İmdat Freni

China Miéville: “Gardiyanların Sevmediği Kaçışçılık Değil Kaçıştır”

Kendi tanımıyla “tuhaf kurgu” yazarı ve Marksist araştırmacı China Miéville, John Newsinger ile gerçekleştirdiği bu söyleşisinde, bilimkurgu ve fantastik edebiyatın ortaya çıkarttığı klasik soru(n)lara sıra dışı cevaplar verirken, bu alanlar ile politika arasındaki kurulabilecek yaratıcı ilişkilere dair zihin açıcı görüşler de sunuyor. Edebiyata haddini aşan işlevler yüklenmemesi gerektiğini belirten yazar, dünyayı değiştirecek olanın politik mücadele olduğunu söylerken, bir devrimci sosyalist olarak bu mücadelenin içerisinde yer almaya devam ettiğini vurguluyor. Miéville, Yordam Kitap tarafından yayımlanan kurgu kitaplarının ardından, Ekim Devrimi’nin hikâyesini anlattığı Ekim isimli kitabıyla büyük bir beğeni toplamıştı. –İmdat Freni

JN: Fantezi edebiyatı sosyalistlerin neden ilgisini çekiyor?

China: Fantezi ilgimi çekti çünkü onunla büyüdüm ve -korku ve bilim kurgu (BK) ile birlikte üç ayrılamaz biçimde bağlantılı türle birlikte- hala okumayı çok sevdiğim şeyler.

Genel olarak sosyalistler için, bana öyle geliyor ki üç ana sebep var. Birincisi kitle kültürü meselesi. Çok satanlar listesine bakın: Stephen King, J.K. Rowling ve Terry Pratchett neon ışıklarla tepede duruyor. Tolkien yüzyılın en popüler yazarlarından biri. Bence neden bazı sanatsal biçimler ve türlerin popüler olduğuyla ilgilenmeli ve onları anlamaya çalışmalıyız.

İkinci unsur da fantezi, BK ve korkunun ana akım eleştirmenler tarafından tamamen bayağı ve alt edebi görülüp aşağılanması. Bence sosyalistler, karşı kültürler, alt kültürler ve ‘kibar’ lezzete alternatif olanlara antenlerini yükseltmeliler. “Kalite”nin yarı resmi hakemleri bize ne zaman cılızca örtülmüş züppelikleriyle bir şeyin asaletlerinden aşağı olduğunu söyleseler bundan şüphe ederim. (Marjinalliğin otomatik bir kalite rozeti olduğunu söylemiyorum elbette.)

Son olarak ve en ilginç biçimde, radikal politika ile fantastik kurgu arasında garip bir yakınlık var gibi görünüyor. Bazı türden ciddi sol politikaları olan birtakım fantezi ve BK yazarları mevcut. Iain Banks bir sosyalist, Ken MacLeod ve Steven Brust Troçkist, Ursula Le Guin ve Michael Moorcock sol anarşist, ve William Morris’e ve daha öncesine uzanan birçok başkaları da var. Fantezinin muhtemelen sanattaki en yüksek noktası ve taraftarlarının birçoğu sistematik sosyalist siyaseti estetiklerinden ayrılmaz kabul ettiği bir hareket olan Gerçeküstücülüğe bakın. Tabii ki politik olmayan ya da sağcı olan çok sayıda mükemmel fantezi yazarı da var, ancak bence azınlığın boyutu en azından, yazım türüyle radikal ya da yıkıcı estetiğe yönelim arasında bir alâka olup olmadığı sorusunu sormayı gerektiriyor.

JN: Marksistler fantezi ve bilim kurgu hakkında neler söylediler?

China: Muhtemelen en etkili Marksist tutum, BK teorisyeni Darko Suvin’in Bilim Kurgu’nun Metamorfozları‘ndakidir(1979). [Suvin] İlerici burjuvazi projesinin özellikle emekleme dönemiyle ilintili olduğunu düşünerek BK’nin politik olarak arkasında yer alıyor. BK’nin akılcı/bilimsel bir zihniyete göre çalıştığını, ancak yaratıcı tahminlerde bulunabilmek için zaman ve mekâna yabancılaşmayı içerdiğini, yani “bilişsel yabancılaşma” ile karakterize edildiğini söylüyor. Bunun aksine fantezinin ise, “bilişsel olmayan yasaların ampirik ortama uygulanmasına adanmış bir tür, bir başka hortlaklı heyecan, alt-edebi bir mistifikasyon olduğunu” savunuyordu. “Bilim kurguyla ticari olarak aynı kategoriye yığılması çok büyük bir kötülük, azgın bir sosyopatolojik fenomen” idi.

Bugünlerde duruşunu değiştirdi ve fantezi konusunda daha açık fikirli, ancak ilk formülasyonu hala oldukça etkili. Sosyalistlerle konuşurken hâlâ fanteziye şüpheyle bakan ya da onu hor gören birçok insanla karşılaşıyorum çünkü içinde sihir, hayaletler ve de başka şeyler var ve Marksistler olarak bunlara inanmıyoruz. Edebiyatta bunları gerçekmiş gibi gösteren kuşkulu bir şey görüyorlar. Bana göre bu, sanatı yanlış anlamak demek. Hayalet öyküleri yazdım ben – Bu, hayaletlere bir an bile inandığım anlamına gelmiyor. Gerçek dünyanın doğrudan bir temsili gibi davranmayan bir hikâye yazıyorum ben. İnançsızlığın askıya alınması çok mühim.

Fantazi üzerine bildiğim kitap uzunluğundaki tek diğer çalışma, José Monleon’un Avrupa’da Bir Hayalet Dolaşıyor: Fantastiğe Sosyo-Tarihsel Bir Yaklaşım (1990) eseri. Fantastik olanı, Goya’nın en meşhur resimlerinden birinin başlığından alıntıyla, “aklın uykusunun canavarlar ürettiği” (1799) gerçeğinin bir yansıması olarak görüyor. Bence bu gerçekten faydalı bir başlangıç noktası. Goya’nın resminde, uyuduğu sırada arkasındaki türlü fantastik yaratık tarafından tehdit edilen bir adam var. Monleon, Goya’nın “akıl ve mantıksızlık arasında bir neden-sonuç ilişkisi kurduğunu” söylüyor ki bence haklı.

Kapitalizmin bilimsel düşünceyi erken benimsemesi, öncesinde yaşananlara kıyasla ilerici bir durumdu, bu temelde de bunun sistemik rasyonalitenin bir zaferi olduğu ve bu sebeple buna karşı çıkan güçlerin mantıksız ya da mantık dışı olduğunu iddia etmekte. Ancak aynı zamanda kapitalizmin, kesinlikle kaçınılmaz olarak, ona karşı koyabilen ve koyması gereken güçleri kustuğunu da biliyoruz. [Kapitalizm] çeşitli şekillerde yeniden ortaya çıkan, neredeyse aklınıza gelebilecek bütün insan dürtülerini bastırır. En temelde de işçi sınıfı ve onun özgürleştirici siyasi projesini kusar ve baskılar. Sınıf çatışmasının kendisine ters olduğunu iddia eder ama aslında ayrılmaz bir parçası. Monleon, “O halde devrim hayaleti, genel olarak mantıksızlığın, özellikle de fantastik olanın yeniden ortaya çıkışının temelini oluşturuyor gibi görünüyor.” şeklinde ifade ediyor. Dolayısıyla, fantezinin “mantıksızlığı”, kapitalizmin “rasyonelliğine” bir tür nevrotik karşıtlıktır. Kapitalizmin “mantığı” kendi canavarlarını üretmektedir.

Bu çerçeveyle, fantastiğin farklı zamanlardaki kendine has şekline anlam veriyor. Eski ve modern öncesindekilerin Gotik korkuları (eski kaleler, ormanlar, mezarlıklar vb.), Gotiğin tepe noktasına çıktığı 18. yüzyılın sonlarında kapitalizmin ürettiği isyanların, hâlâ kırsal ya da yeni yeni kentleşmiş olan ve isyanları belirsiz biçimde “moderni” hedef alan (Luddizm gibi) işçi sınıfının isyanları oluşunun bir yansımasıdır. Daha sonra 19. yüzyılda, işçi sınıfı protestosu daha programlı hale geldiğinde fantastik, “canavarlarını” daha ziyade şehrin kalbinde ya da bilimsel zihniyetin bir sonucu olarak buldu (Mary Shelley’nin Frankenstein‘ı mükemmel bir örnektir).

Bence “Aklın uykusu” fikri, fantastiğin nasıl kapitalizmin akılcılığının kalbinde bu kadar inatla bulunduğunu görmede inanılmaz derecede faydalı. Hem fantastiği tarihselleştirmenize izin veriyor, hem de paradigma içinde fantastik ya da bireysel çalışmaların belirli biçimlerine yönelik daha spesifik analiz yapabilmeniz adına bolca alan bırakıyor. Monleon’un kitabını bu sebepten paha biçilmez buluyorum.

Fakat Monleon’la ilgili sorunlar var: Fazlaca tek taraflı ve fantastiğin “canavarca” olanına odaklanıyor. Daha da problematik biçimde, indirgemeci bir “baskın ideoloji” teorik paradigması kullanıyor ve fantezi edebiyatını bu temel üzerinde yargılıyor. Paradigması çok basit ve bu da fanteziye yönelik politik yargısının aşırı olumsuz olduğu anlamına geliyor. Fantezinin endişeleri yansıttığını düşünüyor fakat onu edebiyatın içine “yerleştirerek” radikal içeriğini silahsızlandırıyor: “egemen toplumun mantıksızlık imajını kontrol etme veya evcilleştirmesine izin veren bir yer değişikliği gerçekleşti.” Dolayısıyla, Gotiğin aşağı yukarı statükoyu doğrudan “savunduğunu” düşünüyor mesela.

1917’den sonra da savaş ve devrimde kapitalizm sözde ‘akılcılığını’ savunmak için kendi “vahşi irrasyonalizmine” döndüğünde, fantezinin “irrasyonalizminin” sınırlarını aştığı, genelleştirdiği ve nihayetinde irrasyonalist kapitalizmin tepkisel bir yansıması olduğunu düşünüyor. Bu, Lukacsyan bir duruş ve hem sanatsal hem de politik olarak cahilane. Kitabının son bölümünde biraz kaçamak cevaplar veriyor, ancak fantezinin kapitalist irrasyonalizm tarafından doğrudan, neredeyse besleyici bir şekilde sürdürüldüğünü ve sanki gerici bir burjuva projesinin parçasıymış gibi fantezinin de kapitalizmi sürdürdüğünü düşünüyor. “Fantastik” çok gerçek tehditleri “yansıtmıştır”; öte yandan, bu tehditlerin “doğaüstülük” ve canavarlığa dönüşebileceği bir alan da yaratmış ve böylece fantastiği sürdüren felsefi temellerin yeniden şekillendirilmesi ve sosyal evrimin gidişatının etkili bir şekilde yeniden yönlendirilmesine yardımcı olmuştur. Kitapların politiğini okuma biçimi fazlasıyla tek taraflı ve fantastik edebiyata hiç sahip olmadığı bir sosyal güç atfediyor. (Keşke olsa!)

Fantezinin kapitalizmin kustuğu gerginlikleri özellikle akut bir şekilde ifade etmesinin, onu ‘gerici’ ya da ‘ilerici’ olarak okumayı Monleon’un öne sürdüğünden daha zor hale getirdiğini düşünüyorum, ki kullanışlı bir özet olabilir fakat oldukça şematik kategorilerdir. Literatürü daha belirsiz ve karmaşık, irrasyonalizmle ilişkisi daha dolaylı ve fantastikteki eleştirel/yıkıcı alan Monleon’un iddia ettiğinden çok daha geniş.

JN: Neden fantezi edebiyatı genellikle küçük “m” ile muhafazakârmış gibi görünüyor? 

China: Fantezinin neden bu kadar muhafazakar göründüğünün hazır cevabı, uzun süredir büyük çoğunluğunun muhafazakâr oluşu. Basmakalıp ‘destansı’ veya ‘üst’ fanteziye bakarsanız, büyülü dünyalarda geçen ve oldukça aşağılık fikirleri olan bir janr görüyorsunuz. Feodalizm düzenini temel alıyorlar. Mesela bir krallığın hükümdarıyla ilgili bir problem varsa bunun sebebi, kralın bir krala kıyasla kötü bir kral olmasıdır. Köylüler ortadaysa, ezilmiş sefillerden ziyade büyük olasılıkla iyi ve basit insanlardır (kötü bir krallıksa başka). Güçlü erkekler düzgün vücutlu kadınları korurlar. Süper kahraman gibi baş karakterler, Nietzscheyen ıslak rüyalardaki karakterler gibi tarihe damgalarını vururlar fakat işler de aynı zamanda sosyal ajans yerine kader tarafından tayin edilir. Sosyal tehditler patolojiktir, içeriden doğmak yerine dışarıdan istila ederler. Ahlak mutlaktır ve karakterler -çoğu zaman tüm ırklar- sıraya girip üzerinde “iyi” ve “kötü” yazan güvercin deliklerine yuvarlanırlar.

Korkunç sayıda fazla kitap değişen seviyelerde bu stereotipe uysa da, burada genel olarak fanteziden değil, fantezi içinde belirli bir tarihsel akıştan, 1960’dan bu yana iyice büyüyen bir akımdan bahsettiğimizi hatırlamak önemlidir. Bu gelenek içinde birçok çalışmanın, daha muhafazakâr görüşlerini sorguladığı ve sarstığını da unutmamanız gerekir. Bununla birlikte, bu muhafazakârlığın kalesinin türün içinde çok güçlü olduğu doğrudur, bugünlerde çoğu insanın “fantezi” derken Tolkien sonrasındaki bu akımdan bahsettikleri de doğrudur.

İnsanlar siyasetin bir kısmını kapsalar bu harika olur, ama sanıyorum romanlarla ilk amacım bu olsaydı, bir sosyalist olarak kendim için ciddi bir hayal kırıklığına zemin hazırlıyor olurdum. Sosyalist siyaseti ileri götürebilmek için geleneksel politik faaliyet ve tartışmanın yerini başka bir şeyin alabileceğini düşünmüyorum. Acayip kurguları, hayalet öykülerini, korku çizgi romanlarını ve BK’yi tutkuyla seviyorum, ancak bunlar dünyayı değiştirmeyecekler. Bu yüzden romancı ve de aktif devrimci bir sosyalistim.

JN: J.R.R. Tolkien ve Mervyn Peake’in katkılarını nasıl değerlendirirsiniz?

China: Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi hiç şüphesiz şimdiye kadar yazılmış en çok etki eden fantezi kitabı. Yukarıda bahsettiğimiz bir tür epik kodlu, muhafazakâr ikincil dünya fantezisi için bir paradigma. Elbette Tolkien’den önce oldukça etkili olan yazarlar vardı, Robert E. Howard’ın Conan kitapları mesela, 1930’larda yazılmıştı ve politik olarak radikal oldukları da söylenemez, ancak Tolkien, çeşitli unsurları fanteziye taşıdı ve bu da onu merkeze oturttu. Yarattığı dünya için önceki yazarlardan daha ayrıntılı bir tarih, coğrafya, dilbilim, mitoloji vb. inşa etti ve anlatımını buna yerleştirdi. Tabii ki dünya yaratımı daha önce de vardı – Howard’ın Hyboria’sı, Fritz Leiber’in Nehwon’u, Clark Ashton Smith’in Zothique’i- fakat Tolkien, içsel olarak tutarlı bir ikincil dünya inşasını, kendisinin ”perili”, bizim de şimdi fantezi dediğimiz şeyin merkezi olarak gördü. 

İkincil dünyaya bazen takıntılı odaklanma 1960’lar sonrası fantezisinin tipik bir örneği. Alay etmesi kolay, ancak bence çok ilginç bir proje olabilir. Çoğu zaman büyük yaratıcılık ve mucitlik içerir ve fantezideki özellikle güçlü inançsızlığın ertelenişini etkilemek için güçlü bir yoldur. Bu yüzdendir ki fantezi hayranları tutarlılığın korunması konusunda genellikle çok nevrotiktir -kendi dünyalarında yolunu şaşıran ve kendileriyle çelişen yazarlar bundan paçayı sıyıramazlar. (Ben buna “İnek Eleştirisi” diyorum: ” (‘Geek eleştirisi’ olarak düşündüğüm şey: ‘Elfmoon beşlemesinin ikinci kitabında Redfang Dağlarının şehirden kuzeye doğru atla iki gün uzaklıkta olduğunu söylediniz ama dördüncü kitapta Bronmor’un oraya varması üç gün sürüyor…”)

Tolkien’in dünya görüşü kararlı bir şekilde kırsal, bir miktar burjuvazi, muhafazakâr, modernist, misantropik biçimde Hristiyan ve entelektüel karşıtıydı.  Bu, kurgusunda da kurgusal olmayan işlerinde de çok güçlü bir biçimde karşımıza çıkıyor. Michael Moorcock bunu Sihirbazlık ve Vahşi Romantizm(1987) adlı kitabında harika biçimde yazmıştır:

Aklın Surrey’si olan Shire’ın [başkahraman “hobbitlerin” yaşadığı yer] küçük tepe ve ormanları ‘güvenlidir” fakat Shire’nin ötesindeki bütün vahşi araziler “tehlikelidirler”… Yüzüklerin Efendisi, ahlaki olarak iflas etmiş bir orta sınıfın değerlerinin zararlı bir teyididir… Shire bir banliyö bahçesiyse eğer, Sauron [“kötü” karanlık lord] ve yardakçıları da eski burjuva öcüsüdür; bira şişelerini tel örgünün ötesine fırlatan beyinsiz futbol taraftarları- çetesidir; modern kentsel toplumun en kötü yönünün, korku dolu ve geriye özlem duyan bir sınıf tarafından bir bütün olarak temsilidir. Tolkien, Robot Çağı olarak adlandırıp karşı çıktığı şeye, elbette hiç var olmayan bir geçmişle karşı koyuyor. Modernliğe karşı sistematik bir muhalefeti yok, sadece “daha iyi günlere” yönelik korkuyla kelam ediyor. Kaosa ılımlılıkla karşı çıkıyor, bu yüzden moderniteye karşı “isyanı” aslında sadece homurtulu bir sessizlik.

Tolkien’e göre fantezi kurgusunun işlevi “teselli”. Peri Masalları Üzerine makalesini okursanız, onun için fantezinin merkezinde “mutlu son tesellisi” olduğunu görürsünüz. Böylesi mutlu bir sonun, “tekrarlayacağına asla güvenilemeyecek” “mucizevi” bir şey olduğunu iddia ediyor. Fakat bu olasılık iddiası aptalca çünkü hemen öncesinde “tüm peri masallarının [mutlu sonla] bitmesi gerektiğini, bunun en üstün işlevleri olduğunu” iddia ediyor. Diğer bir deyişle, “asla tekrarlamayacak olmaktan” çok uzak, yazar ve okuyucu, fantezi olarak nitelenebilmek için “teselli edici” mutlu bir sonun her hikâyede tekrarlanacağını bilir ve “teselli”nin bir tür politika olduğu bir fantezi teorisine sahip olursunuz. Bu tür bir fantezinin muhafazakâr olması şaşırtıcı değil. Tolkien’in makalesi, çoğu modern fantezinin tüzüğüne yaklaşabildiği kadar yakın ve Tolkien fanteziyi, okuyucuya meydan okumaktan ziyade onu sarıp sarmalayan edebiyat olarak tanımlamakta.

Tolkien’de okuyucunun, sistemik sorunların dış mihraklardan kaynaklandığı ve işlerin eski halinden memnun olan düzgün insanların sonunda kazanacağı fikri ile teselli edilmesi amaçlanır. Bu, edebi konfor gıdası şekilli fantezi. Ne yazık ki, Tolkien’in pek çok varisi -ki onun politik görüşlerini hiç paylaşmıyor bile olabilirler- bu fikirlerin çoğunu kendi fantezilerine yerleştiren pek çok mecazı sahiplendiler.

Peake kıyaslanamayacak kadar daha iyi. Yazıları dokulu ve bereketli, fikirleri karmaşık, karakterleri güvercin deliklerine girmeyi reddediyor. Gormenghast üçlemesindeki politik olaylar bazen trajik fakat asla basit değiller. Peake, ana akım eleştirmenlerin saygı gösterdiği az sayıdaki fantezi yazarından biri. Fantezi hayranları ona tapmasına rağmen Peake’in türe tam olarak oturmadığı ve çoğu fantezi yazarının aksine janr geleneğinde yazma anlayışına sahip olmadığı doğru. Aynı zamanda fantezinin hem içinde hem de dışında.

Bence yazılarına böylesi bir eşsizlik hissi veren şey de bu -Peake’in (janr içi ve dışında) kimlerden etkilendiğinin izini sürmek güç. Üstelik etkisi çok güçlü olmasına rağmen oldukça dağınık ve belirsiz süregeldi. Fantezi türüne kolayca ve tamamen özümsenen Yüzüklerin Efendisi‘nin yakınından bile geçmez örneğin.

Perdido Sokağı İstasyonu hakkında bugüne dek edilmiş en güzel laf, Yüzüklerin Efendisi yerine Gormenghast üçlemesinin türün en etkili çalışması olduğu alternatif bir dünyada yazılmış bir fantezi kitabı gibi okunduğunu söylemesiydi.

JN: Fantezi kaçışçı mı?

China: Bu, hem janr züppeleri hem de fanteziyi onaylamayan solcular tarafından fanteziye yönlendirilen olağan bir suçlama. Bu, fantezinin gerçek dünyayla ilgili olmadığı ve bu nedenle çok az değeri olduğuna dair basit bir görüş. Aynı zamanda fanteziyi savunmak isteyenlerin çoğu, türün kaçışçı olduğunu kabul ediyor ancak tüm kaçış projesini savunmaya çalışıyorlar.

Yine bu da Tolkien’den ileri geliyor. Peri Masalları Üzerine‘de şöyle diyor: “Bir adam kendini hapishanede bulup da dışarı çıkıp eve gitmeye çalışıyorsa neden küçümseyelim? Ya da bunu yapamayınca gardiyanlar ve hapishane duvarlarından başka konular hakkında düşünüp konuşuyorsa?” Fantezi yazarı Terry Pratchett bunu çok basit bir şekilde ifade ediyor: “Gardiyanlar kaçışçılıktan hoşlanmazlar.” Sorun şu ki, Michael Moorcock’un işaret ettiği gibi, gardiyanlar kaçışçılığı seviyorlar – sevmedikleri şey kaçış.

Kaçışçılıkla ilgili sorun, bir kitap okuduğunuzda veya yazdığınızda toplumun da koltukta sizinle birlikte oturmasıdır. Tarihinizden veya kültürünüzden kaçamazsınız. Dolayısıyla fantezi kitapları gerçek dünyayla ilgili değil diye “kaçtıkları” fikri saçmadır. Fantezi hâlâ sosyal gerçeklik filtreleriyle yazılmakta ve okunmakta. Bu yüzden bazı fanteziler (Swift’in Gulliver’in Gezileri gibi) oldukça doğrudan alegoriktir – ancak en sürreal ve acayip fantezi bile, kafa karıştırıcı ve net olmayan bir şekilde bile olsa, okuyucunun kendi gerçekliğine dönük farkındalığını yansıtmadan duramaz.

Mary Gentle’ın Rats and Gargoyles‘u gibi bir kitabı örnek alalım. Fantezi dünyasında geçiyor ve ırkçılık tartışmaları, endüstriyel çatışma, cinsel tutku vb. konular işliyor. Janrı yüzünden kitabın doğası gereği, hava geçirmez biçimde daha geniş toplumsal çatışmalardan kopmuş gibi görünen orta sınıf ailelerin iç çekişmelerini anlatan ve Iain Banks’in “Hampstead romanları” dediği şeylerden daha kaçışçı olduğunu söylemek cidden mantıklı mı? Sırf  “gerçek dünyayla” alakalıymış gibi davranmaları gerçek dünyayı daha dürüstçe yansıttıkları anlamına gelmiyor.

Tam olarak kitapları kafanızın içinde toplum varken okuyup yazdığınız için, Tolkien ve diğerlerinin arzuladığı “kaçış” başarısız olmaya mahkumdur. Aslında gerçek dünyayı en çok ihmal eden, onun ince örtülü ve son derece ideolojik versiyonlarına zincirli bu tür kaçışçı kitaplardır. Janrın çoğu fantezisinin sorunu, hiç de yeterince fantastik olmamasıdır. Kaçışçı ama kaçamıyor.

Yani hayır, genel olarak fantezinin doğası gereği kaçışçı olduğunu söylemenin saçma olduğunu düşünüyorum. Tolkien’den sonra janrdaki birçok fantezi kaçışçı, fakat bunun edebiyat türüyle hiçbir ilgisi yok.

Fantezi yazarı Terry Pratchett bunu çok basit bir şekilde ifade ediyor: “Gardiyanlar kaçışçılıktan hoşlanmazlar.” Sorun şu ki, Michael Moorcock’un işaret ettiği gibi, gardiyanlar kaçışçılığı seviyorlar – sevmedikleri şey kaçış.

JN: Edebi üretim ile devrimci siyaset arasında nasıl bir ilişki görüyorsunuz?

China: Bir roman yazdığımda bunu bir hikaye anlatmak ve okuyuculara sayfaları çevirtecek bir dünya tarif etmek için yapıyorum. Benim kitaptaki işim insanları sosyalizme ikna etmek değil – 700 sayfalık bir fantezi bunun için olağanüstü derecede verimsiz bir propaganda yöntemi olurdu. Fakat elbette politik bir kurgu yazarı olarak politik kurgu yazmam kaçınılmaz bir durum.

Kitaplarımda kesinlikle politik düşüncelere dalmaya çabalıyorum. Bu kadar muhafazakâr bir geleneğe sahip olan fantezide bunu yaparak, hem genel olarak politikayla hem de yazdığınız türün siyasetine dalış yapıyorsunuz. Kitaplarımda siyaset var çünkü bana göre bu, dünyalara doku kazandırıyor ve fikirleri araştırmayı da seviyorum. İnsanlar siyasetin bir kısmını kapsalar bu harika olur, ama sanıyorum romanlarla ilk amacım bu olsaydı, bir sosyalist olarak kendim için ciddi bir hayal kırıklığına zemin hazırlıyor olurdum. Sosyalist siyaseti ileri götürebilmek için geleneksel politik faaliyet ve tartışmanın yerini başka bir şeyin alabileceğini düşünmüyorum.

Acayip kurguları, hayalet öykülerini, korku çizgi romanlarını ve BK’yi tutkuyla seviyorum, ancak bunlar dünyayı değiştirmeyecekler. Bu yüzden romancı ve de aktif devrimci bir sosyalistim.

JN: Fantezinin devrimci sosyalizmle alakasına yönelik biraz daha açık olabilir misiniz?

China: Açıklamaya çalıştığım gibi, siyasetim de kurgu yazım gibi hayatımın merkezini oluşturuyor, fakat ikisi arasındaki ilişki her iki yönde doğrudan ve aracısız bir etki biçiminde değil. Yine de imkânsızı-fantastik olanı, insan aklı için kavramsallaştırma yeteneğinde temelden önemli ve radikal bir şey olduğunu düşünüyorum. Birçok fantezi ve BK teorisyeni buna idealist açıdan bakmaya çalışıyor. Eric Rabkin, “İnsanın ihtişamı, onun gerçeklikle sınırlı olmamasıdır. İnsan fantastik dünyalarda seyahat eder” diyor. Paradoks şu ki, aslında bu modelde gerçekliğe hapsolmuş durumdasınız, bu yüzden fantastiği düşündüğünüzde onu aşarsınız. Fantastik ve gerçeği ayıran bir model bu.

Fakat Marx’ın Kapital’deki argümanına bakın: “En kötü mimarı en iyi arıdan ayıran şey, mimarın balmumundan önce hücreyi zihninde inşa etmesidir. Her emek sürecinin sonunda, başlangıçta zaten işçi tarafından tasarlanmış olan bir sonuç ortaya çıkar, dolayısıyla teorik olarak zaten mevcuttur.” Başka bir deyişle, üretken insan eylemi gerçek-olmayanın bilinçliliğine dayanır. Dünyayı dönüştürebilmek için onun nasıl olmadığını bilmeniz gerekir.

Gerçek dünyada gerçek-olmayan; mümkün olan, henüz mümkün olmayan ve asla mümkün olmayan şeklinde ayrılır, ancak zihninizde bu ayrımlardan her zaman emin olamazsınız. Mümkün olup olmadığını bilmeksizin bir işi yapmaya kalkışabilirsiniz  – emin olduğunuz şey, arzulanan sonucun işe başladığınızda gerçek-olmayan olduğudur.

Bir başka deyişle, Marx’tan aldığım model, gerçek-olmayanın gerçekten ayrılmaması nedeniyle ana akım eleştirmenlerden farklıdır. Gerçek, gerçek-olmayana sürekli bir gönderme süreci ile şekillenir. Neyin mümkün neyin mümkün olmadığına yönelik anlayışımız, dönüştürücü kapasitemizi doğrudan etkiler. Bu kapasite genellikle gerçek ile mümkün gerçek-olmayan ya da henüz mümkün olmayan gerçek-olmayan arasındaki bir bilinç salınımıyla ilgilidir.

Fantezi farklı. Bir fantezi öyküsü anlattığınızda, imkânsız olduğunu bildiğiniz şeylerin sadece mümkün değil, gerçek de olduğunu iddia edersiniz. Bu şekilde imkânsızı yeniden tanımlayan (ya da yeniden tanımlıyor gibi yapan) bir zihinsel alan (sahte bir dünya ya da her neyse) yaratırsınız. Bu, psikolojik ve estetik açıdan radikal bir şeydir – Bize bir tür akıl hokkabazlığı yapma imkânı verir çünkü “imkânsız”ı yeniden tanımlarsanız gerçek-olmayanın kategorilerini değiştirirsiniz. Tartışmaya çalıştığım şey de şu: Marx’ın çapraz referans süreci tanımlaması sebebiyle farklı olarak, gerçek-olmayanı değiştirmeniz gerçekteki potansiyelleri düşünmenize olanak verir.

Bu süreci akıl hokkabazlığı olarak düşünüyorum, çünkü imkânsızı gerçekten yeniden tanımlamıyorsunuz (fantezinin beyanları tanımsal olarak imkânsızdır) fakat tanımladığınızı iddia ediyorsunuz (çünkü bu beyanların doğru olduğu iddia edilir). Bütün bunlar gerçeğin ardında varsayımlarda bulunmamdan ibaret. Okuduğum müddetçe acayip kurguya aşık oldum ve siyaset bilincim olduğundan beridir de solda yer aldım – yedi yıl önce beni Marksizme ve devrimci sosyalizme yönlendiren bir süreç bu. Hakkımdaki bu gerçeklerin birbiriyle bağlantılı olduklarına inanıyorum. Sebebini anladığımdan emin değilim fakat el yordamıyla kavramaya çabalıyorum.

Çeviri: Can Güler

Kaynak: http://pubs.socialistreviewindex.org.uk/isj88/newsinger.htm