Jan Van Heijenoort yedi yıl boyunca Lev Troçki’nin sekreterliği yaptı. Tanıklıklarını Türkçe de basılmış olan Büyükada’dan Meksika’ya Troçki’yle Sürgünde (Özne Yayınları, İstanbul, 1999) kitabında anlatır. Bu metin 1959’da Quatrième Internationale dergisinin 8’inci sayısına yazdığı Lev Davidovitch yazısının “Troçki Nasıl Çalışırdı” kısmının tercümesidir[1].
Günlük yaşamında Troçki’nin karakter gücü kendini çok katı biçimde düzenlenmiş bir çalışma ritmi ile gösteriyordu. Geçerli bir gerekçesi olmayan her türden dikkat dağıtıcı durum onu inanılmaz biçimde öfkelendiriyordu: Amaçsız sohbetlerden, beklenmedik ziyaretlerden, yerine getirilmeyen veya ertelenen taahhütlerden nefret ediyordu. Fakat tüm bunlarda en ufak bir ukalalık izi yoktu. Önemli bir mesele söz konusu olduğunda bir an bile tereddüt etmeden tüm planlarını alt üst ederdi, ama buna değmeliydi. Bu olayın hareket için en ufak bir anlamı varsa, zamanını ve enerjisini hiç saymadan verirdi. Ancak başkalarının ihmalkarlığı, tasasızlığı veya düzensizliği ayıracağı vaktin ve çabanın boşa harcanması tehdidini doğruyorsa bu konuda olabildiğince hesapçı davranabiliyordu. Hayatın örüldüğü en değerli madde olan zamanın en küçük birimini dahi tasarruf ediyordu. Hedef birliği denen nitelik kişisel hayatının bütününü yönetiyordu. Görevler arasında bir hiyerarşi oluşturmuş ve giriştiği her ne ise nihayete erdiriyordu.
Günde on iki saatten az çalışmamak gibi bir kuralı vardı ve kimi zaman, gerektiğinde bunun çok ötesine geçiyordu. Sofrada olabildiğince az kalıyor ve uzun yıllar boyunca yemek yiyişine tanık olduktan sonra yedikleri veya içtiklerine ilişkin yüzünde en ufak bir zevk ifadesi gördüğümü söyleyemem. “Yemek yemek, giyinmek, her gün yeniden yapılması gereken tüm bu küçük sefil şeyler…” demişti bana bir keresinde.
Sadece yoğun bir fiziksel aktivite sırasında hoş vakit geçirirdi. Yürüyüş onun için ancak bir dinlenme teşkil ediyordu. Tempolu biçimde ve sessizlik içinde yürürdü, zihninin hala iş üzerinde olduğunu görebilirdiniz. Zaman zaman bir soru sorardı: “Şu mektuba ne zaman yanıt verdiniz?”; “Bana şu alıntıyı bulabilir misiniz?”. Ancak şiddetli bir fiziksel egzersiz kafasını dağıtmasını sağlıyordu. Türkiye’deyken bu avcılık, özellikle de balık tutmaydı; derin denizde, bedenin gücünü hesapsızca tüketeceği zorlu ve hareketli balıkçılık. Eğer balık iyi gittiyse, yani son derece yorucu olduğuysa, dönüşünde ikiye katlanmış bir şevkle çalışmaya başlıyordu. Meksika’da balık tutmak imkânsız olduğundan ateş gibi yakan bir güneşin altında devasa ağırlıkta kaktüsler toplama faaliyeti icat etmişti kendine.
Doğal olarak güvenliğine ilişkin ihtiyaçlar kimi mecburiyetler doğuruyordu. Üçüncü sürgün döneminin on bir buçuk yılı boyunca yalnızca Fransa ve Norveç’te bulunduğu sırada birkaç ay boyunca Lev Davidoviç, evin etrafındaki kırsal alanda serbestçe yani koruma görevlileri olmaksızın dolaşabilmiştir. Bunların dışında her bir gezinti küçük bir askeri sefer oluşturuyordu. Önceden tüm tedbirleri almak ve güzergahı titizlikle belirlemek gerekiyordu. “Bana bir nesne gibi davranıyorsunuz” derdi çoğu kez, küçük bir şakanın ardında bu yorumun içinde barındırdığı tüm sabırsızlığı gizleyerek.
Kendisine yardım eden yoldaşlardan, çalıştığı sırada kullandığı metodik ruhun aynısını talep ediyordu. Birlikte çalıştığı insanları ne kadar yakın görüyorsa o denli talepkâr oluyor ve görgü kurallarıyla vakit kaybetmiyordu. Her konuda titizlik istiyordu: Tarih atılmamış bir mektup, imzalanmamış bir belge onu her zaman hiddetlendiriyordu. Tıpkı daha az çaba sarf etmek için veya tesadüf eseri ihmal edilmiş işlerde olduğu gibi. “Giriştiğiniz her işi iyi yapın ve sonuna kadar götürün”. Ve genelde anlamsız gündelik işlerle entelektüel çalışma arasında hiçbir ayrım gütmüyordu: “Akıl yürütmelerinizi sonuçlarına katar götürün” yazılarında sıklıkla kullandığı bir ifadeydi.
Çevresinde bulunanların sağlığına her daim ihtimam gösterirdi. Sağlık israf edilmemesi gereken bir devrimci sermayedir. Kötü bir aydınlatmayla kitap okunduğunu gördüğünde kızardı: “Hayatımızı tereddüt etmeden devrim için tehlikeye atmak gereklidir, ama rahat bir biçimde ve sorunsuzca kitap okumak mümkünken neden gözlerinizi bozuyorsunuz?”.
Çeviri: Uraz Aydın
[1] Kaynak: https://www.marxists.org/francais/heijenoort/works/1959/10/lev.htm