrail’de barış mücadelesi verenlere, “benden olmayanı burada yaşatmayacağım” diyenlere değil, “büyükannem Auschwitz’den Gazze’yi bombalamak için sağ kurtulmadı” pankartıyla yürüyenlere kulak verelim. Ve elbette işgalin sona ermesi, halkların kendi kaderini tayin hakkı, mültecilerin topraklarına geri dönüş hakkı, tecrit ve utanç duvarının yıkılması, halkların eşit hakları temelinde, askeri değil, gerçek bir siyasi çözüm sürecinin başlaması talebimizi her fırsatta dile getirelim. Enternasyonal dayanışma yaşatır!
Görsel: CNN