1973 Kasım’ında Kaliforniya’da hayatı son bulan Alan Watts ile Amerikan düşüncesinin en tuhaf simalarından biri yitip gider. Üniversitelerde bulabildiğimiz düşünceden bahsetmiyorum; kaldı ki Doğu felsefesine muazzam bir şekilde hâkim olduğundan çeşitli üniversitelerde ders vermiştir. Benim sözünü ettiğim sokaklarda, San Francisco’nun entelektüel kenar mahallelerinde, Bowery’nin berduşları, Greenwich-Village’ın bitnikleri ve hippileriyle, kendilerini buralara ait hissetmeyenlerle birlikte yaşayan bir filozof.
The Joyous Cosmology’nin yazarı 1915’te İngiltere’de doğar ve 1938’de ABD’ye gelir gelmez ilahiyat doktoru titrini alır. Savaştan önce Doğu dinleri tarihi hakkındaki çalışmalarıyla birlikte uluslararası bir üne kavuşmuştur. ABD’yi darmaduman edecek, gençliği sistemin “mutsuz bilinci” haline getirecek ahlaki krizle birlikte Watts’ın öğretisini yüzbinlerce kişi takip edecekti. Bir kez rock’n roll fırtınası dindikten sonra, ki kimileri bunu haklı olarak Amerikan yeni solunun doğum belgesi olarak görür, Bob Dylan’ın hüzünlü ve melankolik baladları gibi Alan Ginsberg’in haykırarak ve soluk soluğa okunan şiirleri hissiyatın gelişiminde yeni bir aşamaya damgasını vuracaktı. Jack Kerouac’ın romanları, sırtlarında gitarları, ceplerinde şiirleri ve şarkılarıyla, paranın değil ama “kendi Amerika’larının fethine” çıkanların destanını harikulade biçimde aktarır. Onlara göre de Batılı insanın kalbinde, hayatında çürümüş bir şeyler vardı ve yeni bir hayatı fethedebilmek için “Amerikan rüyasından” koşar adım uzaklaşmak lazımdı. Tüm bir kuşağı dünyanın yollarına döken, Doğu’ya yönelten bu sürgünü veya haccı gerekçelendirmeye katkıda bulunarak Watts çoğu kez bunları doğrudan esinlemiştir. Bunca gencin onda bir peygamber veya mesih görmüş olması boşuna değil.
Doğu’nun Bilgeliği
Watts’ın dehası, Doğu’nun verdiği ilhamı ve binyıllık bilgeliğini modern dile tercüme etmeyi başarmasında ve buradan yola çıkarak Amerika’nın gündelik hayatının bir eleştirisini şekillendirmiş olmasında yatıyor. Tüm eserleri aynı temayı ele alıp derinleştirir: Batılılar, teknik medeniyetleriyle birlikte hayatın anlamını yitirdiler. Hassasiyetlerini öldürdüler ve kendilerini çevreleyen dünyaya, bir insana, ağaca, güneşin batışına, bunları sanki ilk kez görüyorlamışcasına bakmasını bilmiyorlar artık. Dolayısıyla Watts doğaya dönüşü, evrenle barışmayı, tüm biçimleri altında kaçışı ve yeni bir yaşam sanatının oluşturulmasını salık veriyordu. Altmış yaşındaki bu peygamber, sadece diğerlerine, yaşamlarına, değerlerine ironik bir bakışla bakan ve sorduğu sorulara verilen cevapları anlamayan bir çocuktu esasında.
Bu mistik peygamber, aynı zamanda görüşlerini desteklemek için Vergilius kadar Tao Te Ching’ten de alıntılar yapan bir şairdi. Tüm dünyada tercüme edilmiş eserleri, ölümünden sonra da uzun zaman boyunca büyüsünümuhafaza edecek, hâlâ hayal kurmayı bilenler üzerinde bu çekim gücünü saklayacaktır.
Le Monde, 1973 sonu
Orjinali bu kaynakta
Çeviri: U. Aydın