İmdat Freni

Kıbrıslı Türklerin Bir Başkası – Hasan Yıkıcı

“Bir başkadır” dizisi, Türkiye’de çıktığı ilk haftadan büyük bir ilgi gördü. Dizi hakkında daha şimdiden onlarca, belki de yüzlerce yazı yazıldı, yorum yapıldı; hala da yapılmakta. Dizi kısaca Türkiye’deki klasikleşmiş doğu-batı, laik-islamcı, modern beyaz türk-muhafazakar Anadolu insanı ayrışmalarını iki temel karakterin, Peri ve Meryem’in karşılaşmaları üzerinden anlatıyor. Aslında her iki karakter de iki farklı Türkiye söyleminin bedenleşmiş hali. Fakat diziyi çekici ve anlamlı kılan bu değil. Dizi, Peri ile Meryem’in karşılaşmalarından ortaya çıkan diyalog sürecinde, her iki karakterin de kendi konumunu, hayattaki yerini, kendisine ve ‘başka’ olarak benimsediği kişiye bakışlarını sorgulamalarıyla anlam kazanıyor.

Kemalist, batıcı, kentsoylu ve modernist Peri, muhafazakar, Anadolu’dan İstanbul’a gelmiş, türbanlı Meryem ile karşılaşmasında, karakterine işlemiş olan ayrımcı, ırkçı ve vesayetçi yönüyle yüzleşir. Bundan kaçmaya çalışır. Meryem ise, Peri ile girdiği diyalog sonrasında erkek egemen, taşralı ve İslami tahakkümlerle sıkıştırıldığı yaşamından kaçış yolları açmaya çalışır…

“Bir başkadır”, başkalık deneyimi üzerinden bastırmanın, kaçmanın, diyaloğa geçememenin, yüzleşememenin, yapaylığın, sahteliğin ve kültürel bir bağlamda kutuplaşmış bir Türkiye’nin gittikçe büyüyen huzursuzluğunu sahnelemekte.

Diziyi uzun uzun anlatmaya veya anlam/söylem yorumlarına girmeye gerek yok. Bu konuda yeterince yazı yazıldı bile.* Fakat “Bir Başkadır” her ne kadar Türkiye bağlamında bir anlama sahip olsa da, kendi adıma diziyi izlerken sürekli olarak yaşadığım coğrafyada da ne kadar geçerli olabileceğini düşündüm.

***

Kıbrıslı Türklerin azımsanmayacak bir kesiminin, Türkiyeli göçmenlere dair tutumu ile dizideki beyaz Türk, kemalist karakter yansımalarını kolayca benzeştirebiliriz.

Dizide Peri’nin karakterinde cisimleşen ‘başka nefretini’ bir de Kıbrıslı Türk ‘solunun’ geniş kesimleri tarafından da üretilen Türkiyeli göçmen fobisi, ırkçılığa kadar varan söylemler ve göçmenlerin varlığını sürekli olarak ulvi bir ‘Kıbrıslılık kimliğine’ yönelmiş tehdit olarak benimsenmesi olarak okumaya çalışalım…

Beyaz Türk, elitist, sosyal statüsü kuvvetli, orta sınıf,  modernist ve batıcı Peri’nin ‘başkası’ olarak Anadolulu, türbanlı, gündelikçi Meryem…

Orta sınıf, muhalifiyle iktidardakiyle beyaz, elitist ve konformist Kıbrıslı Türk’ün ‘başkası’ olarak adaya gelmiş Türkiyeli göçmen…

Fakat bir farkla, Dizide Peri, kendi başkası ile karşı karşıya gelmiş, diyaloğa girmiş, bu diyalog süreci de kendi içinde bastırdığı Peri ile bir yüzleşme sürecini tetiklemiş bir deneyim olarak yaşanmakta.

Kıbrıslı Türkler ise, özellikle son süreçler de göze alınacak olursa, ne yazık ki kendi ‘başkaları’ ile diyalog şöyle dursun, göçmen fobisinin ve nefretinin daha da derinleştiğini, gündelik hayat pratikleri içerisine daha da geniş bir şekilde sirayet ettiğini görüyoruz.

Özellikle seçim süreci ve sonuçları, AKP’nin müdahaleleri kimlik odaklı kutuplaşmalar içerisinde Kıbrıslı Türk bilincinin yeniden ivme kazanarak gelişmesine zemin sağlamakta. Faka bu Kıbrıslı Türk bilinci, reaksiyoner olduğu kadar göçmen fobisinden de beslenen,  orta sınıf, elitist ve beyaz bir Kıbrıslı Türklük deneyimine gönderme yapmaktadır.

Bugün Türkiyeli göçmenleri sokakta görmeye bile tahammül edemeyen, aynı cafede, aynı restorantta oturmayı kendisine ‘yediremeyen’; onlarla her türlü diyalog ve paylaşımdan kaçınan, hatta Türkiyelilerin yoğun yaşadıkları yerleri haritadan çıkartmayı dillendiren ‘muhalif’ karakterli yüzlerce Kıbrıslı Türk var…

Dizideki Peri karakteri, kendi yoksunluğunu ve kötücül tarafını, başkasıyla diyaloğa geçebildiği ve karşılaşabildiği oranda keşfedebiliyor, tanıyabiliyor ve yüzleşebiliyor. Yani diyalog ve temas etme deneyimine açık olarak. Fakat söz konusu Kıbrıslı Türkler olunca, böyle bir deneyime açık olmak şöyle dursun, artan bir şekilde tam tersini yapıyoruz, daha fazla kültürel ve kimlik odaklı cephelere itiyoruz, hem kendimizi, hem de ‘bir başkamızı.’

***

Tekrar diziye dönecek olursak… Diziyle ilgili pek çok övgü peşi sıra yapılabilir. Bunlar yapıldı da zaten. Tekrara gerek yok. Fakat dizi, Kıbrıslı Türk muhalif hareketleriyle de özdeşleştirebileceğimiz bir çıkmaza düşüyor. O da Türkiye’yi derinlemesine kültürelci bir perspektiften okuması. Tüm kutuplaşma momentleri doğu-batı, laik-muhafazakar, taşralık-kent soyluluk, merkez-çevre odaklarında işlendi. Arada sınıfsal göndermeler olsa da Türkiye’nin ruhu tamamen kültürelci bir atmosferde yansıtıldı.

Kaldı ki dizide çizilen kültürelci atmosfer de daha çok 2000’li yılların Türkiyesi ile daha çok örtüşmekte. Türkiye’de artık muhafazakar-islami kesim mağdur olan değil, mağrur olan konumunda… Ama önemli olan ayrımları muhafazakar-laik olarak mı okumak ve değerlendirmek yoksa bunun dışına çıkabilmek mi?

Halbuki Türkiye’de özellikle Gezi direnişinin ardından kültürel bağlamın dışında, sınıfsal mücadele pratikleri inşaa edilmekte. Zaten Erdoğan’ın ve AKP’nin Gezi’ye dair en büyük korkusu kendi kodladığı kültürelci iktidar ve Türkiye kimliğinin dışında başka bir Türkiye’ye gönderme yapmasıydı. Dolayısıyla dizinin görmezden geldiği nokta, -belki çok fazla kültürel dinamiklere batmasındandır- sınıfsal potansiyellerdir.

Şimdi Kıbrıs’ın kuzeyine dönecek olursak. Ne demiştik? Dizi olabildiğince kültürel kodlamalarla dolu. Aynen Kıbrıslı Türk muhalif kesimlerinin durmadan ürettiği kültürelci/kimlik eksenli mücadele gibi. Dizideki en vurucu sahnelerden biri Peri’nin danışmanı ile konuştuğu ilk sahne.  Peri, Meryem’in türbanlı oluşundan yakındığı sırada, danışmanının iç sesi mealen şöyle demektir: “Karşıma geçmiş kızın türbanına takmış, sen kafanda çuvalla geziyorsun.”

Dizide danışmanı Peri’ye bunu açık açık ifade edemez. Dizideki bir diğer önemli noktada zaten ifade edebilmek ve onun getirdiği yüzleşme/rahatlama deneyimi. Fakat bu sözü yine de Kıbrıslı Türk muhalif kesimler için, alenen kullanmakta bir sakınca görmüyorum. Özellikle tüm bu yaşananlardan ders çıkartmaktan kaçınarak, hala alanlarda “Kıbrıs Kıbrıslılarındır” diye Kıbrıs milliyetçisi ve ırkçı bir pankart açılabildiği bir dönemde, “karşımıza geçmiş, göçmenlerin varlığına takmış, siz kafanızda çuvalla mücadele ediyorsunuz” diyebilmeliyiz.

Çünkü Kıbrıs’ın kuzeyindeki kutuplaşmalar kültürelci ve kimlik ekseninde olduğu sürece kaybetmeye yazgılı kalacağız. Eğer bir kutuplaşma olacaksa sınıfsal bir kutuplaşmadan söz etmek lazım.  Mücadeleyi sınıfsal karakteri ile kavrayabildiğimiz ve “Kıbrıslı-Türkiyeli değiliz, farklılıklarımızla birlikte sınıf kardeşiyiz” oranda ülkede bir şeyleri değiştirmeye başlayabileceğiz.

Bunun için de önce dizideki Peri gibi kendi ‘başkamız’ ile yüzleşmeliyiz. Sadece karşımızdaki ‘başka’ ile değil, içimizdeki ‘başka’ ile de!  

Not: Bu yazı ilk olarak Yeni Düzen gazetesinde yayımlanmıştır.