Paul Le Blanc’in Troçki biyografisi Lev Troçki, Runik Kitap tarafından, Nurullah Duru çevirisiyle yayımlandı. Le Blanc’in kitabının, uzun ve ayrıntılı bir dönemi, titizlikle seçilen olaylar ve ustaca kurulan bağlamlarla, 180 sayfada, hakkını vererek anlatmayı başardığını söyleyebiliriz.
Maalesef Türkiyeli okur için Paul Le Blanc’ın çalışmalarının çok erişilebilir olduğunu söyleyemeyiz. Kendisi ABD’li bir Marksist tarihçi ve Marx, Lenin, Troçki, Rosa Luxemburg, CLR James gibi devrimci figürler hakkındaki çalışmalarının yanı sıra Amerikan işçi hareketi, Latin Amerika devrimci mücadeleleri, Siyah hareketi gibi bir dizi konuda incelemeleri bulunuyor. Kasım 2013’de Uluslararası Rosa Luxemburg Konferansı çerçevesinde İstanbul’a gelmiş olan Le Blanc’ın derlediği ve sunduğu Lenin’in Seçme Yazılar’ının yanı sıra Rosa Luxemburg’un Yaşamı ve Düşüncesinde Devrimci Demokrasi başlıklı yazısına da Türkçede ulaşılabilir. Ayrıca yazarın kapsamlı bir çalışması olan Lenin and The Revolutionary Party (Lenin ve Devrimci Parti) kitabına Ernest Mandel’in yazdığı uzun önsözü de Türkçe okuma imkanına sahibiz.
Le Blanc, kitabın henüz başında, 21. yüzyılda Troçki’nin siyasi olarak hala ilgi çekiciliğini koruduğunu, hatta bunun popüler kültürde de yansımaları olduğunu söylüyor. Kanadalı bir liselinin kendisini Troçki’nin reenkarnasyonu sanmasını anlatan Trotsky (2009) isimli sevimli filmden, Rus devletinin 1917’yle hesaplaşmak için çektiği saçmalık toplamı Troçki (2017) dizisine kadar bunun birçok çıktısı mevcut. Aslında Le Blanc da kitabında, Troçki’nin yaşadıklarını ve başından geçenleri anlatmaktan ziyade günümüzdeki bu ilginin nedenlerine odaklanıyor ve kitabın bir alt başlığında geçtiği gibi, Troçki figürünü “yerli yerine oturtmayı” amaçlıyor.
Kitap, Troçki’nin bütün hayat hikâyesini anlatmak yerine, Ekim Devrimi sonrasında yaşadıklarını ve özellikle Sol Muhalefeti kurup, buradan Dördüncü Enternasyonal’e vardığı yolu konu ediniyor. Bunu yaparken de Troçki’nin kişisel özellikleri ve ilişkileriyle politik yaşamı arasında, ikincisinin ağır bastığı bir kurguyu tercih ediyor.
Aslında kitap birkaç sorunun etrafında şekilleniyor diyebiliriz. Bunlar Troçki’nin düşmanlarının yıllar yılı işlediği ideolojik yalanların ortaya çıkardığı sorular aynı zamanda ve Le Blanc bu tartışmaları daha önce ayrıntılı bir şekilde okumamış insanlar için anlaşılır bir bağlama oturtuyor. Bunlardan ilki Troçki’nin Stalin’le bir iktidar yarışına girip girmediği. Blanc buna şöyle cevap veriyor: “Troçki bir devrimci şahsiyet olarak iktidardan uzaklaşmak pahasına ideallerine sadık kalabilmek için farklı bir yörünge izlemiştir”.
Stalinist tedrisat, Lenin ve Stalin arasında bir süreklilik görüp, bunu ya Kruşçev’le ya da Gorbaçov’la sonlandırırken, liberal tedrisat da aynı sürekliliği kabul edip –yani Stalin’in otoriter yönetiminin baş suçlusunun Lenin olduğunu söyleyip- bunu 1991’de sonlandırıyor. Liberaller kendi yöntemsizlikleriyle tutarlı bir yerdeyken, Stalinistlerin de bu süreklilik ve kopuşları bir yönteme dayandırdığını söylemek zor. Mesela Kruşçev’in yönetiminde ne gibi bir politik karşı devrim gerçekleşmiştir, Gorbaçov’un tasfiye öncesi hangi politikaları kendisinden önceki bürokratlardan tamamen farklıdır, bu sorular maddeci bir analizle açıklanmamaktadır.
Oysa, Le Blanc’ın güçlü bir şekilde vurguladığı gibi, Troçki’nin 1920’lerin ortasından itibaren üzerinde çalıştığı bürokrasi kuramı, Sovyetlerde gerçekleşen karşı devrimin tam da Marksist yöntemle açıklanması çabasına karşılık gelir. Çıkarları gitgide işçi sınıfından uzaklaşan ve sayısı 2 milyonu bulan bürokrasi, bir sınıf olmasa da, bir tabaka olarak ülkenin yönetiminde söz sahibidir. Troçki bu tabakayı şöyle açıklar:
“Tarihte ilk defa, kapitalizmin kuşatması altında olan geri bir ülkede proletarya diktatörlüğü temelinde işçi sınıfının üst tabakalarından güçlü bir bürokratik aygıt yaratılmış, bu tabaka kitlelerden üstün bir mertebeye taşınmış, kitlelerin uyması beklenen kanunları belirlemiş, devasa kaynakları kontrol etmeye başlamış, kendi içinde müşterek bir vazife duygusuyla kenetlenip işçi devletinin politikalarını kendi çıkarları, yöntemleri ve mevzuatı doğrultusunda şekillendirmeye koyulmuştur”.
1920’ler boyunca güçlenen, ölümünden önce Lenin’in savaş açtığı ve Troçki’den bu konuda destek istediği, bürokrasinin Sovyet devletini ele geçirmiş olması, aslında bu dönem yaşanan bütün tartışmalara ışık tutacak kadar güçlü bir saptamadır. Tek Ülkede Sosyalizm isimli garabet, kendi iktidarını zarara uğratacak ve dünyanın herhangi bir yerinde zafere ulaşıp, Sovyetlerin çıkarlarını tehlikeye atacak bir işçi devriminden duyulan korkunun ifadesidir. Bürokrasinin iktidarını ve çıkarlarını korumak için yaratılan Tek Ülkede Sosyalizm’in çıktısı, Çin ve İspanya Devrimlerinin boğulması, Nazilerin iktidara gelmesinin önüne set çekecek politikaların uygulanmaması, KP’lerin Sovyet dış ilişkiler aparatları haline gelmesi ve sonunda Komintern’in kapatılması olmuştur.
1930’larda başlayan “temizlik harekatı”, bürokrasinin kendi iktidarını tehdit eden bir işçi hareketi olasılığından kurtulmasını ifade eder. Bu dönemde Stalinist bürokrasiyi eleştiren ve ona karşı örgütlenen sadece Troçkistler değildir. 1917’nin mirasını hala taşıyan ve mevcut iktidarın bu muzaffer devrimle en ufak bir alakası olmadığını düşünen irili ufaklı birçok grup, işçiler içinde örgütlenmiş ve köklere dönüşü savunmuştur. 1930’larda, Ekim Devrimi ve İç Savaş’ta bizzat yer almış yüzbinlerce komünistin öldürülmesi, bürokrasinin 1917’nin mirasını tamamen yok etmesi amacıyla uyumludur. Troçki ise, Ekim Devrimi’nin ikinci lideri olarak, bürokrasinin en büyük nefret nesnesidir. 1938’de toplama kamplarında kurşuna dizilen binlerce Troçkistin, son anlarına kadar örgütlenmekten ve ideallerinden vazgeçmemesi bu nefreti daha büyütür. “Reel” masallara karşı, sosyalizme inanç bu dönem Troçkizmde simgeleşir.
Bütün bunlar göz önüne alındığında, Stalinizm bir kişinin özellikleri üzerinden şekillenen bir kavram değil, bir grup insanın belli bir dönemde, çıkarlarından doğru bir araya gelip oluşturduğu bir ideolojiyi belirtmektedir. Le Blanc’ın dediği gibi:
“Troçki, Stalinizmi kötücül bir zekanın ürünü olarak değil, tarihsel koşullardan türeyen ve özgül ekonomik gerçekler tarafından belirlenen bürokratik-muhafazakâr bir dinamiğin gelişmesiyle bağlantılı olarak değerlendirmiş ve Marx’ın analitik yöntemine benzer bir yöntemle çözümlemiştir”.
Bu anlamda, aslında, Troçkizm de Troçki’nin kişiliğini aşan bir anlama gelmektedir: Reformist sosyal demokrasi ve karşı devrimci Stalinizme karşı devrimci Marksist öğretiyi savunmak. Dönemin Troçkizme yüklediği bu misyon, özellikle 68 hareketinde Troçkist harekete yönelik yoğun ilgiyi açıklamaktadır. Bunun yanında Sovyetlerin ve Doğu Bloku’nun çöküşünün ardından dünyanın çeşitli ülkelerinde Troçkist hareketlerin güçlenmesi de bununla açıklanabilir. Troçki’nin mücadelesi ve bıraktığı miras, bir anlamda ütopyayı diri tutmuştur. Sovyetleri görmeden büyüyen bizim nesle, Çavuşesku’ya bile güzelleme düzme rezaletine düşmeden, sosyalizmi savunabilme imkânını sağlamıştır.
Le Blanc, kitabın sonunda, C. Wright Mills’in, Marx hakkındaki şu sözlerinin pekala Troçki için de geçerli olabileceğini belirtir: “Marx’ın eserlerini incelemek ve güncel kaygılarla bağlantılandırmak onun fikirlerinin karşısına kendi faydalı fikir ve çözümlerimizle çıkma ihtimalimizi de güçlendirir.” Troçkizm, Marx’ın devrimci tahayyülünü ve öğretisini günümüze taşıyan bir damar olurken, günümüzün özgün meseleleriyle güncelleyen bir hareket de olmuştur. Genel olarak IV. Enternasyonal geleneği ve Ernest Mandel, Daniel Bensaïd, Michael Löwy gibi isimler, mekanik ilerlemeciliğe ve Stalinist aşamalı devrim anlayışına karşı Walter Benjamin’i mücadeleye dahil etmiş, güncel iktisat değerlendirmeleriyle (Geç Kapitalizm, Uzun Dalgalar…) Marksist ekonomi-politik eleştirisini derinleştirmiş, ekolojik felakete antikapitalist bir cevap olarak Eko-sosyalizmi teorize etmiş, Kadın hareketini, LGBTİ+ mücadelesini ve çeşitli hak mücadelelerini henüz çok erken bir aşamada sahiplenip, Marksizmle ve işçi hareketiyle ilişkilendirerek ortak hatlar inşa etmeye çalışmıştır.
Özetle Le Blanc’ın, titizlikle seçilmiş ve kaliteli bir baskıyla sunulan fotoğrafların eşlik ettiği Troçki biyografisi, bir tarihçinin elinden çıkan kuru bir yaşam öyküsü değil, Troçki’nin mücadelesini günümüzle ilişkilendiren, bireye haddinden fazla rol biçmek yerine tarihsel materyalist bir anlatı sunan, yani Troçki’yi devrimci mücadele tarihi içerisinde yerli yerine oturtmayı başaran bir kitap. Runik Kitap’ın Hayatlar dizisinden yayınlanacağı açıklanan, Bertold Brecht’ten John Cage’e, Guy Debord’dan Simone de Beauvoir’a onlarca biyografiyi heyecanla beklemek için bu iyi bir neden.
Kapak Fotoğrafı: Troçki ve Natalia Sedova Meksika’ya geliyor, 1937.