Masis Kürkçügil’in 2006’da Sosyalist Demokrasi için Yeniyol dergisinde yayınlanan ve altmışlı yılların başından 12 Mart’a kadar, kendisinin de fiilen içinde bulunduğu sosyalist hareketin gelişimini programatik zemin, siyasal saflaşmalar ve işçi hareketiyle ilintisi bağlamında ele aldığı bu kapsamlı değerlendirmeyi bölümler halinde İmdat Freni okurlarının ilgisine sunuyoruz. Bir önceki bölüme şuradan ulaşabilirsiniz.
27 Mayıs 1960 ve İşçiler
Toplumsal alanda yansıması olan herhangi bir düşünsel birikim veya eylemin olmadığı bir dönemin ardından altmışlı yıllarda sosyalist hareketin kendi mücadelesinin ürünü olmayan ancak kendisine de bir milat yaşatanın ne olduğu tartışmalıdır. Yaygın kanı 27 Mayıs ve 1961 Anayasası’nın nisbi özgürlük ortamıdır. Öznesi belirsiz bu tespit sonunda iyi sıhhatte olsunlar’ın işçi sınıfının önünü açtığına varabilir. Partiler düzeyinde on yıl boyunca CHP-DP neredeyse oyları paylaşmış ancak ekonomik ve toplumsal gelişme sınıfların mevzilenmesinde anlamlı değişikliklere yol açmış (altmışlı yılların hemen başlarında bu gelişmeler daha da hızlanacaktır), bunun sonucunda nesnel gerçeklikte bir önceki dönemle kıyas kabul etmez bir değişim yaşanmıştır. Bu yeni malzemeyle birlikte geleneksel devletlu kesimlerden ve “gelişmekte olan” burjuvaziden açıkta kalan kesimlerin tarih sahnesine çıkışı gerçekleşmiştir. Buna uygun olarak aydın taifesinde de klasik TKP çizgisinden farklı batıdaki sosyal demokrat gelişmelerden de etkilenmiş yarı yolda bir entelijansiya oluşmuştur. Bu entelijansiya bir miktar üniversite hocası, gazeteci ve yazar çizerden; doğrudan doğruya sınıfın meselelerinden hareketle değil devlet planlama teşkilatı uzmanları formasyonuna sahip, ülkenin meselelerine vakıf kişilerden oluşmaktadır.
İşçi sınıfı ise bu saflaşmada ağırlıklı olarak DP’nin arkasındadır. Menderes’in 1 Mayıs 1960’da işçilerin bayramını kutlaması tarihsel bir ironi olarak hatırlanabilir.
Altmışlı yılların daha başlarında Saraçhane yürüyüşü ve Kavel greviyle sınıfın paldır küldür sahneye girişine tanık olunur. Sendikacılar bir büyüme döneminde, kendilerini mesleki kaygıların ötesinde bir toplumsal konum içinde bulmuşlardır.
Toplumun tarihiyle bir sol tarih anlatılacaksa, altmışlı yıllardaki siyasallaşmayı yalnızca kimilerinin öne çıkardığı üzere 27 Mayıs’ın nisbi özgürlük ortamında değil daha derinden birtakım gelişmelerin söz konusu olduğu dönüşümde, işçi hareketinin oluşumunda aramak gerekecek. Ancak “önce kelam vardı” idealist yaklaşımı egemen olduğu için sosyalist hareketin oluşumu emekçilerin gündelik hayatındaki değişimlerde değil yukarıdan ve oldukça tartışmalı “hayır”larda aramak gelenek haline gelmiştir. Sınıfın kendi iç dinamiklerini irdelemek yerine en küçük sektlerin kendi aralarındaki tartışmalar bile kimi zaman daha önemsenir olmuştur. Örneğin TİP’in oluşumunda sendikacıların ellerinde kalan partiyi birilerine teslim etmeye karar verdiklerinde birtakım kişilerden sonra Aybar’a gelmeleri çokça önemsenir. Ama genel olarak işçi hareketinin yükselişini ve sendikal hareketin önceki dönemlere oranla itibar kazanmasını, sosyalist solun emekçiler nezdinde göreli olarak da olsa ciddiye alınmasını TİP’in kurulmasına bağlamak biraz da tarihi tersten okumayı getirir. Burada dönüşümü yaratan unsur zaten var olan aydınlar ve sendikalar veya onların buluşması değil işçi hareketinin bir yenilenme çağında oluşudur.
Sosyalist solun ilginç bir paradoksu, karşı-devrimci diye nitelediği DP ve AP döneminde yeni bir emekçi kesiminin ortaya çıkmış olmasıdır. Bu yeni kesim tarih sahnesine kenardan da olsa girerken kendisine bu imkânı veren koşulları “ilerici” CHP’nin değil DP-AP geleneğinin sağladığı kanısındadır. İkinci bir 27 Mayıs sevdasında olanların neden işçi sınıfı için pek fazla bir şey ifade etmediğini anlamak için, bu kesime göre bunun ileri bir adım değil geriye dönüş olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.
Yarım kalmış bir 27 Mayıs’ı tamamlama, askerlerle birlikte siyaset yapma eğilimi aslında tarihin yanlış okunmasından da kaynaklanmaktadır. 27 Mayıs’ın herhangi bir ulusalcı, anti-emperyalist yanı olmayıp kapitalist sistem içinde patlayan lastiğin değiştirilmesinden ibaret olduğu atlanıp, ona olmadık değerler vehmedilince –üstelik bunlar solda envaı çeşit oportünist ve revizyonist avının sınıf mücadelesinin başlıca uğraşı olarak görülürken– yeniden milli mücadele gibisine yeniden darbeye yönelinmiştir. Bu tür bellekte Yakup Cemiller, Enverler ve yakın zamandaki Aydemirler referans noktası olurken nesnel gerçeklikteki değişimler –hem de ülkenin tarihinde sınıflaşmanın en çok hızlandığı bir dönemde– es geçilmiş ve hatta büyük bir başarı ile görmezden gelinmiştir.