İmdat Freni

gündem

Liberaller Bize Ne Anlatıyor? – Balkan Yücel

AKP iktidarının liberal bir eleştirisinin de imkânı yok. Talan, yağma, iltimas, sömürü, adaletsizlik, tek adamcılık… Bütün bunların içerisinden çıktığı döl yatağı liberalizmdir. Piyasayı her şeyin üzerinde tutan, özel mülkiyeti korumak için her şeyi göze alan, iman ettiği tek tanrı kâr olan bu sistemdir.

Bir süredir liberallerin sesi çok çıkıyor. Gerek gündeme dair yaptıkları sefil yorumlar, gerekse akıllarına esip Marksizme saldırmaları Twitter ortamında çokça konuşuluyor. Bir gün birisi Komünist Manifesto’yu kâğıt israfı bir çöp olarak nitelendiriyor, ertesi gün AK liberal Atilla Yayla “bu ülkede benimle sosyalizmi tartışabilecek tek bir Marksist yok” diyor. Gezi sonrası topladığı bonuslarla sosyal medya fenomeni olan Cem Toker “Beş para etmez apartman üniversitelerde, beş para etmez branşlarda okuyup, iş bulamayınca da ‘kahrolsun kapitalizm’ diye bağırıp çağırmayın kardeşim” çıkışıyla gençlere akıl verirken, ODTÜ’lü bir liberal ise bir üniversite öğrencisinin yoksulluğunu çığlık atarak duyurmasının ardından intihar etmesini “80 milyon insan 8 milyon üniversiteliye mi bakacak” diyerek karşılıyor.

Liberallerin, entelektüel vasatlıklarını ortaya saçacak düzeyde panik halinde olmaları çok normal. Çünkü yaşadığımız, bildiğimiz haliyle kapitalizm insanlara bir gelecek vaat etmiyor. 2008 yılında yaşanan, bir kaza ya da hata olmayıp kapitalist sisteme içkin bir zorunluluk olan ekonomik krizin ardından kapitalizm kendisini toparlayamıyor. Sistemi kurtarmak adına devlete ilk sarılan liberaller oluyor. Kamu varlıklarına saldırı artık talan şeklini alıyor. Kanal İstanbul’dan, otoyol projelerine kadar bir coğrafyayı talan etme operasyonu, artık klasik piyasa masallarının arkasına saklanamıyor. Tüm dünyada kapitalizm artık barbarlık olarak tezahür ediyor. Daha fazla savaş, daha fazla ölüm, daha fazla para ve daha da yok edilmiş bir dünyadan başka bir anlama gelmiyor kapitalizm.

Bunun karşısında ise, ortaklaşa bir şekilde başka bir dünyayı inşa etme heyecanı kol geziyor dünya çapında. Şili’den Lübnan’a kadar insanlar kaderlerini ellerine almak için sokaklara çıkıyor. Radikal fikirler internet aracılığıyla büyük bir kapsamda dolaşıma giriyor. İnsanlar geleceği tartışıyor. Metinler elden ele dolaşıyor. Ölümü kutlanan Marx, kanlı canlı bir şekilde kıtadan kıtaya dolaşıyor.

Liberallerin korkusu bundan. Çünkü, her ne kadar muhalif görünseler de, kimyaları hem Türkiye’deki, hem de dünyadaki talan iktidarlarıyla birebir aynı. Katrilyonluk şirketlerin devlet parasıyla kurtarılmasını haklı bulup, öğrencilerin yemek parasıyla sorunu olanların özdeşliği bu. Kendi yarattıkları canavarı işaret edip, bizi kendi saflarına çağıranların yarınlarında sömürüden, karanlıktan, daha fazla intihardan başka bir şey yok.

Bu nedenle AKP iktidarının liberal bir eleştirisinin de imkânı yok. Talan, yağma, iltimas, sömürü, adaletsizlik, tek adamcılık… Bütün bunların içerisinden çıktığı döl yatağı liberalizmdir. Piyasayı her şeyin üzerinde tutan, özel mülkiyeti korumak için her şeyi göze alan, iman ettiği tek tanrı kâr olan bu sistemdir. Özgürlüklerle kendisini özdeş kılan liberal düşünce ise, sadece kapitalist sömürüyü, demokrasi ve hukuk gibi kavramların yardımıyla, gizleme işlevini gören ve bugünlerde kendisine pek ihtiyaç olmayan masallar toplamıdır.

Yüksek Siyasetin Girdabından Kurtulmak – Masis Kürkçügil

Tek maddelik de olsa inisiyatiflerin örgütlenmesi genel olarak sosyalist hareketin eylem kapasitesini artırmakla kalmayacak aynı zamanda kısmi veya kapsamlı bir eylem programı sayesinde kendisine yenilemesine ve toplumsal bir karşılık bulmasına da katkıda bulunacaktır.

Eleştiri oklarıyla siyaseten sonuç alınacak olsaydı “eleştiri okulu” dünyayı değiştirirdi. Siyaseten gidişatı deşifre etme, yürütülen politikaların kimlerin yararına olduğunu açıklamak elbette önemli. Ama bu bir tür bilgi yarışması veya istemezükçü bir yaklaşımın çok ötesinde, bir başka politika için elzem öznelerin inşasına katkıda bulunmasından daha fazla, o öznelerle birlikte yürütülmesi gereken bir eylemdir.

Yerel seçimlerin üzerinden çok geçmeden roller sanki değişmiş gibi. Muhalefet belli kazanımlar ve AKP’den kopmalar beklentisiyle kendini geleceğe hazırlarken iktidar Suriye’ye giriş, kayyum atamaları, Libya, (Trablus) ile anlaşma, İstanbul Kanalı gibi icraat ve  maceralarla karşı hamlesini yapmış durumda. İnisiyatif siyaseten eleştiriden bin kat daha değerlidir. Tökezleme ihtimalini (hele yukarda saydığımız hususlar göz önüne alınırsa) içinde taşımakla birlikte en azından kendi cenahını tahkim etmek bakımından inisiyatif, bir başka tabirle hücum üstünlüğü sağlar.

Muhalefet ise ahalideki hoşnutsuzluk barometresindeki değişiklik ve kendi içindeki farklı unsurların bir “milli mutabakat” çerçevesinde derlenmesi kaygısıyla ihtiyari bir durakta beklemektedir. En geç oyların %40’ını aldığı 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana düştü düşecek denen AKP’nin atlattığı badireler sıralanacak olursa ilginç bir tablo ile karşı karşıya kalabiliriz. Ancak atlatılan bu badirelerin paradoksal bir yanı var: AKP’nin yaşayakalmasının temelinde muhalefetin inandırıcı bir alternatif üretememesi bulunmakta. Belediye seçimleri kısmen bunu değiştirmiş olabilir veya muhalefetin başarısından çok AKP’nin köpürttüğü hoşnutsuzluk daha önemli olabilir (hiç değilse İstanbul seçimlerinin tekrarında bu geçerliydi).

Şimdi yeni kurulan AKP artığı denebilecek partilerle muhalefetin bileşiminin ağırlığı siyaseten daha da sağa kaymış durumda. Buna HDP’nin devlet zorlaması ve kendi iç çelişkileriyle daha kıyıya çekilmiş olması da eklendiğinde örneğin 2015 seçimlerindeki siyasal saflaşmanın muhteva itibarıyla çok gerisinde bir manzarayı umumiye ile karşı karşıya kalındığı görülebilir.

AKP’nin gidişi nasıl olur, o gider de kim gelir gibi mevcut güç ilişkileri içinde biraz da iyi saate olsunların alanına giren tartışmalardan daha önemlisi bu geliş gidişlerdeki ihtiyari ve mecburi durakların nasıl şekilleneceğidir. Yüksek siyasetin kapılarını zorlamanın yolu hoşnutsuzluğun kendilindenliğine ve seçim takvimine bel bağlamaktan geçmiyor. Gündelik hayatın yakıcı sorunları çevresinde olup bitenler hoşnutsuzluğun mayasını çaldığı gibi seçimlerin neticesinde de seçim propagandalarından çok daha etkilidir.

Örneğin bu günlerde sonlandırılmakta olan asgari ücret bir eleştiri konusu olmakla sınırlı tutulmuş; açık artırmaya çıkarılmışçasına sayılar telaffuz edilmiştir. Oysa meseleyle doğrudan muhatap olanlar başta olmak üzere bununla ilgili-ilgisiz, ancak bunu kendine dert edinmiş herkesin yapması gereken ise sayı telaffuz etmek yerine bu mesele etrafında çalışanların ve çalışamayanların katılacağı toplantılarla asgari ücretten hareketle yaratılan zenginliğin toplumdaki paylaşımına ilişkin bir bilinç oluşturmak ve buradan hareketle bir toplumsal basınç yaratmak olmalıydı. Beyanatlardaki temennilerle  solculuk yapmak veya iktidarı eleştirmenin toplumsal bir karşılığı bulunmadığını anlamak için daha önceki deneyimlere kısaca bir göz atmak yeterli olacaktır.

Bir sosyalist parti bütün ulusal tartışmalarda keyfe keder bir şekilde değil de zorunlu olarak bir referans haline gelmişse onun siyasal varlığından, nüfuzundan söz etmek mümkündür. Burada kast edilen kimlik bildirimi veya programatik metinler olmayıp veya onların da ötesinde  siyasal taktiklere özel bir dikkat, partinin gündelik yaşamında merkezi bir uğraş olarak beliren hususlar öne çıkar. Böylesine bir partinin bulunmadığı koşullarda yukarıda sözü edilen türden tek maddelik de olsa inisiyatiflerin örgütlenmesi genel olarak sosyalist hareketin eylem kapasitesini artırmakla kalmayacak aynı zamanda kısmi veya kapsamlı bir eylem programı sayesinde kendisine yenilemesine ve toplumsal bir karşılık bulmasına da katkıda bulunacaktır.