İmdat Freni

Daniel Bensaïd Marksizmin Büyük Yenileyicilerinden Biri Olmuştu

DARREN ROSO  

Daniel Bensaïd tarihi tek bir yol değil, bir dizi yol ayrımı olarak görerek tarihsel kaçınılmazlık fikrini reddediyordu. Bensaïd’e göre sınıf mücadelesi kapitalizm var oldukça merkezî bir öneme sahip olmaya devam edecek ama sonuç her zaman öngörülemez olacaktı.  

Daniel Bensaïd savaş sonrası Marksizmi cenahındaki en yaratıcı, en zarif ve en cüretkâr militanlardan biriydi. O, betimleme açısından zengin bir edebi üslubu siyasi mücadelenin keskin bir kavrayışıyla birleştirmişti. Bensaïd üretken bir yazar olmuştu ama onun katkısı İngilizce konuşulan dünyada yine de görece bilinmemekte veya yeterince takdir edilmemektedir.  

Otobiyografisinin yayımlanması ile ölümü arasında geçen zaman aralığında on altı kadar eser yayımlamıştı. Geride bıraktığı çok sayıda yapıt arasında sadece çok azı İngilizceye çevrilmiştir. Walter Benjamin, sentinelle mesianique (1990), La discordance des temps (1995) ve Le pari mélancolique (1997) gibi en önemli eserlerinden bazıları hâlâ İngilizcede yayımlanmayı beklemektedir.  

Bensaïd genellikle Ernst Bloch’un Marksizmde “soğuk” ve “ılık” akımların var olduğu iddiasına atıfta bulunuyordu. Bunlar “basitçe farklı okumalar veya yorumlar olmakla kalmayıp, daha ziyade kimi zaman antagonist siyasetlerin dayanağı olan teorik inşalar” olmuşlardı. Marksizmin muhtevasının sahibi tek bir otorite veya gelenek değildi; Marx ve Marksizm ile dogmatik ilişkiler ters yüz edilmeliydi.  

Bensaïd’in Marksizmi yenilemesi, arka planda Dördüncü Enternasyonal Troçkizminin ve Fransa’da Stalinizmin ağırlığının yer aldığı bir atmosferde gerçekleşmişti. Uluslararası düzlemde bu, devrimci solun krizi ile neoliberalizmin yükselişinin bağlamında olmuştu. Doğu Bloku yıkılmış ve özgürleştirici bir projenin meşruiyeti bu çöküntünün enkazı altında kalmıştı.  

Bu konjonktürde, Bensaïd zorunlu ile mümkün arasındaki bu ayrılık içinde eylemenin trajik bahsi üzerine derin bir tefekküre dalmıştı – dünyayı değiştirmenin zorunluluğu her zamankinden daha acildi ama bunun somut olanaklılığı fazlasıyla sık erişilmezdi. Zorunluluk ile mümkün birbirine karşıt olduğunda, bahis de trajik ve melankolik hâle geliyordu.  

Bensaïd bizden yenilgi karşısında yılgınlığa kapılmamamızı, dünyayı değiştirmek gibi son derece zor bir göreve girişirken tekrar tekrar yeniden başlamak için gücümüzü ve esnekliğimizi korumamızı istiyordu, zira yol hayal ettiğimizden daha uzundu ve varış noktası hayli belirsizdi.  

Kriz ve Çöküş  

Fransa’da Mayıs-Haziran olayları ileri kapitalist ülkeler için devrimin gerçekliğini gündeme getirmiş gibi görünse de 1970’lerin sonu umutları tersine çevirmişti. Bu da Marksizmin krizi denilen olguya yol açmıştı. Kriz, sürecin dünya başkentleri – ileri Batıda Paris, sömürgecilik karşıtı Güneyde Da Nang ve bürokrasinin kontrolündeki Doğuda Prag – tarafından simgeleştirilen küresel devrimin üç sektörünün enternasyonalist bir karşılaşmada birleşmekte başarısız olduğu bir tarihsel-siyasi durumda meydana gelmişti.  

Bensaïd Une lente impatience başlıklı kitabında krizin nasıl bir üçlü kriz olduğunu hatırlamaktaydı: Marksizmin bir teorik krizi, devrimci projenin bir stratejik krizi ve evrensel özgürleşmeyi kazanma yeteneğindeki toplumsal öznenin bir krizi. Bu üç öğe Marksizme karşı ideolojik bir saldırıyla bileşmişti.  

Bensaïd 1980’lerde ideolojik saldırının bayat, banal ve boş doğasına rağmen bir sonraki toplumsal mücadele dalgası ortaya çıktığında kolayca üstesinden gelinemeyeceğini iddia ediyordu. Mücadelelerin ve özgürleştirici pratiklerin ideolojik mücadeleyi koşullandırarak kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıkacağı varsayımından yola çıkıyordu. Bununla birlikte travmalar öylesine derindi ki sınıf mücadelelerinin salt bağlamsal yeniden ortaya çıkışı travmaları gidermeye tek başına yetmeyecekti.  

Bensaïd Berlin Duvarının yıkılmasından sonra kendi siyasi geleneğinin “dünyada insanların özgürleştirici hareketleri ile ‘sosyalist kamp’ denilen bloğun askeri başarıları ve genişlemesini asla birbirine karıştırmamış” olduğunu vurgulamıştı: “Devlet çıkarlarına ve onun bürokratik ruhbanlığına karşı Budapeşte’den Berlin’e, Prag’dan Varşova’ya biz hep işçilerin ve halkların tarafında yer aldık.”  

Peki Bensaïd ve yoldaşları Doğu Avrupa bürokratik rejimlerinin çöküşüne nasıl tepki vermeliydi? Bu, Stalinist gericiliğin bıraktığı yerden halk tipi, devrimci bir işçi hareketinin yükseleceği anlamına mı geliyordu?  

Bensaïd “Sovyet kültürünün ya da Alman işçi konseyleri kültürünün uzun bir parantezin, tarihsel bir parantezin” ardından yeniden ortaya çıkacağını öngören iyimser senaryoyu reddediyordu. Sovyet sistemine muhalefet artık Rosa Luxemburg, Lev Troçki veya Buharin gibi muhalif Marksistlerin fikirlerinden esinlenmiyordu: “Bu bellek kırılmıştır, bir süreksizlik vardır.”  

Bensaïd’e göre, Stalinizmin sınıf mücadelesi için yeni bir siyasi imkânlar alanı açan çöküşü gerekliydi. Fakat aynı zamanda, Stalinist rejimlerin silinip gitmesi bir yandan Solun tüm kesimlerinin yapılarını bozarken, işçi sınıfının öz-özgürleşmesi için yenilenmiş bir siyasete otomatik biçimde yol açmamıştı. Stalinist devletlerin krizinin bu iki yönlü kavranışı, bir çatallanmanın meydan geldiği ve işçi hareketi içinde devrimci geleneği yenilemek için yeni bir siyasi mücadeleler çevrimine ihtiyaç olduğu yolundaki argümanın temelini oluşturmuştu.  

Bensaïd, Doğu Avrupa rejimlerinin 1989’da doruğa çıkan “vahşi krizinin” “uzun süredir çelişkilerinin mantığına kazınmış” olduğunu ısrarla vurguluyordu. Ancak “onların çöküşünün iki seçenek arasında açık bir mücadeleye yol açacağını düşünmüştük: Ya kapitalist restorasyon ya da kökenlerini sürdüren yeni bir halk devrimi.” İkinci seçenek Doğu’daki sosyalist devrimi yeniden alevlendirecekti.  

Ancak, bürokratik rejimlerin çöküşü böyle bir dinamik umudunun baskıyla ve toplumsal ve siyasi gerilemeyle kırılmış olduğunu, baskı ve gerilemenin belleği bozup, işçi sınıfını atomize ettiğini ve sosyalizm gibi sözcüklerin herhangi bir anlamdan yoksun bırakılmış olduğunu açıkça ortaya koymuştu: “Bu şartlarda, Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği diktatörlerinin devrilmesi zalim bir boyunduruktan kurtuluş ve Ekim Devrimince açılan bir tarihsel çevrimin sonu anlamına geliyor. Stalinizmin rapor edilen başarısızlığı sosyalist projenin kendisine de sıçrıyor ve onun yaşayabilirliğini kuşkulu hâle getiriyor. Yeni deneyimler biriktirmek bir dili yeniden icat etmek gerekecektir. Bu uzun bir çıraklık demektir.”

Bensaïd’e göre bu mümkündü çünkü sınıf mücadeleleri ve direniş, hayatın yaşamsal gereklilikleri nedeniyle adaletsizliğe ve aşağılanmaya karşı ortaya çıkıyordu. 1991’de ileri sürdüğü gibi:

“Bugün başkaldırmak için bir yüzyıl öncekinden veya yirmi yıl öncekinden daha az sebep yoktur. İsyanı yaratıcı devrime dönüştürmek için projeye ve iradeye ihtiyaç vardır. Gerçekte var olan kapitalizmin yeni felaketlere yol açtığına inanmaya devam eden pek çok kişi vardır. Ayrıca birçoğu da gerçekten var olmayan sosyalizmim fiyaskosundan sonra başka bir dünyanın mümkün olacağından kuşku duyanlardır. Mükemmel bir dünyayı değil ama basitçe içinde yaşamaya değer bir toplum için projeleri hayal etmeyi yeniden öğrenmek için zamana ihtiyaç vardır.”

Cesetler Her Yerde

Bensaïd’in duruma tepkisi, tarihsel gelişmenin normatif nosyonundan uzak, bunun yerine tarihsel değişimin maddiliğini oluşturan çatallanmalara uyarlanmış başka bir tarih okuması üretmişti. Kimi Troçkist inançların tersine, “tarihin parantez tanımadığını, çatallanmalarla hareket ettiğini” savunuyordu.

Aksini iddia etmek, Stalinizmin tarihin normatif gelişiminden sapan geçici bir ara dönem olduğunu öne sürmek anlamına geliyordu. Dolayısıyla, Stalinizm biter bitmez, tarih kaldığı yerden gelişmeye devam edecek, Dördüncü Enternasyonalin programıyla buluşacak ve böylece Stalinizmin en uzlaşmaz muhaliflerinin hakkını teslim etmiş olacaktı. Bensaïd’e göre, “kısa vadede devrimci geleneği canlandırma yeteneğinde” önemli bir sosyalist gücün yokluğunda, bu normatif hipotezin hükümsüz olduğu ilan edilmeliydi.

Bunun sonucunda, Stalinizm sorununun daha derin bir boyutu vardı: “Stalinizmin her yerde mevcut cesedinin etkisinden kurtulunamaz, epizot kapatılamaz ve sağlam bir zeminde yeniden yola çıkılamaz. Önce ve sonra, kelimeler ve fikirler artık aynı olmayacaktır. Ölüler yaşayanların sırtında yük olmaya devam etmektedir.”

Bensaïd “bürokratik taklitlerin bizim için hiçbir zaman bir toplum modeli oluşturmadığını” ısrarla vurguluyordu. Bununla birlikte, ilgilenilmesi gereken daha ileri teorik ayrıntılandırma öğeleri olduğunu savunuyordu:

“Yeniden bir devrimci proje inşa etmek için, geçen yetmiş yılın etkileri, plan ile meta mekanizmaları arasındaki, plan ile özyönetim arasındaki, siyasi demokrasi ile toplumsal demokrasi arasındaki ilişkileri, çalışmanın ve üretimin dönüştürülmesini, cinsiyetler arasındaki toplumsal ilişkileri, toplumun doğayla ilişkilerini, bireyin durumunu ve hukukun statüsünü tabular olmadan ama tabula rasa da olmadan yeniden düşünmeyi gerektiriyor. Böyle bir proje bir eylem rehberidir ve sürekli bir şantiyedir [inşa alanıdır]. Özgürleşme talepleri teorilerde ya da birkaç kişinin hayallerinde değil gündelik mücadeleden doğmuştur. Bizim komünizmimiz gerçekleşmeyecek bir ideal kent hayali ya da tarihin sonu değil, insan özgürleşmesinin hep yeniden başlamış olan hareketi, sömürünün ve baskının sona ermesi için, zorunlu emeğin sona ermesi için, üretici ile yurttaş arasındaki sakatlayan bölünmenin üstesinden gelmek için, otoriter devletin ortadan kalkması için, bir cinsiyetin bir başkası üzerindeki tahakkümünü kaldırmak için savaştır. Bireysel bolluğun gelişimini kolektif pratikle birleştirir.”

Peki ya dünyayı değiştirecek stratejiler? İşçilerin sömürülen çoğunluğu – ve iki kat sömürülen ve kamusal alandan dışlanan kadınlar – bu iktidarı aydınlanmış bir azınlığa veya bürokratik seçkinlere devretmeden, siyasi ve ekonomik iktidarı ele geçirmek için tabiiyet koşullarından radikal bir şekilde nasıl kurtulabilirler? Çoğunluk bir toplumsal ve kültürel dönüşüm sürecini nasıl başlatabilir? Bu soruların cevapları ancak yeni tarihsel deneyimlerden gelebilecektir. Hiç kuşkusuz, Bensaïd’e göre her yenilik Rus ve Alman Devrimlerinin, İtalyan İşçi Konseylerinin, İspanyol İç Savaşının mirasını, Fransız Mayısından Portekiz Devrimine savaş sonrası dönemin mücadeleleriyle birleştirmeye devam edecekti. Argümanı Bensaïd’in kendi sözcükleriyle tekrar edecek olursak:

“Bürokratik diktatörlüklerin ortadan kalkmasıyla birlikte, Stalinizme karşı mücadelemiz hedef değiştiriyor. Bir işlevi, bu deneyimden gelecekteki ve gündelik pratik için dersler çıkarma işlevini koruyor. Uluslararası işçi hareketinde ve onun devrimci akımlarında sert atışmalar aşılmış ve diğerleri de önemini yitirmiş durumda. Dün aşılamaz olan bölünme çizgileri siliniyor. Başkaları ortaya çıkacak… Biz, kapitalist sistemin tedrici olarak dönüştürülemeyeceğine, bunun sonucunda ortaya çıkan radikal reform mücadelesinin bir kırılma noktasına varacağına ve devrim olmadan sosyalizmin olamayacağına her zamankinden daha fazla inanıyoruz. Ancak ortak ve demokratik bir partiye sadık deneyimi, bu sonuçları paylaşmamakla birlikte, sömürülenlerin ve ezilenlerin uzlaşmaz bir şekilde savunulması için mücadele etmeye kararlı olan herkesle birlikte yaşamaya hazır olacağız.”

Sürekli Bir Şantiye

Bensaïd’e göre, sınıf bilinci geçmiş yenilgilerin ve ihanetlerin sonucunda zayıflamış olsa da sınıf mücadelesi tıpkı sömürülen sınıflar gibi varlığını sürdürüyordu. Bununla birlikte, “Emeğin yeni örgütlenmesinin, gündelik hayatın özelleştirilmesinin, kültürel atomizasyonun etkileri, sömürülenlerin kolektif hareket etme ve kendi tarihsel çıkarlarına ilişkin bir bilinç geliştirme kapasitelerini sekteye uğratmaktadır. Proletaryayı Tarihin büyük anlatısının büyük öznesi haline getiren dini temsillerden kesin olarak vazgeçmenin zamanı gelmiştir. Bir sınıf kendisini sendikalar, yardımlaşma sandıkları, dernekler, partiler ve kadın kurtuluş hareketi etrafındaki mücadelelerinden ve temel deneyimlerinden yola çıkarak örgütler. Sınıf homojen bir özne değildir.”

Bensaïd’in argümanı, Marksizmin sınıf mücadelesine dayalı maddeci yeniden inşasında yeri olmayan, özünde ideolojik ve idealist olan tarihsel fetişlere saldırıyordu. Fetiş eleştirisinin anahtarı, sınıf bilincini seferberlik ve dayanışma yoluyla biçimlendirip geliştiren, işyerinin ve görece özerk devlet aygıtının boyun eğdirmesine ve despotizmine meydan okuyan çoğulluğu içinde sınıf mücadelesinin rolüydü.

Bensaïd’in yazmış olduğu gibi, işçi sınıfının “inatçı farklılıklarının” ötesinde birleşmesi “sürekli bir şantiye, taktikleri ve ittifakları dikte eden stratejik bir görevdir”. Dahası, kapitalist üretim tarzının dinamizmine bağlı olarak “toplumsal sınıflar değişir, farklılaşır ve dönüşür. Sürekli hareket hâlindedirler. Kendilerini dün simgelemiş olan sabit bir imgenin önünde durmazlar”. İşçi sınıfı daimî gelişim hâlindeydi, toplumsal bütünün belirleyici bir etkeniydi:

“Sanayi proletaryasının toplam faal nüfusa oranla ağırlığı görece gerilemiştir. Ama hâlâ en önemli toplumsal grubu oluşturmaktadır. Üstelik, ücretli proletaryanın bir bölümü (taşımacılıkta, ticarette ve hizmetlerde) hâlâ büyümekte ve faal nüfusun üçte ikisini oluşturmaktadır. Bugün ancak kısıtlayıcı ve işçici bir proletarya görüşü, proletaryanın kaybolmasa da gerilediği sonucuna varabilir.”

Bu yazı Darren Roso’nun Historical Materialism kitap dizisinde yayımlanmış olan Daniel Bensaïd: From the Actuality of the Revolution to the Melancholic Wager  [Daniel Bensaïd, Devrimin Güncelliğinden Melankolik Bahise] başlıklı kitabından alınmıştır. Daniel Bensaïd Was One of Marxism’s Great Renovators (jacobin.com)

Çeviri: Osman S. Binatlı