İmdat Freni

“Bunlar Gazeteci Değil İş Takipçisi”: Emre Tansu Keten ile Söyleşi

İmdat Freni yazarı Emre Tansu Keten ile Evrensel gazetesinden Gözde Tüzer’in mafya, siyaset ve medya ilişkisi hakkında yaptığı söyleşiyi aşağıda yayınlıyoruz.

Siyaset-mafya-medya üçgeninin nasıl iç içe geçtiği Sedat Peker’in yayımladığı videolarla bir bir gün yüzüne çıkmıştı. Veyis Ateş’in aldığı iddia edilen 10 milyon avro, Özışık kardeşlerin Peker’le olan “samimi” sohbeti ve ismi henüz bilinmeyen 12 gazeteci ve tabii daha bilmediğimiz onlarca hikaye. Tüm bunları KHK ile işten çıkarılan Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Araştırma Görevlisi Emre Tansu Keten ile konuştuk. Keten bu isimlerin “gazeteci” olarak tanımlanmaması gerektiğinin altını çizerken, “Veyis Ateş de, Özışık kardeşler de münferit tiplemeler değil. Bunlar AKP gazeteciliğinin ortalamasını temsil ediyorlar, hatta AKP medyasının simgeleri olarak da anabiliriz bunları ve yaptıklarını” diyor. 

Keten AKP medyası çalışanlarının kariyer basamaklarını üçer beşer çıktıklarını ve Veyis Ateş’in hızlı yükselişinin bunun bir örneği olduğunu aktarırken şunu belirtiyor: “Ancak medya alanının yüzde 90’ını AKP kontrol ediyorken ve artık bu kesimdeki hemen herkes ‘hükümete yakın gazeteci’ haline gelmişken rekabetin kriterlerini ve kimin bu basamakları çıkacağını ne belirliyor diye de sormak lazım. Bu sorunun cevabının, gazeteciliğe dair yetenekler olmadığı açık.”

Keten ayrıca ekliyor: “AKP, muhabirinden haber müdürüne kadar bu isimleri gazetecilik yapsın diye değil, İletişim Başkanlığı ve danışmanlar tarafından üretilen propagandaları aktarsın ve AKP’nin lehine olacak şekilde kurgu metinler üretsin diye işe alıyor.”

“GAZETECİ OLARAK ANILMALARI İŞ TANIMINA AYKIRI”

Sedat Peker’in açıklamaları sonrası ortaya bir bir dökülen mafya-siyaset ilişkilerinin içinde medya da var. Tüm ilişkiler içinde ‘gazeteciler’ de yer alıyor maalesef. Özışık kardeşlerden, Veyis Işık’a hatta kim olduğu bilinmeyen 12 gazeteciye kadar pek çok isim var ortalıkta. Tüm bu ilişkiler arasında gazeteciler nerede duruyor? 

Oldukça merkezi bir yerde duruyorlar, ama bu isimleri gazeteci olarak tanımlamamak gerektiğini düşünüyorum. Peker’in ifşaları sonrasında kirli ilişkileri ortaya çıkan isimlere baktığımızda, bunların AKP’nin iktidar olmasının ardından medyada çalışmaya başlamış ya da yıldızı parlamış kişiler olduğunu görüyoruz. Özışık kardeşlerin, açtıkları internet sitesi vasıtasıyla belediyelere yöneldiği, Veyis Ateş’in, önceden de arasının iyi olduğu Soylu’nun yükselmesiyle paralel bir şekilde medyada yükseldiği ortada. Peker’in ifşalarıyla birlikte bu isimlerin, kirli ilişkiler içerisinde nasıl bir işlev yüklendikleri, hangi işleri gördükleri de açıkça görüldü. Durum buyken, bu isimlerle birlikte AKP medyasında çalışan ciddi bir kesimin gazeteci olarak anılması, gazeteciliğin iş tanımına aykırı bir şey. Bunları iş takipçisi, propaganda memuru veya ara bulucu olarak tanımlayabiliriz. Bunu birilerini aşağılamak ya da aforoz etmek için değil, tamamen iş tanımına, üstlendikleri görevlere ve ortaya çıkarttıkları ürünlere bakarak söylüyorum. Ayrıca bu isimlerin gazetecilik alanı içerisinden değil de, bir suç örgütü lideri tarafından rezil edilmesi de birçok şeyi anlatıyor. Bunlar gazetecilik alanı içerisinden gelen her eleştiriye karşı tamamen korunaklıydı, çünkü gazeteci değillerdi. Sonuçta gerçek iş arkadaşları tarafından rezil edildiler.

“AKP MEDYASININ SİMGELERİ”

Aslında siz de söylediniz. İş takipçiliği ya da ara buluculuk diye. Örneğin Veyis Ateş Halk TV’de sorulara cevap verdi. “10 milyon avro” istemedim dedi ama Sezgin Baran Korkmaz “istedi” dedi. ‘Gazeteciler’ siyasetçiler arasına aracı olarak girebilir mi? Bu nasıl olabiliyor? 

Aracılık, gazetecilik mesleğinde yeri olmayan bir iş. Gazetecinin görevi Sezgin Baran Korkmaz’ın faaliyetlerini ve bunların siyasetçilerle ilişkisini ortaya çıkartmak, kamuyu bu konuda olabildiğince bilgilendirmektir sadece. Neyse ki, bunu şu an yetkin bir şekilde yapan gazeteci arkadaşlarımız var. Veyis Ateş’in yaptığı ise, devlet içerisindeki bağlantılarını paraya tahvil etmek için Korkmaz’ın içerisine düştüğü durumu kullanmak. Bildiğiniz gibi Korkmaz, kendisinin Ateş’i aramadığını, tersine Ateş’in kendisini arayıp böyle bir teklifle geldiğini söyledi. Burada AKP tipi gazetecilerin sadece ellerindeki medya kurumlarını değil, devlet içerisindeki ilişkilerini de, kendilerini zengin etmek için, araçsallaştırdığını görüyoruz. “Bu nasıl olabiliyor” sorusunu hemen her gün, başka olaylar bağlamında, soruyoruz herhalde. AKP’nin çeşitli yöntemlerle yarattığı kendisinin kontrolündeki medya alanının, gazeteci profilini de değiştirmesi kaçınılmazdı. İşini hakkıyla yapan gazeteciler ana akımdan kovulunca, alana hakim olanlar, bu gazeteci olarak anmamalıyız dediğimiz isimler oldu. Bu açıdan Veyis Ateş de, Özışık kardeşler de münferit tiplemeler değil. Bunlar AKP gazeteciliğinin ortalamasını temsil ediyorlar, hatta AKP medyasının simgeleri olarak da anabiliriz bunları ve yaptıklarını.

“TELEVİZYON HÂLÂ ÇOK GÜÇLÜ”

Yapılan bir ankete göre Cumhur İttifakı seçmenlerinden yüzde 40’ı Sedat Peker’in açıklamalarını izlememiş. Ancak toplam izleyen her 4 kişiden 3’ü Sedat Peker’e inanıyor. Her gün ortaya çıkan başka bir skandal hükümete yakın medyada tek satır yer almıyor. Medyanın bu bölünmüş yapısı halkın bilgi almasını nasıl etkiliyor?

KONDA’nın 2019 sonunda açıkladığı araştırma sonuçlarına göre “Haberleri televizyondan mı takip ediyorsunuz?” sorusuna “her zaman” ve “sık sık” cevaplarını verenlerin toplam oranı yüzde 78; “haberler için hangi kaynağa güvenirsiniz?” sorusuna “televizyon” olarak cevap verenlerin oranı ise yüzde 72’ydi. Yani biz her ne kadar yeni medya araçlarıyla yaşıyor olsak ve herkesi kendimiz gibi sansak da, geleneksel medya, özellikle de televizyon hâlâ çok güçlü. Haberleri tamamen televizyondan edinen insanların Peker videolarından hiçbir şekilde haberi olmaması gibi bir olasılık da mümkün. İnsanların tercihlerini bir yana bırakırsak, televizyonun, on yıllara dayanan birikimle birlikte, İnterneti katbekat aşan bir meşruluk gücü de var. Yani olayları televizyonda görmedikçe inanmayan insanlardan söz ediyorum. Bu anlamda Peker videoları ve bunlar üzerine yapılan haberler, televizyonun meşruluk alanından tamamen dışlanmış durumda. Bu açıdan bakıldığında, Peker videoları gibi, başka bir ülkede hükümet devirecek düzeyde, çok önemli bir olayın televizyon kanallarında “haber değeri” görmemesi gibi bir garabetle karşılaşıyoruz. Yani, gazetecilik halkın haber alma hakkı için çalışan, öncelikle kamuya karşı sorumlu olan bir meslek olmasına rağmen, kendisine gazeteci diyen geniş bir kesim halkın haber alma hakkını engellemek için seferber oluyor. Bu seferberliğin sonuç verdiğini de söyleyebiliriz.

YENİ GAZETECİ TİPİ

Bununla bağlantılı olarak yüzde 95’i hükümetin elinde olan bir medya ortamında gazetecilerin, siyasetçiler arasına mesafe koymasından ya da “gazetecilik” yapmasından bahsetmemiz mümkün mü? 

Daha önce söylediğim gibi, AKP’nin yıkıp, baştan kurguladığı yeni medya düzeni, kaçınılmaz olarak yeni bir “gazeteci” tipini de üretti. Bu yeni tip ya da AKP tipi “gazeteci”, zaten maaşını da, oradaki konumunu da tamamen bir siyasi partiye borçlu. AKP, muhabirinden haber müdürüne kadar bu isimleri gazetecilik yapsın diye değil, İletişim Başkanlığı ve danışmanlar tarafından üretilen propagandaları aktarsın ve AKP’nin lehine olacak şekilde kurgu metinler üretsin diye işe alıyor. AKP medyasına dahil olan gruplara baktığımızda, aslında klasik anlamda bir medya patronluğundan da söz edemeyiz. “Havuz medyası” tanımının da işaret ettiği gibi, bu medyayı finanse eden bir havuz var ve bu kurumların sahiplik yapıları, sık sık değişen, nöbetçiler tarafından yürütülüyor. Bu anlamda, aslında bu medya çalışanlarının asıl işvereninin AKP olduğunu söyleyebiliriz. İşvereni iktidardaki siyasi parti olan, belirli siyasi görevlerle işbaşı yaptırılmış insanlardan, gazetecilik yapmasını ve siyasetçilerle arasına mesafe koymasını beklemek “haksızlık” olur

KARİYER BASAMAKLARINI ÜÇER BEŞER ÇIKANLAR

Veyis Ateş’in sorularını yanıtladığı İsmail Saymaz’ın bir sorusu vardı “Sizin kariyer basamaklarını tırmanmanız Süleyman Soylu’nun yükselmesine paralel olarak mı ilerledi?” diye sordu. Soruyu size soralım. Hükümete yakın gazeteciler ‘kariyer basamaklarını’ daha mı hızlı çıkıyor? 

AKP medyası çalışanlarının kariyer basamaklarını üçer beşer çıktıkları ve Veyis Ateş’in hızlı yükselişinin bunun bir örneği olduğu doğru. Ancak medya alanının yüzde 90’ını AKP kontrol ediyorken ve artık bu kesimdeki hemen herkes “hükümete yakın gazeteci” haline gelmişken rekabetin kriterlerini ve kimin bu basamakları çıkacağını ne belirliyor diye de sormak lazım. Bu sorunun cevabının, gazeteciliğe dair yetenekler olmadığı açık. AKP medyasında birilerinin hızla yükselmesi ya da diskalifiye olması, yine parti içindeki güç odaklarına olan yakınlıklarına, onlar tarafından kollanıp kollanmadıklarına bağlı. Veyis Ateş, yükselen bir değerin hizmetinde olduğu için, şanslı bir şekilde, kendisini Habertürk’ün başında buldu. Yani, parti içindeki güç mücadeleleri, birebir olarak AKP medyası içerisindeki dengelerde yankısını buluyor diyebiliriz. Biraz geçmişe dönüp baktığımızda, bugünün muhalifleri olan, Kemal Öztürk ve Akif Beki gibi isimlerin, AKP’nin medyayı ele geçirme operasyonlarında önemli görevler üstlendiklerini görebiliriz. Bunların o cenahtan kopması da gazeteciliğe dair ilkesel bir tavırla değil, parti içindeki mücadelelere yönelik siyasi tercihlerle ilgiliydi.

AKP sonrasının gazetecilik alanını nitelikli bir şekilde inşa etmek istiyorsak, Peker videolarıyla daha açık bir şekilde gördüğümüz medya alanındaki çürümenin temellerini, tarihini ve aktörlerini unutmamamız gerekiyor.

“GAZETECİLİĞİ PARAVAN OLARAK KULLANIYORLAR”

Gazeteciler nerede duruyor dedik ama gazetecilik nerede duruyor? Örneğin Hadi Özışık Sedat Peker’le ilgili görüşmesine dair “Oradaki hatam mesafeyi koruyamamam” dedi.  “Bir gazeteci olarak sohbet yaptım” dedi. Böyle bir şey mümkün mü?  

Gazeteci, haber yapmak için herkesle görüşebilir. Görüştüğü kişiye sempati de, nefret de besliyor olabilir, ama bu duygularını gazeteci-kaynak ilişkisine yansıtmamalıdır. Bu da gazeteci açısından bir mesafeyi zorunlu kılıyor. Özışık-Peker olayında ise, zaten bir haber yapma kaygısı yok, yani Özışık, Peker’le bir gazeteci olarak konuşmuyor. Yasa dışı bir şekilde para kazanan ve birbirine düşmüş insanlar arasında ara buluculuk yaparak, yasa dışı bir şekilde para kazanmak ya da çıkarlarını güçlendirmek için uğraşıyor. Bu nedenle Özışık’ın eylemlerini gazetecilik etiği açısından değerlendirmek zor. Gazeteciliği, yaptığı asıl işlere bir paravan olarak kullanıyor sadece. Nasıl ki mafya liderleri kendilerine “iş adamı” diyorsa, burada da gazeteci sıfatı aynı işlevi görüyor iş takipçileri için. Tabii burada bu isimlerin elindeki medya gücünü de unutmamak lazım. Mafyanın aracı şiddetse, bunlar da ellerindeki televizyon, gazete ve haber sitelerini, benzer bir mantıkla, araç olarak kullanıyor.