İmdat Freni

Sosyal Medya ve Sol: Tiktok Nereye Düşer? – Emre Tansu Keten

Sendika.org tarafından hazırlanan “Dijitalleşen Dünya Değişmeyen Mücadele” başlıklı dosyaya İmdat Freni editörü ve yazarı Emre Tansu Keten’in yaptığı katkıyı sitemizde yayınlıyoruz.

TikTok, son yılların belki de en çok tartışılan sosyal medya uygulaması oldu. Bir yandan bazı devletler, bu uygulamanın ahlaki bir tehlike barındırdığını iddia eder, Hindistan, Pakistan gibileri kendi sınırları içerisinde bir dönem TikTok’u yasaklarken, ABD başta olmak üzere bazı ülkeler ise Çinli bir şirkete ait olan bu uygulamayı bir ulusal güvenlik meselesi haline getirdi. Trump’ın giderayak TikTok’la ettiği kavga herkesin hatırındadır. Sosyal medya alanının çok büyük bir bölümünü elinde tutan ABD, her nasılsa birden kişisel verilerin gizliliğinin ve mahremiyetin önemini kavramıştı. Ancak bu kavga şu an için sonuçsuz görünüyor.

TikTok’un Türkiye’deki serüveni ise, “ayaktakımı”nın İnternet’e üşüşmesi olarak algılandı. Twitter ve Instagram’daki “cool” hesaplarından “ibretlik” TikTok videoları paylaşanlar, bir yandan bu içerikleri üreten insanları aşağılarken, aslında bir yandan da TikTok fenomeninin yayılmasına yardımcı oldu. Ortalama sosyal medya kullanıcısı bu içerikleri “varoş” diye nitelerken, muhafazakârlar ahlaki bir yozlaşmadan, solcular ise hayallerindekinden çok farklı bir işçi sınıfıyla karşılaşmaktan dolayı öfkeye kapıldı. Çalıştığı süt ürünleri fabrikasında süt banyosu yapan işçinin videosu örneğin, herkesin kendi durduğu yerden kendi taşını attığı bir nefret nesnesi haline geldi.

Ancak aradan geçen birkaç senede, TikTok’a yönelik bu nefretin dozunun bir nebze azaldığını, uygulamanın kendi meşruluk alanını genişlettiğini söyleyebiliriz. Artık TikTok’ta ünlenen ve bu sayede para kazanan influencerlar var örneğin. Para kazanmanın her şeyi meşrulaştırdığı geç kapitalist çağımızda, artık bu yolda ilerlemek isteyenler profillerine TikTok bağlantılarını da ekler hale geldi. (Kim bilir birkaç sene öncesine kadar kaçı bu uygulamayı aşağılıyordu?) Başka bir açıdan bakarsak da, Instagram’ın TikTok’un formatını çalarak oluşturduğu Reels videoları, bu mecrada kusulan TikTok nefretinin aksine kısa sürede büyük bir ilgi gördü, anında sahiplenildi.

Bunun yanı sıra, emekçilerin işyerlerinde, kadınların görünmeyen emeğin işlik sahası olan evlerinde, kağıt toplayıcılarının sokaklarda çektikleri videolar, aşağıdan politika üretme derdinde olanlar için ilgi odağı haline geldi. İşçi sınıfı bu uygulamada günden güne daha görünür olmaya başladı. Ayrıca, son dönemde bir fenomen haline gelen “AKP çocukları”nın zenginliğini görmemiz konusunda da TikTok epey yardımcı oldu. AKP’li yöneticilerin akrabaları ya da bir şekilde parti sayesinde haksız şekilde zenginleşmiş olan yeniyetmeler için bu uygulama bir nevi ifşa alanı olarak işlev gördü. Onlar zenginliklerini teşhir etmenin havalı bir şey olduğunu düşünürken, bu videoların toplamı politik bir olguyu ortaya koydu. AKP’li yöneticiler, teşhiri abartan bazı isimler hakkında açıklama yapmak zorunda kaldı.

Bu yazıda, bütün bu anlattıklarımız bağlamında, TikTok’un sosyal medya alanında nereye denk düştüğünü, bu uygulamanın sol siyaset açısından nasıl imkânlar taşıyabileceğini ve bunun sınırlarını tartışmaya çalışacağım.

TikTok ve diğerleri

2016’da kurulan ve 2017’de dudak senkronizasyon uygulaması Musical.ly ile birleşmesiyle atak yaparak üye sayısını 500 milyona çıkartan TikTok’un kısa sürede bu denli popüler olmasını sağlayan şey, aslında diğer bütün sosyal medya mecralarını da popülerleştiren aynı itki: içerisinde bulunduğumuz sosyal medya çağında, kimsenin kendisini bu alandan uzak tutma gibi bir lüksünün bulunmaması. Çevrimiçi olmayanın, fiziki varlığının da tartışıldığı böyle bir dönemde, herkesin kendi meşrebince, mekânın bir köşesinde kendine yer bulma çabası oldukça anlaşılır bir şey. TikTok da, sürece daha geç adapte olmuş insanlar için, oldukça elverişli bir mecra olarak işliyor. New Yorker’dan Jia Tolentino’nun aktardığı gibi TikTok aslında tam anlamıyla bir sosyal medya gibi de çalışmıyor.

Instagram veya Twitter’ı düşündüğümüzde, bu mecralarda bir sanal benlik oluşturmanın para, zaman, efor, kültürel sermaye açısından karşılığı yoğunken, TikTok, belirlediği algoritmalarla, kullanıcılarına verdiği görevlerle ve şarkı söylemek, dans etmek ya da taklit etmek ağırlıklı içerik tarzıyla bir video fabrikası gibi çalışıyor. Şirketin geliştirdiği algoritmalar, “sizin için” ya da “keşfet” bölümlerini, kullanıcıların ilgilerinden çok kendi stratejisi üzerinden kurguluyor. Yeri geldiğinde, kullanıcıların tutacağı düşünülen içeriklerini akım hâline de getiriyor. Şirket, milyonlarca kullanıcıya, kolaylıkla kopyalanabilen görevler veriyor. Böylece doktor veya avukat olmanıza, bunların getirdiği simgesel sermayeye bel bağlamanıza, vücudunuzu geliştirip, en güzel kıyafetlerle,  en prestijli mekânlara gitmenize gerek olmadan, sadece bedeninizle var olabileceğiniz ve böylece yüzbinlerce kişi tarafından görünür olma şansına erişebileceğiniz bir sahne sağlıyor TikTok.

Bu da beraberinde seri üretime benzer bir şekilde bir aynılaşma, tektipleşme getiriyor. Algoritmalar ve genel işleyiş, aslında sizin yaratıcılığınıza ve özgünlüğünüze ihtiyaç duymuyor. Akım’a dahil olup var olabilmenizi, kendinizi gösterebilmenizi sağlayan sonsuz bir akış söz konusu. Binlerce takipçiniz olmasa bile birilerinin karşısına çıkabileceğiniz bir formattan söz ediyoruz. Bu, TikTok’a katılmanın cazibesini artıran bir şey. Ancak tabiî ki, bazı içerikler diğerlerinin önüne geçiyor. Burada da birtakım iyi fikirler ya da sergilenen şeylerin albenisi etkili oluyor.

TikTok özelinde öne çıkan tektipleşmenin diğer sosyal medya mecralarında olmadığını iddia edemeyiz. Kullanıcılarına daha geniş bir hareket alanı tanıyan Twitter ve Instagram gibi uygulamalarda da benzer bir aynılaşma, formatın ya da ana akım kullanım tarzının içeriği belirlemesi durumu var. Örneğin, Twitter’ın anonim hesap furyası da belli bir mizah kalıbını, fotoğraf kurgusunu, paylaşım standardını ana akım haline getirdi. Arkadaşlarla veya aileyle yapılan WhatsApp konuşmalarının ekran görüntüleri her gün defalarca karşımıza çıkıyor bu mecrada. Ya da tutan bir espri kalıbının anında binlerce tıpkıbasımı ürüyor. Instagram’da standartlaşan bir fotoğraf estetiğinin, bir hikâye paylaşım şeklinin varlığı üzerine onlarca yazı yazıldı. Üstelik bu mecraların kullanıcıları, üzerinden çok zaman geçmeyen bir tarihte, bu uygulamalar kullanıma açıldığında, direkt olarak bu kullanım alışkanlıklarının içerisine doğmadı, belki ciddi bir kısmı zihnen bu mecraların mantığına direndi, ancak zaman içerisinde bu mecraların içerisinde doğan kültür bir meşruiyet çerçevesi oluşturdu.

Yıllar öncesine dönüp bir şimdiye bakma olanağımız olsa, içerisinde nefes aldığımız alanları garipsemeyeceğimizin bir garantisi yok. Aynı şey TikTok için de geçerli. Nasıl ki, Twitter anonim hesaplar açıp, gündelik hayatımızın birçok alanından fotoğraflar paylaşmamıza, özel hayatımızın ayrıntılarını hikâyeleştirmemize ya da Instagram yediğimiz içtiğimizi sergilememize, gittiğimiz her mekânı story’lerde göstermemize olanak sağlayan bir meşruluk alanı yarattıysa, TikTok’ta üretilen içeriklerin de böyle bir meşruluk alanında, geri besleme ve etkileşimle üretildiğini akılda tutmamız gerekiyor. Üstelik, girişte bahsettiğimiz gibi, TikTok bu meşruiyet alanını genişletiyor. Gerek TikTok’a akın eden influencer adayları, gerekse Instagram’ın Reels özelliğini devreye sokması bunun göstergesi. Erving Goffman’ın dediği gibi: “Bir dönem şarlatanlık kabul edilen profesyonel etkinlikler on yıl içinde meşru bir meslek haline gelebilir. İçinde bulunduğumuz toplumda kimi seyircilerin meşru kabul ettiği bir etkinliğin başkaları tarafından sahtekârlık kabul edildiğini görürüz.”[1]

Evet, TikTok’u yaratan bir toplumsal dönüşüm olgusundan bahsedebiliriz, ancak bu, bütün toplumu etkileyen, onun farklı kesimlerini farklı şekillerde dönüştüren aynı olgudur.

“Ucube” söylemi

Yukarıda değindiğimiz gibi, TikTok’un ortaya çıkması ve o güne dek sosyal medyada karşılaşmadığımız kesimlerden insanların buna ilgi göstermesiyle birlikte aşağılayıcı bir söylem de peşinden geldi. Diğer mecralarda varoş[2] ve cringe kelimeleri havada uçuşurken, bu olguyu bilimsel ya da entelektüel bir temelde anlama iddiasıyla ortaya çıkanlar da “ucube” kavramını dolaşıma soktu. Araştırma nesnesini anlamak yerine yargılayarak yola çıkan bu metinler, TikTok videoları ile 16. yüzyılın ucube gösterileri (freak show) arasında benzerlikler kurdu, tuhaf ve yadırgatıcı olanın ilgi çektiğini söylediler.

Oysa bu iki açıdan yanlış bir tespitti. Birincisi, dönemin “ucube” gösterileri nadir rastlanan, özel hastalıklara sahip insanların (fil adam, ıstakoz çocuk, iskelet adam) “sergilenmesi”ni niteliyor. TikTok videolarında şarkı söyleyen, dans eden ya da kafasına estiği gibi kendisini çeken insanları bu gösterilerle özdeşleştirmek olsa olsa aşağılayıcı söylemi besleyen, kibirli bir bakış. İkinci olarak ise günümüzde, “ucube”liğin değil normal olanın, hatta normal olanın içerisinde saklı olanın bir haz kaynağı olarak öne çıktığı söylenebilir. Aksi takdirde, gerçekte ünlü olmayan, herhangi bir yeteneğiyle ya da mesleğiyle ün kazanmamış ve oldukça “normal” insanların bir milyonu aşkın takipçi toplamasını da, “Stalk” mefhumunun bu denli önem kazanmasını da açıklayamayız. Kendi normalimizi paylaştığımız kadar, diğer normallerin de önem kazandığı ve içerisine aldığı her şeyi çok kısa bir süre içerisinde normalleştiren bir âlem sosyal medya.

Bu hattan ilerlediğimizde, Mihail Bahtin’in karnavala yüklediği bazı anlamların TikTok’u açıklayabileceğini düşünüyorum. Bahtin, Orta Çağ dönemi insanlarının ikili bir yaşam sürdüğünü söyler. Birinci boyut, dönemin havasıyla birlikte düşünüldüğünde, ciddi ve asık suratlı olan boyuttur ve hayatın büyük bölümünü esir alır. Diğer boyut ise gülmeyle, kahkahayla tanımlanır ve karnavallarda ortaya çıkar.[3] Çeşitli maskelerle, danslarla, oyunlarla bezeli karnavallarda insanlar, her türlü resmi hiyerarşi, kültürel kod ve sosyal baskıdan arınırlar. Burada ortaya çıkan, halkın ciddi yaşamında bastırdığı şeyler, yani küfür, müstehcenlik, aşağılama, kabalık ve aşırılıklardır. İletişim bilimci John Fiske de, popüler kültürün her zaman için kaçamak, utanılacak, kaba ve dirençli öğeler barındırdığını not eder.

Bahtin’in burada gördüğü sistem dışına çıkma potansiyelinin TikTok’ta var olduğunu söyleyemesek de, TikTok’un, kullanıcıları için, sosyal baskı ve egemen ahlak kodlarının dışına çıkmaya fırsat veren sürekli bir karnaval olarak işlediğini iddia edebiliriz. Bunu belki de en iyi şekilde BBC Türkçe’nin “TikTok’un İki Yüzü” videosunda konuşan Zeynep Yatkın’ın sözleri açıklıyor: “Bir insanı güldürüyorsun yani, bundan güzel bir şey olabilir mi? (…) Gençliğimizde duygularımız hep bastırıldı. Bastırıldığı için böyle çıkıyor belki de. Gençliğimiz Kur’an kurslarında geçti. (…) O halden bu hale gelince insanlar ‘sen çarşaflıydın, dinden çıktın’ diyorlar. Çünkü biz de öyle görüyorduk.”[4] Muhtemelen TikTok fenomeni olma yolunda ilerleyen pazarcılar, otobüs şoförleri, muavinler, berberler, inşaat işçileri de pek farklı düşünmüyordur.

Emekçiler ve TikTok

Sadece Türkiye’de değil, dünyanın birçok ülkesinde TikTok işçi sınıfının kendisini ifade ettiği bir alan haline geldi. Hatta bazı yazarlar bunu “proleter kamusal alan” olarak da tanımlamaya başladı. TikTok’un yukarıda andığımız algoritmik yapısı, içerik üretmek için oldukça kolaylık sağlayan arayüzü ve “akım”larla insanların birbirlerini cesaretlendirmesi bunu yaratan etkenlerin başında geliyor.

Denebilir ki, Instagram’ın teşvik ettiği ana akım format, üretilen içerikleri coğrafi ve mekânsal olarak ne kadar merkezileştiriyorsa, TikTok’un açtığı alan o oranda dağıtıyor. Urfa’nın tarlalarından Kayseri’nin fabrikalarına, büyükşehirde olsa da görünmez olan inşaat şantiyelerinden küçük tekstil atölyelerine kadar birçok mekân, belki de başka türlüsü mümkün olmayacak oranda, siber âlemde görünür oluyor.

Ayrıca yine Instagram’ın tam tersine, burada bedenler, “gösterişsiz beden” diyebileceğimiz bir tarzda var oluyor. Geçtiğimiz aralık ayında Karşı Sanat’ta açılan ve emekçilerin TikTok’a yükledikleri videolardan oluşan “TikTok’un Emek Sineması” başlıklı serginin küratörü Ezgi Bakçay’ın sözleriyle: “Emek-bedene bahşedilen duygu ve duyu dünyası çok sınırlı. Yani ne beklersiniz? Güçlü kuvvetli olmasını, sebatkâr olmasını; en fazla direnmesini ve başkaldırmasını… Ama burada oyun oynayan, haz alan, başka türde bir itiraz geliştiren işçilerle karşılaşıyoruz. Burada işçi sınıfına bahşetmediğimiz yepyeni bir kendini inşa etme alanı var. Mesela bedenlerin güzelliğinden bahsetmek, işçi bedene en son atfedilecek şey değil mi? Aslında acıların yıprattığı bir bedendir o. Çalışma şartlarının ne kadar zor olduğunu atlamadan, oradaki sömürü koşullarını reddetmeden, bunların içerisinden yarattığı kendine saygıyı, kendine kendi hakkını verme halini çok sevdik.”

TikTok, aşağıdakiler için sosyal medyada kendisini olduğu gibi var edebildiği bir sahne olmasının yanı sıra, politik eleştirisini dolaşıma sokabildiği bir mecra olarak da işliyor. Örneğin, pandemi politikalarına isyan eden TIR şoförü, ayçiçek yağının fahiş fiyatlara gelmesini düzenledikleri mizansenle tiye alan aile, -daha lüks bir dert gibi gözükse de- Türkiye Cumhuriyeti pasaportunun yaşadığı itibar kaybını kendi meşrebince anlatan genç çift, eleştirilerini bu platformda kurgulayan ve mesajları kısa sürede yaygınlaşan örnekler. Üstelik bunlar, politikadan çok uzak, sadece saçma sapan videolarla dolu olduğu düşünülen bir platformda gerçekleşiyor. Oysa, Sedat Peker videolarının konu ya da malzeme edildiği TikTok içeriklerinin toplam izlenme sayısının 20 milyonu aşmış olması bile bize başka şeyler söylüyor.

TikTok ve aşağıdan siyaset

Zoe Williams, The Guardian’daki yazısında tam da bu durumdan söz ediyor. TikTok müptelası ergenlik çağındaki çocuklarının bu mecrada sadece eğlendiğini düşünürken, George Floyd cinayeti hakkında kendisinden daha fazla şeyi, daha doğru şekilde bildiklerini ve kolluk kuvvetleriyle devlet arasındaki ilişki konusunda oldukça isabetli fikirler edindiklerini anlayınca şaşırıyor.

Joshua Citarella’nın aktardığı gibi, TikTok siyasi kimliğin henüz oluşmakta olduğu yaşlara hitap eden ve en çok bu yaş aralığındaki gençler tarafından kullanılan bir platform. Neoliberal politikaların yarattığı daha eşitsiz, daha yoksul, daha kötümser ve daha kutuplaşmış dünya ahvali, başta gençler olmak üzere insanları daha radikal fikirlere kulak vermeye iterken; liberal söylem, sosyal medya platformları ile aşırı sağın büyümesi arasında doğrudan bir ilişki tespit edip ve bu konuda bir ahlaki panik yaratıp, aslında sosyalist siyasetin gençlerle buluşmasının önünü kesmeyi amaçlıyor. Yani egemen siyasetin “sosyal medya radikalleştiriyor” diyerek kopardığı yaygaranın asıl hedefi devrimciler oluyor. Bunu da ırkçı faşist gruplarla, Marksist ve anarşist grupları eşitleyerek yapıyor.

Peki solun buna cevabı nasıl olmalı? Olmakta olana baktığımızda iki tablo ile karşılaşıyoruz. Birincisi, sol gruplar yıllar içinde sosyal medya platformlarına daha fazla ilgi gösterse de, bunu en meşrulaşmış mecralarda, kurumsallığa ve ciddiyete halel getirmeden gerçekleştiriyorlar. Bu mecraların bir avuç insanın mülkiyetinde, sadece kâr elde etmek için oluşturulmuş olduğu gerçeği ile aşırı sağın bu mecralardaki abartılmış temsilinin yarattığı çekingenlik kadar, solun geleneksel yöntemlere olan bağlılığı da etkin bir sosyal medya kullanımını önlüyor.

İkincisini ise, ABD ve Avrupa’da görüyoruz. Örgütlü veya örgütsüz birçok solcu başta TikTok olmak üzere birçok platformu kendi sözünü yaymak için bir araç olarak kullanıyor. Örneğin iki sene önce #KarlMarxismyDaddy hashtagi bir milyondan fazla görüntüleme alıyor TikTok’ta. (Tabii videoların çoğu beklediğimiz “ciddiyetten” uzak.) ABD’deki seçim döneminde de #bernie2020 ve #socialism hashtagleri beklenmedik bir ilgi görüyor. Kimisi rap şarkılar yaparak, kimisi eğlenceli videolar kurgulayarak, kimisi doğrudan kitaptan okuyarak sosyalizmi anlatmaya çalışıyor. Bunlardan birisi olan Gem Nwanne, akademik olmayan bir dille sol fikirlerin aktarılmasının öneminden ve insanları bugüne kadar sola uzak tutan şeyin, biraz da, bu fikirlerin sunuluş şekli olduğundan söz ediyor. Sosyalist fikirleri herkes için erişilebilir kılmayı amaçladıklarını söyleyen Nwanne, TikTok üzerinden tanıştıkları insanlarla bir okuma grubu oluşturmuş ve birlikte siyaset tartışıyorlar.

Bu konuda daha örgütlü diğer bir hareket ise Breadtube. İsmini Kropotkin’in “Ekmeğin Fethi” kitabından alan kanal, aşırı sağın ve Alt-Right hareketin etkisine karşı mücadele eden anarşist ve komünist isimler tarafından kurulmuş. Faşistlerin sosyal medyada cirit atmasını oturup izlememek gerektiğini, İnternet’i onlardan daha etkili bir şekilde kullanmak zorunda olduğumuzu söyleyen BreadTube’çular, bugüne kadar iyi bir sınav vermişler. Bazı Reddit altgruplarında bu videolar sayesinde faşist ve ırkçı fikirlerden nasıl kurtulduklarını anlatan insanlara rastlamak mümkün.

Bütün bunları bir arada düşündüğümüzde, TikTok’u ve diğer mecraları sol siyaset açısından daha ciddi bir şekilde ele almamız gerektiği ortaya çıkıyor. Bugünlerde sıkça konuşulan Z kuşağını devrimci fikirlere kazanmak için siber âlemi hesaba katmamak gibi bir şey söz konusu değil örneğin. Bunun dışında -devlet baskısıyla- siyasetin sosyal medyaya sıkıştırılmaya çalışıldığı bir ülkede yaşadığımızı da hatırlamamız lazım. Sokağı yeniden kazanma mücadelesi verirken, aynı zamanda yıllardır içerisinde yer aldığımız bu sanal ortamı daha etkili bir şekilde kullanmanın yollarını aramamızın önünde bir engel de yok.

Bunun yanında sosyal medyanın kitleleri toptan faşistleştirdiği ya da kendi başına devrimler yapabildiği -tekno-determinist- saçmalıklara kanmadan, siyasetin ancak gerçek hayatta kurulabildiğini de unutmadan bir İnternet politikası oluşturmamız gerekiyor. Sonuç olarak, insanlığın ortak kaynağına el koyan bir avuç kapitalistin gasp ettiği ve bu alana kendi neoliberal-girişimci mantığını dayattığı İnternet’i insanlığın çıkarlarına kazanma mücadelesi de bir sınıf mücadelesi halini alacaktır.


[1] Erving Goffman, Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu, çev. Barış Cezar, Metis Yayınları, 2014, s. 70

[2] Varoş kelimesi aslında TikTok’a yönelik tepkileri anlamak açısından açıklayıcıdır. TikTok’a karşı diğer sosyal medya platformlarında dile getirilen aşağılamaları 90’lı yılların sonunda mizah dergilerinin popüler tipleştirmesi magandaya bir geri dönüş olarak okuyabiliriz. 1950’lerden itibaren taşradan İstanbul’a akan ve şehri resmen “istila” eden, arabesk ile birlikte kendi kültürünü dolaşıma sokan insanların bir karakterde cisimleşmiş haliydi maganda: “1990’ların ortalarına gelindiğinde, maganda sözcüğü işgal ettiği toplumsal alanı kirletecek şekilde aktif olarak içeri sızan, ‘alenen’ rahatsız edici olan bir ötekini betimlemek ve tanımlamak için geniş kapsamlı bir sıfat olarak egemen dile girmiştir. (…) başka bir deyişle, maganda kendi kabalığının farkında olmayan cahil taşralılar değil, kendi tiksindiriciliğinden zevk alan, aynı zamanda hoşlanılmayan (sadece zevksiz değil) ve saldırgan (sadece kaba değil) bir figürdür.” Bkz. Ayşe Öncü, “1990’larda Kültürel Tüketim”, Kültür Fragmanları, der. Kandiyoti & Saktanber, Metis Yay. 2003, s. 195

[3] Mihail Bahtin, Karnavaldan Romana, çev. Cem Soydemir, Ayrıntı Yay., 2017, s.116

[4] TikTok’un İki Yüzü, BBC Türkçe, https://www.youtube.com/watch?v=1FURmgQJYHY