İmdat Freni

1 Yeni Mesajınız Var: Pandemi Sürecinde Evden Çalışan Kadınların Deneyimleri – Yıldız Öztürk

Covid-19 pandemisiyle ilgili olarak yaklaşık 4,5 aydır sıkça duyduğumuz ve üzerinde uzlaşılan en yaygın kanı, virüsün hayatımızı değiştirdiği ve yeniden şekillendirdiği. Sürecin açık bir şekilde gösterdiği gibi, var olan toplumsal eşitsizlikler derinleşip kuvvetlenirken, hâlihazırda kırılgan olan gruplar, pandemiye özgü yeni eşitsizlik türlerini de ilk deneyimleyenler oldu. Mülteciler, siyahlar, etnik olarak dışlananlar, kadınlar, lgbti+’lar, çocuklar, işsizler ve işçiler yekpare kategoriler olmamakla birlikte içinde yaşadığımız sistemin en güvencesizleri. Pandemi sürecinde sağlık sisteminin küresel çapta iflasının etkileriyle birleşen ırkçı, cinsiyetçi söylemler ve uygulamalar merkez-dışında konumlandırılan gruplar için, önceki dönemlerden daha fazla ölümle burun buruna kalınan bir ortam yarattı. Sağlık hizmetlerine, temiz suya ve gıdaya erişimi sınırlı olan dolayısıyla bağışıklık sistemi güçlü olmayanlar, mülteci kamplarında insanlık dışı koşullarda kalmak zorunda olanlar, işsizler ve sokakta yaşayanlar kapitalizmin ilk elde gözden çıkardığı toplumsal kesimler oldu. Kadınlara ve lgbti+’lara yönelik (ev içi) şiddet vakalarının artması, kazanılmış hukuksal hakların aşındırılması ve iptali gibi uygulamalar da kapitalist yapılanmanın pandemiyle birlikte iyice açığa çıkan sınıfsal, ırkçı ve cinsiyetçi boyutlarını gözler önüne serdi. Bununla birlikte, çalışanlar ya işten çıkarıldı ya da zorla çalıştırıldı. Evden çalışma sistemi ise pek çok hak ihlaline neden oldu. Kısacası pandemi süreci, “aşağıdakiler”in sosyo-ekonomik, fiziksel ve duygusal açılardan ağır bedeller ödediği bir hayatta kalma mücadelesine dönüştü.

Pandeminin hayatlarımıza çok boyutlu etkileri, doğal olarak, “pandemi ve …” başlığında birbiriyle ilişkili sayısız tartışmaya yol açtı. Bu yazıda, ayrımcılık pratiklerini en ağır şekilde yaşayanlar arasında yer alan ve Covid-19 pandemisiyle birlikte daha fazla güvencesizliğe mecbur bırakılan ev dışında çalışan kadınların, evden çalışma sistemine geçişle beraber ev içinde ve iş süreçlerinde gerçekleşen sosyo-ekonomik ve duygusal dönüşümleri paylaşılacaktır. Evden çalışanların, sokağa çıkmak ve ev dışında çalışmak zorunda olanlarla karşılaştırıldığında, özellikle virüsün bulaşma tehlikesine karşı, ayrıcalıklı bir konumda olduğu varsayılabilir. Bu durum sınıfsal hiyerarşiler açısından kısmen doğru olsa da kadınlar açısından ev içi yükün arttığı, mücadele edilerek, pazarlıklar sonucunda elde edilen kazanımların zarar gördüğü, toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümünün nerdeyse geleneksel formlara döndüğü bir sürece de işaret ediyor. Kandiyoti’nin ifade ettiği gibi (2020), ev içinde erkeklerin hissetmesine gerek kalmadan yapılan “ufak-tefek işleri” kotaran görünmez elin kadınlar olduğu pandemi sürecinde bir kez daha açık bir şekilde görüldü. Sosyal devlet ve piyasa tarafından karşılanamayan hizmetlerin neredeyse tamamı kadınlara devredildiğinden, ev içi ilişkilerde kazanılmış mevzileri koruma çabası ve yeniden üretim süreçlerinin doğal addedilen yapısıyla tekrar tekrar mücadele edilmesi söz konusu oldu. Buna ek olarak, çalışma hayatını evden sürdüren piyasanın taleplerini ev ortamında karşılamaya çalışan kadınlar, uyumadıkları her an (belki o zaman bile) kesişen zaman dilimlerinde ev ile iş alanlarının yönetilmesi, organize edilmesi ve yürütülmesini düşünmek zorunda kaldılar, bunlardan sorumlu tutuldular. Yazı vesilesiyle deneyimlerini paylaşan kadınlar, pandemi öncesinde de sıklıkla eve iş getiren veya zihinlerinin bir köşesinde işle alakalı açık dosyaların olduğu emekçiler. Ancak mekânsal sınırların kaybolduğu bu çalışma sürecinde, ev ve işin getirdiği maddi manevi yükler zaman mefhumunun nerdeyse tamamen yok edildiği özgül sömürü biçimlerini doğurdu. Patriarkal kapitalizm, artık her an hem işte hem de evde olan kadınlardan zamanla yarışmasını, herhangi bir aksaklığa mahal vermeyecek biçimde işlerin yürütülmesini talep ederken, kadınların duygusal ve bedensel yüklerini artıran “kusursuz kadın” modelini yeniden işlevsel hale getirdi.

Görüşme yapılan kadınların[1]aktarımlarına bakıldığında, iş süreçlerinde nispeten benzer denetim ve kontrol mekanizmalarının uygulandığı görülmekte. İş yerinin denetleme pratiklerine karşı geliştirilen başa çıkma yöntemleri veya sürece uyumlanmaları ise, kadınların içinde bulundukları duygu durumları, toplumsal konumlanışları, toplumsal ve ekonomik kayıpları, istihdam alanları ile pandemi öncesindeki çalışma koşullarına göre değişkenlik göstermekte. Evden çalışma sistemine geçişle birlikte kadınların evle ve yalnız yaşamayanların ev içindeki diğer bireylerle kurdukları ilişkiler de dönüşüme uğramış. Dönüşüme neden olan etmenler arasında evin fiziki yapısı, evli olma veya çocuk sahipliği, ev işlerinin bölüşümü öne çıkmakta. 

Güvencesizlik, felaket kapitalizmi ve piyasa fırsatçılığı

1970’lerden itibaren üretim ilişkilerindeki dönüşümler var olan güvencesizlik türlerine yenilerinin eklenmesini de beraberinde getirdi. Kısa sürede aileden bireye, sınırlı emek / zaman kullanımından esnek emek / zaman kullanımına, sanayiden bilişim sektörüne, istihdam biçiminden hayatın tüm alanlarına yayılan güvencesizlik tanımları ve türleri genişleyen literatürde yer aldı. En genel ifadeyle güvencesizlik, sürekli istihdamdan yoksun, belirsiz koşulların egemen olduğu, esnek ve örgütsüz çalışma pratiklerinin gündelik yaşamın kırılgan ilişkileri üzerine inşa edildiği bir süreç olarak tarif edilebilir.

Barbier’in (2002: 6) belirttiği üzere, güvencesizliğin toplumsal sorunların tanımlanmasında spesifik bir kavram olarak kullanımı ilk kez Fransa’da 1970’lerin sonunda gerçekleşti. Bu dönemdeki güvencesizlik tartışmalarında temel olarak aile ve yoksulluk üzerine odaklanılması söz konusudur. Örneğin Pitrou’nun (Pitrou, 1978’den aktaran Barbier, 2002: 10-1) 1978’de yaptığı çalışmada précarité, devletten sosyal yardım alamayan ailelerin yaşam koşulları ile çocukların geleceğinden duyulan kaygıları anlatmak için kullanılmıştır. 1980’lerden itibaren güvencesizlik literatüründe, istihdam koşulları, istihdamın heterojen yapısı ve toplu pazarlık meseleleri de daha açık bir şekilde tartışmaya açılmıştır. Bu sürecin temel nedeni, Hewison’ın (2016: 430) da değindiği gibi, Amerika Birleşik Devletleri’nde Ronald Reagan (1981-89), Britanya’da Margaret Thatcher (1979-90) yönetimleri tarafından desteklenen neoliberal ekonomi politikaları ve bu uygulamaların güvencesiz çalışma rejiminin kalıcılaşmasına yol açan yasal düzenlemelerle hayata geçirilmesidir. 1990’lı yıllardan itibaren ise güvencesizlik tartışmalarına çalışma yaşamındaki standart dışı uygulamalar ve sosyal güvenceden yoksunluk meseleleri de dâhil edilmiş ayrıca sosyal dışlanma pratikleriyle güvencesizliğin yakın ilişkisine vurgu yapılmıştır. Kalleberg (2009), güvencesiz çalışma biçimlerinin 1970’lerden günümüze doğru geldikçe her sektörde artma eğilimi gösterdiğini belirtir. Lorey (2012: 165), neoliberal güvencesizliğin normalleştirilmesinin sanayi kapitalizminde uzun bir geçmişi olduğuna dikkat çeker; esnek ve kısmi zamanlı çalışma rejimi kadınlar, göçmenler, etnik olarak dışlanan gruplar tarafından zaten yüzyıllardır deneyimlenmekte olduğunu ifade eder. Günümüzdeki güvencesizlik pratiklerine değinen Gielen (2016) ise, Hardt ve Negri’ye referansla maddi iş gücünün tamamen yok olmadığını vurgular; bununla birlikte “fordist üretim biçiminden post-fordist üretim biçimine geçiş[in], maddi işgücünden zihinsel işgücüne geçiş[e]” de işaret ettiğini belirtir. Bu çerçevedeki emek piyasasını deneyimleyenler Virno’ya göre (Lavaert, Gielen, 2014: 188), “post-fordizmin tipik emekçileri[dir].” Sennett (2017: 63), esnek zamanlı çalışmayı “(…) rutine boyun eğen işçinin sahip olduğundan daha fazla özgürlük vaat etse de, aslında (…) sadece yeni bir kontrol ağı ördüğünü” ifade eder. 

Hâlihazırda tüm iş kollarına açık ya da örtük formlarda sızmış, işin niteliğine göre farklılık gösteren güvencesiz çalışma pratikleri, pandemiyle birlikte norm haline gelerek pervasız sömürünün önünü sınırsızca açtı. Bunların başında doğrudan işten çıkarma, güvenlik önlemi alınmayan ortamlarda zorla çalıştırma, zorunlu ücretsiz izin kullandırma, kısa çalışma ödeneği, ücrette düşüş, mobbing gibi uygulamalar yer aldı. 

Esnek çalışma, hak kayıpları, mobbing ile evde olmanın “rahatlığı” arasında sıkışan kadınlar

Pandeminin emek süreçlerinde yarattığı dönüşümler arasında en dikkat çeken uygulamalardan biri de esnek çalışma. Esnek çalışma modellerinin “mesai saati” anlayışını ortadan kaldırması sonucunda, evden çalışan kadınlardan adeta 7 / 24 hizmet beklentisi doğmuş durumda. Kadınların, hastalanma korkusuyla birleşen belirsizlik ve çaresizlik haline eşlik eden piyasanın beklentileri ile yeniden üretim pratiklerinin sürdürülmesi arasında kaldığı söylenebilir. Örneğin, özel bir lisede çalışan 1. görüşmeci, ders verdiği saatler dışında, hatta iş saatleri dışında gelen Whatsapp yazışmalarına, telefonlara ve e-maillere cevap vermek zorunda kaldığını, yemeğini bölüp masadan kalktığını, yöneticilerin gece 12’de dahi işle ilgili Whatsapp grubuna yazdığını belirtti. Eşi bir süre evden çalışsa da zaman zaman iş yerine gitmiş. Bu süreçte 5 yaşında olan çocuğuyla istediği gibi ilgilenemediğini belirtti, iki ders arasında önceden tasarladığı öğün planına uygun yemek yapmaya çalıştığını anlattı. Ekonomik kayıplarından da bahseden görüşmeci, Mart ayındaki maaşının tam yattığını sonrasındaki ayda ise maaşının 1/4’nin yattığını belirtti. Tüm bunlara rağmen evde kendisine vakit ayırabildiğini, çocuğuna karşı daha tahammüllü olduğunu, vakit buldukça arkadaşlarıyla görüntülü görüşmeler yaptığını, film izlediğini, kitap okuduğunu, meditasyon yaptığını ve bunların kendisine iyi geldiğini söylüyor: “Evde herkese daha fazla alan ayırıyoruz, birbirimizi tolere edebiliyoruz. Normalde çocuğuma bu kadar tahammüllü davranabilir miydim emin değilim. Çünkü okulda öğrencilerle ilgilenmekten evde halim kalmıyordu (…) bize iyi geldi.”

Vakıf üniversitesi çalışanı 2. görüşmeci çalışma günü ve saatinin oldukça esnekleştiğini, her an iş yerinde gibi yaşadığını, ders vermediği zamanlarda fakülte ya da bölüm toplantılarına katılmak zorunda olduğunu, üniversite yönetiminin talimatıyla çevrim içi etkinlikler organize ettiğini ve günün her saati Whatsapp gruplarındaki yazışmaları takip etmekle yükümlü olduğunu ifade etti: “Akşam saat 11. Sabaha karşı saat 3. Sabah saat 7. Hafta içi, hafta sonu. Önemli değil. Önemli olan her an ulaşılabilir olmak ve sizden istenen işleri ivedilikle yapıp e-mail veya Whatsapp aracılığıyla iletmek. Çekilir dert değil, çok yorgun ve sinirliyim. İstifa etmeyi düşündüm ama iş bulamamaktan korkuyorum.” Ayrıca ders anlatırken sistemde bir kopukluk yaşanırsa, aynı dersi bir daha anlatıp, sorunsuz bir şekilde kayıt etmesi gerektiğini söyleyen görüşmeci, bunun için herhangi bir ek ücret de almadığını ifade etti. Oysa derse girmediği zaman iş yeri ücretinde kesinti yapıyormuş. Görüldüğü üzere, çalışandan kaynaklanmayan olumsuz durumlarda (ki böyle süreçler de yaşanabilir) bile işin telafisi yine çalışanın omuzunda bir yük olarak kalıyor.

Bekâr bir anne olan 3. görüşmeci, bir devlet üniversitesinde araştırma görevlisi olarak çalışıyor. Doktora tezinin yazım aşamasında olan görüşmeci, tezini bu dönem yazamazsa işten atılacağını ve bu nedenle büyük bir stres yaşadığını söyledi.[2]Pandemi sürecinde ev temizliği için destek alamadığını, 4 yaşındaki çocuğuyla tek başına ilgilenmek zorunda olduğundan tezine odaklanamadığını, ağırlıkla çocuğuna bakmak ve onu eğlendirmek durumunda kaldığını anlattı. İşini kaybetme korkusuna eklenen pandemi stresi görüşmecinin kaygı düzeyini artırmış. Fakat pandemi ilan edildikten bir ay sonra virüs hakkında bilgi edindikçe endişesinin azaldığını, pandemi öncesinde iş yoğunluğu sebebiyle ilgilenemediği eviyle şu anda daha fazla ilgilendiğini söyledi. Çalışma hayatının yorgunluğu, evle kurulan ilişkileri de belirliyor. Neredeyse “otel” gibi kullanılan, bu yüzden belki de pek benimsenmeyen ya da üzerine düşünülmeyen ev, pandemi sürecinde farklı anlamlara bürünmüş görünüyor: “Önceden evi güzelleştirmeye fırsat olmuyordu. Üç yıldır bu evdeyim ilk defa biraz biraz bahçeye bakıyorum. Emek vermeye başladım. Şu an bahçeyle, evi güzelleştirmekle uğraşmak bana keyif veriyor.”

Turizm ve medya alanında faaliyet yürüten bir işletmenin Ar-Ge biriminde çalışan 4. görüşmecinin 3,5 yaşında bir çocuğu var. Evden çalıştığı süre zarfındaki ilk 3 hafta gün içinde çok yoğun çalıştığını, sonra işlerin rutine girdiğini dile getirdi. Eşi sağlık çalışanı ve halen iş yerine gidiyor bu nedenle evde bir yandan çocuğuna bakmak diğer yandan iş yerinden istenenleri yapmakla yükümlü. Zaman zaman çocuğuyla yeteri kadar ilgilenemediğini düşünüyor ve bunun vicdani yükünü de taşıyor. Fakat anlattığı günlük işlere bakıldığında her anının dolu olduğu görülüyor. Kendi ifadesiyle, “gece yatana kadar ev ve iş yerine ait işleri yetiştiriyor.” Ertesi günün yemek planlamasını yapıyor. Yine de anne olan kadınların evden çalışmasına sempati ile yaklaşıyor: “Çocuk evde olmasa, evde çalışmak bir anne için aslında iyi. Hem çocuğa hem kendine vakit kalır.” Fakat uzun vadede evden çalışmanın güvencesizliği de beraberinde getireceğinden endişe duyuyor: “Evden çalışmak çocuk olduğu için çok zor oluyor. Çocuk oyun oynamak istiyor. Bir süre sonra umudu kesip kendi kendine oynuyor ama vicdanım rahat etmiyor. Turizm durduğu için işimiz azaldı. Evden çalışmaya tümden geçilmesiyle birlikte, ücretlerin düşmesi ve esnek çalışmaya geçilmesi gibi riskler de var. Bu durum uzun sürerse sıkıntılar olacak.” 

Bir medya kuruluşunda çalışan 5. görüşmeci ise, zaten oldukça güvencesiz koşullarda çalıştığını belirtiyor. Asgari ücretle çalışan görüşmeci, bu süreçte ekonomik kaybının olmadığını buna rağmen, evden çalışmanın mesai saati mefhumunu ortadan kaldırdığını söyledi. Ailesiyle birlikte yaşayan görüşmeci, evdeki diğer bireylerin alanını işgal etmemeye gayret ettiğini, bu nedenle odasına kapanıp işlerini o mekândan yürüttüğünü anlattı. Bunun da pandeminin getirdiği mekânsal sıkışmışlık hissini katlayan bir durum olduğunu belirtti. Nerdeyse tüm sektörlere özgü olan, pandemiyle birlikte de iyice esnekleşen çalışma saatleri basın-yayın sektöründe çalışanları çok daha etkin ve yakıcı bir biçimde etkiliyor.

Malumun ilamı

Uzun zamandır ayrıcalık olarak sunulan esnek çalışma sisteminin özgürlük ve yaratıcılıkla ilişkilendirilmesi gerçekte emek gücü üzerinde kurulmaya çalışılan baskının güncel sömürü ve kontrol biçimleri arayışıyla ilişkili olduğu aşikâr. Bu bağlamda vizyoner düşünce, oyun oynar gibi çalışma, becerilerin sürekli ve hızlıca yenilenmesi mecburiyeti “(…) çok sayıda eğitimli insanı başarısızlığa mahkûm eden rekabetçi” bir piyasanın göstergesi olarak yorumlanabilir (Sennett, 2017: 136). Sennett’in değindiği gibi (2017: 135-6), başarısızlık hissi ile “yeterince iyi değilim” kaygısı günümüzde sadece yoksul ve daha az eğitimli kesimlerin değil, orta sınıfların da güvencesiz çalışma prensiplerine tabi olduğunun göstergesidir.

Kapitalist üretim ilişkilerinin mevcut kesitinde açık bir şekilde görünüyor ki, sınıfın tüm bileşenleri ekonomik, toplumsal ve kültürel konumlanmalarına göre, bir tür güvencesiz yaşama mahkûm edilmiş durumda. Somut güvencesizlik uygulamaları, çalışanların zihninde sistematik bir işini kaybetme korkusunun yer etmesine de yol açmakta. Pandemi süreciyle birlikte ise kurumların baskı, denetim ve kontrol mekanizmalarını genişlettiği, bu durumun çalışanlara ziyadesiyle hissettirildiği bir ortam oluştu. Böylesi bir ortamda evden çalışan kadınlar, ev içi yaşam pratiklerinde ve iş süreçlerinde yeni sömürü ve tahakküm biçimleriyle karşılaştılar. 

İmkânsız bir ihtimal olarak çalışanların her anını denetleme isteği, teknoloji sayesinde her saniye ulaşılabilir olan emekçi fantezisi, mesai saati uygulamasının ortadan kalktığı bu süreçte doğrudan ev içine ve çalışanların tüm hayatına nüfuz etmeye yönelik çeşitli hamleleri beraberinde getirdi. Görüşmelerde anlatıldığı üzere, 10 dakika geç cevap verilen e-mail, ilk aramada açılmayan telefon, kısa süre içinde görülmemiş Whatsapp mesajı çalışanların performansını sorgulatmaya yeterli veriler oldu. Mesai saati ve mesai günü mefhumunun ortadan kalktığı, pandemi öncesinde zihinsel olarak olmasa da fiziksel olarak uzaklaşılabilen çalışma mekânının pandemi sürecinde tam kapasite özel alana taşınması kadınlar ile erkekler arasındaki asitmetrik yeniden üretim pratiklerini derinleştirdi.

Patriarkal kapitalizm örneğinde olduğu gibi iktidar yapıları zaman zaman birbiriyle uyumlu zaman zaman da çelişkili pozisyonlar alabilir; ücretli emek ile ücretsiz emek arasında kadınlara biçilen roller değişebilir, bu rollerin kabulü veya reddi, alternatif üretme çabaları, büyük ölçüde kadın-erkek-piyasa üçgenindeki pazarlıklara, mücadelelere bağlıdır. Bu bağlamda görünen ve görünmeyen pazarlıklar kadınlar açısından olumlu ya da olumsuz dönüşüm potansiyellerine açıktır. Yukarıda vurgulandığı üzere, yeniden üretim faaliyetleri kadınların hayatlarını erkeklerle eşit bir şekilde sürdürememesinin en önemli nedenleri arasında yer almakta. Feminist politikanın, doğallaştırılmış cinsiyet ve cinsel yönelim pratiklerini tarihselleştirmesi ve toplumsal iktidar ilişkilerini sorunsallaştırması pek çok kazanımın elde edilmesini sağladı. Bununla birlikte deneyimler gösteriyor ki, elde edilen kazanımlar sonsuza dek sabit kalmıyor; hatta kazanımların yok edilmesi, geriye çekilmesi söz konusu oluyor ya da yeni eşitsizliklere karşı mücadele edilmesi gerekiyor. Örneğin, on yıllar önce tartışılan, ekonomik ve kültürel sermayesi nispeten yüksek kadınlaraçısından kısmen sönümlendiği varsayılan cinsiyetçi iş bölümü pandemi sürecinde yaşandığı gibi, “aniden” geleneksel formlara dönüşebiliyor. Görüşmelere katılan kadınların tümü, pandemi öncesinde ev işlerinin büyük bir bölümünü piyasadan satın alırken[3], şu anda bir yandan ücretli emek süreçlerine dahil olup diğer yandan datanımı, sınırı, zamanı olmayan ev işleri gibi muğlak bir alanı yönetmeye çalışıyorlar. Bunu yaparken çeşitli stratejiler geliştirdiklerini söyleyen kadınlar, ev içindeki erkeklerle eşit bir ilişki kurmayı talep ediyorlar. İş dağılımına bakıldığında ayrıntı, özen ve dikkat gerektiren işlerin (market alışverişinden sonra ürünlerin yıkanması ve havalandırılması, özellikle çocuklu evlerde öğünlerin sağlıklı bir şekilde planlanması gibi) daha çok kadınlar tarafından yapıldığı görünüyor. Erkeklerin mutfak performansı genellikle sevdikleri yiyecekleri (pizza, ekmek gibi) yapmakla sınırlı. Bununla birlikte erkekler genel ev temizliği yapsalar da kadınların erkekleri “yönlendirmesi” gerekiyor. Aktarılanlara göre, eline süpürge alıp evi temizleme düşüncesiyle hareket eden bir erkek mevcut değil. Fakat kadınların bu konudaki talepleri karşılık buluyor. Sınıfsal ayrıcalıklara sahip oldukları düşünülen kadınlar, ki bu kısmen doğru olsa da,bütün bu “hengâme” içinde güvencesiz çalışma süreçlerini deneyimliyorlar.

Ücretli çalışma ile yeniden üretim faaliyetlerinin iç içe geçmesi kadınlar açısından oldukça zorlayıcı olsa da, görüşmecilerin yoğun iş tempolarına dair üst üste binmiş bıkkınlık ve yorgunlukları mevcut. Örneğin evden iş yerine gitmek için toplu taşımayla 30 dakika ile 1,5 saat süren yol katediyorlar. Ayrıca iş yerindeki mobbing, denetim ve kontrol mekanizmaları da kadınları her açıdan zorluyor. “Ayrıcalıklı” konum, yoğun iş temposuyla beraber uzun çalışma saatlerinin olduğu (hatta mesai kavramının yok olması), iş tanımındaki esneklik ve belirsizlikler ile düşük ücretle istihdam ve benzeri koşullarda çalışmayı gerektiriyor. İş süreçleri o kadar yıpratıcı ki görüşmeye katılan kadınlar ehvenişere razı oluyorlar. Örneğin, pandemi sürecinde evden çalışmanın dezavantajları olsa da evde olmak rahat kıyafetlerle (mesai saatinde görüntülü çalışma sistemi içinde olanlar dahi evde bir süre pijama altıyla vakit geçirmiş) oturabilmek, toplu taşımayla uzun süre yolculuk yapmamak demek. Yani, insani yaşama koşulları içinde oldukça temel taleplerden bahsediliyor. Belli ki orta sınıf rüyası gün geçtikçe kâbusa dönüşüyor. Piyasa ve patriarka kıskacında kadınların ve bu iktidar yapıları tarafından sömürülen tüm kesimlerin küresel çaptaki feminist mücadeleleri bu kâbustan kurtuluşun pratik ve politik zeminine işaret ediyor.

Kaynakça

Barbier, J. C. 2002. A Survey of the Use of the Term Précarité in French Economics and Sociology. Working Document No. 19, November.

Gielen, P. 2016. Sanatsal Çokluğun Mırıltısı: Küresel Sanat, Siyaset ve Post-Fordizm. çev. Albina Ulutaşlı. İstanbul: Norgunk Yayıncılık.

Hewison, K. 2016. “Precarious Work”. The SAGE Handbook of the Sociology of Work and Employment. Editors: Edgell, S., Gottfried, H., Granter, E. London: SAGE.

Kalleberg,  A. L. 2009. “Precarious Work, Insecure Workers: Employment Relations in Transition”, American Sociological Review,  74 (1),  1–22. 

Kandiyoti, D. 2020. Salgın, Modern Kadının Yaşadığı İllüzyonu Yıktı Geçti. https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2020/04/30/deniz-kandiyoti-salgin-modern-kadinin-yasadigi-illuzyonu-yikti-gecti/ (Son erişim tarihi: 27 Temmuz 2020).

Lavaert, S., Gielen, P. 2014. “Sanatın Ölçüsüzlüğü: Paolo Virno ile Söyleşi”. çev. Özge Çelik. Sanat Emeği: Kültür İşçileri ve Prekarite. Ed. Artun, A. İstanbul: İletişim Yayınları.

Lorey, I. 2012. “Precarity Talk: A Virtual Roundtable with Lauren Berlant, Judith Butler, Bojana Cvejic, Isabell Lorey, Jasbir Puar, and Ana Vujanovic”, TDR: The Drama Review, 56 (4), 163-77.

Sennett, R. 2017. Karakter Aşınması (11. Basım). çev. Barış Yıldırım. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.


[1]Bu görüşmelerin bir bölümü, daha geniş kapsamlı bir çalışma vesileyle Dilek Üstünalan ve Belce Metin ile birlikte 25 Nisan 2020-18 Mayıs 2020 tarihleri arasında video-konferans sistemiyle gerçekleştirdiğimiz araştırma sürecine aittir. Bunun dışındaki görüşmeleri ise aynı yöntemle 19-20 Temmuz 2020 tarihleri arasında gerçekleştirdim. Görüşmeye katılan kadınlardan 2’si İzmir’de 4’ü İstanbul’da yaşıyor. Yaşları 30-43 arasında olan kadınların 3 tanesinin birer çocuğu var. Eğitimleri yüksek lisans ya da doktora düzeyinde. Kişisel gelirleri ise, 4000-10000 TL arasında değişiklik göstermekte. Çalışma saatleri pandemi öncesinde resmi olarak 8-10 saat arasında değişmekte. Fakat eve iş getirme oldukça yaygın bir durum. Pandemi sonrasında çalışma saatini kestirmek çok güç. Çünkü ev işleri ile iç içe geçen bir süreç yaşanıyor. 10 dakika çamaşır asıp, 15 dakika dilekçe değerlendirmesi yapıp, 2 saat ders anlatıp, 1 saat yemek yapılan bir ortam söz konusu. İşler parçalı ve bu parçalı zamanlara planlı ya da plansız her an her iş dahil olabiliyor. 

[2]Biz bu görüşmeyi yaptığımızda halen işi olan görüşmeci, Haziran ayındaki tez izleme toplantısında jüri tarafından yeterli görülmediği için işini kaybetti.

[3]Bu işler kadınların organizasyonu ile yine çoğu kadın ve göçmen işçilere devrediliyor.