İmdat Freni

Masis Kürkçügil’le Söyleşi: “Lenin Ekim Devrimi’ni dünya devriminin bir parçası olarak gördü”

Masis Kürkçügil ile yapılan bu söyleşi Praksis dergisinin 46. sayısında yayımlanmıştır.

Rusların devrim yılını, 1917’yi, Şubat ve Ekim Devrimini konuşacağız. Bazı sorularımız olacak. Soruların hepsine cevap vermek zorunda değilsiniz, seçerek de cevap verebilirsiniz. Ama bundan önce, bir kolektif kaynak dökümü yapmak istiyoruz. O yüzden, ilk sorumuz, Stalin başkanlığındaki heyetin (Gorkiy, Voroşilov, Kirov, Jdanov)  resmi tarihini (Türkçe’de Evrensel Basım Yayım tarafından yayınlandı), meşhur Kısa Tarih’i (ki bu, Komintern tarihinde, biliyorsunuz, Komünist Manifesto’dan daha fazla basılıp dağıtılan bir eser), Troçki’nin Rus Devrimi adlı üç cildini ve İhanete Uğrayan Devrim’ini, Isaac Deutscher’in artık klasik statüsündeki biyografilerini ve eserlerini, Eric Hobsbawm’ı ve Türkçe’de de çok okunan Edward Hallett Carr’ın Bolşevik Devrimi adlı üç cildini, Ernest Mandel’in Ekim 1917: Sosyal Devrim mi Darbe mi? adlı broşürünü ve nihayet Rusya’da Devlet Kapitalizmi tezinin sahibi Tony Cliff’in tarihini elde var bir sayarsak, devrim tarihi ya da yorumu bakımından, mutlaka anmak isteyeceğiniz, Türkçe de yazılmış olabilir elbette, bir kaç eser sorsak, anacağınız ilk ikisi hangileri olur?

Genel bir çerçeve için Marcel Liebman’ın Rus Devrimi hâlâ vazgeçilmez. Yarım yüzyıl önce Türkçeye çevrilmiş olan (şimdi Ayrıntı yayınlarında) bu eserin bizim literatürümüzde yer almamış olması büyük kayıp. Rabinoviç’in üçlemesi ise (Yordam yayınları) devrimi ve ilk yılını ve bu arada Temmuz günlerini başlı başına incelemesiyle öne çıkıyor. Henüz çevrilmemiş olanlar arasında Victor Serge’in Devrimin I. Yılı ve Sukhanov’un Anıları büyük bir eksiklik olarak kalmakta.

1917 yılı, Rus tarihinde iki ayrı devrimin gerçekleştiği bir dönemeç. Şubat Devrimi ile başlayalım. Birinci Dünya Savaşı bu devrimin önemli amillerinden biri. Çarlığın iktisadi koşullarındaki kötüleşmenin savaşı sürdürmekte yarattığı güçlükler, açlığa varan yoksulluk, yaygınlaşan asker kaçaklığı, yüksek enflasyon ve ücretlerdeki düşüş, yiyecek sorunu vb. Şubat Devrimini gerçekleştiren kendiliğinden hareketin nedenleri arasında sayılıyor. Elbette bunlara eklenecek Bursilov Harekatındaki ağır yenilgi gibi daha özgül nedenler de vardır. Ne oldu, 1917 Şubat ayında Rusya’da?

Bütün devrimler sanki ha bugün ha yarın bekleniyormuş sanılmasın. Şubat devrimi de 8 Mart Dünya Kadınlar gününde patlak verdiyse milyonlarca insanın birbirinden habersiz hoşnutsuzluğuna, öfkesine bir hedef aramasının ürünü olarak ortaya çıktı. Savaş elbette önemli bir etmendi; bir anlamda çarlığın toplumsal ve siyasal çelişkilerinin alabildiğine keskinleşmesine vesile olmuştu. Tutuşturma gücünden yoksunmuş gibi beliren kıvılcımlar, gösteriler beş günde Çarlığa diz çöktürdü (Dünyayı Sarsan On gün Ekim’i imlerse, Şubat’ın da böyle beş günü var.) Ama savaşın hayat pahalılığı, yüz dirhem ekmeğe muhtaç olunması gibi sonuçlarını; köylülerin bundan ayrı düşünülemeyecek olan toprak talebini gözden ırak tutmamak gerek.

Şubat’ta –Lenin’in bir devrim için saydığı koşullar arasında genellikle unutulan– yukardakilerin artık yönetemez duruma gelişi tescil edildi. 300 yıllık Romanov hanedanlığı yalnızca aşağıdakiler katında değil yukardakiler katında da artık hiçbir şey ifade etmiyordu. Çarlık tarihin çöplüğüne atılınca geriye iki seçenek kalıyordu: Ya gerici bir askeri diktatörlük ya da bir sosyalist devrim.

Şubat Devrimi büyük oranda kendiliğinden bir hareketin ürünü, ancak devrimle birlikte bir çok siyasal parti görünür hale geliyor. Anayasal Demokratlar (Kadetler), Sosyalist Devrimciler, Menşevikler ve kısmen Bolşevikler vb. Şubat Devrimi, sol, sosyalist yazında burjuva devrimi olarak nitelendiriliyor. Size göre, bu bir burjuva devrimi mi, bir burjuva devrimi ise özgüllükleri nelerdir? Özellikle, Şubat Devriminde oluşan Sovyetlerin, diğer burjuva devrimlerinde gördüğümüz türden organlar olmadığını ilk bakışta teşhis edebiliyoruz. Sizce?

Sovyetlerin Rusya’da 1905 gibi bir geleneği vardı (bu arada Oscan Anweiller’in kendi alanında eşsiz olan Rusya’da Sovyetler kitabını da anmak gerekir). Sovyetlerin rolü üzerine sosyalist literatürde ciddi tartışmalar var. Ancak  Prens Lvov hükümeti karşısında sovyetler, yani ikili iktidar dediğimiz durum olmasaydı siyaset kurumsal çerçevede tıkanıp kalırdı. Sovyetlerin olmadığı bir devrimi tahayyül etmek mümkün değil. O güne kadar Paris Komünü derslerine özel bir önem atfedenler de dahil olmak üzere –ne de olsa Paris Komününde siyasal partilerden söz etmek mümkün değildi– “konseyci” olmaktan çok particiydiler. Proleter demokrasisinin  vazgeçilmez kaynağı olan Sovyetler partilerin zorlamasıyla değil kendiliğinden ve geniş kitlelerin iradesiyle ortaya çıktı.

Ayrıca sayılan partilerin yanı sıra azımsanmayacak başka siyasal gruplar da var ama daha önemlisi bu partiler kendi içlerinde çok hızlı ve yoğun dağılma ve yeniden yapılanmalara uğruyorlardı.

“İkili iktidar” aynı zamanda “iktidarsızlık” demektir. Lenin Şubat Ekim’in başlangıcından başka bir şey değildir diyor. Nisan Tezleri herhalde bu “sosyalist yazın”ın eleştirisiyle başlar işe. Ne Prens Lvov ne Kerenskiy hükümetleri  işçiler, askerler ve köylüler katında eğreti bir meşruiyete sahiptiler.

Şubat Devrimi ile açığa çıkan siyasal partilerin hepsi Devrimi sahipleniyor, Bolşevikler de bunlar arasında. Bu partilerin genel doğrultusu demokratik bir burjuva cumhuriyeti kurmak yönünde değil mi? Bolşevikler de o tarihte, sürekli/kesintisiz devrimden çok burjuva devriminin yerleşmesinden yanalar. Nisan ayına kadar da bu devam edecek gibi görünüyor. Bu dönemde partilerin arasında yaygın kanaat nedir? Sadece devrime ve sonuçlarına ilişkin olarak değil, savaş vb. konularda da bu partiler neleri savunuyorlar?

Sol partilerin önder kadroları olayların başlangıcında sürgünde.  Çarlığın devrilmesi öylesine beklenmedik bir biçimde ve aniden gerçekleşiyor ki neredeyse hepsi de statükoyu korumayı marifet sayıyor. Bu arada Rusya’nın bir anda savaşan ülkeler arasında en demokratik ülke mertebesine yükseldiği de eklenmeli. Şubat devrimi patlak verdiğinde birkaç yıl sonra İşçi Muhalefetinin başlıca yöneticisi olacak olan Şliyapnikov’un da dahil olduğu Merkezi Komite Rusya bürosu Geçici Hükümeti “kapitalistlerin ve toprak sahiplerinin hükümeti” olarak nitelendirmiş ve bir “Geçiçi Devrimci hükümetin” oluşumunu talep etmişti. Mart ortasında Sibirya’dan gelen iki Merkezi Komite üyesi (Kamanev ve Stalin) duruma el koyarlar ve sağa çark ederler. Bunun için Mart başındaki Pravda’ya ve açıklamalara bakmak yeterlidir. Başta Viborg bölgesi işçileri olmak üzere her ikisinin partiden ihracını bile isteyen bir sol muhalefet söz konusuydu.

Ayrıca kabaran kitle hareketi karşısında bir acizlik de söz konusuydu. Bolşeviklerin özellikle Şubat Devriminden sonra Petrograd’a ilk gelen yöneticilerin de en azından fazlasıyla tutuk davrandıkları kesin. Lenin’in Uzaktan Mektuplar gibi yazılarının Pravda’da fazla solcu bulunup yayımlanmadığını hatırlamakta yarar var (beş yazıdan yalnızca biri o da Lenin Petrograd’da geldiği gün yayımlanmıştı). Nisan başında Finlandiya garına indiğinde kendisini karşılayan Kamanev’in önünde konuşmasını “Yaşasın Dünya Sosyalist Devrimi” diye bitirdiğini hatırlamakta yarar var. Hatta hiç unutmamakta müthiş bir yarar var. Nedense kimsenin hatırlamak istemediği ama Lenin için devrimin başarısı için hayati olan bir hedef. “Uluslararası sosyalist devrim başlamış bulunuyor” diyor aynı konuşmada.

Bolşevik partisinde Lenin’in Nisan Tezleri “eski Bolşevik formülasyonlara karşı” ilan edilmiştir! Yani parti içi bir çekişmenin ürünüdür ve ilan edildiği zaman da bir bomba etkisi yaratmış olsa da iş bitmemiştir. Burada uzun uzun üzerinde durulması gereken bir hususun altını çizmek gerek.  Bolşevik Partisi devrimin başından sonuna kadar çelik disiplinli, son derece merkezileşmiş, vs. bir örgüt olarak sunuluyor. Oysa tam tersine stratejik ve teorik çatışmalarla parçalı bir durumda olan Bolşevik partisinin yönetici kademeleri son derece bölünmüştü ve belirgin bir siyaset gütme kapasitesinden yoksundu. Bu durum yalnızca devrimin başlangıç günlerinde değil Temmuz Günleri gibi kritik bir dönemde bile devam edecek ve örneğin Bolşeviklerin askeri örgütü bir yanda, öte yanda Petrograd komitesi Merkezi Komiteye danışmadan harekete geçmiştir.

Çok kaba gözükse de iktidarın alınmasını sürekli frenleyen (iktidar arifesinde de bütün sosyalistlerin katılacağı bir iktidar formülüne saplanan) Kamanev, Rıkov, Nogin ve daha sonra katılacak olan Zinoviev’in dahil olduğu bir sağ kanadın yanı sıra; anarko komünist Bleichman’ın formülasyonu ile “sokak bizi örgütleyecektir” diyen aşırı sol bir kanat yer alıyordu. Bu iki kanadın Haziran ve Temmuz olayları sırasındaki tavrı açıklıkla görülebilir. Lenin ise  güç ilişkilerine bakarak henüz Petrogard dışında taşra ve cephelerde durumun elverişli olmadığını belirterek  “provokasyona düşmemek”, “dikkatli olmak” konusunda ısrar ediyordu.

Bolşeviklerin devrim formülasyonundaki belirsizlikler Şubat devrimindeki ikircikliklerin de bir nedeni oldu. Lenin Nisan Tezleri ile bu belirsizliklere bir son verme mücadelesine girdi. Che’nin on yıllar sonrasındaki formülasyonunu kullanırsak ya bir karikatür devrim olacaktı yada bir sosyalist devrim!

Savaş meselesi Bolşevikler arasında değil ama Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler arasında çok ciddi yarılmalara yol açtı. Unutmamak gerekir ki anarşist Kropotkin de savaş sırasında bir yurtsever pozisyon almıştı.

Savaş Şubat devrimini hazırlayan koşullar arasında yer alırken Haziran’da ilkin başarılı gözükürken iki hafta sonra Almanların karşı saldırısıyla felakete dönüşen Galiçya saldırısının da Ekim’e giden yolda önemli bir dönemez olduğu eklenmeli.

Peki Nisan ayında ne oluyor? Şunları biliyoruz: Lenin, Nisan Tezleri diye bilinen tezleri yazıyor, tezler Pravda’da yayınlanıyor ve partiye sunuluyor. Bu tezlerdeki görüşler doğrultusunda parti içinde bir mücadele başlıyor. Lenin’in partisini yeniden fethettiğini söyleyen yazarlar var. Bu arada ülkeye de dönüyor. Nasıl döndü? Nisan Tezleri’nin önemi nedir sizce? Öyle ise, Lenin, neden partisini yeniden fethetmek zorunda kalıyor?

Şubat devriminden sonra diyebiliriz ki gündelik işlerin girdabında devrimin teorik sorunları üzerine düşünen Lenin ve Troçki’den başka kimse yok. Nisan Tezleri hiçbir tartışmayı sonlandırmıyor, aksine yeni bir tartışma açıyor. Hatta Bolşevik saflarda ciddi savrulmalar yaşandı (Lenin’in “troçkist” olarak itham edildiği günler!). Stratejik tartışmanın daha keskin bir hal alması şartların olgunlaşmaya yüz tuttuğu Eylül’de başlar ve Ekim’de artık saflar belirginleşir.

Menşevik ve SR cephesindeki gelişmeler çok daha az biliniyor. Oysa burada büyük çatırdamalar oluyor. Genellikle anılmayan, anarşistlerin, anarko komünistlerin üye sayısı birkaç bini geçmese de belli merkezlerde ağırlığını da hesaba dahil etmek gerek.

Bolşevik kadroların 1916’dan 1917’ye geçirdiği köklü dönüşüme bakılırsa diğer işçi partilerinden ve tabii özellikle o güne kadar herhangi bir partiye üye olmayanlardan büyük bir akın var. Yalnızca parti üye sayısı artmıyor yönetim kademelerinde de çok önemli değişiklikler oluyordu. Yani yeni görevlere uygun olanlar öne çıkıyordu. Bunun en belirgin örneği kendilerine “enternasyonalist RSDİP” diyen Troçki, Lunaçarski ve İoffe gibi daha sonra Merkezi Komitede yer alacak olan, Temmuz’da yani o zor günlerde Bolşevik partisine katılan ve Petrograd’da 4000 militanı temsil eden Mejrayontsı grubu.

Lenin’in savaş sırasında yaptığı Hegel çalışmaları (Kevin B.Andreson, Michael Lowy gibi yazarların önemle üzerinde durduğu bir husus) bir dizi konuda olduğu gibi devrim konusunda da düşüncelerinin olgunlaşmasına imkan verdi. İki Taktik’in belirsiz formülasyonları artık yerini açıkça sosyalist devrime bırakmıştı. Onun çalışmalarının uzağında kalanlar ise Çarlığın baskısı kalkınca sanki “normal” bir burjuva demokratik bir devrimin gerçekleşebileceğini düşünüyorlardı ve Finlandiya garında altı çizilen dünya devrimi perspektifinden de afallamışlardı.

Nisan Tezleri önce Bolşevik Partisi içindeki bir mücadeleyi kışkırttı ve partiye bir yörünge kazandırdı. Böyle bir yörünge olmadan Ekim’e varmak mümkün değildi; tabii Şubat’ta da kalmak mümkün olmadığı için koyu bir gericiliğin hüküm sürmesi kaçınılmazdı. Amiyane tabirle Lenin önce partisini terbiye etti. Partisini terbiye ettiği oranda da “Bütün İktidar Sovyetlere” sloganı ete kemiğe bürünmeye başladı.

Temmuz ayına kadar devam eden, nispeten sakin dönem var. Bu dönemde Sovyetler içinde etkin olan siyasi güçler hangileri? Lenin Sovyetleri, ikili iktidar organlarından biri olarak lanse ediyor ancak, Sovyetler içinde iktidarı almaya dönük bir eğilim mevcut değil henüz. Sovyetler, geçici hükümeti, Kerenski’yi destekliyor. Biraz Sovyetler üzerinde duralım. İşçi Sovyetleri var, Asker Sovyetleri var. Bunlar en bilinenler. Sovyetler nasıl oluşmuştu, hangi toplumsal sınıflara ve kesimlere dayanıyordu, ne kadar yaygındı?

Sovyetlerin delege sayısı 3000’e çıkmıştı. Bir karar merciinden ziyade tartışma, nutuk ortamı vardı. Esas güç 30 kişilik yürütme komitesindeydi. Nisan ayında yapılan sovyet ulusal konferansına bu heyete yeni isimler katıldı ve 80 küsur kişi oldu. Aralarından on kişi önemli bir karar mercii oluşturdular. Başlangıçta askerlerin temsil gücü daha fazlaydı ve dolayısıyla “sağ” kuvvetliydi.

Haziranda bile Bolşevikler Sovyetler Kongresindeki 822 kişilik delegasyonda 105 delegeye sahipti (Menşevikler 248, Sosyalist Devrimciler ise 285 temsilciye). Martov’un Solcu Menşevikler’in bile 70 sandalyesi vardı.

Haziran olayları patlak verdiğinde Sovyet yürütmesi ile Petrograd kitlesi arasındaki uçurum belli oldu. Beklenmedik bir biçimde Bolşeviklerin başta “Bütün İktidar Sovyetlere”, “Kahrolsun on kapitalist bakan” gibi temel sloganları merkezin belirlediği etliye sütlüye dokunmayan sloganları ezici bir biçimde bastırdı. Petrograd proletaryası Bolşeviklerin safındaydı.

Böylece yirmi binin biraz üzerinde üyeye sahip olan Bolşevikler Nisan’da 80 bin üyeye varmışlardı ki bu da yetersizdi. Nitekim Ağustosta bu sayı 200 bine varacaktır. Nisandan Ağustosa Petrograd’daki üye sayısı üçe katlanmıştı.

Ne iyi ki Sovyetler hakkında Oskar Anweiler’in kitabı Türkçede var. Denebilir ki 1905 ve 1917 (1921’e kadar) devrimlerini bu işçi demokrasisi kurumlarını anlamadan değerlendirmek mümkün değildir. Siyasal mücadelelerin yürütüldüğü temel alan   Sovyetlerdeki güç ilişkilerindeki değişimi izlemek sanki devrimin barometresini izlemek gibi.  Oluşumundaki belirsizlikler ne olursa olsun (temsil meselesi, icra gücünün nerede olduğu gibi) parlamenter bir geleneği olmayan (Duma’yı atlamakta beis yok) bir ülkede insanların her kademede sözlerini söyleyebildikleri ve çoğulcu (bütün işçi partilerinin katıldığı bir organdan söz ediyoruz) yapılan olarak Sovyetler devrimin şaha kalkmasının da nefesinin tıkanmasının da resmini vermektedir.

Bolşevikler, Temmuz ayına kadar “Bütün İktidar Sovyetlere!” propagandası yapıyorlar mı? Propaganda, daha çok “ekmek, barış, toprak” gibi somut taleplere mi dayanıyor? Bolşeviklerin Temmuz günlerine kadar durumu nedir?

Lenin çok açık bir biçimde çoğunluğu elde etmeden iktidarı ele geçirmeye çalışmanın bir macera olduğunu belirtiyordu. Bir dizi tartışmada bu husus maalesef unutuluyor. Haziran’daki güç gösterisi onun için de beklenmedik bir durumdu. “Ekmek, barış, toprak” Şubat devriminin sloganı, ama bir iktidar perspektifi yok. Kim sağlayacak bunları? İkili iktidar durumu var olduğu sürece ne savaşa son vermek ne de diğer talepleri gerçekleştirmek mümkündü. Sovyetler burjuvazinin nüfuzundan arındırılarak bu talepleri karşılayacak iktidarı oluşturabilirdi. Bunun için “Kahrolsun on kapitalist bakan!” sloganı, temel sloganlardan biriydi.

Temmuz ayında, Bolşeviklerin de ardından sürüklenmek sorunda kaldığı bir isyan dalgası var. Doğrudan geçici hükümeti hedef alıyor. Bolşeviklerin askeri örgütünün içinde yer aldığı bir isyan bu. Ancak parti, ikircikli davranıyor. İsyan, kanlı bir şekilde bastırıldığında fatura Bolşeviklere kesiliyor. Bolşevik basın tekrar yer altına çekilmek zorunda kalıyor. Eylül ayına kadar sürecek bir bozgun havası var gibi. Temmuz günlerinde ve sonrasında neler oldu?

Temmuz’daki hamle Geçici Hükümetten Anayasacı Demokratların istifasıyla başladı. Bu durumda burjuva partilerin olmadığı bir hükümet kurulma ihtimali vardı, ama Sovyet yönetimi bunu göze alamadı. İkili iktidar durumunda Sovyetler aleyhine bir gelişme oldu. Bahriyeliler, işçiler büyük gösteriler yapmaya başladığında Sovyet yönetimi yetim kaldı. Temsil ettiğini iddia ettiği güç sokaktaydı ve kendisi itidal çağrısında bulunmak durumundaydı. Açıkçası Petrograd fiilen göstericilerin elindeydi ancak kimsenin aklına bir takım stratejik mevkileri ele geçirmek gelmedi. Gösteriler durulmaya yüz tutarken destek geldi ve “derin devlet” diye anabileceğimiz Çarlığın karanlık güçleri ile askeri öğrenciler cadı kazanını kaynattılar.

Bu daha önce çeşitli vesilelerle Lenin’in devrimin barışçı yollarla gerçekleşebilme ihtimalinin de ortadan kalktığını gösteriyordu. Şubat’ın getirdiği “demokratik” haklar berhava olmuş, devrimin başlangıcından bu yana proletarya ilk kez bozguna uğramıştı.

Eylül ayında Bolşevikler büyük oranda toparlanmakla kalmıyor, Sovyetler içinde de çoğalıyorlar değil mi?

Lenin Temmuz günlerinden sonra Stolıpin gericiliğine benzer bir dönemin de mümkün olabileceğini düşünmüştür. Sokağa çıkan yığınlar Geçici Hükümet dahil birtakım yerleri rahatlıkla el koyabilecekken geri çekildiler ve ardından Geçici Hükümetin emrine giren bir alay, Bolşeviklere karşı bir saldırı başlattı. Lenin Alman ajanı ilan edildi, Troçki hapse atıldı. Pravda’nın matbaası imha edildi.

-Bolşevikler arasında bütün bir Eylül ve hatta Ekim boyunca süren “iktidarı alıp almama” tartışması ile Temmuz yenilgisinin bir ilgisi var mı? Bu tartışmanın özü nedir? Bir çok yazar, bu tartışmanın Nisan Tezleri’ndeki sürekli/kesintisiz devrim perspektifinin Bolşevikler tarafından içselleştirilememiş olmasından doğduğunu ileri sürüyor. Katılır mısınız?

Temmuz yenilgisinden ziyade Kamanev-Zinoviev örneğinde olduğu gibi bütün sosyalist partilerin katılımıyla bir iktidar oluşturmak isteyenler var. Ama bu Şubattan Ekime kemik bir eğilim değil. Arada tavır değiştirenler var. Nisan Tezleri henüz Bolşeviklerin çok güçlü olmadığı bir dönemde deklare edilmişti. Üstelik Şubat’ın yarattığı bir sarhoşluk da vardı. Temmuz günleri ve Kornilov’un başkomutan olarak atanmasıyla iki arada bir derede formülasyonların zemini iyice daraldı.

Bu arada Geçici Hükümet ile Sovyet yönetimini de özdeşleştirmemek gerek. Hatta Geçici Hükümet ile Kornilov darbesi arasında da bir ayrım var. Kerenskiy Kornilov’a el çektirmek istedi; Kornilov ise sadece Bolşevikleri değil bütün sol partileri temizlemek niyetindeydi.

Bu arada Bolşevikler dışındaki partilerin ve geçici hükümetin durumu nedir? Özellikle Sovyetler içinde yer alan partilerin.

Sovyetler içindeki partilerin durumlarını Sovyet seçimlerinden izlemek mümkün. Böylece kitlelerin nasıl sola kaydığı da görülebilir. Örneğin Petrograd ve Moskova bu açıdan anlamlı. Ayrıca Petrograd ve Moskova belediye seçimlerinde Bolşeviklerin öne çıkması rahatlıkla gözlenebilir. Bu arada özellikle cepheye ve büyük kentlere yakın asker sovyetlerinde benzer bir radikalleşme söz konusu.

Ekim Devriminin ön gününe gelelim. Diyelim bir hafta öncesi, bir tablo çizmek isterseniz, nasıl çizersiniz?

Eylül’den itibaren Bolşevikler derlenip; toparlanıyorlar. Eylül ortasından itibaren Lenin ayaklanma için bastırıyor. Diğer partiler ataletten malul denebilir. Troçki Petrograd Sovyeti başkanı oluyor ve bu mevkii devrimi örgütlemenin bir aracı haline getiriyor. Şubat’a bakarak Ekim çok sakin. Sanki her şey tabii mecrasında cereyan ediyor. Birçok tarihçi  neredeyse patırtısız gürültüsüz bir devrimden söz eder. Bolşeviklerin işi ağırdan aldığı izlenimi Petrograd işçilerinde yaygındı. Her ne kadar Kerenskiy ayaklansınlar da bir güzel tepelim modunda olsa da aslında ayaklanmaya karşı çıkacak herhangi bir güç yoktu.

Bolşeviklerin Merkez Komitesi’nde yürütülen meşhur tartışma var. Lenin’in “dün erkendi yarın geç olacak” dediği rivayet edilen bu tartışma sonunda, Kamenev ve Zinovyev, iki Merkez Komitesi üyesi, bu kararı açıktan eleştiriyorlar. Bu karar ve tartışma neydi? Dolayısı ile alenen örgütlenmiş bir devrim diyebilir miyiz?

İşin teknik yanı bir yana politik olarak bunu görmemek için kör olmak gerekirdi. Ama bir sınıf körlüğü de var tabii egemenler açısından.

Merkezi Komitede iki türlü tartışma var. İlki sözünü ettiğiniz devrime değil de bu şekliyle iktidarın alınmasına karşı çıkanlar, yani daha geniş bir sosyalist partiler koalisyonu ile iktidarın ele alınabileceği kanısında olanlar. Diğer tartışma iktidarın meşruiyetinin sağlanması için bir sovyet kararı ile alınması yönündeki Troçki’nin görüşü.

Şu meşhur devrim mi darbe mi tartışması için neler söylersiniz? Ekim olayı, bir devrim mi bir darbe mi?

Tek kişinin bile neredeyse burnu kanamamış. Şubat’tan farklı olarak kansız bir devrim. John Reed gündelik hayatın nasıl normal seyrini sürdürdüğünü çok iyi anlatır. Bir azınlığın gayri meşru yollardan iktidara el koyması kast ediliyorsa Sovyet seçimlerinin sonuçlarına bakmak yeterlidir. Bir de ortada bir gayri meşruluk varsa bu herhalde Geçici Hükümete aitti. Kerameti kendinden menkul bir meşruiyeti vardı. Çarlık çökmüş, askeri diktatörlük kapıda bekliyor, Geçici Hükümetin hiçbir dayanağı yok.

Ekim Devriminden bir hafta sonrası diye soralım bu kez. Tablo nasıl?

Hemen devrimin akabinde Lenin Sovyette söz alır ve Nisan başında Finlandiya garındaki konuşmasını sürdürür: “Yaşasın dünya sosyalist devrimi!” Menşeviklerin, sosyalist devrimcilerin Sovyeti terk etmesi (atılması değil!) önemli bir gelişmeydi. Kalanlar duruma ayak uydurdular. Halk Komiserleri  Konseyi kuruldu. Devrimin kaderi açısından çok önemli olan  toprak kararnamesi çıkarıldı. Ama bakanlıkları komiserliğe dönüştürmekle iş bitmiyordu.  Memurlar direndiler ve birçok halk komiserliği işlemez hale geldi. Herhalde ilk haftaya damgasını vuran olay bu olmalı.

1918 yılının Ocak ayında Kurucu Meclis seçimleri yapılacaktı. Yaygın görüş, Bolşeviklerin bu seçimleri yaptırmadığı. Kurucu Meclis seçimlerinin yapılmaması önemli eleştirilere konu ediliyor. Sizin görüşünüz nedir, Kurucu Meclis seçilseydi Devrimin kaderini ne yönde etkilerdi?

Seçimler yapıldı ve sonuçlar Sovyetlerdeki güç ilişkilerinden tamamıyla farklı çıktı (unutmamak gerekir ki Rusya gibi koca bir ülkede üstelik o günkü imkanlarla sonuçlar aylar öncesini yansıtıyordu). Petrograd ve Moskova gibi en önemli iki merkezde Bolşevikler Anayasal Demokratlarla Sosyalist Devrimcilerin toplamından fazla oy alırken, ülke genelinde oyların yarısından fazlasını Sosyalist Devrimciler aldı. Ancak garip bir durum vardı; Sosyalist Devrimciler sağ ve sol kanatlar olarak kesinlikle bölünmüş olmalarına rağmen tek bir parti gibi seçimlere girmişlerdi. Sol kanat çok cılız bir temsiliyet kazanmıştı. Oysa kısa bir süre sonra yapılan köylü sovyetleri seçimlerinde çok büyük bir üstünlük kazanacaklardı. Bu arada Sosyalist Devrimciler Sovyet iktidarına ve temsilcilerine karşı bir takım hareketlere giriştiler ki bunların en önemlisi 2 Ocak 1918’de Lenin’e yapılan suikasttir (birkaç ay sonra Bolşevik yönetici Volodorskiy ve Uritskiy öldürülecektir).

Kurucu Meclis devrimden neredeyse 100 gün sonra toplandığında ilk işi Bolşeviklere meydan okumak oldu. Kaldırıldığında da herhangi bir tepki olmadı. Ancak sosyalist demokrasi açısından bu mesele hayatidir. Biri genel oya dayanan (Kurucu Meclis) diğeri çalışanların iradesini beyan eden (Sovyetler) iki organ, bir ikili iktidar durumu (yani felçleşme) yaratmadan birlikte var olabilmeliydi. Rosa Luxemburg’un ikazını bu bapta mutlaka anmak gerekir. “Bütün ülkede siyasal yaşam boğulunca ister istemez Sovyetler de giderek felçli duruma düşer” diyen Rosa’yı tarih haklı çıkarmıştır.

Eğer Kurucu Meclis o gün geçmişteki güç ilişkilerini temsil ediyorduysa o koşullarda (iç savaş) yeni bir seçime gidilemezse bile iç ve dış düşmanlar yenilgiye uğratıldıktan sonra Lenin’in Nisan’da dediğine uygun olarak halkın çoğunluğunu temsil edebilecek bir organ ve tabii buna uygun ilişkiler kurulmalıydı. 

Slogan “Bütün İktidar Sovyetlere!” olmakla birlikte, kısa sürede Bolşevikler sadece hükümeti fethetmiyor, bütün bir devlet aygıtını, bazı yazarlara göre, onun temeline Sovyetleri koymaksızın ele geçiriyorlar. Durum bu mu? Nasıl oluyor bu?

Sovyetler özellikle iç savaş sürecinde köklü bir değişme uğruyor. Kabaca devrimi yapan işçi sınıfı artık ya cephede ya da kıtlık dolayısıyla kırlara çekilmiş durumda. Tabii önde gelenlerin önemli bir kısmı ise yeni devletin kademelerine yerleşmekte.

Petrograd ve Moskova’nın nüfusunda ciddi düşüşler olduğu gibi buna paralel olarak örneğin sanayi işçilerini sayısı da üçte bire düşmüştü.

Ayrıca partiye katılanlar da çarlık döneminde olduğu gibi değil de artık iktidar olan bir partiye üye oluyorlardı. 1924’ten sonra ise artık parti üyelerinden beklenen “devrimci” olmaları da değildi. Sonuçta devlet  kademesinde yer edinmek için parti üyeliği bir basamak haline geldi ve yıllar sonra Buharin’in hayıflandığı gibi partiyle devletin kaynaşması partinin felaketi oldu. Lenin ve Troçki 1922’de bu tehlikenin altını çizmeye başladılar. Lenin’in son yazıları bu açıdan hem bir bilanço, özeleştiri hem de uzak görüşlülük açısından çok önemli

Brest-Litovsk Barışı’nın ertesi yılı, 1919’da ikibuçukuncu enternasyonal kurulacak. Zimmerwald Enternasyonali. Daha sonra Üçüncü Enternasyonal oluşacak. Bu bağlamda, özellikle Bolşevikler arasında Ekim Devriminin ilk gününden itibaren bir Dünya Devrimi tartışması da var, değil mi? Lenin’in kendisi dahil, Alman Devriminin kendilerini izleyeceği beklentisine sahipler.

Lenin ta başından itibaren dünya devriminin bir parçası olarak görüyor Rus Devrimi’ni. Hatta Troçki ile birlikte denebilir ki  izole kaldığı takdirde başına gelebilecekleri bile kestirebiliyor. 1916’dan itibaren Alman işçi hareketindeki gelişmeleri izleyen biri bu perspektifi yalnızca teorik olarak değil hayli de mümkün görebilir. Unutmamak gerekir ki Almanya’da İmparatorluğa son veren büyük kitle hareketiydi. “Alman Devrimi” en fazla almanlar için bir gerçeklik olarak görülüyordu. Kuruluşta Komintern’in resmi dili Rusça değil Almancadır. Fransızlar Almancayı çok seviyor diye değil, eli kulağındaki bir Alman devriminden sonra dünya devriminin merkezi orası olacak diye. Meraklısı bu konuda bir dizi alıntı bulabilir.

İç Savaş, üç yıl sürüyor. Tarafları ve dinamikleri için neler söylemek istersiniz?         

Adı iç savaş ama malum bir dizi dış unsur da işin içinde. Beklenmedik derecede ağır sonuçları oluyor. 7-8 milyon insanın savaş, kıtlık, çeşitli hastalıklar vesilesiyle öldüğü bir dönem.  Yabancıların ve generallerin (Ekime darbe diyenlerin kulağına küpe) parlamenter demokrasi diye bir derdi yok; alabildiğine gerici bir askeri diktatörlük için  savaşıyorlar. Bu zorlu dönemde Kızıl Ordunun kuruluşu ve mücadelesi özel bir önem taşıyor ve tabii Troçki’nin becerisinin de belirtmek gerek.

İç Savaş’ın kendisi, Rusya’da Bolşevikler önderliğinde bir işçi devriminin koşullarının oluşmamış olduğunu göstermiyor muydu? Devlet, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, İç savaş kazanıldıktan sonra, 1922 yılında kuruluyor. Alman Devrimi takip etmediğinde, devrimin ileri gidemeyeceğini öngörmeleri gerekmez miydi Bolşeviklerin?

Pılıyı pırtıyı toplayıp göçmenliğe gidecek halleri yoktu. Durum ne kadar zor olsa da Lenin’in tabiriyle “zaman kazanmak” gerekiyordu. “Az olsun öz olsun” makalesindeki gerçekçilik bu bakımdan çarpıcıdır. İç savaş nasıl dünyaya meydan okunarak kazanıldıysa “sosyalizme geçiş” sağlanamasa da halkın çıkarlarını gözeten bir sistem oturtulabilirdi.

Bolşeviklerin hayalinde Fransız Devriminin olduğu birçok yazar tarafından dile getiriliyor. Hatta, Bolşevik kadroların birbirlerine Robespierre kim, Danton kim, Marat kim vb. diye baktıklarını ileri süren de var. Ne dersiniz, başlı başına bu devrimin kaderi bakımından etkili olmuş olabilir mi?  

Şimdi tek tek isimleri saymayalım ama en önder kadroların bile Fransız Devrimi’ni hayli yüzeysel bildiği söylenebilir. Bolşeviklerin hayalinde esas olarak Paris Komünü vardı. Lenin devrim, Paris Komününden bir gün fazla yaşayınca karlar üzerinde tepinir. Devlet ve İhtilal Komün’den sürekli söz eder. Paris Komününün zaafları vardır ama güneşi fethetme babında Ekimin atasıdır. Komün dersleri ne kadar izlenmiştir onu da iyi tartışmak gerekir. Sonraki bürokratikleşmenin en basit unsurlarını oradan da izleyebiliriz.

1921 yılına geldiğinde Sovyetler neredeyse tamamen parti denetimine alınarak sönümleniyor. Sadece Sovyetler değil, işçi sınıfının diğer örgütleri de parti denetimine alınıyor. 10. Kongre’deki meşhur tartışma var. Hatta, Stalin Resmi Tarih’te Troçki’yi “emeğin üretiminin militarize edilmesi” önergesi üzerinden de suçluyor. 10. Kongre’de ne oldu?

Oradaki temel mesele parti içi demokrasisinin de rafa kaldırılmasıdır. O güne kadar Bolşevik Partisi’nde hizip özgürlüğü vardı.  Hiziplerin yasaklanması otomatikman özgürlüklerin kısıtlanmasına varıyordu. Kısıtlama ile başlayan sonunda betona vardı. Lenin bunu geçici bir husus olarak görüyordu; nitekim kendisi bizzat ölüm döşeğinde Stalin’e karşı bir blok teklif edecektir Troçki’ye. 

Kronştad İsyanı var. İsyancılar, partiye karşı Sovyetlerin kaybettiği yetkisini talep ediyorlar. Talepleri çok somut. Akabinde, 10. Kongre’nin meşhur işçi lideri, sol muhalefetten Aleksandr Şlyapnikov’un itirazları var. Fabrikaların eski sahiplerinin fabrikalara komiser olarak atandıklarını, fabrika komitelerinin etkisiz kılındığını, sendika denetiminin dahi ortadan kalktığını, özetle işçi denetiminin yok edildiğini ileri sürüyor. Ne dersiniz, bu olaylar devrimin kaderinin işaret fişekleri miydi?

Kronştad İsyanı’nın bastırılmasının kesinlikle savunulur bir yanı yoktur. İşçi Muhalefeti’nden Şlyapnikov’u Lenin “sendikalist sapma” diye eleştirir, hatta ihracını talep eder ama o kongrede yine Merkezi Komite’ye seçilir. Eleştirilerinde haklılık payı var. Ama belirtmek gerekir ki o da Kronştad İsyanı’nın bastırılmasında yer aldı.

Bu bağlamda süren bir demokrasi tartışması var. Sovyet demokrasisi ileri gidemediğine göre, en azından Sovyet partileri, özellikle Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler bakımından siyasal özgürlüklerin tanınması gerektiğine dair bir tartışma. Sadece siyasal özgürlükler bağlamında değil, sivil özgürlükleri de büyük oranda ortadan kaldıran bir tek parti iktidarı, hatta gizli polis rejimi kuruluyor. SSCB yıkıldıktan sonra yapılan ve arşiv incelemelerine dayanan yakın tarihli çalışmalarda, devrimin evrensel mesajının aksine, örneğin, basın özgürlüğünün büyük oranda yok edildiği vb. bir anti-demokratik rejim görüntüsü berraklaşıyor. Lenin’in son yazı ve mektuplarındaki uyarıları da bunu doğruluyor. Çok çarpıcı bir demokratikleşme önerisi var mesela, Merkez Komitesine derhal 150 işçi alalım diyor, bir tür, devlet aygıtı karşısında İşçi Denetimi Meclisine çevirmeye çalışıyor partiyi. Şöyle bir tez de var: NEP’le (yeni ekonomik politika) piyasayı kontrollü şekilde ihdas ettiği gibi siyasal demokrasi temelinde sosyalist olmayan bir geçiş rejimine doğru geri çekilerek devrimin ilan edilmiş programını ve hegemonyasını sürdürebilirdi. Klasik ve karşılıklı bir Troçkizm ve Stalinizm eleştirisi ve tartışması da var. Bu tartışmayı da sürdürebilirsiniz elbette, sonuçta bitmeyen bir tartışma ama bu tartışmada boğulmaksızın, demokrasi bağlamında neler söylersiniz?

Sovyet partilerine siyasal özgürlük verilmeliydi ve silaha sarılmadığı sürece siyaset yapma hakkı tanınmalıydı. Devrimi yapan insanların rüştünü ispatlamadığı gibi bir tespitten hareketle onları korumak için yasaklara sığınmanın burjuva demokrasisinden daha gelişkin olacağı belirtilen sosyalist demokrasi ile bağdaşmaz. Rosa Luxemburg’un Rus devrimi broşürü tekrar tekrar okunmalı, tabii Lenin’in son yazıları da.

Troçkizm ve Stalinizm eleştirisi veya tartışması diye bir şey yok. Stalinizm karşı devrimdir ve ilk zaferini de Lenin’e karşı kazanmıştır. Yalnızca Gürcistan meselesindeki bir anlaşmazlıktan söz etmiyoruz. “Büyük Rus şovenizmine savaş ilan ediyorum” diyordu Lenin. Kast ettiği açıktı, eski tipte bir devlet oluşturmaya niyetlenenlere savaş ilan ediyordu.

Ekim Devrimi sonunda yapılaşan SSCB’ye, köylülerin toplumsal zenginliğine zorla el koyma üzerinden gelişen Batı-dışı ancak hedefi Batı-benzeri olan bir tepedenci modernleşme pratiği olarak bakarak, sosyalizm parantezine dahi almayan görüşler de var. 1917’de Azerbaycan dışında hiçbir Türk topluluğu içinde sol, sosyalist hareket yok. Gürcistan’da sol bir parti var ama Lenin, son yazılarında Gürcistan politikası nedeni ile Stalin’den, “kendisi Rus olmayan büyük Rus şovenisti” olarak söz ediyor. Sultan Galiyev trajedisi de biliniyor. Ne dersiniz?    

Azerbaycan bile tartışmalı. Malum Himmet Bolşevik partisinin ayrı örgütlenmesini kabul etmek durumunda kaldığı tek örgüt. Himmet’in Bakü proletaryasında ciddi bir etkisi yok. Bakü Komünü’nde (sorularınızda yer almıyor ama Ekim Devrimi  babında anılması gereken bir deneyim) de bir etkileri yok. Çevre halklarda (Ukrayna, Gürcistan, Baltık ülkeleri, Polonya ve elbette Yahudi sosyalizmini temsil eden Bund) Çarlık döneminde bile anılmaya değer sosyalist hareketler var. “Türk topluluğu”nda işçi hareketi ve bununla kaynaşmış bir Marksist hareket söz konusu değil. Sultan Galiayev’in marksistliği tartışmalı; malum devrimden sonra Moskova’daki Milliyetler Halk Komiserliği’ne giriyor. Efsane ile gerçeğin fazlasıyla karıştığı bir konu. Ancak özellikle göçmen Ruslar üzerinde partinin ve yeni devletin inşası bu bölgelerde vahim hataların işlenmesine neden olmuştur. Örneğin Lenin’in özel olarak gönderdiği Safarov 1921’deki raporunda “Türkistan’da proletarya diktatörlüğü sömürgeci bir mahiyet kazanmıştır” diye bir rapor verir. Gürcistan ve Ukrayna ile birlikte bu bölgelerdeki icraat da devrimin yarattığı umutlara denk düşmediği gibi ters de düşmüştür.

Buraları Bolşeviklerin bildiği, tanıdığı bölgeler değildi ve Batı’da bir devrime umut bağlayanlar için Bakü Kurultayında görüldüğü Şark çok belirsizdi. Bakü Kurultayının da zaten arkası gelmedi.

Bazı yazarlar, SSCB deneyiminin başarısızlığını, siyasal bir devrimle devletin sönümlenmeye başlayabileceği yönündeki tezin aşkıncı karakterine bağlıyor. Ekim Devrimi’nin evrensel mesajlarını gerçekleştiremediği için evrenselleşememiş bir Rus Devrimi olarak kaldığını, Rus Devrimi’nin devletin siyasal bir devrimle sönümlenebileceğine ya da sönümlenmeye başlayacağına dair siyasi iddianın üç ayağını, Sovyetler, UKKTH ve enternasyonalizmi kendi deneyimi ile yanlışlayarak bu siyasi iddiayı tarihe gömdüğünü ileri sürüyor. Ne dersiniz? Bir “Ekim Dersleri” tablosu yapsanız, bu görüş orada yer alabilir mi?

Ekim Devriminin “başarısızlığını” yine Lenin’in Finlandiya garına indiğinde verdiği söylevi irdeleyerek değerlendirmek gerekir. İç savaş ve kıtlık gibi nesnel faktörlerin ardına saklanmadan başarısızlığı yine siyasal düzeyde irdelemek gerek. Özetle Lenin’in Son Yazılar’ında ve Troçki’nin aynı tarihlerdeki Yeniyol yazı dizisinde dile getirilen meselelerden başlayarak ama önce Rosa Luxemburg’un siyasal demokrasi konusunda her ikisine yönelttiği eleştirileri (devrimi takdir eder tabii ki) alarak işe başlamak ve bürokratik karşı devrimin ne tür bir siyasal ve toplumsal güç ilişkileri içinde gerçekleştiğine bakmak gerekir.

Yoksa Ekim Devrimi’nin yarattığı umutlar ve önüne koyduğu hedeflerin tarihin çöplüğüne gönderildiğini iddia etmek en azından mevcut dünya hallerinden müthiş keyif alanların işi olabilir ancak. Ekim devrimi kendisiyle sınırlı olmayan kendinden önceki deneyimleri (özellikle Paris Komünü) içeren ve geleceğe de insanlığın kurtuluşu yolunda çağımızın en önemli deneyim olarak tekrar ve tekrar incelenmeye değer.

Ayrıca yalıtılmış bir ülkedeki devrimden dünyanın dertlerinin çözümünü beklemek de abes. Rosa’nın dediği gibi onlar o cesareti gösterdiler ama arkasını getirmek için başka güçler gerekiyordu.

“Sovyetler, UKKTH ve enternasyonalizm” konusunda hatalardan önce en gelişkin deneyimin de yine Rus Devrimi olduğu atlanmamalı. Devrimin ilk yıllarında dünyanın dört bucağındaki insanlara nasıl bir umut aşıladığını anlamak için bırakalım büyük lafları gündelik hayattaki değişimlere de bir göz atmak yeterli olacaktır.

Devrim tek boyutlu, sadece siyasal sonuçları olan bir olgu değil. Sanatsal, hukuksal vb. sonuçları da var. Ekim Devrimine bir bütün olarak baktığınızda bu anlamda bir mirastan söz etmek mümkün mü?

Elbette bir miras var ama bu bir vasiyetnamede yazılı bir miras değil. Engels’in Marx’ın “ben Marksist değilim” sözünü yorumlarken söylediği gibi bir “etiket” olarak değil bir “araştırma rehberi” olarak “tarih anlayışımızın” vazgeçilmez bir kaynağıdır. Yine Lenin’in bir devrimci parti hatalarından öğrenir sözüne dönersek Ekim devrimi elbette “zaaflarıyla” birlikte ele alınmalıdır. Ama daha sonraki bürokratik karşı devrimin, Stalinizmin hesabını Ekim’den sormamak gerekir; çünkü bu karşı devrim bizzat Ekim’in kendisine karşıydı.

Devrimin evrensel mesajını sahiplenen, 2010 yılında yitirdiğimiz, Paris ’68 devrimci kalkışmasının önderlerinden Marksist düşünür ve eylemci Daniel Bensaid, Ekim Devrimine bakarken “stratejik sorunu geri çağırmalıyız” diyordu. Son olarak bu bağlamda, bugün “Ekim Dersleri’ni çalışacak” ve “sosyalist bir geleceğe taşıyacak” siyasal bir hareketin olanağı var mı? Varsa bu bir işçi hareketi mi, sosyal hareketler çoğulluğu mu? Ve bir “dünya partisi”, dünün mü, geleceğin mi sorunudur?

Sevgili Daniel’in söylediklerinin ne kadar yerinde olduğunu stratejik ufkun yitirilmesinin bedelinin ne kadar ağır olduğunu tekrar be tekrar yaşıyoruz.  Ekim derslerini çalışmak elbette Ekim’i bir model olarak ele alıp tekrarlamak anlamına gelmiyor. İşçi sınıfının (bir ücret mukabilinde emeklerini satmak zorunda olanlar) yaşadığı yenilgiler yaptığı hamleleri anlamsızlaştırmaz. Gericilik dönemleri tarihin kaderi değilse de oldukça yaygındır. Şimdi de uzun bir gericilik döneminde yaşıyoruz ama dünyanın dört bucağında işçi sınıfının, emekçilerin, ezilenlerin yeni deneyimleri de eksik olmuyor. Omurgası emekçilerden oluşan bir hareket ancak ezilenlerin diğer kesimlerini de anlamlı bir bütünün parçası haline getirebilir. Tabii anti-kapitalizmi fabrikaya sınırlı görmeden, kapitalizmin yarattığı her tür tahribat alanında ona karşı mücadele olarak anlamak kaydıyla.

Dünya partisi ne dünün ne bugünün meselesi esas olarak geleceğin meselesi. Yani gerçekten bir özgürleşim olacaksa bunun dünya ölçeğinde olacağını Marx da Lenin de bildikleri için Enternasyonaller kurdular. Rakamlara takılmamak gerekir. Anti kapitalist, ekolojist, özyönetimci, feminist bir program etrafında farklı gelenekten gelenlerin oluşturacağı bir çoğulcu enternasyonal her daim gündemdedir. Enternasyonal marşını söyleyip de onu örgütlemeyi anlamsız bulmak bir garabettir.

Genel bir çerçeve için Marcel Liebman’ın Rus Devrimi hâlâ vazgeçilmez. Yarım yüzyıl önce Türkçeye çevrilmiş olan (şimdi Ayrıntı yayınlarında) bu eserin bizim literatürümüzde yer almamış olması büyük kayıp. Rabinoviç’in üçlemesi ise (Yordam yayınları) devrimi ve ilk yılını ve bu arada Temmuz günlerini başlı başına incelemesiyle öne çıkıyor. Henüz çevrilmemiş olanlar arasında Victor Serge’in Devrimin I. Yılı ve Sukhanov’un Anıları büyük bir eksiklik olarak kalmakta.

1917 yılı, Rus tarihinde iki ayrı devrimin gerçekleştiği bir dönemeç. Şubat Devrimi ile başlayalım. Birinci Dünya Savaşı bu devrimin önemli amillerinden biri. Çarlığın iktisadi koşullarındaki kötüleşmenin savaşı sürdürmekte yarattığı güçlükler, açlığa varan yoksulluk, yaygınlaşan asker kaçaklığı, yüksek enflasyon ve ücretlerdeki düşüş, yiyecek sorunu vb. Şubat Devrimini gerçekleştiren kendiliğinden hareketin nedenleri arasında sayılıyor. Elbette bunlara eklenecek Bursilov Harekatındaki ağır yenilgi gibi daha özgül nedenler de vardır. Ne oldu, 1917 Şubat ayında Rusya’da?

Bütün devrimler sanki ha bugün ha yarın bekleniyormuş sanılmasın. Şubat devrimi de 8 Mart Dünya Kadınlar gününde patlak verdiyse milyonlarca insanın birbirinden habersiz hoşnutsuzluğuna, öfkesine bir hedef aramasının ürünü olarak ortaya çıktı. Savaş elbette önemli bir etmendi; bir anlamda çarlığın toplumsal ve siyasal çelişkilerinin alabildiğine keskinleşmesine vesile olmuştu. Tutuşturma gücündan yoksunmuş gibi beliren kıvılcımlar, gösteriler beş günde Çarlığa diz çöktürdü (Dünyayı Sarsan On gün Ekim’i imlerse, Şubat’ın da böyle beş günü var.) Ama savaşın hayat pahalılığı, yüz dirhem ekmeğe muhtaç olunması gibi sonuçlarını; köylülerin bundan ayrı düşünülemeyecek olan toprak talebini gözden ırak tutmamak gerek.

Şubat’ta –Lenin’in bir devrim için saydığı koşullar arasında genellikle unutulan– yukardakilerin artık yönetemez duruma gelişi tescil edildi. 300 yıllık Romanov hanedanlığı yalnızca aşağıdakiler katında değil yukardakiler katında da artık hiçbir şey ifade etmiyordu. Çarlık tarihin çöplüğüne atılınca geriye iki seçenek kalıyordu: Ya gerici bir askeri diktatörlük ya da bir sosyalist devrim.

Şubat Devrimi büyük oranda kendiliğinden bir hareketin ürünü, ancak devrimle birlikte bir çok siyasal parti görünür hale geliyor. Anayasal Demokratlar (Kadetler), Sosyalist Devrimciler, Menşevikler ve kısmen Bolşevikler vb. Şubat Devrimi, sol, sosyalist yazında burjuva devrimi olarak nitelendiriliyor. Size göre, bu bir burjuva devrimi mi, bir burjuva devrimi ise özgüllükleri nelerdir? Özellikle, Şubat Devriminde oluşan Sovyetlerin, diğer burjuva devrimlerinde gördüğümüz türden organlar olmadığını ilk bakışta teşhis edebiliyoruz. Sizce?

Sovyetlerin Rusya’da 1905 gibi bir geleneği vardı (bu arada Oscan Anweiller’in kendi alanında eşsiz olan Rusya’da Sovyetler kitabını da anmak gerekir). Sovyetlerin rolü üzerine sosyalist literatürde ciddi tartışmalar var. Ancak  Prens Lvov hükümeti karşısında sovyetler, yani ikili iktidar dediğimiz durum olmasaydı siyaset kurumsal çerçevede tıkanıp kalırdı. Sovyetlerin olmadığı bir devrimi tahayyül etmek mümkün değil. O güne kadar Paris Komünü derslerine özel bir önem atfedenler de dahil olmak üzere –ne de olsa Paris Komününde siyasal partilerden söz etmek mümkün değildi– “konseyci” olmaktan çok particiydiler. Proleter demokrasisinin  vazgeçilmez kaynağı olan Sovyetler partilerin zorlamasıyla değil kendiliğinden ve geniş kitlelerin iradesiyle ortaya çıktı.

Ayrıca sayılan partilerin yanı sıra azımsanmayacak başka siyasal gruplar da var ama daha önemlisi bu partiler kendi içlerinde çok hızlı ve yoğun dağılma ve yeniden yapılanmalara uğruyorlardı.

“İkili iktidar” aynı zamanda “iktidarsızlık” demektir. Lenin Şubat Ekim’in başlangıcından başka bir şey değildir diyor. Nisan Tezleri herhalde bu “sosyalist yazın”ın eleştirisiyle başlar işe. Ne Prens Lvov ne Kerenskiy hükümetleri  işçiler, askerler ve köylüler katında eğreti bir meşruiyete sahiptiler.

Şubat Devrimi ile açığa çıkan siyasal partilerin hepsi Devrimi sahipleniyor, Bolşevikler de bunlar arasında. Bu partilerin genel doğrultusu demokratik bir burjuva cumhuriyeti kurmak yönünde değil mi? Bolşevikler de o tarihte, sürekli/kesintisiz devrimden çok burjuva devriminin yerleşmesinden yanalar. Nisan ayına kadar da bu devam edecek gibi görünüyor. Bu dönemde partilerin arasında yaygın kanaat nedir? Sadece devrime ve sonuçlarına ilişkin olarak değil, savaş vb. konularda da bu partiler neleri savunuyorlar?

Sol partilerin önder kadrolarıolayların başlangıcında sürgünde.  Çarlığın devrilmesi öylesine beklenmedik bir biçimde ve aniden gerçekleşiyor ki neredeyse hepsi de statükoyu korumayı marifet sayıyor. Bu arada Rusya’nın bir anda savaşan ülkeler arasında en demokratik ülke mertebesine yükseldiği de eklenmeli. Şubat devrimi patlak verdiğinde birkaç yıl sonra İşçi Muhalefetinin beaşlıca yöneticisi olacak olan Şliyapnikov’un da dahil olduğu Merkezi Komite Rusya bürosu Geçici Hükümeti “kapitalistlerin ve toprak sahiplerinin hükümeti” olarak nitelendirmiş ve bir “Geçiçi Devrimci hükümetin” oluşumunu talep etmişti. Mart ortasında Sibirya’dan gelen iki Merkezi Komite üyesi (Kamanev ve Stalin) duruma el koyarlar ve sağa çark ederler. Bunun için Mart başındaki Pravda’ya ve açıklamalara bakmak yeterlidir. Başta Viborg bölgesi işçileri olmak üzere her ikisinin partiden ihracını bile isteyen bir sol muhalefet sözkonusuydu.

Ayrıca kabaran kitle hareketi karşısında bir acizlik de sözkonusuydu. Bolşeviklerin özellikle Şubat Devriminden sonra Petrograd’a ilk gelen yöneticilerin de en azından fazlasıyla tutuk davrandıkları kesin. Lenin’in Uzaktan Mektuplar gibi yazılarının Pravda’da fazla solcu bulunup yayımlanmadığını hatırlamakta yarar var (beş yazıdan yalnızca biri o da Lenin Petrograd’da geldiği gün yayımlanmıştı). Nisan başında Finlandiya garına indiğinde kendisini karşılayan Kamanev’in önünde konuşmasını “Yaşasın Dünya Sosyalist Devrimi” diye bitirdiğini hatırlamakta yarar var. Hatta hiç unutmamakta müthiş bir yarar var. Nedense kimsenin hatırlamak istemediği ama Lenin için devrimin başarısı için hayati olan bir hedef. “Uluslararası sosyalist devrim başlamış bulunuyor” diyor aynı konuşmada.

Bolşevik partisinde Lenin’in Nisan Tezleri “eski bolşevik formülasyonlara karşı” ilan edilmiştir! Yani parti içi bir çekişmenin ürünüdür ve ilan edildiği zaman da bir bomba etkisi yaratmış olsa da iş bitmemiştir. Burada uzun uzun üzerinde durulması gereken bir hususun altını çizmek gerek.  Bolşevik Partisi devrimin başından sonuna kadar çelik disiplinli, son derece merkezileşmiş, vs. bir örgüt olarak sunuluyor. Oysa tam tersine stratejik ve teorik çatışmalarla parçalı bir durumda olan Bolşevik partisinin yönetici kademeleri son derece bölünmüştü ve belirgin bir siyaset gütme kapasitesinden yoksundu. Bu durum yalnızca devrimin başlangıç günlerinde değil Temmuz Günleri gibi kiritik bir dönemde bile devam edecek ve örneğin Bolşeviklerin askeri örgütü bir yanda, öte yanda Petrograd komitesi Merkezi Komiteye danışmadan harekete geçmiştir.

Çok kaba gözükse de iktidarın alınmasını sürekli frenleyen (iktidar arifesinde de bütün sosyalistlerin katılacağı bir iktidar formülüne saplanan) Kamanev, Rıkov, Nogin ve daha sonra katılacak olan Zinoviev’in dahil olduğu bir sağ kanadın yanı sıra; anarko komünist Bleichman’ın formülasyonu ile “sokak bizi örgütleyecektir” diyen aşırı sol bir kanat yer alıyordu. Bu iki kanadın Haziran ve Temmuz olayları sırasındaki tavrı açıklıkla görülebilir. Lenin ise  güç ilişkilerine bakarak henüz Petrogard dışında taşra ve cephelerde durumun elverişli olmadığını belirterek  “provakasyona düşmemek”, “dikkatli olmak” konusunda ısrar ediyordu.

Bolşeviklerin devrim formülasyonundaki belirsizlikler Şubat devrimindeki ikircikliklerin de bir nedeni oldu. Lenin Nisan Tezleri ile bu belirsizliklere bir son verme mücadelesine girdi. Che’nin on yıllar sonrasındaki formülasyonunu kullanırsak ya bir karikatür devrim olacaktı yada bir sosyalist devrim!

Savaş meselesi Bolşevikler arasında değil ama Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler arasında cok ciddi yarılmalara yol açtı. Unutmamak gerekir ki anarşist Kropotkin de savaş sırasında bir yurtsever pozisiyon almıştı.

Savaş Şubat devrimini hazırlayan koşullar arasında yer alırken Haziran’da ilkin başarılı gözükürken iki hafta sonra Almanların karşı saldırısıyla felakete dönüşen Galiçya saldırısının da Ekim’e giden yolda önemli bir dönemez olduğu eklenmeli.

Peki Nisan ayında ne oluyor? Şunları biliyoruz: Lenin, Nisan Tezleri diye bilinen tezleri yazıyor, tezler Pravda’da yayınlanıyor ve partiye sunuluyor. Bu tezlerdeki görüşler doğrultusunda parti içinde bir mücadele başlıyor. Lenin’in partisini yeniden fethettiğini söyleyen yazarlar var. Bu arada ülkeye de dönüyor. Nasıl döndü? Nisan Tezleri’nin önemi nedir sizce? Öyle ise, Lenin, neden partisini yeniden fethetmek zorunda kalıyor?

Şubat devriminden sonra diyebiliriz ki gündelik işlerin girdabında devrimin teorik sorunları üzerine düşünen Lenin ve Troçki’den başka kimse yok. Nisan Tezleri hiçbir tartışmayı sonlandırmıyor, aksine yeni bir tartışma açıyor. Hatta Bolşevik saflarda ciddi savrulmalar yaşandı (Lenin’in “troçkist” olarak itham edildiği günler!). Stratejik tartışmanın daha keskin bir hal alması şartların olgunlaşmaya yüz tuttuğu Eylül’de başlar ve Ekim’de artık saflar belirginleşir.

Menşevik ve SR cephesinrdeki gelişmeler çok daha az biliniyor. Oysa burada büyük çatırdamalar oluyor. Genellikle anılmayan, anarşistlerin, anarko komünistlerin üye sayısı birkaç bini geçmese de belli merkezlerde ağırlığını da hesaba dahil etmek gerek.

Bolşevik kadroların 1916’dan 1917’ye geçirdiği köklü dönüşüme bakılırsa diğer işçi partilerinden ve tabii özellikle o güne kadar herhangi bir partiye üye olmayanlardan büyük bir akın var. Yalnızca parti üye sayısı artmıyor yönetim kademelerinde de çok önemli değişiklikler oluyordu. Yani yeni görevlere uygun olanlar öne çıkıyordu. Bunun en belirgin örneği kendilerine “enternasyonalist RSDİP” diyen Troçki, Lunaçarski ve İoffe gibi daha sonra Merkezi Komitede yer alacak olan, Temmuz’da yani o zor günlerde Bolşevik partisine katılan ve Petrograd’da 4000 militanı temsil eden Mejrayontsı grubu.

Lenin’in savaş sırasında yaptığı Hegel çalışmaları (Kevin B.Andreson, Michael Lowy gibi yazarların önemle üzerinde durduğu bir husus) bir dizi konuda olduğu gibi devrim konusunda da düşüncelerinin olgunlaşmasına imkan verdi. İki Taktik’in belirsiz formüyasyonları artık yerini açıkça sosyalist devrime bırakmıştı. Onun çalışmalarının uzağında kalanlar ise Çarlığın baskısı kalkınca sanki “normal” bir burjuva demokratik bir devrimin gerçekleşebileceğini düşünüyorlardı ve Finlandiya garında altı çizilen dünya devrimi perspektifinden de afallamışlardı.

Nisan Tezleri önce Bolşevik Partisi içindeki bir mücadeleyi kışkırttı ve partiye bir yörünge kazandırdı. Böyle bir yörünge olmadan Ekim’e varmak mümkün değildi; tabii Şubat’ta da kalmak mümkün olmadığı için koyu bir gericiliğin hüküm sürmesi kaçınılmazdı. Amiyane tabirle Lenin önce partisini terbiye etti. Partisini terbiye ettiği oranda da “Bütün İktidar Sovyetlere” sloganı ete kemiğe bürünmeye başladı.

Temmuz ayına kadar devam eden, nispeten sakin dönem var. Bu dönemde Sovyetler içinde etkin olan siyasi güçler hangileri? Lenin Sovyetleri, ikili iktidar organlarından biri olarak lanse ediyor ancak, Sovyetler içinde iktidarı almaya dönük bir eğilim mevcut değil henüz. Sovyetler, geçici hükümeti, Kerenski’yi destekliyor. Biraz Sovyetler üzerinde duralım. İşçi Sovyetleri var, Asker Sovyetleri var. Bunlar en bilinenler. Sovyetler nasıl oluşmuştu, hangi toplumsal sınıflara ve kesimlere dayanıyordu, ne kadar yaygındı?

Sovyetlerin delege sayısı 3000’e çıkmıştı. Bir karar merciinden ziyade tartışma, nutuk ortamı vardı. Esas güç 30 kişilik yürütme komitesindeydi. Nisan ayında yapılan sovyet ulusal konferansına bu heyete yeni isimler katıldı ve 80 küsur kişi oldu. Aralarından on kişi önemli bir karar mercii oluşturdular. Başlangıçta askerlerin temsil gücü daha fazlaydı ve dolayısıyla “sağ” kuvvetliydi.

Haziranda bile Bolşevikler Sovyetler Kongresindeki 822 kişilik delegasyonda 105 delegeye sahipti (Menşevikler 248, Sosyalist Devrimciler ise 285 temsilciye). Martov’un Solcu Menşevikler’in bile 70 sandalyesi vardı.

Haziran olayları patlak verdiğinde Sovyet yürütmesi ile Petrograd kitlesi arasındaki uçurum belli oldu. Beklenmedik bir biçimde Bolşeviklerin başta “Bütün İktidar Sovyetlere”, “Kahrolsun on kapitalist bakan” gibi temel sloganları merkezin belirlediği etliye sütlüye dokunmayan sloganları ezici bir biçimde bastırdı. Petrograd proletaryası Bolşeviklerin safındaydı.

Böylece yirmi binin biraz üzerinde üyeye sahip olan Bolşevikler Nisan’da 80 bin üyeye varmışlardı ki bu da yetersizdi. Nitekim Ağustosda bu sayı 200 bine varacaktır. Nisandan Ağustosa Petrograd’daki üye sayısı üçe katlanmıştı.

Ne iyi ki Sovyetler hakkında Oskar Anweiler’in kitabı türkçede var. Denebilir ki 1905 ve 1917 (1921’e kadar) devrimlerini bu işçi demokrasisi kurumlarını anlamadan değerlendirmek mümkün değildir. Siyasal mücadelelerin yürütüldüğü temel alan   Sovyetlerdeki güç ilişkilerindeki değişimi izlemek sanki devrimin barometresini izlemek gibi.  Oluşumundaki belirsizlikler ne olursa olsun (temsil meselesi, icra gücünün nerede olduğu gibi) parlamenter bir geleneği olmayan (Duma’yı atlamakta beis yok) bir ülkede insanların her kademede sözlerini söyleyebildikleri ve çoğulcu (bütün işçi partilerinin katıldığı bir organdan söz ediyoruz) yapılan olarak Sovyetler devrimin şaha kalkmasının da nefesinin tıkanmasının da resmini vermektedir.

Bolşevikler, Temmuz ayına kadar “Bütün İktidar Sovyetlere!” propagandası yapıyorlar mı? Propaganda, daha çok “ekmek, barış, toprak” gibi somut taleplere mi dayanıyor? Bolşeviklerin Temmuz günlerine kadar durumu nedir?

Lenin çok açık bir biçimde çoğunluğu elde etmeden iktidarı ele geçirmeye çalışmanın bir macera olduğunu belirtiyordu. Bir dizi tartışmada bu husus maalesef unutuluyor. Haziran’daki güç gösterisi onun için de beklenmedik bir durumdu. “Ekmek, barış, toprak” Şubat devriminin sloganı, ama bir iktidar perspektifi yok. Kim sağlayacak bunları? İkili iktidar durumu varolduğu sürece ne savaşa son vermek ne de diğer talepleri gerçekleştirmek mümkündü. Sovyetler burjuvazinin nüfuzundan arındırılarak bu talepleri karşılayacak iktidarı oluşturabilirdi. Bunun için “Kahrolsun on kapitalist bakan!” sloganı, temel sloganlardan biriydi.

Temmuz ayında, Bolşeviklerin de ardından sürüklenmek sorunda kaldığı bir isyan dalgası var. Doğrudan geçici hükümeti hedef alıyor. Bolşeviklerin askeri örgütünün içinde yer aldığı bir isyan bu. Ancak parti, ikircikli davranıyor. İsyan, kanlı bir şekilde bastırıldığında fatura Bolşeviklere kesiliyor. Bolşevik basın tekrar yer altına çekilmek zorunda kalıyor. Eylül ayına kadar sürecek bir bozgun havası var gibi. Temmuz günlerinde ve sonrasında neler oldu?

Temmuz’daki hamle Geçici Hükümetten Anayasacı Demokratların istifasıyla başladı. Bu durumda burjuva partilerin olmadığı bir hükümet kurulma ihtimali vardı, ama Sovyet yönetimi bunu göze alamadı. İkili iktidar durumunda Sovyetler aleyhine bir gelişme oldu. Bahriyeliler, işçiler büyük gösteriler yapmaya başladığında Sovyet yönetimi yetim kaldı. Temsil ettiğini iddia ettiği güç sokaktaydı ve kendisi itidal çağrısında bulunmak durumundaydı. Açıkçası Petrograd fiilen göstericilerin elindeydi ancak kimsenin aklına bir takım stratejik mevkileri ele geçirmek gelmedi. Gösteriler durulmaya yüz tutarken destek geldi ve “derin devlet” diye anabileceğimiz Çarlığın karanlık güçleri ile askeri öğrenciler cadı kazanını kaynattılar.

Bu daha önce çeşitli vesilelerle Lenin’in devrimin barışçı yollarla gerçekleşebilme ihtimalinin de ortadan kalktığını gösteriyordu. Şubat’ın getirdiği “demokratik” haklar berhava olmuş, devrimin başlangıcından bu yana proletarya ilk kez bozguna uğramıştı.

Eylül ayında Bolşevikler büyük oranda toparlanmakla kalmıyor, Sovyetler içinde de çoğalıyorlar değil mi?

Lenin Temmuz günlerinden sonra Stolıpin gericiliğine benzer bir dönemin de mümkün olabileceğini düşünmüştür. Sokağa çıkan yığınlar Geçici Hükümet dahil birtakım yerleri rahatlıkla el koyabilecekken geri çekildiler ve ardından Geçici Hükümetin emrine giren bir alay, Bolşeviklere karşı bir saldırı başlattı. Lenin Alman ajanı ilan edildi, Troçki hapse atıldı. Pravda’nın matbaası imha edildi.

-Bolşevikler arasında bütün bir Eylül ve hatta Ekim boyunca süren “iktidarı alıp almama” tartışması ile Temmuz yenilgisinin bir ilgisi var mı? Bu tartışmanın özü nedir? Bir çok yazar, bu tartışmanın Nisan Tezleri’ndeki sürekli/kesintisiz devrim perspektifinin Bolşevikler tarafından içselleştirilememiş olmasından doğduğunu ileri sürüyor. Katılır mısınız?

Temmuz yenilgisinden ziyade Kamanev-Zinoviev örneğinde olduğu gibi bütün sosyalist partilerin katılımıyla bir iktidar oluşturmak isteyenler var. Ama bu Şubattan Ekime kemik bir eğilim değil. Arada tavır değiştirenler var. Nisan Tezleri henüz Bolşeviklerin çok güçlü olmadığı bir dönemde deklare edilmişti. Üstelik Şubat’ın yarattığı bir sarhoşluk da vardı. Temmuz günleri ve Kornilov’un başkomutan olarak atanmasıyla iki arada bir derede formülasyonların zemini iyice daraldı.

Bu arada Geçici Hükümet ile Sovyet yönetimini de özdeşleştirmemek gerek. Hatta Geçici Hükümet ile Kornilov darbesi arasında da bir ayrım var. Kerenskiy Kornilov’a el çektirmek istedi; Kornilov ise sadece Bolşevikleri değil bütün sol partileri temizlemek niyetindeydi.

Bu arada Bolşevikler dışındaki partilerin ve geçici hükümetin durumu nedir? Özellikle Sovyetler içinde yer alan partilerin.

Sovyetler içindeki partilerin durumlarını Sovyet seçimlerinden izlemek mümkün. Böylece kitlelerin nasıl sola kaydığı da görülebilir. Örneğin Petrograd ve Moskova bu açıdan anlamlı. Ayrıca Petrograd ve Moskova belediye seçimlerinde Bolşeviklerin öne çıkması rahatlıkla gözlenebilir. Bu arada özellikle cepheye ve büyük kentlere yakın asker sovyetlerinde benzer bir radikalleşme söz konusu.

Ekim Devriminin ön gününe gelelim. Diyelim bir hafta öncesi, bir tablo çizmek isterseniz, nasıl çizersiniz?

Eylül’den itibaren Bolşevikler derlenip; toparlanıyorlar. Eylül ortasından itibaren Lenin ayaklanma için bastırıyor. Diğer partiler ataletten malul denebilir. Troçki Petrograd Sovyeti başkanı oluyor ve bu mevkii devrimi örgütlemenin bir aracı haline getiriyor. Şubat’a bakarak Ekim çok sakin. Sanki her şey tabii mecrasında cereyan ediyor. Birçok tarihçi  neredeyse patırtısız gürültüsüz bir devrimden söz eder. Bolşeviklerin işi ağırdan aldığı izlenimi Petrograd işçilerinde yaygındı. Her ne kadar Kerenskiy ayaklansınlar da bir güzel tepelim modunda olsa da aslında ayaklanmaya karşı çıkacak herhangi bir güç yoktu.

Bolşeviklerin Merkez Komitesi’nde yürütülen meşhur tartışma var. Lenin’in “dün erkendi yarın geç olacak” dediği rivayet edilen bu tartışma sonunda, Kamenev ve Zinovyev, iki Merkez Komitesi üyesi, bu kararı açıktan eleştiriyorlar. Bu karar ve tartışma neydi? Dolayısı ile alenen örgütlenmiş bir devrim diyebilir miyiz?

İşin teknik yanı bir yana politik olarak bunu görmemek için kör olmak gerekirdi. Ama bir sınıf körlüğü de var tabii egemenler açısından.

Merkezi Komitede iki türlü tartışma var. İlki sözünü ettiğiniz devrime değil de bu şekliyle iktidarın alınmasına karşı çıkanlar, yani daha geniş bir sosyalist partiler koalisyonu ile iktidarın ele alınabileceği kanısında olanlar. Diğer tartışma iktidarın meşruiyetinin sağlanması için bir sovyet kararı ile alınması yönündeki Troçki’nin görüşü.

Şu meşhur devrim mi darbe mi tartışması için neler söylersiniz? Ekim olayı, bir devrim mi bir darbe mi?

Tek kişinin bile neredeyse burnu kanamamış. Şubat’tan farklı olarak kansız bir devrim. John Reed gündelik hayatın nasıl normal seyrini sürdürdüğünü çok iyi anlatır. Bir azınlığın gayri meşru yollardan iktidara el koyması kast ediliyorsa Sovyet seçimlerinin sonuçlarına bakmak yeterlidir. Bir de ortada bir gayri meşruluk varsa bu herhalde Geçici Hükümete aitti. Kerameti kendinden menkul bir meşruiyeti vardı. Çarlık çökmüş, askeri diktatörlük kapıda bekliyor, Geçici Hükümetin hiçbir dayanağı yok.

Ekim Devriminden bir hafta sonrası diye soralım bu kez. Tablo nasıl?

Hemen devrimin akabinde Lenin Sovyette söz alır ve Nisan başında Finlandiya garındaki konuşmasını sürdürür: “Yaşasın dünya sosyalist devrimi!” Menşeviklerin, sosyalist devrimcilerin Sovyeti terk etmesi (atılması değil!) önemli bir gelişmeydi. Kalanlar duruma ayak uydurdular. Halk Komiserleri  Konseyi kuruldu. Devrimin kaderi açısından çok önemli olan  toprak kararnamesi çıkarıldı. Ama bakanlıkları komiserliğe dönüştürmekle iş bitmiyordu.  Memurlar direndiler ve birçok halk komiserliği işlemez hale geldi. Herhalde ilk haftaya damgasını vuran olay bu olmalı.

1918 yılının Ocak ayında Kurucu Meclis seçimleri yapılacaktı. Yaygın görüş, Bolşeviklerin bu seçimleri yaptırmadığı. Kurucu Meclis seçimlerinin yapılmaması önemli eleştirilere konu ediliyor. Sizin görüşünüz nedir, Kurucu Meclis seçilseydi Devrimin kaderini ne yönde etkilerdi?

Seçimler yapıldı ve sonuçlar Sovyetlerdeki güç ilişkilerinden tamamıyla farklı çıktı (unutmamak gerekir ki Rusya gibi koca bir ülkede üstelik o günkü imkanlarla sonuçlar aylar öncesini yansıtıyordu). Petrograd ve Moskova gibi en önemli iki merkezde Bolşevikler Anayasal Demokratlarla Sosyalist Devrimcilerin toplamından fazla oy alırken, ülke genelinde oyların yarısından fazlasını Sosyalist Devrimciler aldı. Ancak garip bir durum vardı; Sosyalist Devrimciler sağ ve sol kanatlar olarak kesinlikle bölünmüş olmalarına rağmen tek bir parti gibi seçimlere girmişlerdi. Sol kanat çok cılız bir temsiliyet kazanmıştı. Oysa kısa bir süre sonra yapılan köylü sovyetleri seçimlerinde çok büyük bir üstünlük kazanacaklardı. Bu arada Sosyalist Devrimciler Sovyet iktidarına ve temsilcilerine karşı bir takım hareketlere giriştiler ki bunların en önemlisi 2 Ocak 1918’de Lenin’e yapılan suikasttir (birkaç ay sonra Bolşevik yönetici Volodorskiy ve Uritskiy öldürülecektir).

Kurucu Meclis devrimden neredeyse 100 gün sonra toplandığında ilk işi Bolşeviklere meydan okumak oldu. Kaldırıldığında da herhangi bir tepki olmadı. Ancak sosyalist demokrasi açısından bu mesele hayatidir. Biri genel oya dayanan (Kurucu Meclis) diğeri çalışanların iradesini beyan eden (Sovyetler) iki organ, bir ikili iktidar durumu (yani felçleşme) yaratmadan birlikte var olabilmeliydi. Rosa Luxemburg’un ikazını bu bapta mutlaka anmak gerekir. “Bütün ülkede siyasal yaşam boğulunca ister istemez Sovyetler de giderek felçli duruma düşer” diyen Rosa’yı tarih haklı çıkarmıştır.

Eğer Kurucu Meclis o gün geçmişteki güç ilişkilerini temsil ediyorduysa o koşullarda (iç savaş) yeni bir seçime gidilemezse bile iç ve dış düşmanlar yenilgiye uğratıldıktan sonra Lenin’in Nisan’da dediğine uygun olarak halkın çoğunluğunu temsil edebilecek bir organ ve tabii buna uygun ilişkiler kurulmalıydı. 

Slogan “Bütün İktidar Sovyetlere!” olmakla birlikte, kısa sürede Bolşevikler sadece hükümeti fethetmiyor, bütün bir devlet aygıtını, bazı yazarlara göre, onun temeline Sovyetleri koymaksızın ele geçiriyorlar. Durum bu mu? Nasıl oluyor bu?

Sovyetler özellikle iç savaş sürecinde köklü bir değişme uğruyor. Kabaca devrimi yapan işçi sınıfı artık ya cephede ya da kıtlık dolayısıyla kırlara çekilmiş durumda. Tabii önde gelenlerin önemli bir kısmı ise yeni devletin kademelerine yerleşmekte.

Petrograd ve Moskova’nın nüfusunda ciddi düşüşler olduğu gibi buna paralel olarak örneğin sanayi işçilerini sayısı da üçte bire düşmüştü.

Ayrıca partiye katılanlar da çarlık döneminde olduğu gibi değil de artık iktidar olan bir partiye üye oluyorlardı. 1924’ten sonra ise artık parti üyelerinden beklenen “devrimci” olmaları da değildi. Sonuçta devlet  kademesinde yer edinmek için parti üyeliği bir basamak haline geldi ve yıllar sonra Buharin’in hayıflandığı gibi partiyle devletin kaynaşması partinin felaketi oldu. Lenin ve Troçki 1922’de bu tehlikenin altını çizmeye başladılar. Lenin’in son yazıları bu açıdan hem bir bilanço, özeleştiri hem de uzak görüşlülük açısından çok önemli

Brest-Litovsk Barışı’nın ertesi yılı, 1919’da ikibuçukuncu enternasyonal kurulacak. Zimmerwald Enternasyonali. Daha sonra Üçüncü Enternasyonal oluşacak. Bu bağlamda, özellikle Bolşevikler arasında Ekim Devriminin ilk gününden itibaren bir Dünya Devrimi tartışması da var, değil mi? Lenin’in kendisi dahil, Alman Devriminin kendilerini izleyeceği beklentisine sahipler.

Lenin ta başından itibaren dünya devriminin bir parçası olarak ğörüyor Rus Devrimi’ni. Hatta Troçki ile birlikte denebilir ki  izole kaldığı takdirde başına gelebilecekleri bile kestirebiliyor. 1916’dan itibaren Alman işçi hareketindeki gelişmeleri izleyen biri bu perspektifi yalnızca teorik olarak değil hayli de mümkün görebilir. Unutmamak gerekir ki Almanya’da İmparatorluğa son veren büyük kitle hareketiydi. “Alman Devrimi” en fazla almanlar için bir gerçeklik olarak görülüyordu. Kuruluşta Komintern’in resmi dili Rusça değil Almanca’dır. Fransızlar Almancayı çok seviyor diye değil, eli kulağındaki bir Alman devriminden sonra dünya devriminin merkezi orası olacak diye. Meraklısı bu konuda bir dizi alıntı bulabilir.

İç Savaş, üç yıl sürüyor. Tarafları ve dinamikleri için neler söylemek istersiniz?         

Adı iç savaş ama malum bir dizi dış unsur da işin içinde. Beklenmedik derecede ağır sonuçları oluyor. 7-8 milyon insanın savaş, kıtlık, çeşitli hastalıklar vesilesiyle öldüğü bir dönem.  Yabancıların ve generallerin (Ekime darbe diyenlerin kulağına küpe) parlamenter demokrasi diye bir derdi yok; alabildiğine gerici bir askeri diktatörlük için  savaşıyorlar. Bu zorlu dönemde Kızıl Ordunun kuruluşu ve mücadelesi özel bir önem taşıyor ve tabii Troçki’nin becerisinin de belirtmek gerek.

İç Savaş’ın kendisi, Rusya’da Bolşevikler önderliğinde bir işçi devriminin koşullarının oluşmamış olduğunu göstermiyor muydu? Devlet, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, İç savaş kazanıldıktan sonra, 1922 yılında kuruluyor. Alman Devrimi takip etmediğinde, devrimin ileri gidemeyeceğini öngörmeleri gerekmez miydi Bolşeviklerin?

Pılıyı pırtıyı toplayıp göçmenliğe gidecek halleri yoktu. Durum ne kadar zor olsa da Lenin’in tabiriyle “zaman kazanmak” gerekiyordu. “Az olsun öz olsun” makalesindeki gerçekçilik bu bakımdan çarpıcıdır. İç savaş nasıl dünyaya meydan okunarak kazanıldıysa “sosyalizme geçiş” sağlanamasa da halkın çıkarlarını gözeten bir sistem oturtulabilirdi.

Bolşeviklerin hayalinde Fransız Devriminin olduğu birçok yazar tarafından dile getiriliyor. Hatta, Bolşevik kadroların birbirlerine Robespierre kim, Danton kim, Marat kim vb. diye baktıklarını ileri süren de var. Ne dersiniz, başlı başına bu devrimin kaderi bakımından etkili olmuş olabilir mi?  

Şimdi tek tek isimleri saymayalım ama en önder kadroların bile fransız devrimini hayli yüzeysel bildiği söylenebilir. Bolşeviklerin hayalinde esas olarak Paris Komünü vardı. Lenin devrim, Paris Komününden bir gün fazla yaşayınca karlar üzerinde tepinir. Devlet ve İhtilal Komün’den sürekli söz eder. Paris Komününün zaafları vardır ama güneşi fethetme babında Ekimin atasıdır. Komün dersleri ne kadar izlenmiştir onu da iyi tartışmak gerekir. Sonraki bürokratikleşmenin en basit unsurlarını oradan da izleyebiliriz.

1921 yılına geldiğinde Sovyetler neredeyse tamamen parti denetimine alınarak sönümleniyor. Sadece Sovyetler değil, işçi sınıfının diğer örgütleri de parti denetimine alınıyor. 10. Kongre’deki meşhur tartışma var. Hatta, Stalin Resmi Tarih’te Troçki’yi “emeğin üretiminin militarize edilmesi” önergesi üzerinden de suçluyor. 10. Kongre’de ne oldu?

Oradaki temel mesele parti içi demokrasisinin de rafa kaldırılmasıdır. O güne kadar Bolşevik Partisi’nde hizip özgürlüğü vardı.  Hiziplerin yasaklanması otomatikman özgürlüklerin kısıtlanmasına varıyordu. Kısıtlama ile başlayan sonunda betona vardı. Lenin bunu geçici bir husus olarak görüyordu; nitekim kendisi bizzat ölüm döşeğinde Stalin’e karşı bir blok teklif edecektir Troçki’ye. 

Kronştad İsyanı var. İsyancılar, partiye karşı Sovyetlerin kaybettiği yetkisini talep ediyorlar. Talepleri çok somut. Akabinde, 10. Kongre’nin meşhur işçi lideri, sol muhalefetten Aleksandr Şlyapnikov’un itirazları var. Fabrikaların eski sahiplerinin fabrikalara komiser olarak atandıklarını, fabrika komitelerinin etkisiz kılındığını, sendika denetiminin dahi ortadan kalktığını, özetle işçi denetiminin yok edildiğini ileri sürüyor. Ne dersiniz, bu olaylar devrimin kaderinin işaret fişekleri miydi?

Kronştad İsyanı’nın bastırılmasının kesinlikle savunulur bir yanı yoktur. İşçi Muhalefeti’nden Şlyapnikov’u Lenin “sendikalist sapma” diye eleştirir, hatta ihracını talep eder ama o kongrede yine Merkezi Komite’ye seçilir. Eleştirilerinde haklılık payı var. Ama  belirtmek gerekir ki o da Kronştad İsyanı’nın bastırılmasında yer aldı.

Bu bağlamda süren bir demokrasi tartışması var. Sovyet demokrasisi ileri gidemediğine göre, en azından Sovyet partileri, özellikle Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler bakımından siyasal özgürlüklerin tanınması gerektiğine dair bir tartışma. Sadece siyasal özgürlükler bağlamında değil, sivil özgürlükleri de büyük oranda ortadan kaldıran bir tek parti iktidarı, hatta gizli polis rejimi kuruluyor. SSCB yıkıldıktan sonra yapılan ve arşiv incelemelerine dayanan yakın tarihli çalışmalarda, devrimin evrensel mesajının aksine, örneğin, basın özgürlüğünün büyük oranda yok edildiği vb. bir anti-demokratik rejim görüntüsü berraklaşıyor. Lenin’in son yazı ve mektuplarındaki uyarıları da bunu doğruluyor. Çok çarpıcı bir demokratikleşme önerisi var mesela, Merkez Komitesine derhal 150 işçi alalım diyor, bir tür, devlet aygıtı karşısında İşçi Denetimi Meclisine çevirmeye çalışıyor partiyi. Şöyle bir tez de var: NEP’le (yeni ekonomik politika) piyasayı kontrollü şekilde ihdas ettiği gibi siyasal demokrasi temelinde sosyalist olmayan bir geçiş rejimine doğru geri çekilerek devrimin ilan edilmiş programını ve hegemonyasını sürdürebilirdi. Klasik ve karşılıklı bir Troçkizm ve Stalinizm eleştirisi ve tartışması da var. Bu tartışmayı da sürdürebilirsiniz elbette, sonuçta bitmeyen bir tartışma ama bu tartışmada boğulmaksızın, demokrasi bağlamında neler söylersiniz?

Sovyet partilerine siyasal özgürlük verilmeliydi ve silaha sarılmadığı sürece siyaset yapma hakkı tanınmalıydı. Devrimi yapan insanların rüştünü ispatlamadığı gibi bir tespitten hareketle onları korumak için yasaklara sığınmanın burjuva demokrasisinden daha gelişkin olacağı belirtilen sosyalist demokrasi ile bağdaşmaz. Rosa Luxemburg’un Rus devrimi broşürü tekrar tekrar okunmalı, tabii Lenin’in son yazıları da.

Troçkizm ve Stalinizm eleştirisi veya tartışması diye bir şey yok. Stalinizm karşı devrimdir ve ilk zaferini de Lenin’e karşı kazanmıştır. Yalnızca Gürcistan meselesindeki bir anlaşmazlıktan söz etmiyoruz. “Büyük Rus şovenizmine savaş ilan ediyorum” diyordu Lenin. Kast ettiği açıktı, eski tipte bir devlet oluşturmaya niyetlenenlere savaş ilan ediyordu.

Ekim Devrimi sonunda yapılaşan SSCB’ye, köylülerin toplumsal zenginliğine zorla el koyma üzerinden gelişen Batı-dışı ancak hedefi Batı-benzeri olan bir tepedenci modernleşme pratiği olarak bakarak, sosyalizm parantezine dahi almayan görüşler de var. 1917’de Azerbaycan dışında hiçbir Türk topluluğu içinde sol, sosyalist hareket yok. Gürcistan’da sol bir parti var ama Lenin, son yazılarında Gürcistan politikası nedeni ile Stalin’den, “kendisi Rus olmayan büyük Rus şovenisti” olarak söz ediyor. Sultan Galiyev trajedisi de biliniyor. Ne dersiniz?    

Azerbaycan bile tartışmalı. Malum Himmet Bolşevik partisinin ayrı örgütlenmesini kabul etmek durumunda kaldığı tek örgüt. Himmet’in Bakü proletaryasında ciddi bir etkisi yok. Bakü Komünü’nde (sorularınızda yer almıyor ama Ekim Devrimi  babında anılması gereken bir deneyim) de bir etkileri yok. Çevre halklarda (Ukrayna, Gürcistan, Baltık ülkeleri, Polonya ve elbette Yahudi sosyalizmini temsil eden Bund) Çarlık döneminde bile anılmaya değer sosyalist hareketler var. “Türk topluluğu”nda işçi hareketi ve bununla kaynaşmış bir marksist hareket söz konusu değil. Sultan Galiayev’in marksistliği tartışmalı; malum devrimden sonra Moskova’daki Milliyetler Halk Komiserliği’ne giriyor. Efsane ile gerçeğin fazlasıyla karıştığı bir konu. Ancak özellikle göçmen Ruslar üzerinde partinin ve yeni devletin inşası bu bölgelerde vahim hataların işlenmesine neden olmuştur. Örneğin Lenin’in özel olarak gönderdiği Safarov 1921’deki raporunda “Türkistan’da proletarya diktatörlüğü sömürgeci bir mahiyet kazanmıştır” diye bir rapor verir. Gürcistan ve Ukrayna ile birlikte bu bölgelerdeki icraat da devrimin yarattığı umutlara denk düşmediği gibi ters de düşmüştür.

Buraları Bolşeviklerin bildiği, tanıdığı bölgeler değildi ve Batı’da bir devrime umut bağlayanlar için Bakü Kurultayında görüldüğü Şark çok belirsizdi. Bakü Kurultayının da zaten arkası gelmedi.

Bazı yazarlar, SSCB deneyiminin başarısızlığını, siyasal bir devrimle devletin sönümlenmeye başlayabileceği yönündeki tezin aşkıncı karakterine bağlıyor. Ekim Devrimi’nin evrensel mesajlarını gerçekleştiremediği için evrenselleşememiş bir Rus Devrimi olarak kaldığını, Rus Devrimi’nin devletin siyasal bir devrimle sönümlenebileceğine ya da sönümlenmeye başlayacağına dair siyasi iddianın üç ayağını, Sovyetler, UKKTH ve enternasyonalizmi kendi deneyimi ile yanlışlayarak bu siyasi iddiayı tarihe gömdüğünü ileri sürüyor. Ne dersiniz? Bir “Ekim Dersleri” tablosu yapsanız, bu görüş orada yer alabilir mi?

Ekim Devriminin “başarısızlığını” yine Lenin’in Finlandiya garına indiğinde verdiği söylevi irdeleyerek değerlendirmek gerekir. İç savaş ve kıtlık gibi nesnel faktörlerin ardına saklanmadan başarısızlığı yine siyasal düzeyde irdelemek gerek. Özetle Lenin’in Son Yazılar’ında ve Troçki’nin aynı tarihlerdeki Yeniyol yazı dizisinde dile getirilen meselelerden başlayarak ama önce Rosa Luxemburg’un siyasal demokrasi konusunda her ikisine yönelttiği eleştirileri (devrimi takdir eder tabii ki) alarak işe başlamak ve bürokratik karşı devrimin ne tür bir siyasal ve toplumsal güç ilişkileri içinde gerçekleştiğine bakmak gerekir.

Yoksa Ekim Devrimi’nin yarattığı umutlar ve önüne koyduğu hedeflerin tarihin çöplüğüne gönderildiğini iddia etmek en azından mevcut dünya hallerinden müthiş keyif alanların işi olabilir ancak. Ekim devrimi kendisiyle sınırlı olmayan kendinden önceki deneyimleri (özellikle Paris Komünü) içeren ve geleceğe de insanlığın kurtuluşu yolunda çağımızın en önemli deneyim olarak tekrar ve tekrar incelenmeye değer.

Ayrıca yalıtılmış bir ülkedeki devrimden dünyanın dertlerinin çözümünü beklemek de abes. Rosa’nın dediği gibi onlar o cesareti gösterdiler ama arkasını getirmek için başka güçler gerekiyordu.

“Sovyetler, UKKTH ve enternasyonalizm” konusunda hatalardan önce en gelişkin deneyimin de yine Rus Devrimi olduğu atlanmamalı. Devrimin ilk yıllarında dünyanın dört bucağındaki insanlara nasıl bir umut aşıladığını anlamak için bırakalım büyük lafları gündelik hayattaki değişimlere de bir göz atmak yeterli olacaktır.

Devrim tek boyutlu, sadece siyasal sonuçları olan bir olgu değil. Sanatsal, hukuksal vb. sonuçları da var. Ekim Devrimine bir bütün olarak baktığınızda bu anlamda bir mirastan söz etmek mümkün mü?

Elbette bir miras var ama bu bir vasiyetnamede yazılı bir miras değil. Engels’in Marx’ın “ben Marksist değilim” sözünü yorumlarken söylediği gibi bir “etiket” olarak değil bir “araştırma rehberi” olarak “tarih anlayışımızın” vazgeçilmez bir kaynağıdır. Yine Lenin’in bir devrimci parti hatalarından öğrenir sözüne dönersek Ekim devrimi elbette “zaaflarıyla” birlikte ele alınmalıdır. Ama daha sonraki bürokratik karşı devrimin, stalinizmin  hesabını Ekim’den sormamak gerekir; çünkü bu karşı devrim bizzat Ekim’in kendisine karşıydı.

Devrimin evrensel mesajını sahiplenen, 2010 yılında yitirdiğimiz, Paris ’68 devrimci kalkışmasının önderlerinden Marksist düşünür ve eylemci Daniel Bensaid, Ekim Devrimine bakarken “stratejik sorunu geri çağırmalıyız” diyordu. Son olarak bu bağlamda, bugün “Ekim Dersleri’ni çalışacak” ve “sosyalist bir geleceğe taşıyacak”  siyasal bir hareketin olanağı var mı? Varsa bu bir işçi hareketi mi, sosyal hareketler çoğulluğu mu? Ve bir “dünya partisi”, dünün mü, geleceğin mi sorunudur?

Sevgili Daniel’in söylediklerinin ne kadar yerinde olduğunu stratejik ufkun yitirilmesinin bedelinin ne  kadar ağır olduğunu tekrar be tekrar yaşıyoruz.  Ekim derslerini çalışmak elbette Ekim’i bir model olarak ele alıp tekrarlamak anlamına gelmiyor. İşçi sınıfının (bir ücret mukabilinde emeklerini satmak zorunda olanlar) yaşadığı yenilgiler yaptığı hamleleri anlamsızlaştırmaz. Gericilik dönemleri tarihin kaderi değilse de oldukça yaygındır. Şimdi de uzun bir gericilik döneminde yaşıyoruz ama dünyanın dört bucağında işçi sınıfının, emekçilerin, ezilenlerin yeni deneyimleri de eksik olmuyor. Omurgası emekçilerden oluşan bir hareket ancak ezilenlerin diğer kesimlerini de anlamlı bir bütünün parçası haline getirebilir. Tabii anti-kapitalizmi fabrikaya sınırlı görmeden, kapitalizmin yarattığı her tür tahribat alanında ona karşı mücadele olarak anlamak kaydıyla.

Dünya partisi ne dünün ne bugünün meselesi esas olarak geleceğin meselesi. Yani gerçekten bir özgürleşim olacaksa bunun dünya ölçeğinde olacağını Marx da Lenin de bildikleri için Enternasyonaller kurdular. Rakamlara takılmamak gerekir. Anti kapitalist, ekolojist, özyönetimci, feminist bir program etrafında farklı gelenekten gelenlerin oluşturacağı bir çoğulcu enternasyonal her daim gündemdedir. Enternasyonal marşını söyleyip de onu örgütlemeyi anlamsız bulmak bir garabettir.