İmdat Freni

Ekim: Aşağıdakilerin Devrimci Hikâyesi – Emre Tansu Keten

Ekim Devrimi’nin yüzüncü yılı vesilesiyle, 2017 yılında, devrim üzerine birçok yeni eser yayımlandı. Bunlardan bir tanesi özel bir ilgiyi hak ediyor: Fantastik-bilimkurgu eserleriyle tanınan, Arthur C. Clarke Ödülü sahibi ve Yara, Elçilik Kenti, Şehir ve Şehir, Demir Konsey, Kraken gibi romanları Türkçeye de kazandırılan China Mieville’nin Ekim: Rus Devriminin Hikâyesi başlıklı kitabı.

Mieville, bu kitabı yazdığı süreçte, Rusya’ya ziyaretlerde bulunmuş, başta Rus tarihçileri olmak üzere birçok akademisyenle görüşmeler gerçekleştirmiş ve oldukça kapsamlı bir Ekim Devrimi okumasına girişmiş. Bu literatürde değerli bulduklarını kitabın sonunda ek okuma listesi olarak okurlarıyla da paylaşmış. Lisansını sosyal antropoloji, lisansüstü eğitimini ise uluslararası ilişkiler üzerine tamamlayan Mieville’nin nesnel/bilimsel bir tarih kitabı ortaya koymak gibi bir derdinin olmadığını anlamak zor değil. Ekim, Mieville’in edebi dertleriyle politik dertlerinin buluştuğu başarılı bir devrim hikâyesi, kendi sözleriyle “devrimin ritmi içinde kaybolmaya istekli olanlar için kısa bir giriştir”.
 
Kitap, şubattan ekime kadar her aya bir bölümün ayrıldığı bir planla yazılmış. Bunların en önünde ise, 1917’yi hazırlayan koşulların konu edildiği, oldukça geniş bir dönemi ustaca özetleyen “tarih öncesi” bölümü var. Bu bölüm St. Peterburg’un tasviriyle başlar: “(Çar Petro) tacirlerin ve asilzadelerin yeni doğan metropole yerleşmelerini emrederek, şehrin nüfusunu verdiği hükümlerle oluşturur. Şehrin ilk yıllarında, kurtlar, geceleri bomboş sokaklarında sinsice dolaşırlar. (…) O caddeler, drenajla kurutulan o sulak topraklar ve bataklık arazide yükselen o sütunlar cebrî çalışmayla inşa edilmektedir. On binlerce serf ve mahkûm, Petro’nun devasa toprakları boyunca hayatta kalmak için, gözetim altında çalışmaya zorlandı. Geldiler ve çamur içinde temeller kazdılar ve büyük sayılarda yok olup gittiler. Şehrin altında yüz bin ceset yatmaktadır. St. Peterburg, ‘kemikler üzerine inşa edilmiş şehir’ olarak bilinecektir.”
 
St. Peterburg’un bu tasviri Rus devrimleri hakkında çok şey anlatır. Marshall Berman’ın, efsane kitabı, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor’da anlattığı gibi, bu şehir modernizmin simgelerinden birisi haline gelecektir. Dostoyevski’nin dünyanın en soyut ve önceden tasarlanmış şehri olarak andığı bu yeni başkentte sadece edebiyat, müzik ve mimari gelişmez, politik bir özne olarak entelijansiya da gelişir. Kısa zamanda Marksizmle tanışacak olan bu entelijansiyanın da önemli bir parçasını oluşturduğu işçi devrimlerinin kalbi bu şehir olacaktır.
 
“Köle gibi yaşamaktansa, bir kemik yığını gibi düşmek daha iyidir” diyen işçilerin ilk devrimi 1905 yılında olacaktır. Çarın zalimliği ile kısa sürede yenilecek olan bu devrim, bütün siyasi dengeleri alt üst etmesinin yanında işçi sınıfına bir öz yönetim örgütü kazandırır. Bu örgüte konsey’in Rusçası olan Sovyet adı verilir. Ancak yaşanan yenilgi bu örgütü 1917 şubatına kadar uykuya yatıracaktır.
 
Bu gerici ortam devrimcilerin kötü günler yaşamasına neden olacaktır. Rusya içerisinde örgüt neredeyse çalışamaz duruma gelirken, diasporadaki devrimciler parasızlıktan mahvolmuştur. Gurbettekiler arasında akıl hastalığı ve intihar olayları gittikçe yaygınlaşır. Bütün bunlara rağmen siyasi tartışmalar kesilmez: Partinin Menşevik kanadı liberal burjuva partileriyle ittifak yapılmasını, Bolşevik kanat ise bir işçi-köylü demokratik diktatörlüğünü savunur. Sonuç olarak burjuva demokratik devrimi hedefleyen iki kanat da, Troçki’nin sosyalist devrime kadar gidilmesini savunan sürekli devrim teorisini skandal derecede tuhaf bulur.
 
Siyasi baskının yanı sıra dumaya girme tartışmaları, devrimin karakteri, Birinci Paylaşım Savaşı’nda sosyalistlerin tutumu gibi birçok krizin devrimcileri zor durumda bıraktığı 1905 ile 1917 arasındaki gericilik döneminde Bolşeviklerin şansı Lenin gibi öndere sahip olmalarıdır. Mieville, Lenin’i şöyle anlatır: “Onunla tanışan herkes büyüleniyordu. (…) O, kolayca mitleştirilen, idolleştirilen, şeytanlaştırılan bir adamdı. Düşmanları için soğuk, kitlesel cinayetler işleyen bir canavar; yoldaşları ve arkadaşları için, utangaç, kolay gülen, çocukları ve kedileri seven biriydi. Ara sıra sözel oyunlar ve ses getiren metaforlar için yeteneğini kullansa da Lenin, sözcük ustası olmaktan çok dobra biriydi. Ancak sarsılmaz gücü ve odaklanmasıyla, yazı ve konuşmalarıyla boyun eğdiriyor, hatta insanları hayrete düşürüyordu. Yaşamı boyunca muhalifleri ve arkadaşları onu, gurur kırma konusundaki zalimliği, katılığı ve acımasızlığı için suçlayacaklardı. Herkes onun, olağanüstü bir irade gücü olduğunda anlaşıyordu. Siyaset için yaşayıp ölenlerin bile belli bir dereceye kadar sıra dışı gördükleri şekilde siyaset, Lenin’in kanı ve iliğinden başka bir şey değildi.”

Devrim Ayları

 
Şubat 1917’de sahneye çıkan “aşağıdakiler”, sadece bu 12 yıllık gericiliği bitirmekle kalmazlar, Rus Çarlığını tarihe gömerler. Devrimi başlatan, sokaklara çıkıp dükkanların camlarını kıran aç insanlardır, devrimin başladığı gün olan 8 Mart’ta sokağa çıkan kadınlardır, savaşın ceremesini çeken topraksız köylülerdir, cepheden kaçmış askerlerdir, yüzbinlerle eylem düzenleyen, greve çıkan işçilerdir.
 
Bu devrim 1905’in aksine geleneksel değerlerin de karşıya alındığı, politik bilincin radikal bir dönüşüme uğradığı, her şeyin sorgulandığı bir devrimdir: “Her tramvay vagonu, her kuyruk, her köy toplantısı, politik tartışmalara ev sahipliği yapıyordu. Kaotik yeni festivaller yapılıyordu, Şubat olaylarının yarattığı büyülü hava yayılıyordu. Çarın heykelleri devriliyor, bazen, bu amaç için tekrar dikiliyordu. (…) Çara ait semboller, portreler, heykeller, kartallar tahrip edildi. Devrimci ateş, beklenmedik hastalara bulaştı. Ortodoks rahibe ve keşişler ‘reaksiyoner’ üstlerini dışlayarak radikal dili benimsediler. Kilisede, hiyerarşinin tepesinde yer alanlar, devrimci ruh halinden şikâyet ediyorlardı.” Garsonlar kendilerine bahşiş verilmesini onursuzluk olarak tanımlayarak eylem yapıyor, askerler ordu içerisindeki hiyerarşiyi ve aşağılayıcı uygulamaları protesto ediyor, ülkenin her yerinden yüzbinlerce siyasi içerikli mektup gazetelere gönderiliyordu. Milyonlarca insan hızlıca politikleşiyordu.
 
Şubat Devrimi, herhangi bir politik partinin baskın etkisinden söz edilemeyecek bir devrimdi. Sovyetler işçiler tarafından hayata döndürüldü, her grup kendi sovyetini kurmaya başladı: asker sovyetleri, köylü sovyetleri. Şubat ile ekim ayları arasında Rusya genelinde 1429 sovyet kuruldu. Sovyetlerin bu denli etkili olması ülkede bir ikili iktidar durumu yaratmıştı. Ancak şu atlanıyordu: (Emperyalist ülkeler tarafından jet hızıyla tanınan) Geçici hükümet herhangi bir seçimle işbaşına gelmemişken, Sovyetler tamamen tabana dayanıyordu.
 
Böyle bir ortamda, ‘mühürlü tren’iyle Lenin Rusya’ya doğru gelmekteydi. Tren yolculuğu esnasında yazdığı Nisan Tezleri, daha önce mektuplarında partisine önerdiği politik yönelişin derli toplu formüle edilmiş haliydi. Ancak, Rusya’daki Bolşeviklerle Lenin’in devrime bakışları arasında dağlar kadar fark vardı. Partinin büyük bir bölümü 1905 sonrasının stratejisinde kalmışken, cephedeki bozguncu eylemlere karşı önlemler talep ederken, Menşeviklerle birlik görüşmeleri gündemdeyken, bütün bunlara karşı çıkan Lenin ve birkaç yoldaşı iktidarın sovyetler tarafından ele geçirilmesini ve önlerinde sosyalist devrim görevinin bulunduğunu savunuyordu. Birinci grubun sözcüsü konumundaki Kamenev “anlaşmazlıklarımız” başlıklı makalesiyle parti içerisindeki bu ayrışmayı net olarak ortaya koyuyordu.
 
Ekim’e kadar geçen sürede partinin çoğunluğunu görüşlerine ikna eden Lenin oldu. Ancak bu süre içerisinde Lenin’in taktikleri de değişiyordu. Şubat sonrasında partiyi sola çekmeye çalışırken, işçilerin radikal eylemler içerisine girdiği Temmuz Günleri’nde bu sefer sağa çekmeye çalışıyordu: “Ayın 20’sinde, telaşlı ve perişan vaziyetteki Lenin, salona hitap etti. ‘Devrimci ruhlarını’ onaylayacağını varsayanları şaşırtarak, iktidarın derhal ele geçirilmesi konuşmalarının henüz olgunlaşmamış olduğuna vurgu yaptı. Böyle bir girişim için kitle desteğine sahip olmadıkları bir dönemde, düşmanları onlara yem atıyorlardı. Lenin, ‘güncel öncelik –Sovyet üzerinde nüfuz kurmak için– bıkıp usanmadan bu desteği artırmak için çalışmaktır’ dedi.”

Tüm İktidar Proletaryaya

 
Temmuzun son günlerinde ise Lenin’in önerdiği slogan değişmişti: “Lenin, SR’ler ve Menşeviklerin, altın tabakta sunulsa bile iktidarı kabul etmeyeceklerini net bir biçimde açıkladıklarını, söyledi: Onlar iktidarı burjuvaziye terk etmeyi seçtiler. Bu yüzden, ‘Tüm İktidar Sovyetlere’ sloganı modası geçmiş bir slogandır. Bunun yerine, kabaca değil ama kesin olarak şunu talep etme zamanıdır; ‘Tüm İktidar Devrimci Partisinin –Bolşeviklerin- Liderliğinde Proletaryaya”
 
Sovyetlerde etkili olan diğer partilerin yalpalamalarının yanında, ağustos ayında gerçekleşen Kornilov Darbesi de Bolşevikleri güçlendiren diğer bir olay oldu. Kerenskiy’in emirlerine karşı gelerek iktidarı ele geçirmek isteyen General Kornilov’a karşı Bolşevikler işçileri ve askerleri oldukça etkileyen bir propaganda ve örgütlenme faaliyetine giriştiler. Bunun sonucunda işçiler ve askerler darbeye karşı başarılı ve etkili bir mücadele verdiler. Bütün bunların üzerine Kerenskiy’in Kornilov ile kendi iktidarını güçlendirmek için pazarlıklar yaptığı da ortaya çıkınca, burjuva ve reformist partilere duyulan güven oldukça azaldı.
 
Eylül ayına gelindiğinde, politik arena nisandakinden tamamen farklıydı. Bolşevikler Sovyetlerde oldukça güçlenmiş, işçi sınıfı ve askerlerin güvenini kazanmıştı. Barış, ekmek ve toprak sloganını hayata geçirebilecek bir politik güç olarak görülüyordu. Bu durum Menşeviklerin ve SR’lerin sol ve sağ kanatlarını da birbirlerinden oldukça uzaklaştırıyordu. Ancak sağ kanatların gücü hâlâ Sovyetleri sinik bir pozisyonda tutmaya yetiyordu.
 
Silahlı ayaklanma kararı Bolşevik Parti MK’sında bir hafta içerisinde iki kere oylandı. Kamenev ve Zinovyev’in muhalefetine rağmen iktidarın ele geçirilmesi kabul edildi. Ve 7 Kasım günü Kerenskiy ve hempalarının barındığı Kışlık Saray ele geçirildi. Tarihin gördüğü en kansız ayaklanmalardan birisiyle iktidar, işçi sınıfının kendi özlemlerinin ve siyasi mücadelesinin cisimleştiği irade olarak gördüğü Bolşevik Partisi’ne geçti.
 
Mieville’nin Ekim’i, 1917’nin devrimlerini “büyük isimler” üzerinden anlatan sağ tarihçiliğin de, resmi Sovyet tarihçiliğinin de aksine, aşağıdakilerin, tek tek proleterlerin, köylülerin, askerlerin hikâyesi olarak anlatıyor. Edebiyatçılığının etkisiyle, siyasi tarihçilerin önemsemediği, ayrıntılarla hikâyeyi kuruyor. Gündelik hayattaki “sıradan” insanın başrolü oynadığı bir hikâye Ekim Devrimi. Tarihte ilk defa, monarşinin, otokrasinin, emperyalist barbarlığın ötesinde yeni bir dünyanın arandığı bir devrim, daha sonra başka yollara girse de, bir süre de olsa başka bir dünyanın imgesini bize gösteren bir devrim: “Ekim, bir an için, yeni türde bir iktidar getirdi. Geçici olarak, üretimde işçi kontrolüne ve köylülerin toprak üzerindeki haklarına doğru bir yöneliş oldu. İşte ve evlilikte erkekler ve kadınlar için eşit haklar, boşanma hakkı, annelik desteği. 100 yıl önce homoseksüelliğin suç olmaktan çıkarılması. Ulusal kendi kaderini tayin yönünde hareketler. Özgür ve genel eğitim, okur-yazarlığın yayılması. Ve okur-yazarlık ile kültürel bir patlamanın meydana gelmesi, öğrenmeye susamışlık, üniversitelerin ve konferans serilerinin ve yetişkinler için okulların mantar gibi çoğalması. Lunaçarskiy’in söyleyebileceği gibi, fabrikalarda olduğu kadar, ruhta da değişiklik. Ve bu anlar bastırılmış, geriye döndürülmüş, çok kısa sürede soğuk şakalar ve anılar haline gelmiş olsalar da, aksi de olmuş olabilirdi.”