İmdat Freni

COVID-19, İnkâr ve Olasılıklar – Taci Keser

Şimdilik şurası açık ki, bugüne dek kültürel terimlerle ifade edilen sınıfsal nefret, süreç uzadıkça kendini giderek daha net terimlerle açığa vurmaya başlayacak. Bu nefreti örgütleyebilen, bir hedefe yönlendirebilenler, işte onlar, yeni Türkiye’nin yeni kazananları olacaktır.

On dokuzuncu yüzyılın İngiliz fabrikatörleri, salgın hastalıkların yoksul işçilerce fabrikalara ve ayak işlerini gördükleri nezih semtlerine taşındığını fark edince, sağlık önlemlerinin kitleselleştirmişlerdi. COVİD-19 uygar dünyayı ve onun 16. büyük ekonomisini sanayi devriminin şafağına geri götürme potansiyeli taşıyor doğrusu…

Kitlesel sağlık sigortası gibi “kızıl kokulu” önlemleri elinin tersiyle iten Donald Trump, yeni tip koronavirüse karşı önceki gün ABD tarihinin en büyük finansal destek paketini açıkladı. Birleşik Devletler ekonomisine 6 trilyon dolar enjekte edilecek. 2009 yılında Barack Obama’nın ekonomiyi canlandırmak için hazırladığı teşvik paketi sadece 838 milyar dolardı. Bu rakamlar COVID-19’un dünya sistemi açısından önemini gözler önüne koyan rakamlar. Buna karşın reel sektörde muazzam kayıpların önüne kısa vadede geçilebileceğine dair bir ışık şimdilik görünmüyor. 

Karamsar senaryolar, virüsün önünün alınmasının aylar, belki de yıllar alabileceğini varsayıyor. Geriye bir Mad-Max distopyası kalacak belki de. Elbette bu, küresel ölçekli felaket senaryolarının en berbatlarından birisi. Bu denli yıkıcı olmayan fakat otoritaryen eğilimlerin zaferini öngören senaryolar çok daha yaygın biçimde dillendiriliyor. Bir yanda Çin’in virüsle mücadeledeki başarısı, öte yanda “Batılı” demokrasilerin ve tilmizlerinin aldığı otoritaryen önlemlerin kalıcılığı endişesi karamsar senaryoların ikinci boyutunu oluşturuyor. Bu açıdan bakınca, büyüklü küçüklü tek adamların kılıç tokuşturduğu bir tür piyasa despotizminin tam da aradığı fırsatı yarattı COVID-19. Elbette hastalık yatıştığında küresel dünya ekonomisinden geriye ne kaldıysa onunla yetinmeleri koşuluyla.

İyimser senaryolar şimdilik kitlelerin ferasetine güvenmeyi vazetmekle yetiniyorlar. Küresel kapitalizmin yarattığı eşitsizliklerin zehirli bir ok gibi dünyanın tüm emekçilerine saplandığı daha çarpıcı bir an bulmak hayli zor olmalı doğrusu. Muazzam bir örgütlenmeye sahip kapitalist sistemin kavuğu kendilerine serinkanlılıkla devretmeyeceği malum. Yine de dünyanın artık o alıştığımız dünya olmayacağının belirtileri gün geçtikçe artıyor. Yeni koşullara uygun örgütlenmeyi kim ya da kimler hayata geçirecekse, sanırım yeni dünyanın ilk muzaffer sahipleri de onlar olacak.

Türkiye: Krizin İnkârı mı?

COVID-19 Türkiye’ye elbette Çin imparatoru Qin Shi Huang’ın ordularıyla, kılıç ve gürzle, gonglar eşliğinde girmedi. Hatta son ana dek, tedirgin ama umutlu bir bekleyişin kamuoyunu etkisine aldığı dahi söylenebilir. Uzak diyarlarda patlak veren lanet bir hastalığın önüne bir yerde elbette set çekileceği umuduydu bu. Tıpkı 2003 yılının SARS, 2014 yılının Ebola virüslerinde olduğu gibi.

Tıbbi anlamda alınan tedbirler gecikmeli ya da yetersiz de olsa, dünyadan tam anlamıyla kopuk tedbirler değil. Ancak siyasi ve ekonomik cephede dünya ülkelerine kıyasla hayli tuhaf gelişmeler yaşanıyor. 10 Mart tarihinde Türkiye’de ilk COVİD-19 testinin pozitif çıkmasının ardından,  hastalığın geometrik oranda artacağı çok kısa sürede belli oldu. Alınan koruma önlemlerinin hâlihazırda bolca borca batmış bir ekonomiyi yerle bir etmesi muhtemeldi.

Sonuç olarak, yaşlı, hamile ve kronik hastalığı olan kesimler haricinde kamuda iş kesintiye uğratılmayacaktı. Geriye kalanlar yıllık izinlerini kullanabilirdi elbette. Özel sektöre gelince tablo içinden çıkılmaz bir hal almaya başladı. Çoğu işkolunda göstermelik önlemlerle üretim devam etti. Ekonominin can damarlarından olan hizmet sektöründe alınan tedbirler alt kademe çalışanlara ücretsiz izin ve kimi durumlarda işten çıkarma olarak geri döndü. Bir küçük esnaflar ülkesi olan Türkiye’de krizden sağ çıkacak aile işletmesi bulmak, belli sektörler haricinde hayli güç olacağa benziyor. Finans sektöründe zaten neredeyse 24 saat işbaşında olmak bu alanda var kalmanın olmazsa olmazı.

Doğrusu Türkiye’nin 18 Mart’ta açıklanan 100 milyar liralık ilk ekonomik tedbir paketi geniş kesimler açısından tam bir düş kırıklığıydı. Konaklama vergisindeki erteleme ve havayolu taşımacılığındaki KDV indirimi muhalif kamuoyunda ve sosyal medyada ön plana çıktı. Açıkçası, en düşük emekli maaşının 1500 liraya yükseltilmesi, ihtiyaç sahibi ailelere yapılması öngörülen nakdi yardım, 80 yaş üstü yaşlılara verilecek bakım hizmeti ve emeklilerin bayram ikramiyelerinin Nisan başında ödenecek olması dışında, 19 maddelik paketteki hemen tüm tedbirler işverenler gözetilerek alınmıştı. Böylece ne general ne de prens tanımayan sınıflar üstü bir virüsün önüne satrançta oyunu geliştirmek adına feda edilen piyonlar sürüldü: işçiler, düşük kademelerdeki memurlar, garsonlar, manavlar, balıkçılar, gündelikçiler ve diğerleri.

Türk egemenlerinin alışageldikleri, tanıdıkları ve evleri belledikleri dünya göz göre göre değişiyor. Şimdilik şurası açık ki, bugüne dek kültürel terimlerle ifade edilen sınıfsal nefret, süreç uzadıkça kendini giderek daha net terimlerle açığa vurmaya başlayacak. Bu nefreti örgütleyebilen, bir hedefe yönlendirebilenler, işte onlar, yeni Türkiye’nin yeni kazananları olacaktır. Halihazırdaki iktidarın bu işi uzak ya da yakın, gerçek ya da hayali yeni bir hedef göstererek başarması imkânı ise giderek azalmaktadır.