İmdat Freni

Suriye: Alevi Katliamları, Mezhepçilik ve Geçiş Adaleti – Joseph Daher

Aralık 2024’te Esad rejiminin devrilmesinin ardından oluşan coşku, Mart 2025’in başlarında yeni kurulan Suriye ordusuna bağlı silahlı gruplar tarafından kıyı bölgelerindeki Alevi sivillere yönelik büyük çaplı katliamların ardından büyük ölçüde dağıldı.

Bu trajik olayların ardından iktidardaki yeni yönetime bağlı silahlı gruplar, Alevi sivillere yönelik yeni suikastlar ve başka saldırılar gerçekleştirdi. Uluslararası Af Örgütü’nün kıyı şeridinde son dönemde yaşanan ölümcül olaylara ilişkin raporunun yayımlanmasının ardından örgütün genel sekreteri şunları söyledi: “Sivilleri kasten öldürmek veya yaralı, teslim olmuş veya esir düşen savaşçıları kasten öldürmek bir savaş suçudur.”

Başlangıçtaki şiddet olayları, eski Esad rejimine bağlı silahlı kişilerin, iktidardaki yeni yönetimin güvenlik güçlerine ve sivillere yönelik saldırıları koordine etmesiyle başlamış olsa da, Suriye ordusunun farklı kesimleri tarafından yürütülen baskı kampanyası daha sonra kitlesel olarak sivillere ve Alevi ailelere yönelik suikast kampanyalarına dönüşmüş ve yüzlerce sivilin ölümüyle sonuçlanmıştır .

Ayrıca bu katliamlar nedeniyle yaklaşık 13 bin Suriyeli Lübnan’ın kuzeyine, on binlercesi de ülkenin iç kesimlerine kaçtı.

“Esad rejiminin kalıntılarıyla mücadele” bahanesiyle gerçekleştirilen bu katliamlar, esas olarak mezhepsel nefret ve “intikam” duygusundan kaynaklanmış, Alevi toplumunun tamamı yanlış bir şekilde eski rejimle özdeşleştirilmiştir. Oysa Alevilerin büyük çoğunluğu eski rejime bağlı silahlı unsurların güvenlik güçlerine yönelik gerçekleştirdiği silahlı saldırıları desteklememiştir. Ayrıca katledilen sivillerin birçoğu Esad rejimine karşı gelmiş ve rejimin Aralık 2011’de devrilmesini kutlamıştı.

Bu trajik olayların ardından sosyal medya mezhepçi ve nefret söylemleriyle dolup taşarken, Suriye İnsan Hakları Merkezi Direktörü Fadel Abdulghany’nin de aralarında bulunduğu önde gelen insan hakları aktivistleri katliamları haberleştirdikleri ve belgeledikleri için tehdit ve hakaretlere maruz kaldı.

Sahil kesimindeki Alevi nüfusa yönelik katliamların sorumluluğu yeni Suriye yönetimine aittir. Sadece şiddetin ve mezhepsel nefretin yükselişini engelleyememekle kalmadılar, aynı zamanda hem doğrudan doğruya hem de bu katliamlara yol açan siyasal koşulları yaratarak buna aktif olarak katkıda bulundular.

Nitekim Alevi bireylere ve topluluklarına yönelik insan hakları ihlalleri, kaçırma ve öldürmeler de dahil olmak üzere son aylarda artış göstermiş ve bunlardan bazıları, örneğin Aralık 2024’teki Fahil katliamı ve Şubat 2025’teki Arzah katliamı , kıyıdaki katliamların provaları gibi görünmektedir.

İktidardaki yetkililer her defasında bu eylemleri münferit olaylarmış gibi sunmuş, faillerine karşı ciddi tedbirler almamışlardır.

Ayrıca, Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) ve Suriye yetkilileri, Alevi toplumunu, eski rejimin Suriye halkına karşı kullandığı bir araç olarak sürekli olarak resmetmektedir.

Nitekim Suriye Dışişleri Bakanı Esad el-Şibani, Belçika’nın başkenti Brüksel’de düzenlenen 9. Suriye Bağışçıları Konferansı’nda yaptığı konuşmada, “54 yıllık azınlık yönetimi, 15 milyon Suriyelinin yerinden edilmesiyle sonuçlandı…” diyerek dolaylı olarak, Esad ailesinin kontrolündeki bir diktatörlüğün değil, ülkenin onlarca yıldır Alevi toplumunun bir bütün olarak yönettiğini ima etmiştir.

Alevi isimlerin eski rejimde, özellikle askeri ve güvenlik teşkilatında önemli mevkilerde yer aldığı yadsınamazken, devletin ve onun temel kurumlarının niteliğini “Alevi kimliği”ne indirgemek veya rejimi dini azınlıkları kayıran, Sünni Arap çoğunluğa karşı sistematik ayrımcılık yapan bir rejim olarak göstermek hem bir hatadır hem de gerçeklikten uzak bir analizdir.

Mezhepçiliğin araçsallaştırılması eski rejimin nihai hedefi değildi, daha ziyade iktidarını sürdürmenin bir aracıydı.

Bu gerginliklerin ve mezhepsel nefretin, bölge halkları arasında kökleşmiş kadim dinsel ayrılıklardan veya kökleşmiş herhangi bir şeyden kaynaklanmadığının açıkça belirtilmesi gerekir. Mezhepçilik ve mezhepsel gerginlikler modernitenin bir ürünüdür ve siyasal kökenlere sahiptir. Bu durumda mezhepsel dinamikler, eski Esad rejiminin Suriye halkını bölmek için bir araç olarak kullandığı mezhepsel politika ve uygulamalarının yanı sıra, HTŞ ve diğer silahlı muhalif gruplar da dahil olmak üzere yeni iktidar otoritelerinin eylemlerinden kaynaklanmaktadır. Bu gruplar mezhepçiliği aktif bir biçimde araçsallaştırdılar ve bunu politikaları, eylemleri ve söylemleriyle yapmaya devam ediyorlar.

Her Suriyeli için adalet sağlanmazsa kaos daha da derinleşecek

Mezhepçilik temelde iktidarı pekiştirmenin ve toplumu bölmenin bir aracıdır. Ülkenin sorunlarının kaynağı ve güvenliği tehdit eden bir grup olarak, inancı veya etnik kökeni itibarıyla belirli bir kesimi göstererek, işçi sınıfını sosyo-ekonomik ve siyasal sorunlardan uzaklaştırmaya, böylece bu kesime yönelik baskıcı ve ayrımcı politikaları meşrulaştırmaya çalışmaktadır.

Üstelik mezhepçilik, güçlü bir toplumsal kontrol mekanizması olarak işlev görür ve işçi sınıfının, içinde yaşadığı toplumun yönetici elitlerine olan bağımlılığını pekiştirerek sınıf mücadelesinin gidişatını şekillendirir. Sonuç olarak, işçi sınıfı bağımsız siyasal eylem kapasitesinden yoksun bırakılmakta ve toplumsal kimlikleriyle tanımlanmakta, siyasal olarak bu kimlik temelinde hareket etmektedirler.

Bu bağlamda yeni iktidar, eski Esad rejiminin izlerini takip ediyor, mezhepçi politika ve uygulamaları bir yönetim ve toplumsal ayrıştırma aracı olarak kullanmaya devam ediyor.

Mezhepsel dinamiklerin ötesinde, son olaylar aynı zamanda iktidardaki yeni otoritelerin, tüm bireylerin ve grupların savaş suçlarından sorumlu tutulmasını sağlamayı amaçlayan kapsamlı ve uzun vadeli bir geçiş adaleti çerçevesi oluşturma konusundaki başarısızlığının ve reddinin sonucudur.

Sürdürülebilir ve barışçıl bir geleceğin önünü açmak için Esad rejiminin sistematik vahşet mirasının ele alınması önemlidir. Bu yaklaşım, intikam eylemlerinin sınırlandırılması ve toplumlar arası artan gerginliğin azaltılması konusunda belirleyici bir katkı sağlayabilirdi.

Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şara, Suriye sahilindeki olayları araştırmak üzere bir soruşturma komisyonu kurdu ve iç barış için yüksek komisyon oluşturdu. Ancak, bulguların açıklanması hala bekleniyor ve resmi son tarih 9 Nisan olarak belirlendi. Bu arada, bu bölgelerdeki Alevi sivillere yönelik insan hakları ihlalleri devam ediyor.

Uluslararası Af Örgütü’nün kıyı bölgelerindeki son olaylara ilişkin raporuna ve hükümetin rolüne yönelik daha geniş eleştirilere yanıt olarak Suriye İçişleri Bakanlığı’ndan bir kaynak, The New Arab’ın kardeş yayını olan El Arabi el Cedid’e , “Sahadaki verileri ve gerçekleri göz ardı etmek ve soruşturma komisyonunun çalışmalarını karalamak, nesnelliğin en temel standartlarına aykırı bir titizlik eksikliğidir.” Dedi. Bu, geçmişi bilinen, Suriye’ye hem millete hem de halkına düşman ülkelerle ittifakı aşikar olan aktörlerin yürüttüğü bir siyasi proje lehine bir tarafgirliği ifade etmektedir.”

Bununla birlikte Ahmed al- Şara ve iktidardaki müttefikleri, kapsamlı bir geçiş adaleti mekanizması kurmakla ilgilenmiyorlar; çünkü bunun kendilerini de sivillere ve çeşitli yerel nüfusa karşı işledikleri suçlar ve suistimaller nedeniyle hesap vermeye maruz bırakacağından korkuyorlar.

Ayrıca, geçiş adaleti, eski rejimle bağlantılı iş adamlarına yasadışı olarak verilen devlet varlıklarının geri alınmasını ve kamu ve devlet fonlarının özelleştirilmesi veya devlet arazilerinin işçi sınıfı ve genel çıkarlar aleyhine devredilmesi gibi ciddi mali suçlardan sorumlu olanların hesap vermesini amaçlayan eylemleri içeriyorsa, toplumsal bir boyut da taşıyabilir.

Yeni iktidarın, eski Cumhurbaşkanlığı Sarayı ile bağlantılı iş dünyası figürleriyle anlaşmalar ve düzenlemeler yapmayı hedefleyen ekonomik yönelimi, neoliberal politikaları derinleştirme ve kamu varlıklarını özelleştirme arzusu, kapsamlı bir geçiş adaleti sürecinin ilkeleriyle bir kez daha çelişmektedir.

Son yaşananlar, gelecekte açılacak cezai kovuşturmalara delil toplamak ve mağdurların hafızasını ve geçmişini korumak amacıyla Suriye’deki insan hakları ihlallerini belgelemeye devam etmenin önemini vurgulamaktadır.

Yalnızca, tüm mezhepsel ve etnik kökenlerden emekçi sınıfların geniş katılımıyla demokratik ve kapsayıcı bir süreç, mezhepsel şiddet döngüsünü kırabilir ve insan hakları ihlallerinin faillerinin hesap vermesini sağlayabilir.

Bunun için Suriyeli aktivistlerin, demokratik ve ilerici grupların iktidardaki yeni yönetime karşı dengeleyici bir güç oluşturması, özellikle adalet ve cezasızlıkla mücadele konularında taviz vermeleri için baskı yapması gerekiyor. Eski bir söz vardır: Adalet olmadan barış olmaz.

Joseph Daher

Kaynak: The New Arab , 3 Nisan 2025:
https://www.newarab.com/opinion/no-hope-justice-if-sectarianism-new-syrian-state-doctrin

Görsel: ALI HAJ SULEIMAN / GETTY IMAGES VIA AFP

Çeviri: İmdat Freni