İmdat Freni

Geleceğimiz Neden Kütüphanelere, Okumaya ve Hayal Kurmaya Bağlı – Neil Gaiman

Hayal gücümüzü kullanmanın ve başkalarına hayal güçlerini kullanma imkânı vermenin neden tüm vatandaşlar için bir yükümlülük olduğunu açıklayan bir konferans…

İnsanların size hangi tarafta olduklarını ve nedenini, önyargılı olup olmadıklarını söylemeleri önemlidir. Bir tür, üyelerin çıkarlarının beyanı. Bu yüzden, size okumaktan bahsedeceğim. Size kütüphanelerin önemli olduğunu söyleyeceğim. Kurgu okumanın, zevk için okumanın, bir insanın yapabileceği en önemli şeylerden biri olduğunu öne süreceğim. İnsanlar kütüphanelerin ve kütüphanecilerin ne olduklarını anlasın ve her ikisi de korunabilsin diye ateşli bir savunma yapacağım.

Açıkça ve aşırı derecede taraflıyım: Bir yazarım ve genellikle de kurgu yazarıyım. Çocuk ve yetişkinler için yazıyorum. Yaklaşık 30 yıldır hayatımı sözlerimle, çoğunlukla bir şeyler uydurarak ve onları yazıya dökerek kazanıyorum. İnsanların okuması, kurgu okuması, okumaya ve okumanın gerçekleşebileceği alanlara yönelik bir sevginin büyümesi için kütüphanelerin ve kütüphanecilerin var olması açıkça işime gelir benim.

Bu yüzden bir yazar olarak taraflıyım. Ama bir okuyucu olarak çok, çok daha taraflıyım. Hele İngiliz vatandaşı olarak daha bile taraflıyım. 

Ve bu gece, insanların kendine güvenen ve hevesli okuyucular olmalarına yardım ederek herkese hayatta eşit bir şans vermeyi misyon edinmiş bir hayır kurumu olan Okuma Ajansı’nın himayesinde bu konuşmayı yapıyorum; ki kendileri okuma yazma programlarını, kütüphaneleri ve bireyleri destekliyor ve okuma eylemini çıplaklığıyla ve umarsızca teşvik ediyorlar. Çünkü bize okurken her şeyin değiştiğini söylüyorlar.

Ve işte bu değişim ve bu okuma eylemi hakkında konuşmak için buradayım bu akşam. Okumanın ne işler yaptığını, ne işe yaradığını konuşmak istiyorum.

Bir keresinde New York’taydım ve Amerika’da büyük ve gelişen bir sektör olan özel hapishanelerin inşası hakkındaki bir konuşmayı dinledim. Hapishane endüstrisinin gelecekteki büyümesini planlaması gerekiyor – kaç hücreye ihtiyaçları olacak? Bundan 15 yıl sonra kaç mahkum olacak? 10 ve 11 yaşındakilerin yüzde kaçının okuyamadığını -ve haliyle zevk için de okuyamadıklarını- sormaya dayalı oldukça basit bir algoritma kullanarak bunu çok kolay bir şekilde tahmin edebileceklerini keşfettiler.

Birebir değil: okuryazar bir toplumda suça eğilimi yok diyemezsiniz ama arada çok gerçekçi korelasyonlar var.

Ve bence bu korelasyonlardan bazıları, en basit olanı, çok basit bir şeyden geliyor. Okur yazar insanlar kurgu okurlar.

Kurgunun iki kullanımı var. Birincisi, kurgu, okumaya açılan bir geçit uyuşturucusudur. Sonra ne olacağını bilme, sayfayı çevirmeyi isteme, zor olsa bile devam etme ihtiyacı dürtüsü… Çünkü birinin başı beladadır ve her şeyin nasıl sonuçlanacağını bilmek zorundasınızdır… bu çok gerçek bir dürtü. Ve sizi yeni kelimeler öğrenmeye, yeni düşünceler düşünmeye, devam etmeye zorlar; okumanın başlı başına zevkli olduğunu keşfetmeye. Bunu öğrendiğiniz an, her şeyi okuma yolundasınızdır. Ve okumak anahtardır. Birkaç yıl evvel kısa bir dönem, artık post-edebi bir dönemde yaşadığımız ve yazılı kelimelerden anlam çıkarma yeteneğinin bir şekilde gereksiz olduğuna yönelik sesler yükselmişti, ancak o günler geride kaldı. Kelimeler artık eskisinden de değerli: Dünyayı kelimelerle dolaşıyoruz ve dünya Web’e kayarken okuduğumuzu takip etmemiz, iletişimini kurabilmemiz ve anlayabilmemiz gerekiyor. Birbirini anlayamayan insanlar fikir alışverişinde bulunamaz, iletişim kuramazlar, çeviri programları da ancak bir yere kadar idare ediyor.

Edebi çocuklar yetiştirdiğimizden emin olmanın en basit yolu, onlara okumayı öğretmek ve okumanın zevkli bir aktivite olduğunu göstermektir. Ve bu, en basit haliyle, hoşlarına giden kitaplar bulmak, bu kitaplara erişimlerini sağlamak ve onların okumalarına izin vermek anlamına geliyor.

Çocuklar için sakıncalı kitap diye bir şey olduğunu düşünmüyorum. Zaman zaman bazı yetişkinler arasında, çocuk kitaplarının bir alt kümesine, belki bir türe yahut bir yazara dikkat çekerek onları kötü kitaplar, çocukların okumasının engellenmesi gereken kitaplar olarak ilan etmek moda oluyor. Bunu defalarca gördüm; Enid Blyton, R.L. Stine ve düzinelerce başkası kötü yazarlar ilan edildi. Çizgi romanlar, cehaleti besledikleri gerekçesiyle kınandı.

Saçmalık bu. Züppelik ve aptallık. Çocukların sevdiği, okumak ve araştırmak istediği ve çocuklar için kötü olan yazarlar yok çünkü her çocuk farklı. İhtiyaç duydukları hikayeleri bulabilir ve kendilerini hikâyelere getirirler. Bayat ve eskimiş bir fikir, onlar için bayat ve eskimiş değil. Çocuk onunla ilk kez karşılaşıyor. Yanlış bir şey okuduklarını düşünerek çocukları okumaktan caydırmayın. Sizin sevmediğiniz kurgu, tercih edebileceğiniz diğer kitaplara giden bir yol. Herkesin zevkleri sizinle aynı değil.

İyi niyetli yetişkinler bir çocuğun okuma sevgisini kolaylıkla yok edebilir: Hoşlarına giden şeyler okumalarına mani olabilir ya da onlara sizin sevdiğiniz türden değerli fakat iç sıkıcı, Viktorya dönemi “geliştirici” edebiyatın 21. yüzyıl muadillerinden verebilir. Sonunda da okumanın fiyakalı olmadığı, daha da kötüsü nahoş olduğuna ikna olmuş bir nesliniz olur.

Çocuklarımızın okuma merdivenine çıkmalarına ihtiyacımız var: Okumaktan zevk aldıkları herhangi bir şey onları basamak basamak edebi kültüre yükseltecek. (Ayrıca, 11 yaşındaki kızı R.L. Stine’a ilgi duyduğu esnada bu yazarın yaptığını yapmayın, yani gidip de Stephen King’in Carrie’sinin bir kopyasını alıp “onları beğendiysen buna bayılacaksın!” demeyin. Holly gençlik yıllarının geri kalanında kırlardaki yerleşimcilerin zararsız hikayelerinden başka bir şey okumadı ve ne zaman Stephen King’in adı geçse bana hâlâ kötü kötü bakıyor.)

Kurgunun yaptığı ikinci şey empati geliştirmek. TV ya da film izlediğinizde başkalarının başına gelen şeylere bakarsınız. Nesir kurgu, 26 harf ve bir avuç noktalama işaretinden oluşturulmuş bir şeydir ve siz, yalnızca siz, hayal gücünüzü kullanarak bir dünya ile insanlar yaratır ve başka gözlerden bakarsınız. Başka türlü asla bilemeyeceğiniz şeyleri hisseder, yerleri ve dünyaları ziyaret edersiniz. Oradaki herkesin de birer ben olduğunu öğrenirsiniz. Başkası olursunuz ve kendi dünyanıza döndüğünüzde birazcık değişmişsinizdir.

Empati insanları gruplara dönüştüren, kendine saplantılı bireylerden fazlası olarak işler kılan bir araçtır.

Okurken ayrıca dünyada yolunuzu bulabilmek adına hayati önem taşıyan bir şey de öğreniyorsunuz. O da şu: Dünya böyle olmak zorunda değil. Her şey farklı olabilir.

2007 yılında, Çin tarihinin ilk parti-onaylı bilim kurgu ve fantezi kongresinde Çin’deydim. Bir ara üst düzey bir yetkiliyi kenara çekip “neden?” diye sordum. Bilimkurgu uzun zamandan beri onaylanmıyordu. Ne değişti?

“Çok basit” dedi bana. Çinliler, şayet birileri planlarını getirirse bir şeyler yapmakta harikaydılar. Ama yenilik yapmadılar ya da icat etmediler. Hayal kurmadılar. Bu yüzden ABD’ye, Apple, Microsoft ve Google’a bir delegasyon gönderip orada kendi geleceklerini icat edenlere sordular. Hepsinin de oğlan ve kız çocuklarıyken bilimkurgu okuduğunu öğrendiler.

Kurgu size farklı bir dünya gösterebilir. Sizi hiç bulunmadığınız bir yere götürebilir. Peri meyvesini yiyenlerinki gibi diğer dünyaları bir kez ziyaret ettiğinizde, içinde büyüdüğünüz dünyadan asla tamamen memnun olamazsınız. Memnuniyetsizlik iyi bir şeydir: Memnuniyetsiz insanlar dünyalarını değiştirebilir ve iyileştirebilir, onları daha iyi bırakabilir; daha farklı bırakabilir.

Konudan bahsetmişken, kaçışçılık hakkında da birkaç kelam etmek isterim. Sanki bu kötü bir şeymiş gibi bahsinin edildiğini duyuyorum. Sanki “kaçışçı” kurgu, kafası bulanık, aptal ve kandırılmışların kullandığı ucuz bir afyonmuş da, yetişkinler veya çocuklar için değerli olan tek kurgu, okuyucunun içinde bulduğu dünyanın en kötüsünü yansıtan mimetik kurguymuş gibi.

İmkânsız bir durumda, nahoş bir ortamda, size fenalık etmeyi düşünen insanlarla sıkışıp kalmış olsaydınız ve biri de size geçici bir kaçış sunsaydı, neden kabul etmeyesiniz ki? Kaçışçı kurgu tam da budur işte: Bir kapıyı açan, dışarıdaki gün ışığını gösteren, size kontrolünüzün ve birlikte olmak istediğiniz insanların olduğu gidebileceğiniz bir yer gösteren kurgudur (kitaplar gerçek yerlerdir, hiç kuşkunuz olmasın); ve daha da önemlisi, kaçışınız sırasında kitaplar size dünya ve içinde bulunduğunuz durum hakkında bilgi verebilir, silah verebilir, zırh verebilir, hapishanenize geri götürebileceğiniz gerçek şeyler verebilir. Gerçekten kaçmak için kullanabileceğiniz beceri, bilgi ve araçlar…

J.R.R. Tolkien’in bize hatırlattığı gibi, kaçışa karşı çıkan tek kişi gardiyanlardır.

Elbette bir çocuğun okuma sevgisini yok etmenin bir başka yolu da, etrafta hiçbir türde kitap olmadığından emin olmaktır. Ve onlara kitapları okuyabilecekleri bir yer vermemektir. Ben şanslıydım. Büyürken mahallemde mükemmel bir kütüphanem vardı. Yaz tatillerinde işe giderken beni kütüphaneye bırakmaya ikna edilebilecek türden ebeveynlerim ve her sabah çocuk kütüphanesine dönüp kart kataloğunu tarayarak içinde hayaletler, sihir veya roketler olan kitaplar arayan; vampirleri, dedektifleri, cadıları ve acayiplikleri araştıran küçük ve de başıboş bir çocuğa aldırış etmeyen kütüphaneciler vardı. Çocuk kütüphanesini bitirdiğimde de yetişkin kitaplarına başlamıştım.

İyi kütüphanecilerdi. Kitapları ve kitapların okunmasını seviyorlardı. Kütüphaneler arası ödünç kitap sipariş etmeyi öğrettiler bana. Okuduğum hiçbir şey hakkında züppelikleri yoktu. Okumayı seven kocaman bakışlı bir çocuğun varlığından hoşnut gibiydiler ve benimle okuduğum kitaplar hakkında konuşur, bir serideki başka kitapları bulur, bana yardım ederlerdi. Bana da herhangi bir okuyucu gibi davranırlardı -ne eksik, ne fazla-. Bu da bana saygılı davrandıkları anlamına geliyordu. Sekiz yaşında bir çocuk olarak saygılı davranılmaya alışkın değildim.

Ancak kütüphaneler hürriyetle alâkalıdır. Okuma hürriyeti, fikir hürriyeti, iletişim hürriyeti… Eğitimle alâkalıdır (ki okul veya üniversiteye veda ettiğimiz gün biten bir süreç değildir), eğlence, güvenli alanlar oluşturma ve bilgiye erişim hakkındadır.

21. yüzyılda insanların kütüphanelerin ne olduğunu ve amacını yanlış anladığından endişeleniyorum. Kütüphaneyi bir kitap rafı olarak algılarsanız, basılı kitapların hepsinin olmasa da çoğunun dijital olarak var olduğu bir dünyada antika ya da modası geçmiş gibi görünebilir. Ancak bu, asıl noktayı gözden kaçırmaktır.

Sanırım bunun bilginin doğasıyla ilgisi var. Bilginin değeri var, doğru bilgi ise muazzam bir değere sahip. Tüm insanlık tarihi boyunca bilgi kıtlığı döneminde yaşadık ve gerekli bilgiye sahip olmak her zaman önemliydi ve her zaman bir değeri vardı: ekin ne zaman ekilir, ne nerede bulunur, haritalar, tarihler, öyküler –  yemek ve bir partner için her zaman işe yarardı. Bilgi değerli bir şeydi ve bilgiye sahip olanlar veya onu elde edebilenler bu hizmet için ücret alabilirlerdi.

Son birkaç yılda bilgi kıtlığı olan bir ekonomiden bilgi bolluğunun yönlendirdiği bir ekonomiye geçtik. Google’dan Eric Schmidt’e göre insan ırkı artık her iki günde bir, medeniyetin şafağından 2003’e kadar ürettiğimiz boyutta bilgi üretiyor. Skor tutanlarınız için bu, günde yaklaşık beş ekzobayt veri demek. Zor olan, çölde büyüyen o kıt bitkiyi bulmak değil, ormanda büyüyen belirli bir bitkiyi bulmak. Gerçekten ihtiyacımız olan şeyi bulabilmek için bu bilgilerde gezinme konusunda yardıma ihtiyacımız olacak.

Kütüphaneler insanların bilgi almak için gittikleri yerlerdir. Kitaplar bilgi buzdağının yalnızca görünen kısmıdır: Oradalar ve kütüphaneler size özgürce ve yasal olarak kitap sağlayabilir. Her zamankinden daha fazla çocuk kütüphanelerden kitap ödünç alıyor, kağıt, dijital ve sesli, her türden kitap. Fakat kütüphaneler, örneğin, bilgisayarı olmayan, internet bağlantısı olmayan kişilerin hiçbir ücret ödemeden çevrimiçi olabileceği yerlerdir aynı zamanda: İş ilanlarını öğrenme, iş veya yardım başvurusu yapma şekliniz giderek artan bir şekilde internete özel ortama taşınırken çok önemli bu. Kütüphaneciler bu insanların o dünyada gezinmesine yardımcı olabilir.

Bütün kitapların ekranlara taşınacağına ya da taşınması gerektiğine inanmıyorum: Douglas Adams’ın bana Kindle’ın ortaya çıkışından 20 yıl önce bir keresinde işaret ettiği üzere, fiziksel kitap bir köpekbalığı gibi. Köpekbalıkları eskidir: Dinozorlardan önce okyanusta köpekbalıkları vardı. Ve etrafta hâlâ köpekbalıklarının olmasının nedeni, köpekbalıklarının köpekbalığı olma konusunda başka her şeyden daha iyi olmaları. Fiziksel kitaplar serttir, yok etmesi zordur, banyoya dayanıklıdır, güneş enerjisiyle çalışır, elinizde iyi hissettirir: kitap olma konusunda iyidirler ve onlar için her zaman bir yer olacaktır. Tıpkı kütüphanelerin e-kitaplara, sesli kitaplara, DVD’lere ve Web içeriğine erişmek için gidebileceğiniz yerler haline gelmesi gibi, onlar da kütüphanelere aittir.

Kütüphane bir bilgi deposu olan ve her vatandaşa eşit erişim sağlayan bir yerdir. Bu, sağlık bilgilerini de içerir, akıl sağlığı bilgilerini de. Bir topluluk alanıdır. Güvenli bir yer, dünyadan bir sığınaktır. Kütüphanecilerin olduğu bir yerdir. Kütüphanelerin gelecekte nasıl olacağını şimdiden hayal etmemiz gerekiyor.

Bu metin, e-posta ve yazılı bilgi dünyasında okuryazarlık her zamankinden daha önemli. Okuyup yazmaya ihtiyacımız var; rahat okuyabilen, okuduklarını kavrayabilen, nüansı anlayabilen ve anlaşılabilen dünya vatandaşlarına ihtiyacımız var.


Kütüphaneler gerçekten de geleceğe açılan kapılardır. Bu nedenle dünyanın her yerinde yerel yöneticilerin, bugünün bedelini ödemek için gelecekten çaldıklarının farkına varmaksızın kolayca tasarruf etme amacıyla kütüphaneleri kapatmaya fırsat kolladıklarını görmek üzücü. Açık olması gereken kapıları kapatıyorlar.


Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün yakın zamanda yaptığı bir araştırmaya göre İngiltere, “cinsiyet, sosyo-ekonomik arka plan ve meslek gibi diğer faktörlerin ardından, en yaşlı grubunun en genç gruba göre hem okuma yazma hem de matematikte daha yüksek yeterliliğe sahip olduğu” tek ülke.

Ya da başka bir deyişle, çocuklarımız ve torunlarımız bizden daha az okur yazar ve daha az matematikseller. Dünyada yön bulma ve problemleri çözebilmek adına dünyayı anlama konusunda daha az yetenekliler. Daha kolay yalan söylenebilir ve yanıltılabilir haldeler ve içinde oldukları dünyayı daha az değiştirebilecek, daha az istihdam edilir olacaklar. Bunların hepsi geçerli. Ülke olarak İngiltere, vasıflı iş gücünden yoksun olacağı için diğer gelişmiş ülkelerin gerisine düşecek.

Kitaplar, ölülerle iletişim kurma şeklimizdir. İnsanlığın kendisi üzerine inşa ettiği, ilerlettiği, bilgiyi tekrar tekrar öğrenilmesi gereken bir şeyden ziyade artımlı hale getirmesiyle, artık aramızda olmayanlardan ders alma biçimimizdir. Çoğu ülkeden daha eski masallar, kültürlerden ve ilk kez anlatıldıkları yapılardan daha uzun süredir yaşayan öyküler var.

Geleceğe karşı sorumluluklarımız olduğunu düşünüyorum. Çocuklara, çocukların dönüşecekleri yetişkinlere, üzerinde yaşayacakları dünyaya karşı sorumluluk ve yükümlülüklerimiz var. Okurlar olarak, yazarlar olarak, vatandaşlar olarak her birimizin yükümlülükleri var. Bu yükümlülüklerden bazılarını burada dile getirmeye çalışacağım.

Bence mahrem ve halka açık yerlerde zevk için okuma yükümlülüğümüz var. Zevk için okursak, başkaları bizi okurken görürse, o zaman öğrenir ve hayal gücümüzü kullanırız. Okumanın iyi bir şey olduğunu başkalarına gösteririz.

Kütüphaneleri destekleme yükümlülüğümüz var. Kütüphaneleri kullanma, başkalarını kütüphaneleri kullanmaya teşvik etme, kütüphanelerin kapatılmasını protesto etme yükümlülüğümüz var. Kütüphanelere değer vermezseniz, o zaman bilgiye, kültüre veya bilgeliğe de değer vermezsiniz. Geçmişin seslerini susturur, geleceğe zarar verirsiniz. 

Çocuklarımıza yüksek sesle okuma yükümlülüğümüz var. Hoşlarına giden şeyler okuma yükümlülüğümüz var. Çoktan bıktığımız hikayeleri onlara okuma yükümlülüğümüz… Sesleri taklit etmek, işi ilginç kılmak ve sırf okumayı öğrendiler diye onlara okumayı bırakmama yükümlülüğümüz var. Yüksek sesle okuma vaktini yakınlaşma vakti olarak, hiçbir telefonun kontrol edilmediği vakit olarak, dünyanın dikkat dağıtıcı unsurlarının bir kenara itildiği vakit olarak değerlendirin.

Dili kullanma yükümlülüğümüz var. Kendimizi zorlamak, kelimelerin ne anlama geldiği ve onları nasıl düzenleyeceğimizi öğrenme, net biçimde iletişim kurma, ne demek istediğimizi söyleme yükümlülüğümüz var. Dili dondurmaya veya saygı duyulması gereken ölü bir şeymiş gibi davranmaya kalkışmamalı, onu, akan, kelimeler ödünç alan, anlamların ve telaffuzların zamanla değişmesine izin veren canlı bir şey olarak kullanmalıyız.

Biz yazarların – özellikle çocuk kitapları yazarlarının ama tüm yazarların – okuyucularımıza karşı bir yükümlülüğümüz var: bu, doğru şeyler yazma yükümlülüğüdür, -özellikle de var olmayan yerlerde, var olmayan insanların hikayelerini yaratırken önemlidir bu – gerçeğin “ne olduğunda” değil, bize “kim olduğumuzu söylediğinde” yattığını anlama yükümlülüğüdür. Ne de olsa gerçeği söyleyen yalandır kurgu. Okurlarımızı sıkmamak, sayfaları çevirmeyi istemelerini sağlamakla yükümlüyüz. İsteksiz bir okuyucunun en iyi şifalarından biri, okumaktan kendilerini alıkoyamayacakları bir masaldır sonuçta. Okurlarımıza doğru şeyler söylememiz, onlara silah, zırh ve bu yeşil dünyada kısa sürede edindiğimiz her türlü bilgeliği vermemiz gerekse de, vaaz vermemek, ders vermemek, yavrularını önceden çiğnenmiş kurtçuklarla besleyen yetişkin kuşlar gibi, sindirilmiş ahlâki değer ve mesajları okurlarımızın gırtlaklarına tıkmamakla yükümlüyüz; ve asla, katiyetle, hiçbir şart ve koşulda kendimiz okumak istemeyeceğimiz şeyleri çocuklar için yazmamakla yükümlüyüz.


Çocuk yazarları olarak önemli işler yaptığımızı anlama ve kabul etme yükümlülüğümüz var, çünkü bu işi berbat eder de çocukları okumaktan ve kitaplardan uzaklaştıran sıkıcı kitaplar yazarsak, kendimize daha küçük, onlara da daha az bir gelecek yaratırız. 

Hepimiz – yetişkinler çocuklar, yazarlar ve okuyucular – gündüz düşleri kurmakla yükümlüyüz. Hayal etmekle yükümlüyüz. Hiç kimsenin hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini, toplumun kocaman, bireyin ise çok çok önemsiz, duvarda bir atom parçası, tarlada pirinç tanesi gibi olduğu bir dünyada yaşadığımızı varsaymak kolay. Ama gerçek şu ki, bireyler dünyalarını defalarca değiştirir, geleceği yaratır ve bunu da bir şeylerin farklı olabileceğini hayal ederek yaparlar.

Her şeyi güzelleştirmek gibi bir yükümlülüğümüz var. Dünyayı bulduğumuzdan daha çirkin bırakmama, okyanusları boşaltmama, sorunlarımızı gelecek nesillere yıkmama yükümlülüğümüz var. Kendi pisliğimizi temizleme ve çocuklarımıza vizyonsuzca mahvedilmiş, kazık atılıp sakatlanmış bir dünya bırakmama yükümlülüğümüz var. 

Politikacılarımıza ne istediğimizi söyleme yükümlülüğümüz, değerli vatandaşlar yaratmada okumanın değerini anlamayan, bilgiyi korumak ve saklamak için harekete geçmek istemeyen, okuryazarlığı teşvik etmeyen her partiden politikacıya karşı oy verme yükümlülüğümüz var. Bu bir parti siyaseti meselesi değil. Bu, ortak bir insanlık meselesidir.

Albert Einstein’a bir keresinde “çocuklarımızı nasıl zeki yaparız?” diye sordular. Cevabı hem basit hem de bilgeceydi. “Çocuklarınızın zeki olmasını istiyorsanız” dedi, “onlara peri masalları okuyun. Daha zeki olmalarını istiyorsanız, onlara daha fazla peri masalı okuyun.” Okumanın ve hayal etmenin değerini anlamıştı. Umarım çocuklarımıza okuyacakları, okunacakları, hayal edecekleri ve anlayacakları bir dünya verebiliriz.

Çeviren: Can Güler