İmdat Freni

Siyah Radikalizmin Geleceği: Angela Davis’le Söyleşi

Akademik çalışmalarınızda hapishanelerin ilgası hareketi, Siyah feminizmi, popüler kültür ve blues, ayrıca Filistin odaklı Siyah enternasyonalizmi üzerinde yoğunlaştınız. Birlikte ele alındığında, bu çalışmalar Siyah Radikal Geleneğinden nasıl ilham alıyor ve belki de onu ileriye taşıyor?

Cedric Robinson, Siyah radikal teorisyen ve aktivistlerin fikirlerimizi ve politik uygulamalarımızı ırksal kapitalizmin derin eleştirilerine bağlama yönünde bizlere ilham veren sosyal ve kültürel tarihlerin şekillendirilmesindeki rolü üzerine bizi düşünmeye zorladı. Genç nesil akademisyen ve aktivistlerin onun Siyah Radikal Geleneği kavramını nasıl tamamlamaya başladıklarına dair fikir sahibi olacak kadar uzun yaşadığı için memnunum. Siyah Marksizm’de, C. L. R. James, W.E. B. Du Bois ve Richard Wright’ın çalışmaları ekseninde dönen önemli bir şecere geliştirdi. H. L. T. Quan’ın da işaret ettiği gibi, Robinson’ın çalışmalarına, Amerika’daki Siyah Hareketler ve Marksizm’in Antropolojisi’ni de dâhil ederek bir bütün olarak bakacak olursak, Siyah Radikal Geleneğin şekillendirilmesinde kadınların ne kadar merkezi olduğunu gözden kaçırmak mümkün değil. Quan, çalışmasında kadınlar ve direnişin rolüne neden bu derece odaklandığı sorulduğunda Robinson’ın “Neden olmasın? Esasında tüm direnişler cinsiyette tezahür eder, cinsiyet olarak tezahür eder. Cinsiyet hakikaten de hem bir baskı dili, hem de direniş dilidir” dediğini aktarır.

Cedric Robinson’dan tarihin kullanımları hakkında çok şey öğrendim: Bugünü anlayışımız ve kolektif biçimde daha yaşanabilir bir gelecek öngörme yeteneğimiz için çok çok önemli olan, tarihi kuramlaştırma -ya da kendini kuramlaştırmasına müsaade etme- yollarını öğrendim. Cedric, tarihe yönelik çarpıcı kazılarının, günümüzdeki siyasi hedeflerin önermesinden ortaya çıktığını savunuyordu. Siyah Marksizm’i okuduğumdan beri yaklaşımıyla bir bağlılık hissettim. Siyah kadınlar ve köleliğe odaklanan yayınlanmış ilk makalem – hapishanedeyken yazdığım – aslında resmi hükümet raporlarının yanı sıra, genelleştirilen maskülinist fikirler (Siyah erkek egemenliğini garanti altına almak için tasarlanmış cinsiyet temelli liderlik hiyerarşilerinin gerekliliği gibi) aracılığıyla sergilenip 1960’ların sonlarıyla 70’lerin başlarında Siyah hareket içerisinde dolaşıma giren zararlı, ancak giderek popülerleşen Siyah anaerki söylemini çürütme çabasıydı. O zamanlar çalışmama bu şekilde bakmıyor idiysem bile, bugün o araştırmayı Siyah radikal, dolayısıyla da feminist bir geleneği daha görünür kılma çabasıyla ilintilemekten kesinlikle çekinmem.

Bu yeni alanın – eleştirel hapishane çalışmaları ve apaçık ilga yanlısı olan çerçevesi – oluşumu, hem ABD tarihinin Radikal Yeniden Yapılandırma olarak adlandırdığımız dönemiyle olan soyağacı ilişkisi, hem de elbette W. E. B. Du Bois’nın çalışmaları ve Siyah feminizmiyle ilişkisi vasıtasıyla kendisini Siyah radikal gelenek içerisinde konumlandırıyor. Değerli araştırmalarını ilkeli aktivizmleriyle buluşturan Sarah Haley, Kelly Lytle Hernandez ve yeni nesil akademisyenlerin heyecan verici çalışmaları, Siyah Radikal Geleneği canlandırmaya yardımcı oluyor. 

Görünen o ki her yeni nesil ırkçılık karşıtı aktivizmle birlikte dar görüşlü Siyah milliyetçilik, hareketlerimizin bağlılık talep ederek Zümrüdüanka gibi dönüş yapıyor. Cedric’in çalışmaları, kısmen kendi (ve benim) gençliğinin dar görüşlü Siyah milliyetçiliğine cevap verme arzusundan ilham almaktaydı. Zarar verici olmakla kalmayan, aynı zamanda hedefimiz olması gereken şeyle de (Siyahların, dolayısıyla insanın gelişmesi) çelişen milliyetçilik tarzlarının yeniden dirilişine tanıklık etmek elbette son derece sinir bozucu. Aynı zamanda, yeni gençlik oluşumlarının – Black Lives Matter, BYP100, the Dream Defenders – kuir teorilerin ve pratiklerin değerini vurgulayan, Siyah feminizmi ile kaynaşmış yeni bir enternasyonalizmin şekillenmesine yardımcı oluşlarına tanıklık etmek oldukça heyecan verici.

Özellikle 1970’lerde Kara Panter Partisi’ne katılımınız ışığında, Black Lives Matter hareketine yönelik değerlendirmeniz nedir? Size göre Black Lives Matter, yeterli analiz ve özgürlük teorisine sahip mi? KPP ve BLM hareketleri arasında benzerlikler görüyor musunuz?

Kara Panter Partisi ve çağdaş Black Lives Matter hareketi arasındaki ilişkiyi düşündüğümüzde birini ötekinden ayıran on yıllar ve kuşaklar, bu çağdaş dönemi 60’ların sonlarından birçok önemli açıdan farklı kılan onca ekonomik, politik, kültürel ve teknolojik değişimin bir sonucu olarak belli bir kıyaslanamazlık yaratıyormuş gibi geliyor. Ancak belki de iki hareket arasındaki benzerliklerde değil de, radikal farklılıklarda ortaya çıkan bağlantılar aramalıyız.

KPP, Oakland, California ve ülke genelinde Siyahi kent topluluklarındaki polis işgaline bir tepki olarak ortaya çıktı. Huey Newton ve Bobby Seale’in mahalleyi silahlar ve kanun kitaplarıyla devriye gezmesi, diğer bir deyişle “polise polislik yapmaları” kesinlikle mükemmel bir hamleydi. Aynı zamanda geçmişe baktığımızda -Küba’daki gerilla mücadelelerinin ortaya çıkışı, Güney Afrika ve Orta Doğu’daki kurtuluş orduları ve Vietnam’daki Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin göstermiş olduğu başarılı direnişten ilham alan – bu strateji, Audre Lorde’nin deyimiyle, “efendinin araçlarının efendinin evini asla yıkmayacağını” anlamaktaki zafiyeti yansıtıyordu. Bir başka deyişle, silahların kullanılması -temelde sadece direniş sembolü olarak bile olsa – açıkça polise özgü olan stratejilere dayanarak polise etkin biçimde karşı koyulabileceği mesajını veriyordu. 

Trayvon Martin’in sivil bir infazcı tarafından öldürülmesinin ardından Patrisse Cullors, Alicia Garza ve Opal Tometi tarafından ortaya atılan #BlackLivesMatter heştegi, Mike Brown ve ırkçı polis terörü sunaklarında kurban edilen onca Siyah yaşam adına adaletin talep edildiği kolektif bir arzuyu yansıtan, Ferguson Missouri’deki yükselen protestolara doğrudan doğruya bir yanıt olan bir ağa dönüşmeye başladı.

Black Lives Matter, polisliğin yapı ve stratejilerinin tam kalbinde yer alan ırkçı şiddete radikal biçimde direnmemiz için çağrı yaparken, daha eleştirel ve daha kolektif bir adalet tarzına yönelme çabalarımızın merkezine polisin demilitarize edilmesi talebini yerleştirmemiz gerektiğini daha başlangıçta fark etti. Nihayetinde bildiğimiz ve deneyimlediğimiz biçimiyle polisliğin ortadan kaldırılmasını talep eden yaklaşımla bağlantılı olan demilitarizasyon, polis stratejilerinin, küçük ABD polis departmanlarını Filistin’in işgaliyle bağlantılı militarize polislik arenasına hâkim olan İsrail’e bağlayan devreler içerisinde ulusötesileşmesine de karşı çıkıyordu.

Birçok BLM aktivisti tarafından benimsenen daha karmaşık analizi takdir ediyorum, çünkü geçmişin aktivizmleri ve ırkçılık karşıt teorilerinin üzerine inşa etme, onları kucaklama ve radikal biçimde eleştirebilme becerisine sahip bir tarihsel düşünme biçimini tam olarak yansıtıyor. KPP, ortaya çıkan feminizmleri ve o zamanlar eşcinsel kurtuluş hareketi olarak adlandırılan hareketi -bazen başarısız olarak- benimsemeye çalışırken; BLM lider ve aktivistleri, feminist ve kuir teorileri ve de uygulamalarını daha verimli bir şekilde ele alan yaklaşımlar geliştirdiler. Fakat özgürlük kuramları daima kararsızdır. Cedric Robinson’dan, toplam bir özgürlük teorisine sahip olduğunu iddia eden ya da kategorik olarak anlaşılabilen her teorinin, belki de sadece kültür alanında çağrışımsal olarak temsil edilebilecek çok sayıda olasılığı açıklamakta başarısız olduğunu öğrendim.

En son akademik çalışmanızFilistin meselesi ve onun Siyah özgürlük hareketi ile bağlantısı üzerinde yoğunlaşıyor. Bu bağlantı sizin için ne zaman ortaya çıktı ve hangi koşullar veya konjonktürler bu anlayışı mümkün kıldı?

Aslında son zamanlarda verdiğim dersler ve yaptığım röportajların içerikleri, ABD içindeki ırkçı, heteropatriyarkal ve ekonomik adaletten yoksun yapıları ortadan kaldırmak için devam eden çalışmaların daha kalıcı ve daha anlamlı hale gelebileceği enternasyonalist bir çerçeveye duyulan ihtiyacın giderek daha popüler biçimde anlaşılmasını yansıtıyor. 

Kendi politik geçmişimde Filistin meselesi, tam da olarak İsrail ve ABD arasındaki temel yerleşimci sömürgeci karakterleri, yerli halka dönük etnik temizlik süreçleri, sistematik baskı oluşturmak için yasal sistemleri kullanmaları gibi benzerlikler nedeniyle her zaman çok önemli bir yer işgal etti.  Filistin meselesindeki bilincimin, İsrail Devleti’nin kuruluşuyla aynı yılda kurulan Brandeis Üniversitesi’ndeki lisans yıllarıma kadar uzandığına sıkça vurgu yapıyorum. Üstelik kendi tutukluluğum sırasında Filistinli siyasi mahkûmlardan ve Filistinlileri savunan İsrailli avukatlardan destek aldım.

1973’te Berlin’deki (Alman Demokratik Cumhuriyeti) Dünya Gençlik ve Öğrenci Festivali’ne katıldığımda, her zaman Filistin mücadelesinin ve Siyah özgürlük mücadelesinin bağlantılı olduğunu kabul eden ve Siyah özgürlük hareketi içinde Che, Fidel, Patrice Lumumba ve Amilcar Cabral gibi saygın bir figür olarak kabul edilen Yaser Arafat ile tanışma fırsatım oldu. O dönem Komünist enternasyonalizmin – Afrika, Orta Doğu, Avrupa, Asya, Avustralya, Güney Amerika ve Karayipler’de – güçlü olduğu bir dönemdi. Kendi hikâyemden yola çıkarak söyleyebilirim ki enternasyonalizm böylesine önemli bir rol oynamıyor olsaydı, benim için neredeyse kesin olarak farklı bir sonuca yol açardı.

ABD’deki Siyah özgürlük mücadeleleri ile İsrail’in Filistin işgaline karşı mücadele arasındaki rastlantılar çok uzun bir tarihe sahiptir. Alex Lubin’in Özgürlük Coğrafyaları: Afro-Arap Politik Tahayyülü kitabı, bu tarihin önemli yönlerini ortaya koymaya teşebbüs eder. Bununla birlikte, çoğunlukla bir tarafın bu temas anını keşfetmesi açıkça politik bir alanda gerçekleşmez. Bu, Cedric Robinson’un vurguladığı gibi, kültürel alanda olur. Elbette Robin Kelley’nin Özgürlük Hayalleri: Siyah Radikal Tahayyülün Oluşumu çalışması yaratıcı bir temas bölgesi olarak gerçeküstü arenanın altını çizer. Yirminci yüzyılın sonlarına doğru ise Filistin’in işgali konusunu öne çıkaran, Siyahi feminist bir şair olan June Jordan olmuştur. 

Muzdarip olduğu Siyonist saldırılara ve Adrienne Rich (ki daha sonra o da işgali eleştirmiştir) ile çok önem verdiği dostluğunu kaybetmesine rağmen June, Filistin meselesinin güçlü bir tanığı haline gelmiştir. Şiirinde kendisini Siyahların özgürlüğü ve Filistin’in özgürlüğünün birleştiği noktayı somutlaştırmaya zorunlu hissetti. “Siyah bir kadın olarak doğdum / ve şimdi / ben bir Filistinli oldum / kötülüğün amansız kahkahalarına karşı / daha az yaşam alanı var / ve sevdiklerim nerede / eve dönmenin zamanı geldi.”  Beyaz feminizm dışındaki feministlerin şu anda kesişimsel diye adlandırdığımız şeyin moda stratejilerini uygulamaya başladığı bir dönemde, Siyah Radikal Geleneği en iyi temsil eden June, bize daha yaşanabilir gelecekler hayal etmemize yardımcı olacak, ulusal, kültürel ve sözde ırksal sınırlar arasındaki politik yakınlıkların kapasitesini öğretti.  Onu derinden özlüyorum ve onun bu kıtada Filistin işgaline karşı direniş afişleri yükselten, Black Lives Matter aktivistlerini görecek kadar uzun yaşamamış olmasına çok üzülüyorum.  

Her fırsatta vurguladığım üzere, yerli ve beyaz olmayan feminist bilim insanı aktivistlerin 2011’de Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki bir delegasyonuna katıldığımda işgali derinlemesine anladığımı sanıyordum. Hepimiz her ne kadar dayanışma hareketiyle bağlantılı olsak da, bu işgalin kurban şiddetini ne kadar az bildiğimiz gerçeğiyle şok olduk. Ziyaretimizin sonunda, kolektif enerjimizi BDS hareketinde yer almak ve askeri işgalin sürdürülmesinde ABD’nin 8 milyon doların üzerindeki rolü ile ilgili çeşitli destekçilerimizi bu konuda bilinçlendirmeye adamaya karar verdik. Bu yüzden bu projede Chandra Mohanty, Beverly Guy-She, Barbara Ransby, Gina Dent ve delegasyonun diğer üyelerine derinden bağlılık duyuyorum. 

Gezimizi takip eden beş yıl içinde, akademisyen ve aktivistlerden oluşan birçok heyet Filistin’i ziyaret etti ve Filistin’le dayanışma hareketini hızlandırmaya, genişletmeye ve yoğunlaştırmaya yardımcı oldu. Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar (BDS) hareketinin mimarları Güney Afrika’daki apartheid karşıtı kampanyaya yönelik çalışmalarını biçimlendirirken, ABD’li aktivistler daha önceki boykot siyasetinden çıkarılacak derin dersler olduğuna dikkat çektiler. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki birçok örgüt ve hareket, apartheid stratejilerinin gündemlerine dâhil edilmesinin kendi çalışmalarını radikal bir şekilde nasıl dönüştüreceğini dikkate almıştır. Ayrımcılık karşıtı kampanya sadece ırkçı devleti devirmek için uluslararası çabaları güçlendirmekle kalmadı, aynı zamanda ırkçılık, kadın düşmanlığı ve ekonomik adalete karşı birçok iç hareketi de yeniden canlandırdı ve zenginleştirdi.

Aynı şekilde Filistin’le dayanışma, bu çağın hareketlerinin politik bilincini daha fazla dönüştürme ve daha geniş hale getirme potansiyeline sahiptir. BLM aktivistleri ve süregiden ırkçı yapıların tanınması çağrısı yapan yükselen kolektif bilincin bu çok önemli tarihsel anıyla bağlantısı olan diğerleri, sosyal adalet aktivizminin diğer alanlarını Filistin dayanışması davasını –özellikle de BDS hareketini- sahiplenmeye zorlamak konusunda önemli bir rol oynayabilirler. Siyah öğrenci örgütlenmelerinin, Filistin’deki Adalet İçin Öğrenci Hareketi ve Barış İçin Yahudi Sesi’nin kampüs örgütlenmelerini bir araya getiren ittifaklar, bize ırkçılık karşıtı bir hareketin İslamofobi ve anti-Semitizme karşı meydan okumalar ve İsrail Devleti’nin ırkçılık politikalarına ve uygulamalarına karşı küresel bir direnişle birleşmesi için gereken büyük ihtiyacı hatırlatıyor.

Teorik ve ideolojik olarak Filistin, bu dönemde tutukluluğun ve polisliğin ilgası diye nitelendirdiğimiz vizyonu genişletmemize de yardımcı oldu. Filistin deneyimi bize, işgalin gündelik hale getirdiği mahpusluk meselesini ve sadece İsrail güçleri değil Filistin otoriteleri tarafından da her an her yerde dayatılan “polisliği” derinlemesine anlamak için “mahpus ulus” ya da “hapishane devleti” gibi kavramları yeniden gözden geçirmeye zorluyor. Nihayetinde bu, hapsetmenin, örneğin cinsiyete dayalı kalıcı ikilik nosyonunun sürdürülmesi ve fiziksel, zihinsel ve entelektüel kabiliyete dayalı ayrıştırmanın doğallaştırması gibi kullanılma biçimleri ve rolü üzerine araştırmaları teşvik etti.  

Amerika’nın küresel hegemonyasının, neoliberal ekonomik ilişkilerin, yerel militarize kontrgerilla ve ırksal “renk körlüğünün” yükselişi göz önüne alındığında, şu anki konjonktürde ne tür toplumsal hareketler olabilir veya olmalıdır?

Devlet şiddetine karşı kesintisiz protestolardan ve yeni iletişim teknolojileriyle bağlantılı temsili pratiklerden yayılan baskılara doğrudan bir yanıt olarak popüler söylemin hızla yön değiştirdiği bir zamanda, polis şiddetini ve kitlesel hapsedilmeyi ulusal siyasi gündeme yerleştirmekte başarılı olan hareketlere dikkatini yönelttiği kadar halka dönük politik eğitime de önem veren hareketlere ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bence bu şu anlama geliyor; şu anki konjonktüre dair, kolektif bilincimizi önceki sınırlarının ötesine taşıyan nispeten yakın tarihli kampanyalardan önemli dersler çıkaran bir analiz oluşturmaya çalışıyoruz. Başka bir deyişle, asimilasyonun kaçınılmaz cazibesine direnecek hareketlere ihtiyacımız var. Occupy (işgal) kampanyası, kapitalizm karşıtı bir kelime dağarcığı geliştirmemizi sağladı: Yüzde 99’a karşı yüzde 1 popüler jargona giren bir kavram oldu. Buradaki soru, – örneğin Bernie Sanders platformu tarafından sunulan, 2016 Demokrat cumhurbaşkanı adayının seçilmesine yol açan analizde olduğu gibi – sadece bu kelime dağarcığının nasıl korunacağı değil, daha ziyade bunun üzerine nasıl inşa edileceği veya ırkçılığı alttan alta destekleyen homojenlik fikrini de bünyesinde taşıyan niceliksel terimlerle açıklanamayacak ırkçı kapitalizm fikri ile karmaşıklaştırmak meselesidir.

Cedric Robinson, geçmişin fikirlerinde, kültürel ürünlerinde ve siyasi hareketlerinde kazılar yapmayı hiç bırakmadı. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Siyah özgürlük hareketlerinde asimilasyon ve direniş yörüngelerinin neden eş zamanlı olarak var olduklarını anlamaya teşebbüs etti ve onun görüşleri – örneğin Amerika’daki Siyah Hareketler’de – değerini korumaya devam ediyor. Dışlama ve ötekileştirmeyi sürdüren koşulları ve yapıları el değmemiş halde bırakan asimilasyonist stratejiler, elbette sadece direniş ve parçalamaya değil, aynı zamanda radikal bir yeniden-tahayyüllere ve radikal yeniden inşalara da ihtiyaç duyan “ilga”ya daha makul bir alternatif olarak sunulagelmiştir. 

Belki de bu, geleneksel ilerici siyasi partilerin ortaya koyabildiğinden çok daha fazla sayıda insana hitap edecek yeni bir siyasi partinin temelini oluşturma zamanıdır. Bu partinin, küresel kapitalizmin yükselişinin ardından ortaya çıkan radikal hareketler yelpazesine organik olarak bağlı olması gerekecektir. Cedric Robinson’ın çağdaş radikal aktivizmle ilgili çalışmasının değeri üzerine düşündüğüm gibi, bana göre bu partinin ırksal kapitalizm fikrine demir atması gerekir; ırkçılık karşıtı, antikapitalist, feminist ve ilga yanlısı olması. Ama en önemlisi, alandaki hareketlerin, mevcut sorunların kesişimselliğini görebilen hareketlerin, bugün hayal dahi edemeyeceğimiz ama gelecekte ortaya çıkacak meselelere, fikirlere, hareketlere imkân tanımaya yeterince açık olan hareketlerin önceliğini kabul etmesi gerekecektir.

Akademik çalışmalarınızda ve aktivizminizde Marksizm ve “Siyah Marksizm” arasında bir ayrım yapıyor musunuz?

Hayatımın çoğunu Marksist fikirleri inceleyerek geçirdim ve sadece baskın sosyoekonomik düzenin Marksizm’den ilham alan eleştirilerini benimseyen gruplarla özdeşleşmekle kalmadım, aynı zamanda ırkçılık ve kapitalizmin ortak kurucu ilişkisini anlamak için de mücadele ettim. Bilhassa Birleşik Devletler, Afrika, Karayipler ve dünyanın diğer bölgelerindeki Siyah komünistlerin ve anti-emperyalistlerin teorilerini ve pratiklerini takip etmiş ve Che Guevara ve Patrice Lumumba isimlerinin etkili olduğu Siyahi formasyonuyla yıllarca Komünist Parti içinde çalışmış biri olarak, benim açımdan Marksizm, daima eleştirinin hem yöntemi hem nesnesi olmuştur. Sonuç olarak, “Marksizm” ve “Siyah Marksizm” terimlerini birbiriyle mutlak bir karşıtlık içinde görmüyorum.

Cedric Robinson’ın Siyah Marksizm: Siyah Radikal Geleneğin Oluşumu çalışmasındaki argümanlarını çok ciddiye alıyorum. Batı’nın ve onun ekonomik, felsefi ve kültürel gelişiminin tartışmasız bir biçimde merkezi olduğunu varsayarsak, o zaman Afrika, Asya ve yerli halklarla ilişkili ekonomik tarzları, entelektüel tarihleri, dinleri ve kültürleri insanlığın önemli boyutları olarak kabul edilmeyeceklerdir. İnsanlık kavramının tam da kendisi, ırksal eşitlik olasılıklarının sonsuza dek önüne geçecek şekilde daima içsel, gizli bir ırksallaştırmayı örtbas edecektir. Tabii ki Marksizm bu Aydınlanma geleneğine sıkı sıkıya bağlıdır. Cedric’in parlak analizi, Marksizm ve Siyah Radikal Geleneği’nin oluşturulmasına yardımcı olan Siyah entelektüeller/aktivistler arasındaki rastlaşmalar vasıtasıyla ortaya çıkan yeni düşünce ve hareket yollarını açığa çıkarmıştır.

Siyah Marksizm’le bağlantılı olarak en üretken ve potansiyel olarak dönüştürücü bulduğum kavram, ırksal kapitalizm kavramıdır. Eric Williams’ın Kapitalizm ve Kölelik kitabı 1944’te yayınlanmış olsa da, bu ilişkiyi inceleyen bilimsel çabalar nispeten marjinal kalmıştır. Umuyorum ki kapitalizm ve kölelik üzerine yapılan yeni araştırmalar, ırksal kapitalizm kavramını meşrulaştırmaya yardımcı olacaktır. Kapitalizmin tarihsel olarak konsolide edilmesinde köleliğin oynadığı rolün kabul edilmesi önemli olmakla birlikte, kapitalizmin ırksal boyutu göz ardı edilirse, yakın tarihte küresel kapitalizmle bağlantılı olarak ortaya çıkan gelişmeler yeterince anlaşılamaz.

Yukarıdaki metin, Gaye Theresa Johnson ve Alex Lubin tarafından derlenen Futures of Black Radicalism’den alınmıştır.

23 Haziran 2020

https://www.versobooks.com/blogs/3421-angela-davis-an-interview-on-the-futures-of-black-radicalism

Çevirenler: Can Güler, Meriç Dıraz