İmdat Freni

Washington, Afgan Kadınlar İçin Timsah Gözyaşı Döküyor – Gilbert Achcar

Savaş şahinleri, ABD’nin Afganistan’ı işgalini desteklemek için sürekli olarak kadınların özgürleşmesinden örnekler veriyorlar. Bu açık bir ikiyüzlülüktür: Soğuk Savaş sırasında ABD, Afgan kadınlarının mücadelesini geliştirmeye adanmış bir partiye karşı ataerkil köktendincileri destekledi.

ABD siyasi sınıfının tamamı, yenilenen Taliban yönetimi altındaki Afgan kadınların kaderi için sahte gözyaşları döküyor. Bu gözyaşları, ABD liderliğindeki Afganistan işgalinin birincil motivasyonunu, 11 Eylül saldırılarına yanıt olarak El Kaide’yi yok etme hedefiyle birlikte Afgan kadınlarını Taliban boyunduruğundan kurtarma arzusu olarak tanımlayan yirmi yıllık bir söylemle örtüşüyor.

Bu bahane gerçekten tamamıyla ikiyüzlü. ABD’nin Afgan kadınlarının mücadelesini geliştirmeye kararlı bir partiye karşı ataerkil köktendincileri desteklediği Soğuk Savaş dönemi göz önünde bulundurulduğunda bu söylemin samimiyetsizliği açıkça ortadadır.

Afgan kadınları adına hareket etme iddiası, daha inandırıcı olmasa da, on yıllık Sovyet işgalini haklı çıkarmak için de kullanılabilirdi. Sonuçta, Afgan kadınlarını geleneksel ataerkil prangalardan kurtarmak için Sovyet destekli Afganistan Demokratik Halk Partisi’nin (PDPA) hükümeti altında hayati önlemler alındı. NATO’nun danışmanlarından biri niteliğindeki Uluslararası Kriz Grubu’nun (ICG) 2003 tarihli bir raporu, PDPA rejimi tarafından uygulanan bu önlemleri ve PPDA rejiminin yıkılışının ardından kadınların durumundaki ciddi gerilemeyi detaylarıyla ortaya koyuyor. [1] On yıl sonra aynı ICG’nin 2013 tarihli bir raporunda özetlendiği gibi:

“Davud’u askeri bir darbeyle deviren Afganistan Demokratik Halk Partisi (PDPA), kadınlara eşit haklar, zorunlu eğitim ve zorla ve görücü usulü evliliklere ve çocuk evliliklerine karşı koruma sözü verdi. Takip eden PDPA rejimleri de kadın istihdamını teşvik etti. 1990’ların ortalarında Taliban yönetimi devraldığında, Afganistan’daki öğretmenlerin yüzde 70’i, tüm memurların yaklaşık yarısı ve doktorların yüzde 40’ı kadındı.”

Elbette, ICG, PDPA rejimini ve Sovyet işgalini, gaddarlıkları ve okullarda ayrımcılığın sona erdirilmesi gibi önlemleri hayata geçirirken uyguladıkları  sert yöntemler nedeniyle eleştirdi, ancak PDPA sürecinin, rejim kontrolü altındaki bölgelerde (özellikle kentsel) Afgan kadınları ve çocukların durumunu iyileştirmeye yönelik büyük bir çaba gösterdiğine şüphe yok. Bu arada, PDPA rejimine karşı muhalefet katı aşırı İslamcılardan oluşuyordu ve son derece kadın düşmanıydı: 1980’lerin ve 1990’ların başındaki mücahitler ile Taliban arasındaki fark, ancak renk yelpazesinin aynı ucundaki renk tonlarının farkı kadardır- niteliksel bir fark değil. 2013 ICG raporunda belirtildiği gibi:

“Kendi püriten İslam anlayışlarını paylaşan General Zia-ul-Haq rejimi tarafından desteklenen mücahitler, Pakistan’daki kamplar üzerindeki kontrollerini, sığınmacı nüfus üzerinde kadınların rolüne ilişkin kendilerine özgü yorumlarını dayatmak için kullandılar.”

Pakistan askeri diktatörlüğüne ek olarak, mücahitler, aynı şekilde kadınlara yönelik korkunç muamelesiyle bilinen ABD’nin en eski ve en yakın Müslüman müttefiki Suudi krallığı tarafından desteklendi. Bunlara rağmen, Washington’un PDPA rejimine ve onun Sovyet destekçilerine karşı mücadelesinde, bu güçleri desteklemeyi seçmiştir.

Jimmy Carter’ın 1977’den 1981’e kadar Ulusal Güvenlik Danışmanı olan Zbigniew Brzezinski, Taliban’ın Kabil’de iktidarı ele geçirmesinden iki yıl sonra, 1998’de bir Fransız dergisine verdiği röportajla çok ses getirmişti. Taliban’ın, Sovyetler’e karşı, kendi deyimiyle Sovyet imparatorluğunun dağılmasına neden olacak olan bir Vietnam Savaşı verdiğiyle övündükten sonra, kendisine “İslami köktenciliği desteklediği, geleceğin teröristlerine silah ve danışmanlık verdiği için” pişman olup olmadığı soruldu. Brzezinski alaycı bir şekilde cevap verdi: “Dünya tarihi için önemli olan nedir? Taliban mı yoksa Sovyet imparatorluğunun çöküşü mü? Bazı heyecanlı Müslümanlar mı, Orta Avrupa’nın kurtuluşu ve soğuk savaşın sona ermesi mi?”

Reagan ve Baba Bush yönetimlerinin Dışişleri ve Savunma Bakanlıklarında görev yaptıktan sonra ABD’nin önce Irak’da ve ardından da George W. Bush döneminde Afganistan’da büyükelçisi olan Zalmay Halilzad’ın aksine Brezinski, en azından Taliban’ı mazur göstermeye çalışmadı. Halilzad, daha sonra Donald Trump tarafından Taliban ile ABD müzakerelerinin başına getirildi ve geçen Ağustos ayında Amerika’nın geri çekilmesinin tamamlanmasına kadar bu rolü oynadı. 1996’da Halilzad, Washington Post’ta şunları savundu: “Aralarında çeşitli Taliban gruplarının da olduğu Afganlarla ve Pakistanlılarla yapılan son görüşmelere dayanarak, ABD’nin yeniden angajmanını memnuniyetle karşılayacaklarından eminim. Taliban, İran’ın uyguladığı köktencilik tarzında anti-Amerikancı bir siyaset uygulamıyor. Suudi modeline daha yakın.”

Feministler Khalilzad’in kadın hakları konusundaki endişelerini takdir edeceklerdir ki bu Washington’ın Suudileri mazur görürken, İran ’in İslami tutuculuğuna karşı uzun süredir devam eden çifte standardın bir örneğidir –  her ne kadar karşılaştırıldıklarında İran, Suudi Arabistan’a göre kadın hakları ve demokrasi konusunda çok daha ileri olsa da. Khalilzad’ın tavsiye ettiği yeniden angajmanın gerçekleşmemesinin nedeni Afgan kadınların kaderiyle ilgili değildi. Bu anlaşmanın gerçekleşmemesinin nedeni yalnızca El Kaide’nin Amerika’yı hedef alan saldırılarının artışıydı ve bu durum Bill Clinton’ın 1997’de Osama Bin Ladin’in Afganistan’daki üslerine roket saldırısı emri vermesine yol açmıştı. Hikâyenin geri kalanı herkes tarafından biliniyor: 11 Eylül ve 20 yıl boyunca ABD’nin müdahalesiyle savaşın parçaladığı bu ülke, Ağustos ayında tüm dünyanın tanık olduğu feci bir sonla nihayetlendi.

Kadınların durumunun, ABD destekli Afganistan İslam Cumhuriyeti’nde (2004-2021) PDPA rejimine göre genel olarak daha ileri düzeyde olup olmadığı tartışmalıdır. Bununla birlikte, ikincisinden farklı olarak, ABD destekli rejim, Washington’un eski Afgan müttefikleri, PDPA ve Sovyet işgaline karşı savaşan ve yeni rejim üzerindeki hakimiyetlerini sürdüren mücahitler tarafından somutlaştırılan ataerkil geleneğe uyum sağlamak zorundaydı (bkz. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Afganistan’a ilişkin yıllık raporlarında kadınların ve kız çocukların hakları). [3]

Dahası, Afganların büyük çoğunluğunun yaşadığı kırsal alanlardaki kadınlar, ABD önderliğindeki savaşın yükünü taşıdı ve bunun sonucunda büyük acılara katlandı. [4] Afganistan Devrimci Kadınları Derneği (RAWA) bu durumu sert bir şekilde kınadı. [5] Ve Washington’ın Taliban ile Barack Obama, Donald Trump ve Joe Biden yönetiminde yürüttüğü barış sürecine kadınların dahil edilmesi yönünde çağrılara rağmen, kadınların katılımı marjinal düzeyde kaldı. [6] ABD’nin Taliban’dan ılımlılık vaatleri aldığı iddiasının bir şaka olduğu çoktan kanıtlandı – durum bu kadar trajik olmasaydı bu çok gülünç olurdu.

Dipnotlar

[1] International Crisis Group, 14 March 2003 “Afghanistan: Women and Reconstruction”.

[2] ICG, 14 October 2013 “Women and Conflict in Afghanistan ”.

[3] Such as HRW “Afghanistan Events of 2017”.

[4] The New Yorker, 6 September 2021 “The Other Afghan Women”.

[5] RAWA, 21 August 2021 “RAWA Responds to the Taliban Takeover”.

[6] Journal of International Affairs, 11 September 2019 “Feminism, Peace, and Afghanistan”, the interpreter, 22 June 2021 “Standing with Afghanistan: Inclusion and women’s rights in peace talks”.

Çeviri: Yiğit Orcan