İmdat Freni

Rosa Luxemburg ve Anarşizm – III: Genel Grev ve Savaş – Daniel Guérin

Daniel Guérin (1904-1988) yirminci yüzyılın tüm önemli mücadelelerinde hazır bulunmuş, ardında kayda değer bir kuramsal-tarihsel külliyat bırakmış, Marksist kökenli bir liberter komünist. Mayıs 1968’den sonra kitlelerin öz-eylemliliğinin önemini tartışmak üzere kaleme aldığı Rosa Luxemburg ve Devrimci Kendiliğindencilik (Flammarion, 1971) isimli kitapçığının “Rosa ve Anarşizm” başlıklı bölümünü üç kısım halinde yayımlıyoruz. Daniel Guérin hakkında daha geniş bir sunuşun da yer aldığı birinci kısmı buradan okunabilir. İkinci kısma ise şuradan ulaşılabilir.

Savaşa karşı Genel Grev mi?

Genel grevin bir çeşidi, işçi sınıfının bu silahının toplumsal mücadelenin değil savaşa karşı mücadelenin zemininde kullanılmasına yönelikti. 1866 Avusturya-Prusya savaşıyla başlayan ve 1870 Fransız-Alman savaşına varacak olan büyük hareketlilik emekçileri de hazırlıklı olmaya yönlendirmişti. Böylece daha 1868’de Enternasyonal’in Brüksel kongresi şöyle bir karar almıştı: “Kongre, kendi ülkelerinde bir savaş patladığı durumlarda emekçilerin her türlü işi durdurmalarını özellikle tavsiye eder”. Burada şunu hatırlatalım ki 1872’deki ölümcül Lahey bölünmesi henüz meydana gelmemiş, Enternasyonal henüz Karl Marx’ın Genel Kuruluna hâkim olduğu Enternasyonal’di ve bu kararın raportörü o zamanlar hala Proudhoncu olan ve dört yıl sonra Marx’ın kızı Jenny’yle evlenecek olan Charles Longuet’ydi.

İşçi Enternasyonal’i, şüphesiz 1889 Paris kongresinde tekrar oluşturulacak fakat hiçbir şekilde ilkine benzemeyecekti: Sosyal-demokratlar tarafından ele geçirilecek ve anarşistler dışlanmış olacaktı. Ne var ki ikinci kongresinde, Brüksel’de liberter eğilimli bir Hollandalı sosyalist olan Domela Nieuwenhuis, partisi adına bir karar önergesi sunmaya teşebbüs eder. Burada tüm ülkelerin sosyalistlerinin savaş ilanına “halka genel grev çağrısında” bulunarak yanıt vermesi gerektiği ifade edilir. Ve bir yorumda, Lenin’i önceleyerek şöyle der: “Şunu açıkça söylemeliyiz ki milletler arası bir savaştansa proletarya ile burjuvazi arasında bir savaşı tercih etmeliyiz (…) Halkların savaşa devrimle yanıt verme hakkı, hatta görevi vardır”. Büyük bir yaygara çıkar. Tepki gören önergeyi sadece Fransa, Britanya ve Hollanda oylar. Alman delegasyonu kıyameti koparır. Sözcüsü Wilhelm Liebknecht öfkeyle şöyle karşılık verir: “Usanmadan devrimden bahsetmek yerine proletaryanın durumunu düzeltmeye ve işçi örgütlenmesini güçlendirmeye çalışmak gerekir”.

Yirmi beş yıla yakın bir zaman boyunca Alman sosyal-demokrasisi Nieuwenhuis önergesini tepkiyle hatırlayacaktır ve Rosa Luxemburg başta olmak üzere onu kınamak için hiçbir fırsatı kaçırmayacaktır.

Enternasyonal’in üçüncü kongresinde, Zürih’te 1893’te Domela Nieuwenhuis aynı cürmü bir kez daha işler. Hollanda delegasyonunun önergesi yine savaş durumunda genel grevi öneriyordu fakat bir noktayı netleştiriyordu: Yalnızca işçilerin savaş üzerine etki edebileceği ülkelerde uygulanacaktı; diğer ülkelerde işçiler silah altına alınmayı reddedecekti. Bir kez daha Alman sosyal-demokratlar çığlıklarla yanıt verecekti. Hollandalıların önergesi yalnızca görünürde devrimciydi, gerçekte ise “etkileri itibariyle gericiydi çünkü Rus Çarlığına hizmet ediyordu”. Avusturyalı Victor Adler bunun bir “suç” olduğunu iddia etmeye kadar gider. “Gerçekten devrimci olan” tek şey karşıt bir Alman önergesiyle bu kararın reddedilmesiydi. Nieuwenhuis, bu tepkiler altında, tıpkı 1870’te yaptığı gibi, Alman sosyalistlerini şovenizmle suçlamaktan çekinmez. Kısmen değişikliğe uğrayan önergesinde -ki bu da reddedilir- genel grevin bilhassa “savaşla ilişkili sanayi dallarına” yayılması gerektiği belirtilir[1].

Rosa Genel Greve Karşı

Bugün bizlere her ne kadar şaşırtıcı gelse de Rosa Luxemburg, sosyal-demokrat yöneticilerin peşinden giderek hem “toplumsal” hem de “askeri” genel grevi mahkûm etme ihtiyacı duydu. Fakat bunun ancak bir karikatürünü sunuyordu ve böylece her türlü araçla mücadele edilmesi gereken bir “yanlış fikir”, bir ütopya olarak onu yerme imkanına kavuşuyordu. 1902’den itibaren alayla şöyle diyordu: “Her derde deva bir ilaç olarak genel greve iman ediliyor (…) soyut, mutlak bir kategori olarak, her an ve her ülkede uygulanabilir ve etkili olacağı düşünülen, sınıf mücadelesinin yegâne silahı olarak genel greve iman ediliyor. Fırıncılar çörek vermeyi bırakıyor, sokak lambaları sönük kalıyor, demiryolları ve tramvaylar çalışmıyor ve her şey çöküyor!”. “Kâğıda çizilmiş bir şema, havada sallanan bir değnek gibi” diyerek hicivle yaklaşıyordu konuya[2].

Birinci Rus devrimi sırasında şöyle haykırıyordu: “Mutlakiyetçiliğin tek bir darbeyle, anarşist şemaya uygun biçimde ‘süreklilik içindeki’ tek ve yegâne bir genel grevle yıkılacağını beklemek tam bir ahmaklıktır”. Fakat 1905’i karakterize eden, hem birbirinden ayrı hem de bir bütün oluşturan o ardı ardına patlayan genel grevlerin süreklilik içerip içermediği, yegane olup olmadığı konularına takılmak anarşistlerle meleklerin cinsiyetini tartışmak anlamına gelmiyor muydu?[3]

Anarşist genel grev böylece bir “mucizevi ilaç” yerini tutuyordu. Rosa’ya göre “bir evrimin veya tarihsel zorunluluğun sonucu değil”, herhangi bir anda isteğe göre kullanılacak veya reddedilecek bir şeydi. “Başka başvurulacak bir araç kalmadığında genel grev ‘yapıyoruz’- işte anarşizmin kaba anlayışı budur, tüm diğer silahlar hedeflerini kaçırdığında en uzak köşeden çekerek getirilen yedek ağır top gibidir genel grev”. Domela Nieuwenhuis de yıllar boyunca genel grevi sosyal devrimi “yirmi dört saat” içinde başlatmanın yolu olarak övmüştü Luxemburg’a göre (böylece Engels’in tiye aldığı karikatürleştirilmiş “dört haftayı” daha da kısaltıyordu). Genel grev fikrinin Nieuwenhuis tarafından yayılmasının en ufak bir olumlu sonucunun, bir başarısının olmadığını, kimsenin umurunda olmadığını yazıyordu 1910’da. Ve genel grevin en az uygulandığı yer, sendikacıların onu ağzından düşürmediği Fransa’dır”. Orada uzun süredir “yer altına gömülüdür”[4].

Rosa’nın Fransız sosyalizmi hakkında, her zaman sıkı bir malumata dayalı parlak incelemelerini okuyup da Jaures’in reformizmine ve Millerand’ın bakancılığına karşı saldırılarının doğruluğunu gözlemlediğimizde devrimci sendikalizmi anlayamamış olması karşısında hayrete düşüyoruz. Gerçi onun zihninde bu ikisinin birbirine bağlı olduğu doğrudur: Ona göre sendikalizm ve anarşizm eğer tepki olarak Fransız işçileri nezdinde böyle bir itibar görüyorsa bu Jauresci “parlamenter ahmaklığın” hatasıydı[5].

Oysa 1907 Stuttgart uluslararası sosyalist kongresinde, Rosa Luxemburg, en azından kürsüdeki konuşmasında savaşa karşı genel grev ilkesini kabul etmişti. Bir önceki kongrede yani 1904 Amsterdam kongresinde genel grev meselesinin tartışıldığını hatırlatmıştı.  Orada, proletaryada kendi reel gücüne dair yanılsama yaratmamayı öneren ve uluslararası sosyalizmin bir genel grev için yeterince olgun ve hazır olmadığı değerlendirmesinde bulunan bir karar onaylanmıştı. Fakat o zamandan bu yana Rus devrimi meydana gelmişti ve ona göre bu örnekten ilham almamak bir “ihanet” olurdu. 1904’te “ütopya” olarak görülen şey artık öyle değildi. Rus-Japon savaşına son vermeye katkıda bulunan, Çarlar ülkesindeki kitle grevleri değil miydi?

Rosa Luxemburg ayrıca, geriye dönük olarak, 1905 Iena kongresinde alınan kararda sosyal demokrasinin “uzun süre anarşist olarak değerlendirdiği kitle grevinin kimi koşullarda kullanılabilecek bir araç olduğunu” ilan ettiğini hatırlatır (her ne kadar o dönemde henüz savaşa karşı değil genel oy için mücadele söz konusu olsa da).

Fakat Bebel, savaşı engellemek için genel greve ve ayaklanmaya gitmeyi savunan Vaillant-Jaures’in sunduğu cüretkâr bir karar önergesine şiddetle karşı çıktığından Rosa en sonunda partisinin eski merkezci liderinin metnine destek verir. Bununla birlikte Luxemburg hayli maharetli biçimde, Lenin ve Martov tarafından tasdik edilen ve Bebel’in gafil avlanarak önünü kesemediği bir değişikliği kongre tarafından kabul ettirerek bu metnin içeriğini düzeltir. Bu yapılan ekleme ünlüdür: “savaş başladığı takdirde, onun yarattığı ekonomik ve siyasal krizi (…) kapitalist egemenliğin alaşağı edilişini hızlandırmak için kullanmayı” tavsiye ediyordu. Haklı ya da haksız, Rosa bu değişikliğin “belirli bir açıdan Jaures ve Vaillant’dan daha ileri gittiğini” savunuyordu[6].

Öte yandan, 1910’da Kopenhag uluslararası sosyalist kongresinde, “bilhassa savaşa araçlarını sağlayan sanayi dallarında bir işçi genel grevini” öğütleyen Vaillant-Keir Hardie önergesinin “bir başka kongreye” ertelenmesi için en beter reformist sosyal-demokratlarla, Ebert’le, Belçikalı Vandervelde’le, her zaman hasmı olmuş olan Avusturyalı Victor Adler’le ittifak yapmayı gerekli gördü[7].

Bu tuhaf yön değiştirmeler, bu şaşırtıcı zikzaklar, partisinin tutsağı olan Rosa Luxemburg’un bazen anarşist bulup kınadığı bazen de savunarak katıldığı genel grev karşısındaki kararsızlığını gösteriyor. Esasında, Rus devriminden çekip aldığı kitle grevi anlayışı, gördüğümüz gibi özgün bir biçimde genel grevinkine yaklaşmıştı. Hatta kimi anlarda genel grev terimini “kitle grevi”yle birlikte kullanmaktan çekinmiyordu.

Rosa Luxemburg’un kuramsal çalışması, hayatı boyunca, uzun süre belirsiz ve rabıtasız kalacaktı çünkü siyaset yapmaya karar verdiği Alman sosyal-demokrasisinin nüfuzundan tümüyle kurtulmakta zorlanacaktı. Neredeyse hayatının sonuna kadar, yaşadığı anlaşmazlıklara ve hayal kırıklıklarına rağmen orada tutunmaya çalışmıştı.

Bitirirken şunu belirtelim ki her ne kadar çalışmaları çok sayıda yanlış anlama ve çelişki içerse de Rosa Luxemburg’un en büyük meziyeti, kendisinden önce başka hiçbir Marksistin yapmadığı kadar kitlelerin özeylemliliğinin belirleyici önceliğine vurgu yaparak hem Lenin’in otoriter örgütlenme anlayışına karşı çıkabilmiş hem de Alman sosyal-demokrasisini reformist legalizminden koparmaya çabalamış olmasıdır. Bu son noktaya ilişkin Troçki ona şanlı bir saygı duruşunda bulunur ve hiç şüphesiz Ekim’in galibi [Troçki], 1905 ve 1917 Rus devrimlerindeki kitle hareketine hasredeceği çalışmalarını ondan ilham alarak yazacaktır.

1905 Rus Devrimi üzerinden, genel grevden ziyade kitle grevi olarak adlandırmayı tercih ettiği meselenin Rosa tarafından berrak biçimde kavranışı liberter komünizmin ideolojik cephaneliği için kıymetli bir katkı oluşturuyor; aynı zamanda bugünlerde daha sık rastladığımız ve daha etkili olan bu mücadele biçiminin zanaatkarının, yani işçi sınıfının kendisine rehberlik etmesi için kullanabileceği bir fener teşkil ediyor.

Çeviri: Uraz Aydın

Görsel: Kate Evans, Kızıl Rosa (Epos, 2016)’dan alınmıştır.


[1] Analytique du congres socialiste international, Zürih, 1893, s.20-22.

[2] G.S., s. 30-31.

[3] G.M., s. 114. 

[4] “Weltpolitik und Massenstreik”, 7 Kasım 1905, G.W., IV, s. 400; “Wahlrechtskamp…”, ss. 611-612; “Taktische Fragen”, s. 635

[5] Nettl, cit., I, ss. 241-242, 367-368; R. Luxembourg, Le Socialisme en France, cit., (“Social-démocratie et parlementarisme”, 5-6 Kasım 1904), s. 219-221.

[6] Analytique du congres socialiste international de Stuttgart, 1907, ss. 116-182; Brécy, cit, s. 81; Nettl, cit., ss. 498-399, 401.

[7] Analytique du congres socialiste international de Copenhague, 1910, ss. 311-332; Brécy, cit., ss. 27-28, 42-43.