İmdat Freni

Ernest Mandel 20. Yüzyılın En Büyük Marksist Düşünürlerinden Biriydi – Alex De Jong

Belçikalı sosyalist entelektüel ve aktivist Ernest Mandel, 5 Nisan 1923’te doğdu. Mandel, yirminci yüzyılın ikinci yarısında Marksist teorinin en önemli eserlerinden bazılarını yazan, yorulmak nedir bilmeyen bir ajitatör ve düşünürdü.

Mandel bugün belki de en çok, fazlasıyla aşina olduğumuz bir terimi popülerleştiren –Geç Kapitalizm– kitabıyla hatırlanıyor. Fredric Jameson, postmodernizmi kuramsallaştırırken Mandel’in ekonomik yazılarından büyük ölçüde yararlandı ve “geç kapitalizm” terimi, kültürel analiz için bir tür gazetecilik klişesi haline geldi.

Bir zamanlar polisiye romanların toplumsal tarihini yazmış olan Mandel, eserinin, ilginç biçimde benimsenmesine gülümsemiş olabilir. Ancak onun asıl amacı, kültürel yan etkilerini analiz etmekten daha çok kapitalizmin iktidar yapılarına meydan okumaktı.

Nazi hapishane sisteminden sağ kurtulan bir direniş savaşçısı olarak gençlik yıllarından 1990’ların neoliberal çorak topraklarındaki son günlerine kadar, bu hedefe sadık kaldı. Mandel’in siyasi yaşamı ve çalışmaları günümüzün yeni sosyalist hareketi için önemli bir ilham kaynağı olabilir.

Nazizme Karşı Direniş

Mandel, Belçika’nın Antwerp kentinde Alman kökenli asimile olmuş Polonyalı Yahudilerden oluşan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Henri Mandel’in sol görüşe, özellikle de Leon Troçki’nin fikirlerine sempatisi vardı. 1930’larda Naziler Almanya’da iktidara geldikten sonra Mandellerin evi, solcu mülteciler için bir buluşma yeri haline geldi. Bu mültecilerin sosyalizm, Sovyetler Birliği’ndeki son gelişmeler ve faşizmin yükselişi hakkındaki tartışmalarını dinleyen genç Ernest, radikal siyasetle erken yaşta tanıştı.

Mayıs 1940’ta Nazi Almanyası’nın ülkeyi işgal etmesiyle savaş Belçika’ya geldi. Yerleşik solun büyük bir kısmı yeni duruma yanıt veremedi. Sosyal demokrat Belçika İşçi Partisi ve sendikaların birçok lideri ülkeden kaçarken, eski İşçi Partisi lideri Hendrik de Man işgalcilerle işbirliği çağrısında bulundu.

Sovyet-Alman saldırmazlık paktı o sırada hala yürürlükteydi ve Belçikalı Komünistler “en saf ve en eksiksiz tarafsızlık” duruşunu ilan ettiler. Nazi işgalinin başlamasından haftalar sonra, Sovyetlerin emriyle çalışan bir suikastçı Troçki’yi Meksika sürgününde öldürdü.

Bu kargaşanın ortasında bir grup bağımsız solcu, Mandellerin evinde ilk Flamanca yeraltı gazetesini çıkarmaya başladı. Gazetedeki makalelerin çoğunu Ernest ve babası yazdı. Ağustos 1942’de Ernest yeraltına çekildi. O yılın sonunda tutuklandı ancak nakledilirken kaçmayı başardı.

Mandel’in biyografi yazarı Jan Willem Stutje’ye göre Henri Mandel, oğlunun serbest bırakılması için fidye ödemişti. Ernest’in “cesur kaçışı”, “sorgulanmaktan kaçınmak isteyen ajanlar tarafından sahnelenmiş” olabilir. Stutje’ye göre, Mandel’in kaçışı onu suçluluk duygusuyla baş başa bırakmıştır.

Mandel, kararlı bir şekilde direniş faaliyetlerine devam etti. Bu sırada Troçkist Devrimci Komünist Parti’ye (RCP) üye olmuştu. 1944 başlarında RCP, Alman ve ABD şirketleri arasındaki temaslar hakkında doğrudan Alman askerlerine hitap eden iki dilli bir broşür yayınladı: “Efendileriniz mülklerini kurtarmak için pazarlık yaparken siz top ateşine kurban ediliyorsunuz.” 28 Mart 1944’te broşürü dağıtırken Mandel tekrar tutuklandı.

Yahudi olmasından ziyade direniş faaliyetleri nedeniyle tutuklanan Mandel, farklı hapishanelere ve çalışma kamplarına gönderildi, bir noktada IG Farben’in bir kimyasal fabrikasında çalışmaya zorlandı. Bir direniş üyesi, bir Yahudi ve Stalinist mahkum arkadaşları tarafından hor görülen bir Troçkist olarak hayatta kalma şansı çok azdı.

Mandel daha sonra, bunu başarmasının nedenlerinden birinin şans olduğunu hatırlıyordu. Ama aynı zamanda, Naziler iktidara gelmeden önce Sosyal Demokrat Parti’nin destekçisi olan bazı Alman gardiyanlarla ilişki kurmadaki başarısını da takdir ediyordu: “Bu, kendini koruma açısından bile yapılacak en akıllıca şeydi.” Zorlu koşullar etkisini gösterdi ve Mandel 1945’in başlarında hastaneye kaldırıldı. 25 Mart 1945’te ABD güçleri Mandel’in tutulduğu kampı kurtardı.

Troçki’den Sonra Troçkizm

Mandel’in doğrudan aile üyeleri savaştan sağ kurtulmuş olsa da, büyükannesi, teyzesi ve amcası aileleriyle birlikte Auschwitz’de öldürüldü. Henri Mandel oğlu için akademik bir kariyer hayal ediyordu ama Ernest’in başka öncelikleri vardı. Nazizmin ve savaşın dehşetini üreten sisteme, kapitalizme karşı mücadeleye devam etmek istiyordu. Hayatı boyunca faşizm deneyimi, Mandel için siyasi ve ahlaki bir referans noktası olarak kalmaya devam etti.

Leon Troçki ve destekçileri 1938 yılında Dördüncü Enternasyonal’i (FI) kurmuştu. Troçki, yaklaşan savaşın Stalinist Komünist Partileri gözden düşüreceğini tahmin ediyor ve FI’nın bir alternatif haline geleceğini umuyordu. Yine de Sovyetler Birliği’nin Nazi Almanyası’nın yenilgiye uğratılmasında oynadığı önemli rol ve komünistlerin Avrupa’daki direniş hareketlerine katılması sonucunda bu partiler daha önce eşi benzeri görülmemiş bir prestij ve popülerlik kazandı ve işçi hareketinin radikal kanadındaki rakiplerine sınırlı büyüme fırsatları bıraktı. 

Bu arada, savaş ve baskı FI ile ilişkili küçük grupları yok etmişti. Mandel Troçkist hareketin inşasına yardım etmenin kendi görevi olduğunu hissetti ve bu hareketin saflarında önde gelen bir aktivist oldu. Kısmi olarak, Yahudi tarihi ve antisemitizm üzerine önemli bir çalışmanın yazarı olan yakın arkadaşı Abram Leon gibi Nazilerin öldürdüğü yoldaşlarının anısı, onu harekete geçirmişti.

Birçok radikal gibi Mandel de savaşın, I. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi Avrupa’da bir devrim dalgasının başlangıcı olacağını düşünüyordu. 1938’de Troçki’nin FI için hazırladığı program, kapitalizmin karaya oturduğunu iddia ediyordu:

İnsanlığın üretici güçleri durgunlaşıyor. Yeni buluşlar ve iyileştirmeler maddi zenginlik düzeyini yükseltmekte başarısız olmaktadır. Tüm kapitalist sistemin toplumsal krizi koşullarındaki konjonktürel krizler, kitlelere her zamankinden daha ağır yoksunluklar ve acılar yaşatmaktadır.

Mandel yavaş yavaş sistemin işlemeye devam etmekle kalmayıp daha da gelişebileceğini ve 1945’ten sonra uzun bir ekonomik büyüme dönemine girilebileceğini fark etti. Bu koşullar altında, Troçkist kimliğini gizli tutarak Belçika Sosyalist Partisi’ne katıldı ve Belçika’daki sosyalist sol üzerinde etkili olan haftalık La Gauche (Sol) gazetesinin kurulmasına yardımcı oldu.

Bu dönemde Mandel, sosyalist bir kuramcı ve lider olarak kendini gösterdi. 1962 yılında ilk büyük çalışması olan Marksist İktisat Teorisi‘ni yayınladı. Kitap, konu hakkında sistematik bir sunum sağladı ve “çağdaş bilimin bilimsel verilerinden” yararlanarak “Karl Marx’ın tüm ekonomik sisteminin yeniden oluşturulabileceğini” kanıtlamaya çalıştı.

Mandel kitabın girişinde yaklaşımını “genetik-evrimsel” olarak tanımlamış ve bununla konusunun kökeni ve evrimi üzerine çalıştığını kastetmiştir. “Marksist ekonomi teorisi,” diye yazıyordu, “bir yöntemin, bu yöntem kullanılarak elde edilen sonuçların ve sürekli olarak yeniden incelemeye tabi tutulan sonuçların bir toplamı” olarak görülmelidir. Sürekli olarak yeni bulguları entegre etmeye çalışan tarih ve teorinin birleşimi, Mandel’in çalışmalarının karakteristik özelliği oldu.

Yapısal Reformlar ve Sosyalist Strateji

İngilizce çevirisi neredeyse sekiz yüz sayfayı bulan Marksist İktisat Teorisi üzerinde çalışırken Mandel, La Gauche çevresinin bir parçası olarak “anti-kapitalist yapısal reformlar” stratejisini geliştirdi. Bununla, kendi kendine sosyalizmi getirmeyecek ama yine de ona doğru adımları temsil edecek ve “işçi sınıfına büyük sermayeyi kararlı bir şekilde zayıflatma yeteneği verecek” reformları kastediyordu.

Mandel’e göre Belçika’daki olası anti-kapitalist yapısal reformlar arasında tam istihdamı garanti edecek bir planlama bürosunun örgütlenmesi, büyük şirketler üzerinde kamu kontrolü ve enerji sektörünün kamulaştırılması yer alıyordu. Ekonomik reformların siyasi iktidar meselesinden ayrı tutulamayacağını vurguladı.

Mandel, Belçika gibi oldukça gelişmiş bir kapitalist ülke için uygun olabilecek sosyalist bir strateji formüle etmeye çalışıyordu. Bu çabanın ilham kaynaklarından biri, sağcı hükümet tarafından önerilen bir dizi reforma karşı 1960 kışında yapılan Belçika genel greviydi. Birkaç hafta süren greve yüz binlerce işçi katılmıştı. Solcu Halk Cephesi’nin iktidara gelmesinin ardından Haziran 1936’da gerçekleşen Fransız grevleri ve fabrika işgalleri de Mandel’in bahsettiği bir diğer örnekti.

Savaş sonrası ekonomik büyüme döneminde yaşam koşulları pek çok kişi için iyileşmişti, ancak Belçika genel grevi gibi mücadeleler kapitalist gelişmenin işçi sınıfını tam olarak pasifize etmediğini gösteriyordu. Mandel’e göre, kapitalizme karşı mücadelede işçilerin en güçlü silahları örgütlülük, siyasi eğitim ve temel ekonomik rollerinin bilincine varmalarıydı.

İşçilerin mücadelelerinin sadece ekonomik koşullar etrafında dönmediğini, aynı zamanda yabancılaştırıcı ve baskıcı iş uygulamalarına karşı direnişten de kaynaklandığını fark etti. Nispeten iyi durumda olan işçiler bile işyerinde yabancılaşma ve tahakküm yaşıyordu. Mandel, 1960 grevinin bilançosunda, işçi sınıfının kapitalizme karşı mücadelesinin “sadece temel, acil çıkarlar için verilen bir mücadele olmaması bakımından geçmişteki toplumsal mücadelelerden farklı olduğunu” yazmıştır. Bu mücadele “toplumu yeniden yapılandırmak için bilinçli bir mücadele” haline gelebilir.

Mandel, Belçika grevinin kaybedilmiş bir fırsat olduğunu, çünkü böyle bir yeniden yapılanmayı önerecek siyasi bir liderlik olmadığını söylüyordu. Devrimci değişimin gerçekleşmesi için, ekonomik reformlar için verilen mücadelenin siyasi iktidar sorununa kadar genişletilmesi gerekiyordu.

Mandel’e göre mücadele ancak “hasımla sadece fabrikalarda değil sokaklarda da yüzleşilirse” zafere ulaşabilirdi. Mandel, tarihin, hedeflerine ulaşmak için ekonomik olduğu kadar siyasi iktidarı da ele geçirmek gerektiğini çalışan insanlara “yorulmadan anlatacak” devrimci bir partinin kurulması gerektiğini gösterdiğinde ısrar ediyordu.

Geç Kapitalizmin Dinamikleri

1960’larda Mandel, Marx’ın Kapital’i yayınlamasından bir asır sonra kapitalizmin nasıl işlediğine dair anlayışını geliştirdi. “Geç kapitalizm “de karar kılmadan önce başlangıçta “neo-kapitalizm” terimini kullandı. 1972 tarihli kitap, Mandel’in başyapıtıdır.

Geç Kapitalizm’de “savaş sonrası uzun hızlı büyüme dalgasının nedenlerine Marksist bir açıklama getirmeye” çalışmıştır. Mandel’e göre, bu büyüme döneminin, yerini “dünya kapitalizmi için çok daha düşük bir genel büyüme oranıyla karakterize edilen, artan bir başka uzun toplumsal ve ekonomik kriz dalgasına” bırakmasını sağlayan “içsel sınırları” da vardı. Savaş sonrası patlamanın 1970’lerin ortalarında sona ereceğini doğru tahmin etmiştir.

Mandel, teknolojik yenilik oranlarındaki artışı geç kapitalizmin özelliklerinden biri olarak görmüştür. Bu durum sabit sermayenin ömrünü kısaltmış ve büyük firmaların planlama yapma ihtiyacının artmasına neden olmuştur. Ayrıca, 1929 Wall Street Çöküşü gibi çöküşleri önlemek için ekonomiye daha önce görülmemiş ölçekte devlet müdahalesi olmuştur. Mandel’in 1964’te gözlemlediği gibi: “Devlet artık gizli sübvansiyonlardan ‘zararların kamulaştırılmasına’ kadar uzanan yollarla doğrudan ve dolaylı olarak özel karı garanti eder.

Ancak kapitalizmin çelişkilerinin üstesinden gelmek için yapılan her girişim, onu yeni sorunlarla karşı karşıya bırakmıştır. Hükümetler tarafından desteklenen bankalar, şirketlere ucuz kredi sağlayarak hızlı büyümeyi mümkün kıldı ama aynı zamanda enflasyona da yol açtı. Böyle bir enflasyon, büyük, sermaye yoğun firmalar arasındaki rekabetin merkezinde yer alan uzun vadeli büyük yatırımlara zarar verdi.

Buna karşılık, enflasyonla mücadele girişimleri kendi sorunlarını yaratarak ekonomik büyümeyi azalttı. Devletin ekonomiye müdahalesi, yıkıcı krizlerden kaçınmak ve kârları garanti altına almak için yararlı olabilir. Ama aynı zamanda “ekonominin” doğal olarak verili olmadığını da herkese açıkça göstermiştir.

Devrimci Ufuklar

Mandel, bu tür çelişkilerden kaynaklanan devrimci değişim olasılığı üzerine bahis oynadı. Belçika genel grevi ve 1965 Yunan Apostasia krizi gibi patlamalar onu klasik bir Marksist ikilemle karşı karşıya bıraktı. Eğer Marx’ın ısrar ettiği gibi “her toplumun egemen ideolojisinin egemen sınıfın ideolojisi olduğu” doğruysa, o zaman işçi sınıfı kendini nasıl özgürleştirebilirdi?

Mandel, egemen sınıf ideolojisinin egemenliğinin, kitle iletişim araçları, okul sistemi vb. aracılığıyla “ideolojik manipülasyondan” daha derin kökleri olduğunu kabul etti. Bu hakimiyet, emekçilerin birbirleriyle rekabete zorlandıkları ve emek güçlerinin satışına bağımlı oldukları kapitalizmin günlük işleyişinden güç alıyordu.

Ancak kapitalizmin egemen tekeller arasındaki rekabetten kaynaklanan kaçınılmaz çelişkileri ve krizleri de egemen konsensüste çatlaklara yol açtı. Sosyalistler için temel soru, ekonomik çalkantının kaçınılmaz sonucu olan hoşnutsuzluk patlamalarının ötesine nasıl geçileceğiydi. Yaşam koşullarına ve ücretlere yönelik saldırılara karşı savunmacı mücadelelerden işçi iktidarı taleplerine geçmek için “bilinçli bir sıçrama” gerekiyordu.

Mandel, sosyalist örgütlenme ihtiyacına ilişkin etkili bir metinde, böyle bir sıçramayı neyin mümkün kılacağına dair fikirlerini geliştirdi. Üç grup arasında ayrım yaptı: işçi sınıfı kitlesi; bu sınıfın aktivist işçilerden oluşan öncüsü ve devrimci örgütlerin üyeleri. Üçüncü kategori ikincisiyle kısmen örtüşüyordu.

Mandel’in çerçevesine göre, “öncü” kendini ilan etmiş bir elit değil, işçi sınıfının en kararlı ve enerjik aktivistleriydi. Devrimci bir hareket inşa etmek, bu tür aktivist işçileri sosyalist fikirlere kazanmak anlamına geliyordu. Bu onlara örgütlülük sağlayacak ve acil toplumsal mücadelelerin kaçınılmaz gelgitleri sırasında siyasi aktivizmden çekilmelerini önleyecekti.

Radikal değişim ancak kapitalizmin çelişkilerinin kitlesel öfke ve protesto yarattığı huzursuzluk dalgaları sırasında mümkün olabilir. Böyle dönemlerde, devrimci bir parti giderek daha büyük insan gruplarını siyasi eyleme çekmeye çalışmalı ve anti-kapitalist talepler önermelidir.

Mandel devrimi, örgütlü eylem ile emekçilerin kaçınılmaz olarak farklı gruplar halinde örgütleneceği kendiliğinden hareketler arasındaki bir etkileşim süreci olarak görüyordu. Bu, Marksist solda sırasıyla Vladimir Lenin ve Rosa Luxemburg figürleriyle ilişkilendirilen örgütlülük ve kendiliğindenlik arasındaki basmakalıp ayrımı kesiyordu. Mandel yarı şakayla karışık kendisini “Luxemburgcu sapmaları olan bir Leninist” olarak tanımlıyordu.

Nesiller Arası Bir Köprü

1960’lar ve 70’lerin başı, Mandel’in sanki sınıf mücadelesinin yükselen dalgası tarafından sürükleniyormuş gibi olağanüstü üretken olduğu çalkantılı zamanlardı. Geç Kapitalizm‘in yanı sıra, o yıllarda yayınladığı diğer kitaplar arasında ABD ve Avrupa kapitalizmi arasındaki çelişkiler üzerine bir çalışma, Karl Marx’ın Ekonomik Düşüncesinin Oluşumuüzerine bilimsel bir metin, Batı Avrupa Komünist Partileri arasındaki Avrokomünist eğilimin bir eleştirisi ve kapitalizmin tarihindeki patlama ve çöküş döngülerinin bir incelemesi olan Kapitalist Gelişmenin Uzun Dalgaları yer alıyordu. Mandel hayatı boyunca iki düzineden fazla kitap ve yüzlerce makale yayınlamıştır.

Mandel aynı zamanda yorulmak bilmeyen bir ajitatör ve tartışmacıydı. 1964 yılında sosyalist planlama üzerine tartışmalara katılmak üzere Küba’ya davet edildi. Che Guevara, Marksist İktisat Teorisi’ni büyük bir ilgiyle okumuş ve Mandel ile kapsamlı tartışmalar yürütmüştü.

Mandel ise Arjantinli devrimci liderden çok etkilenmişti. Bolivya ordusu 1967 yılında Guevara’yı bir gerilla savaşı kampanyası başlatmaya çalışırken yakalayıp yargısız infaz ettiğinde, Mandel “büyük bir dost, örnek bir yoldaş, kahraman bir militan” için tutkulu bir övgü yayınladı.

Kapitalist devletlerin hükümetleri Mandel’i kendi topraklarında istenmeyen bir varlık olarak gördüler. 1969 yılında ABD yetkilileri, Yüksek Mahkeme’nin muhafazakâr çoğunluğunun daha sonra Donald Trump’ın “Müslüman yasağını” haklı çıkarmak için emsal olarak gösterdiği bir davada Mandel’in ülkeye girişini reddetti. Birkaç yıl sonra, Batı Alman hükümeti Mandel’in Berlin Özgür Üniversitesi’ndeki atamasını engellemek için müdahale etti ve onu ülkeden sınır dışı etti.

Fransa, Mandel’i topraklarında yasaklayan bir başka ülkeydi. Mayıs 1968’de, Dördüncü Enternasyonal’e doğru ilerleyen radikal bir grup olan Devrimci Komünist Gençlik (JCR) toplantılarına konuşmacı olarak davet edildi. JCR, Mayıs ’68’deki ayaklanma ve protestolara yoğun bir şekilde katılmıştı.

Pratik bir faaliyette bulunmak için tatmin edici bir fırsat olsa gerek ki, Mandel, “barikatlar gecesi” sırasında Paris Latin Mahallesi’nde barikatların kurulmasına yardım etti. Paris’e geldiği araba sokak çatışmaları sırasında tahrip olmuştu. Bir muhabir Mandel’in “Ne kadar güzel! Bu devrim!” dediğini duymuştu.

Yeni nesil devrimciler için Mandel, devrimci tarih ve deneyimle bir bağlantıydı. JCR liderlerinden Daniel Bensaïd, Mandel’in kendilerine “açık, kozmopolit ve militan bir Marksizmi” keşfetmelerinde nasıl yardımcı olduğunu hatırlıyor. Bensaïd’e göre bu genç radikaller için Mandel “teoride bir öğretmen” ve kuşaklar arasında bir köprüydü – insanların yerine düşünmek yerine onları düşündüren biriydi.

Mandel’in işçiler, sendikacılar, radikal öğrenciler ve devrimci aktivistlerle yaptığı sayısız toplantıda edindiği güçlü pedagojik becerileri vardı. 1967 yılında yayınladığı “Marksist İktisat Teorisine Giriş” adlı broşürü çok okunan bir klasik haline geldi.

Sosyalizm ya da Barbarlık

Sosyalist değişim için bu kadar çok mücadele etmiş olan Mandel’in 1995 yılında, neoliberal hegemonyanın zirvede olduğu bir dönemde hayata veda etmesinde trajik bir yan vardır. Mandel, 70’lerin sonlarından itibaren toplumsal mücadelelerin düşüşüne uyum sağlamakta güçlük çekmiştir.

Yeni yüzyılda Mandel’in 1974’te yayınladığı Marksizme Giriş adlı popüler kitabı inceleyen Bensaïd, bu kitabın sosyalizmin geleceğine ilişkin iyimser siyasi analizinin Mandel’in “bir bütün olarak proletaryanın artan yayılımına, homojenliğine ve olgunluğuna duyduğu sosyolojik güvene” dayandığını ileri sürer. Bensaïd’e göre bu güven “savaş sonrası sanayi kapitalizminin yarattığı özgül durumu ve onun özgül düzenleme biçimini geri dönüşü olmayan tarihsel bir eğilime dönüştürmüştür.” Ancak 1980’lerin neoliberal saldırısı bu süreci tersine çevirerek örgütlü emek güçlerinin altını oyar:

Geri döndürülemez olmaktan çok uzak olan homojenleşme eğilimi, iş birimlerinin dağıtılması, dünya işgücü piyasasında rekabetin yoğunlaşması, ücretlerin ve emek zamanının bireyselleştirilmesi, boş zamanların ve yaşam tarzlarının özelleştirilmesi, toplumsal dayanışma ve korumanın metodik olarak yıkılması politikaları tarafından zayıflatılmıştır. Başka bir deyişle, kapitalist gelişmenin mekanik bir sonucu olmaktan çok uzak olan direniş güçlerinin toparlanması ve sermaye tarafından kurulan düzenin yıkılması, günlük mücadelelerde tekrarlanan ve sonuçları hiçbir zaman kesin olmayan kesintisiz bir görevdir.

Hayatının ilerleyen dönemlerinde Mandel’in coşkulu iyimserliği kapitalizmin uzun vadeli etkilerine karşı uyarılarla birleşti. Tarihsel seçimin barbarlık ya da sosyalizm olduğunda ısrar ediyordu ve sosyalist bir sonuç garanti değildi.

Bu dönemde Mandel, İkinci Dünya Savaşı’nda ve Nazizm’in suçlarında ifadesini bulan kapitalist barbarlık çalışmalarına geri döndü. Troçki’nin ömür boyu hayranı olarak kalmasına rağmen, daha önceki bazı yargılarını yeniden değerlendirdi ve Troçki’nin 1920’lerin başındaki “karanlık yılları” sırasındaki pratiklerine daha eleştirel hale geldi; Mandel’e göre, “Bolşevik liderliğin stratejisi işçilerin öz-etkinliğini teşvik etmek yerine engelliyordu.”

Mandel, kendisini Aydınlanma’nın geleneğinin içinde değerlendirerek insanın özgürleşmesi ve kendi kaderini tayin etme çabası içinde konumlandırmaktan gurur duyuyordu. Manuel Kellner’in de gözlemlediği gibi, bu terimden hoşlanmasa da Mandel’in düşüncesinde ütopik bir boyut vardı. Bu, kelimenin tam anlamıyla ütopyacılıktı: toplumun insan eylemiyle çok daha iyi bir şeye dönüştürülebileceğine olan inanç.

Sosyalizmin ve komünizmin krizi Mandel’in gözünde her şeyden önce bu inancın kriziydi. “Sosyalistlerin ve komünistlerin temel görevi,” diye yazmıştı ölümünden kısa bir süre önce, “milyonların bilincinde sosyalizmin güvenilirliğini yeniden tesis etmektir.” Sosyalizmin hedeflerini “İncil’e yakın terimlerle” tanımladı:

Açlığı ortadan kaldırın, çıplakları giydirin, herkese onurlu bir yaşam sağlayın, uygun tıbbi yardım alamadığı için ölenlerin hayatlarını kurtarın, cehaletin ortadan kaldırılması dahil kültüre özgür erişimi yaygınlaştırın, demokratik özgürlükleri ve insan haklarını evrenselleştirin ve her türlü baskıcı şiddeti ortadan kaldırın.

Mandel’e göre böyle bir gelecek umudu, insanları baskıcı ve yabancılaştırıcı koşullara karşı her zaman isyan ettirmiş olan isyan kıvılcımına dayanıyordu. Sosyalistlerin görevi, tüm bu isyanları destekleyerek ve ileriye dönük alternatif bir yol sunarak bu kıvılcımı alevlendirmekti.

Bu görev değişmedi. Farklı bir tarihsel dönemde, Mandel’in yazı ve aktivizm mirası yeni bir yol arayışında bize yardımcı olabilir.

Çeviri: Yener Çıracı

Kaynak: https://birdunyaceviriblog.wordpress.com/2023/04/29/ernest-mandel-20-yuzyilin-en-buyuk-marksist-dusunurlerinden-biriydi-alex-de-jong/