İmdat Freni

Çin’den ithal “siber vatan” – Emre Tansu Keten

İktidar, pandemi sürecinin en başında, ortalıkta dolaşan yalan içerikler üzerinden başlatılan ahlaki paniği sahiplenmiş ve bu içerikleri paylaşan birtakım kullanıcıları gözaltına almış, “gerçekleri öğrenmek için sadece bizi dinleyin” diyerek hakikatin tek kaynağı olarak kendisini ilan etmişti. Sonrasında, AKP Tanıtım ve Medya Başkanlığı tarafından hazırlanan sosyal medya etik kuralları yayımlandı. Etik Kurul isimli bir Twitter hesabı tarafından yönetilen bu kampanyada, bu etik kurallara uyma sözü veren herkesin profiline yeşil top koyması istenmişti. Kampanyanın başlamasından birkaç hafta sonra, yeşil toplu profillerin nefret, tehdit ve hedef gösterme konusundaki yetkinliklerini kanıtlamasının da etkisiyle, her şey apar topar sona erdirildi. Mahir Ünal’ın açıklamasına göre bu kampanya çok olumlu sonuçlar vermiş, şimdi sıra bir sonraki aşamaya geçmeye gelmişti.

AKP’nin olağanüstü başarılı yeşil top harekatından sonraki durak “dijital farkındalık”tı. Dezenformasyonun ve kirli hesapların cirit attığı sosyal ağlarda, bütün bunların farkında olan bilinçli bir kullanıcı kitlesi hedefleniyordu. Hala bu aşamadayız. Ancak geçtiğimiz hafta Mahir Ünal tarafından Erdoğan’a sunulan “Dijital Dönüşüm ve Yeni Medya Düzeni” başlıklı rapor, önümüzdeki zekâ dolu kampanyaları görmek için heyecanla beklememizi gereksiz kıldı neyse ki. AKP’nin dijital politikalarının planlandığı 94 sayfalık rapor, bütün adımları sırasıyla anlatmakta ve varılmak istenen durağı açıkça ilan etmekte.

Dijital dönüşümü sansüre bağlamak

Rapor, AKP’nin yeni dijital politikasını dört aşamada özetliyor. Birinci ve ikinci aşama bildiğimiz gibi etik farkındalık ve dijital farkındalık kampanyaları. Raporun profesyonel dilinin ardına bakarsak, bu iki aşamanın diğer aşamalara geçiş için bir saha düzenlemesi, bir ahlaki panik yönetimi olduğu açıkça görülüyor. Büyük bir sansür yasası için hazırlık yapıyorsanız, bu sansürü gerekli ve meşru kılacak bir propaganda çalışmasına ihtiyacınız var. Sosyal medya yalan bilginin, dezenformasyonun, terör örgütlerinin, ahlaksızlığın, suç teşkil eden içeriklerin cirit attığı, kontrolsüz ve tehlikeli bir ortam olarak resmedilmeye çalışılıyor bu iki aşamada.

Üçüncü aşama ise yerel ve küresel farkındalık olarak adlandırılmış. Bu aşamada, sosyal medyanın ürettiği bütün bu rezilliğin sorumlusunun hepsi ABD’de bulunan bir avuç şirket olduğu anlatılıyor. Dünya beşten büyüktür sloganının dünya beş şirketten büyüktür şeklini aldığı bu bölümde, içerisinde bulunduğumuz tehlike şöyle özetleniyor: “Bu yeni bir egemenlik aygıtı olarak devlet otoritesine meydan okuyan bir içerik üretim endüstrisidir. Anlık, interaktif, kullanıcının aktör haline geldiği, atomize bireyi siber vatandaş sorumluluklarından ayrıştırabilen bir güce sahiptir”. Kişisel verilerin ve özel hayatın korunması gibi genel düzeyde kabul edilebilecek ilkeler öne sürülüp, verilerimizi sömüren bu dış mihraklara karşı milli bir siber mücadele çağrısı yapılıyor: Siber vatan savunması.

Yasal düzenlemeleri öngören son aşama ise, bunca kampanyanın sadece bu iki sayfaya varmak için üretildiğini gösteriyor. Bütün bu farkındalık ve milli mücadele retorikleri, AKP’nin sosyal medya alanını kontrol etmek için çıkartacağı yeni sansür yasasına bir altlık işlevi görüyor: “Ülkemizde de sosyal medyayı terör örgütlerinin amaçlarına hizmet edecek, nefret, tehdit, taciz, hedef gösterme gibi suçları işleyecek şekilde kullananlara karşı tedbirler öngören geniş bir kanun tasarısı hazırlama ihtiyacı hasıl olmuştur”.

Kullanıcı sayısı bir milyonu geçen sosyal medya mecralarının Türkiye’de temsilci bulundurmak zorunda olması ve bu mecralardan toplanan verilerin Türkiye’de bulundurulması gibi zorunlulukları içeren bu yasa tasarısı, konvansiyonel medyanın yüzde 90’ının iktidar tarafından ele geçirildiği bir ülkede, sosyal medyanın da sansür ve oto-sansür ile sessizleştirilmesini amaçlıyor. Bilindiği gibi Twitter, kendisinden istenen kullanıcı bilgilerini hükümetle paylaşmıyor. Bu nedenle anonim bir hesaptan iktidarı eleştiren bir kullanıcıyı tutuklamak istediklerinde hevesleri kursaklarında kalıyor. Aslında bu sadece Türkiye’deki yönetimi rahatsız eden bir durum değil. Tüm dünyada yönetimler, herkesin açık kimliğinin erişilebilir olduğu, siber ortamda gerçekleştirilen eylemlerin hesabının sorulabildiği bir internet ortamı hayal ediyor. MHP’nin, sosyal ağlara TC kimlik numarası ile kayıt olunsun önerisini de buradan anlamak gerekiyor.

Siber mücadele

İnternet, sanki hep varmış gibi hissetsek de, aslında çok yeni bir teknoloji. Sosyal medya ağlarıyla insanların hayatlarına bu denli nüfuz etmesi ise çok çok daha yeni. İnternetin bu kısa tarihini, ilk etapta kapitalist işleyişin bir miktar dışında bulunan bir alanın mülksüzleştirme yoluyla ekonomik alana katılmasının tarihi olarak da okuyabiliriz. Örneğin, eskinin karman çorman bir enformasyon yığını olan internetini, çeşitli algoritmalarla düzenleyen, bir katalog haline getiren, bu alanda erişimi organize eden Google, internet kullanımını büyük bir ekonomik değer haline getirmiştir. Eskinin dağınık ve kısıtlı değer üreten blog faaliyetini bünyesinde merkezileştiren Twitter, korsan Mp3 ve film furyasını büyük oranda bitiren Spotify ve Netflix, internetin kendi doğal akışında ortaya çıkan dinamikleri kapitalist işleyişe dahil etme konusunda oldukça başarılı, hatta tekel düzeyine ulaşmış örneklerdir.

Siber alemde yaşanan bu tekelleşme, öncü şirketlerin sahiplerini dünyanın en zenginleri listesine dahil ederken, kurucu bir rol de üstlenmiştir. Dijital ekonominin şeklini şemailini belirleyen bu şirketler, kendilerinin en tepede bulunduğu bir rant hiyerarşisini yaratmıştır. Günümüz interneti, bu şirketler için bir cennet gibidir. Ancak kapitalizmin tarihinden biraz haberdar olanlar için bu cennetten çiçek durumunun ilelebet sürmeyeceği de açıktır. Gerek siyasi işlevleri, gerekse ürettiği devasa ekonomi nedeniyle sosyal medya alanı hem devletlerin, hem de rakip girişimlerin yakın takibindedir. Ne Twitter’ın ne Instagram’ın adının anıldığı bir gelecek oldukça olasıdır. Yani dünya, gerçekten de, beş şirketten büyüktür.

Çin ve Rusya’dan öğrenmek

Bu siber mücadelelerin çıktıları bugün de görülebilmektedir. Örneğin Çin’de bildiğimiz sosyal medya uygulamalarının çok büyük bir bölümü kullanılmamaktadır. Buna rağmen sosyal medya kullanımının en yoğun olduğu ülkelerden birisi Çin’dir. Wechat, Weibo, Baidu gibi uygulamalar milyarı aşkın kullanıcıya sahiptir. Çin, Tiktok ile de dünya pazarına güçlü bir giriş yapmıştır. Rusya’da da, Ok.ru, VK, Rutube gibi uygulamaların kullanıcı sayıları egemen şirketlerin sahip olduğu uygulamalardan daha fazladır. AKP de bunlara özenip Yazbee gibi yerli ve milli uygulamalara tonla para yatırmış, ancak sonuç büyük hüsran olmuştur. Çünkü, Çin ve Rusya’da internetin önemi çok erken bir aşamada fark edilmiş, bu alanda güçlü adımlar atılmış ve en önemlisi bu ülkelerdeki siyasi yapılanma, böylesi bir sansür çemberini olanaklı kılmıştır. Tabii ki sansürün yanı sıra, internetin ekonomik potansiyeli de, bu devletler tarafından başarılı bir şekilde ülke içine yönlendirilmiştir.

Oysa AKP’nin raporu, Türkiye’de üretilen verinin ekonomik değerini yine ülke içinde değerlendirecek bir vizyondan tamamen yoksundur. Batının sadece tekniğini alma klişesinde olduğu gibi, iktidar Çin ve Rusya örneklerinde sadece sansürü görmekte ve onu aşırmaya çalışmaktadır. Siber vatan söylemi de, gelecek olan sansürü milliyetçi bir retorikle süslemekten başka bir anlam taşımamaktadır. Yani raporun çerçevesi tamamen siyasidir.

Yukarıda belirttiğimiz gibi ekonomik değeri günden güne artan siber alan üzerindeki rekabet, bu alanı sürekli yeniden şekillendirecek bir potansiyele sahiptir. Bir avuç şirketin bu alanda saltanatını kurması, sadece AKP’yi ve Trump’ı rahatsız etmemektedir. Bunun yanı sıra, bu alanın siyasi ve ideolojik gücü de dünyanın dört bir yanında tartışılmaktadır. İnternet ve sansür denince akla hemen Çin, Rusya ve İran’ın gelmesi bütünü görememek demektir. 2009’da İran’daki ayaklanmaları “Twitter Devrimi” diyerek coşkuyla alkışlayan ABD’li demokratların, Wikileaks şokuyla beraber daha fazla düzenleme ve denetim istemesi de, Snowden olayı da hatırlardadır. Otoriter yönetimlere sansür ve gözetleme konusunda yardımcı olanların ABD’li şirketler olduğu da atlanmamalıdır. Dünyaya özgürlüğü, tek amacı para kazanmak olan, tekelci şirketler getiremez, zaten öyle bir iddiaları da yok. 

Ancak AKP’nin dijital politikaları bu vizyondan, tabii ki, yoksundur. İktidar, bu alandaki küresel tartışmalardan da, gündemden de tamamen bihaberdir. Onun tek amacı, iç siyasette muhaliflerin bütün nefes alma alanlarını yok etmek, kendisi dışında kimsenin sesinin çıkamadığı bir ortam yaratmaktır. Neyse ki tuttuğu bu yol, çokça sözünü ettiği Z kuşağını tamamen kaybetmenin en kesin yoludur. Umalım ki, yayımladıkları rapordan ve belirledikleri hedeflerden bir adım sapmasınlar!

Kaynak: Gazete Pencere