Aşağıda okuyacağınız dosya hem titiz bir tarihsel araştırmaya hem de bir dizi aktivistin ve entelektüelin tanıklıklarına başvurarak Ezilenlerin Pedagojisi’nin yazarı, Brezilyayı Paulo Freire’nin fikirlerinin nasıl Atlas okyanusunu aşıp da Güney Afrika’da Apartheid rejimine karşı siyah hareketini, Kurtuluş Teolojisi üzerinden dolayımlanıp kiliseyi, sendikal hareketi ve işçi mücadelelerini, Brezilya’daki topraksızlar hareketiyle bağlantılı olarak toprak reformu mücadelesini etkilediğini geniş bir çerçevede ele alıyor. Sömürgecilik karşıtı mücadeleler dinamiğinin sonucu 1966’da toplanan ve üç kıtadan (Asya, Afrika, Güney Amerika) katılımcıları ağırlayan Tricontinental konferansından adını alan toplumsal araştırma enstitüsünün sitesi olan thetricontinental.org’ta yayımlanan bu dosyayı Yener Çıracı’nın tercümesiyle sunuyoruz. İyi okumalar.
İmdat Freni
Paulo Freire, çalışmalarını insanlığın özgürlüğü ve onuru için verilen mücadelelere adayan Brezilyalı radikal bir eğitimcidir. Toplumun radikal dönüşümüyle birlikte yoksullar ve ezilenler arasında öğrenme ve öğretmenin nasıl bağlantılandırılacağını düşünmüş ve durmaksızın tecrübe kazanmıştır. Freire için bu, herkesin eşit sayıldığı ve onurlu muamele gördüğü bir dünya -ekonomik ve politik gücün radikal bir şekilde demokratikleştiği bir dünya- için mücadele etmek anlamına geliyordu.
Güney Afrika’daki bir dizi mücadeleden katılımcılarla görüşmelere dayanan bu dosya, Freire’nin fikirlerinin Siyah Bilinç Hareketi, sendikal hareket ve Birleşik Demokratik Cephe ile ilişkili bazı örgütlerde önemli bir etkisi olduğunu göstermektedir.
Brezilya’dan Afrika’ya
Freire, 1921 yılında Brezilya’nın kuzeydoğusundaki bir şehir olan Recife’de doğdu. Üniversite eğitiminden sonra öğretmen oldu ve yetişkinlere okuryazarlık öğretme projeleri dahil olmak üzere eğitim alanında radikal yaklaşımlara ilgi duymaya başladı. Freire, ezilenlerin tahakkümü ve bağımlılığı aşması için eleştirel vicdanın oluşumunun gerekli olduğunu ve mücadelede topluluk ve işçi örgütlerinin hayati bir rol oynadığını gördü.
Freire erken çalışmalarında, radikal pedagojinin temel amacının bireylerde eleştirel bilinç geliştirmek olduğunu yazdı. 1950’lerden itibaren geliştirdiği diyalojik angajman yöntemi Latin Amerika ve herhangi bir yerin seçilmiş hükümetine karşı darbeleri destekleyen ve adı kötüye çıkmış bir organizasyon olan Birleşik Devletler Uluslararası Kalkınma Ajansı gibi kuruluşlar ve ABD hükümeti tarafından fonlanan egemen eğitim programları karşısında özgürleştirici ve ilerici bir alternatif haline geldi.
1964 yılında Brezilya ordusu, ABD’nin desteğiyle ülkenin yönetimine el koydu ve vahşi bir sağcı diktatörlüğü dayattı. Freire’nin de arasında olduğu birçok insan diktatörlük tarafından tutuklandı. Hapiste geçirdiği 70 günden sonra serbest bırakıldı ve ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
Sürgün yılları boyunca pratik çalışmalarını Latin Amerika’nın diğer ülkelerinde -en önemli kitabı olan Ezilenlerin Pedagojisi’ni yazdığı Şili gibi- sürdürmeye devam etti ve yetişkin okuryazarlık programları geliştirdi. Ayrıca Afrika özgürlük mücadeleleriyle de önemli bir teması vardı. Bu süre zarfında Zambiya, Tanzanya, Gine-Bissau, Sao Tome ve Principe, Angola ve Cape Verde’yi ziyaret etti. Angola Kurtuluş Halk Hareketi (MPLA), Mozambik Kurtuluş Cephesi (Frelimo) ve Afrika Gine ve Yeşil Burun Bağımsızlığı Partisi (PAIGC) ile bir araya geldi. Gine-Bissau, Tanzanya ve Angola’da yetişkin okuryazarlığı programları geliştirdi.
Freire, Frantz Fanon ve Amilcar Cabral gibi Afrikalı devrimci entelektüellerin yazılarını da içerecek şekilde sömürgecilik ve sömürgeciliğin insanlar üzerindeki etkisi hakkında kapsamlı bir okuma yaptı. Afrika’ya karşı özel bir bağ hissetti ve “Brezilya’nın kuzeydoğusundan biri olarak, kültürel anlamda bir dereceye kadar Afrika’ya, özellikle Portekiz tarafından sömürgeleştirilecek kadar talihsiz olan ülkelere bağlıydım” diye yazacaktı.
Freire, ayrıca bilincin egemenliğini şekillendirmek için maddi ve ideolojik koşulları üreten -ezilenlerin bedenleri ve zihinleri üzerinde sömürü ve tahakküm ilişkisi kuran- büyük bir güç olan kapitalist sistemi derinlikli bir şekilde eleştiriyordu. Irkçılık ve cinsiyetçilikle iç içe olan bu tahakküm, varlığımıza, eylemlerimize ve dünyayı görme biçimlerimize sızabilirdi. Freire, tahakkümü aşmak için savaşmayı öğrenmenin zor olduğunu ama esas politik çalışmanın da sürekli öğrenmek olduğunu savundu.
Freire’nin eleştirel bilincin temeli olarak diyaloğun önemine, halk mücadelesi ve örgütlenmenin temel rolü üzerindeki yaptığı basınç, 1970’ler ve 80’lerde Brezilya’daki dipten gelen mücadelelerde önemli araçlar haline geldi. Bu dönemde, genel olarak Latin Amerika’da ve özel olarak da Brezilya’da halk eğitimi, onu temel eğitim stratejisi olarak kullanan, politik pratikleri ve öğrenme süreçlerini birleştiren halk hareketleriyle eş anlamlı hale geldi.
1980’de Freire, Emekçiler Partisi’nde (Partido dos Trabalhadores) aktif olduğu Brezilya’ya geri döndü. Parti, 1988’de São Paulo’nun (dünyanın en büyük şehirlerinden biri) kontrolünü ele aldığında, şehrin eğitim sekreteri olarak atandı. 1991 yılına kadar görevini sürdürdü. 1997’de ise öldü.
Ezilenlerin Pedagojisi
Freire, 1968’de Şili’de sürgündeyken, Ezilenlerin Pedagojisi’ni yazdı. O yıl tüm dünyada gençlik isyanları yaşanıyordu. İsyanın çok yoğun bir şekilde kendini gösterdiği Fransa’da birçok genç insan Fanon’un Cezayir Devrimi üzerine çalışmaları dahil olmak üzere, Vietnam ve Cezayir’deki Fransız sömürgeciliğine karşı yürütülen silahlı mücadelelerin içinde üretilen entelektüel çalışmalara bakmaya başladı. Fanon’a bu dönüş Freire’i de etkiledi. 1987’de Freire şunları yazıyordu: “Siyasi görevi için Santiago’da bulunan genç birisi bana Yeryüzünün Lanetlileri kitabını verdi. Ezilenlerin Pedagojisi’ni yazıyordum ve Fanon’u okuduğumda kitap neredeyse bitmişti. Kitabı yeniden yazmak zorunda kaldım.” Freire, Fanon’un radikal hümanizminden, halk mücadelelerinde üniversite eğitimi almış entelektüellerin rolü hakkındaki düşüncelerinden ve ezilenler arasındaki elit bir tabakanın nasıl yeni ezenler haline gelebileceğine dair uyarılarından derin bir şekilde etkilendi.
Freire, gelecek yıllarda da pek çok kitap yazacaktı ama hızla devrimci bir klasik haline gelen kitabı Ezilenlerin Pedagojisi’ydi. Bu kitap, dünya çapındaki halk hareketleri içinde güçlü bir etki yaratmaya ve Freire’in düşünceleriyle tanışmak açısından en iyi başlangıç olmaya da devam ediyor.
1988’de Durban’da yaptığı bir konuşmada, eğitim alanı dahil olmak üzere pek çok alanda önemli bir radikal entelektüel olan Neville Alexander şunları söyledi: “Freire için, hayvanlar ve insan varoluşu arasındaki belirleyici fark, ikincisinin doğrudan eylemi üzerine düşünme yeteneğinin bulunmasıdır. Bu yetenek, onun için, insan bilincinin ve özbilinçli varoluşunun eşsiz niteliğidir ve insanların durumlarını değiştirmelerine olanak sağlayan şeydir.” Başka bir deyişle Freire’ye göre bütün insanlar düşünme yeteneğine sahiptir ve eleştirel düşünce kolektif bir şekilde oluşturulduğunda, örgütlenmenin ve mücadelenin temelidir.
Freire, baskının herkesi -hem ezilenleri hem de ezenleri- insanlıktan çıkardığını ve özgürleştirici siyaset formlarını, ezilenlerin özgürlük ve adalet mücadelesinin nihayetinde “erkeklerin ve kadınların varlığının onaylanması” talebi olduğunu savundu. “O halde, ezilenlerin büyük insani ve tarihsel görevi şudur: Kendilerini ve aynı zamanda onları ezenleri özgürleştirmek” diye yazacaktı.
Ancak Freire için, ezilen ve özgür olmak isteyen kişinin, özgür olmak için ezen olması gerektiğine inanması gibi bir tehlike söz konusuydu: “İdealleri insan olmaktır; ama onlar için insan olmak ezen olmaktır.” Freire, bir mücadele sürecinde, düzenli bir şekilde uygulanan politik eğitimin, ezilenler arasındaki seçkinlerin yeni ezenlere dönüşmesini önlemeye yardımcı olması için önemli olduğuna inanıyordu ve “eğitim özgürleştirici değilse, ezilenlerin hayali ezen olmaktır” diye uyarıyordu.
Freire için özgürlüğün amacı, herkesin bütünüyle insan olmasına izin vermektir; özgürlük mücadelesi tüm baskıya son vermelidir. Sadece bazıları için değil, herkesin her yerde özgürlüğü olmalıdır. Ancak ezilenlerin bunu her zaman net bir şekilde görmemesinin birçok farklı nedeni olduğunu da belirtir. Bazen ezilenler ezildiklerini görmezler çünkü onlara her şeyin “normal” ya da kendi hataları olduğuna inanmaları öğretilmiştir. Örneğin yeterli eğitime sahip olmadıkları için yoksul olduklarına ya da başkalarının daha çok çalıştığı için zengin olduğuna inanmaları öğretilir. Bazen, yoksullukları için başka bir şeyi (ekonomi) ya da başka birilerini (yabancılar) suçlamaları öğretilir.
Gerçek özgürleşme, şeylerin gerçekte nasıl olduğunu açıkça görerek başlamalıdır. Freire için radikal ve kolektif sorgulama, tartışma ve öğrenmenin bu kadar önemli olmasının nedeni budur. Şeylerin gerçekte nasıl olduğu (gerçek yaşamlarımız ve deneyimlerimiz) hakkında dikkatli ve eleştirel düşünerek baskıyı tam olarak görebileceğimizi ve böylece ona karşı etkili bir şekilde savaşıp sonlandırabileceğimizi savunur.
Durumumuz hakkında eleştirel düşünmeyi teşvik eden politik çalışma, insanları sadece her şeyi eleştirmek için cesaretlendirmek anlamına gelmez; bu aynı zamanda durmaksızın sorular sorarak -özellikle “neden” diye- her zaman görünenin ötesine geçmek, oldukları gibi görünen şeylerin -özellikle güçlü hissettiğimiz şeyler- kökenlerini anlamak anlamına gelir. Soru sormak, insanların neden baskı ya da adaletsizlik durumlarıyla karşı karşıya kaldıkları sorusuna yaşadıkları deneyimlerden yararlanma, düşünme ve kendi cevaplarını bulma olanağı sağlar. Bu yöntem, güçlü bir öğretmene ihtiyaç duydukları düşüncesiyle hareket eden, öğrencilerin kafalarını bilgi ile doldurmaya çalışan (görünüşte boş!) geleneksel eğitimden oldukça farklıdır. Freire, “ötekileri mutlak bir cehalet içinde tanımlamak, egemen ideolojinin bir özelliğidir” diye yazmaktadır. Freire, öğretmenin tüm bilgiye sahip olduğunun ve öğrencinin hiçbir şey bilmediğinin varsayıldığı bu eğitim modelini “bankacı” eğitim olarak adlandırır ve öğretmenin durumunu boş bir banka hesabına para yatıran birine benzetir. Freire şunları yazar:
“Özgürleşme davasına adanmışlığını ilan eden ama henüz tamamen cahil saymakta devam ettiği halkla birlikteliğe giremeyen bir insan, acı şekilde kendini kandırır. Ezilenlerin safına katılan, halka yaklaşan fakat onların attığı her adımda, ifade ettikleri her kuşkuda, sundukları her öneride, “statü”sünü dayatmaya kalkışan kişi, kökenini özlüyor demektir.”[1]
Bu, ezilenlerin cahil ve düşünceden yoksun olduğunu ve halkı bilgilendireceklerini varsayan STK’lar veya küçük sekter siyasi gruplar tarafından düzenlenen birçok siyasi eğitim programından çok farklıdır. Freire, “Önderler sözlerini bu yüzden tek başlarına söyleyemezler; halkla birlikte söylemek zorundadırlar. Diyaloğa yönelik davranmayan, kendi kararlarını dayatmakta ısrar eden önderler halkı örgütleyemez, manipüle ederler. Özgürleştirmezler, kendileri de özgürleşmezler, sadece ezerler” demektedir.
Freire ayrıca, insanların baskı ve adaletsizlik durumlarını kendi başlarına değiştiremeyeceklerini de fark eder. Bu da özgürleşme mücadelesinin kolektif olması anlamına gelir. “Animatör” olarak adlandırdığı şeyin yardımcı olabileceğini öne sürer. Bir “animatör” yoksulların ve ezilenlerin yaşam durumunun dışından gelebilir ancak bu durumda olan insanların düşünmesinde, yaşamında ve güçlenmesinde cesaret etmeye yardımcı olan bir rol oynar. Bir animatör, ezilenlerin üzerinde gücünü öne çıkarmaya çalışmaz. Bir animatör, herkesin bilgi geliştirmeye katkıda bulunabileceği ve ezilenlerin demokratik gücünü inşa edebileceği bir araştırma topluluğu yaratmaya çalışır. Bunu etkileyici bir şekilde yapmak tevazu ve sevgi gerektirir; bir animatörün yoksulların ve ezilenlerin yaşamlarına ve dünyasına girmesi ve bunu yaparken eşitlikçi, gerçek bir diyaloğa girmesi çok önemlidir.
Freire şöyle yazmıştır:
“Tersine, ne kadar radikalse, gerçekliğe o kadar iyi nüfuz eder; öyle ki, gerçekliği daha iyi tanıyarak daha iyi dönüştürebilir. Yalın haldeki dünyayla karşılaşmaktan, onu işitmekten, o dünyayı görmekten korkmaz. Halkla karşılaşmaktan veya halkla diyaloğa girmekten korkmaz. Kendini, tarihi veya halkı tekeline almış olarak da ezilenlerin kurtarıcısı olarak da görmez: Ama kendini, tarih içinde ezilenlerin safında dövüşmekle yükümlü tutar.”
Gerçek diyalogda hem animatör hem de ezilenler arasından öğrenenler bu sürece bir şeyler katar. Bu diyalog, yaşam deneyimleri üzerine dikkatli, kolektif ve eleştirel düşünme yoluyla hem ezilenler arasından öğrenenleri hem de animatörü “bilinçli” hale getirir; başka bir deyişle, baskının doğasını gerçekten anlamaya başlarlar. Ama Freire için dünyayı sadece anlamak yeterli değildir; aynı zamanda “güçsüzlerin zayıflığının, adaleti ilan edebilecek bir güce dönüştürülmesi gereklidir”.
Baskıya karşı eylemde, hem eylem üzerine dikkatlice düşünmeli (derinlemesine düşünme) hem de eylemlerin sonucu her zaman birbirine bağlanmalıdır. Eylem ve derinlemesine düşünme, Karl Marx’ı izleyen Freire’nin “praksis” olarak adlandırdığı süregiden bir dönüşüm döngüsünün parçasıdır.
Güney Afrika’da Freire’nin Düşüncesinin Önemi
Eğer isterseniz Paulo Freire anahtar bir teorisyen haline gelir. Ancak bunun için Paulo Freire’yi Brezilya’dan Güney Afrika bağlamına getirmeye ihtiyacımız vardı. Okuduklarımız haricinde Brezilya hakkında elbette ki hiçbir şey bilmiyorduk. O zamanlar, Güney Afrika bağlamını kavramak ve ilgilenmek için kullandığımız buna benzer başka herhangi bir metin bilmiyorum.
Barney Pityana, Siyah Bilinç Hareketi’nde önde gelen bir entelektüel
Freire, Afrika’daki birçok ülkeyi ziyaret etmesine rağmen, Apartheid rejimi, onun Güney Afrika’yı ziyaret etmesine izin vermedi. Bununla birlikte, kitaplarında Güney Afrika’yı tartışıyordu ve Apartheid rejim karşıtı aktivistlerin, çalışmaları ve Güney Afrika bağlamı hakkında konuşmak için onu görmeye geldiklerini söylüyordu. Apartheid rejimi karşıtı mücadelede yer alan örgütlerin ve hareketlerin çoğu, Freire’nin düşünce ve yöntemlerini kullandı.
Siyah Bilinç Hareketi
Apartheid rejimi Ezilenlerin Pedagojisi’ni yasaklasa da kitap kopyaları yer altından dolaşmaya devam etti. 1970’lerin başlarında Freire’nin çalışması, Güney Afrika’da zaten kullanılıyordu. Siyah Bilinç Hareketi’nin Freire’nin çalışmalarını kullanması hakkında akademik bir çalışma yürüten Leslie Hadfield, Ezilenlerin Pedagojisi’nin ilk defa 1970’lerin başlarında Güney Afrika’ya geldiğini ve kitabın Freire’den ilham alarak okuryazarlık projeleri yürütmeye başlayan Üniversite Hıristiyan Hareketi (UCM) tarafından getirildiğini söylüyordu. UCM, 1968 yılında Steve Biko tarafından kurulan Güney Afrika Öğrenci Örgütü’yle (Saso) ve Barney Pityana, Aubrey Mokoape gibi diğer figürlerle yakın bir şekilde çalıştı. Saso, Siyah Bilinç Hareketi’ni oluşturan bir dizi örgütten ilkiydi.
Johannesburg’dan radikal ve “sevgi ve adaletle dönüştürülmüş bir dünya”yı taahhüt eden Hıristiyan kadın örgütü Grail’in üyesi olan Anne Hope, Freire ile 1969’da Boston Harvard Üniversitesi’nde ve sonra yeniden Tanzanya’da karşılaştı. 1971’de Güney Afrika’ya döndükten sonra Biko ondan Saso’nun liderliğiyle altı aylığına Freire’nin katılımcı yöntemleri üzerine çalışmasını istedi. Biko ve diğer 14 aktivist, aylık atölyelerle Freire’nin yöntemleri üzerine eğitildi. Siyah Bilinç Hareketi’nin önemli isimlerinden Bennie Khopa, “Paulo Freire… Steve Biko üzerinde kalıcı bir felsefi etki bıraktı” diye hatırlıyordu.
Bu atölyeler sırasında aktivistler, bilinç yükseltme süreci çerçevesinde araştırmalar için toplumun kökenlerine indiler. Barney Pityana şunu hatırlıyordu:
“Anne Hope, temelde okuryazarlık eğitimini yürütecekti ancak bu farklı türden bir okuryazarlık eğitimiydi. Çünkü insan deneyimini, görüşlerini anlama yoluyla ele alan Paulo Freire’nin okuryazarlık eğitimiydi. Günlük deneyim ve kavrayışlardan hareket ederek bir çizgi çiziyordu ve böylece sahip olunan bilgi ve kavrayış zihinde derin bir etki yaratıyordu.”
Bazılarımız için, zannederim Paulo Freire ile ilk karşı karşıya gelişimizdi, en azından benim için kesinlikle öyleydi. Ama Steve, Steve Biko değişik türlerde okuyan bir insandı, çok fazla şey biliyordu, ama biz bilmiyorduk. Ve böylece, okumalarında Paulo Freire’nin Ezilenlerin Pedagojisi’yle karşılaştı ve Güney Afrika’daki baskıcı sistemi açıklamak için bu yöntemi uygulamaya başladı.
Freire’nin herkesi özgürleştirecek olanın yalnızca ezilenler olduğu yönündeki tartışmasını yineleyen BCM, Apartheid rejimine karşı mücadeleye siyah insanların önderlik etmesi gerektiğinin önemini vurguladı. Freire ayrıca “kimlik duygusu olmadan, gerçek bir mücadele olmayacağını” söylüyordu. Bu da beyaz üstünlüğüne karşı gururlu ve güçlü bir siyah kimliğini ortaya koyan BCM ile yankı buldu.
Hareket, süregiden bir bilinç yükseltme projesinde, kalıcı bir eleştirel düşünme süreci geliştirmek için doğrudan Freire’den yararlandı. Pan-Afrika Kongresi’nde (PAC) geçmişi olan ve Saso’yu kuran öğrenciler için daha yaşlı bir rehber haline gelen Aubrey Mokoape, Siyah Bilinç ile “bilinç yükseltme” arasındaki bağlantının açık olduğunu söylüyor:
“Bu hükümeti devirmenin tek yolu, halkımızın ne yapmak istediğimizi anlaması ve süreci sahiplenmesidir, yani toplumdaki konumlarının bilincinde olmalarıdır, başka bir ifadeyle çocuklarının okul ücretlerinin, tıp fakültesindeki ödemelerin, barınacak konut yoksunluğunun, ulaşımın yetersizliğinin, kısacası bunların tümünün nasıl tek bir süreç halinde işlediğini ve hepsinin aslında bağlantılı olduğunu kavramaları ve noktaları birleştirmeleri gerekir. Bunların tümü sisteme içkindir ve toplumdaki konumunuzdan izole değildir, ancak sistemiktir.”
Kilise
1972’de, Biko ve Bokwe Mafuna (Freire’nin yöntemlerinin verildiği eğitimlere dahil olmuştu kendisi) Bennie Khopa tarafından saha çalışanı olarak işe alındı. Khopa, Güney Afrika Kiliseler Konseyi (SACC) ve Hıristiyan Enstitüsü’nün Siyah Topluluğu Projelerinin (BCP) başkanıydı ve ayrıca Freire’nin yöntemleri konusunda eğitim almıştı. BCP’nin çalışması, Freire’den büyük ölçüde etkilendi. Hem BCM hem de Güney Afrika’daki Hıristiyan Kiliseler, Freire’nin hem etkilediği hem de katkıda bulunduğu radikal bir düşünce okulu olan Kurtuluş Teolojisi’nden yararlandılar. 1972’de Saso’nun başkan vekili seçilen Rubin Phillip, Anglikan başpiskoposu olmaya devam edişini şöyle açıklıyordu:
“Paulo Freire, kurtuluş teolojisinin kurucularından biri olarak kabul edilir. O, inancını özgürleştirici bir şekilde yaşayan bir Hıristiyandı. Paulo, tıpkı yoksulların önceliğinin önemli olduğu kurtuluş teolojisinin alameti farikası gibi, yoksulları ve ezilenleri yönteminin merkezine koydu.”
Güney Afrika’da, kurtuluş teolojisinden elde edilen fikirler -Amerika Birleşik Devletleri’nde James H. Cone tarafından geliştirilen Siyah Kurtuluş teolojisiyle birlikte- çeşitli mücadele akımları üzerinde güçlü bir etkiydi. Bishop Rubin şunları hatırlıyor:
“Sohbetlerimizden çıkardığım tek şey eleştirel düşünürler olma ihtiyacıydı. … Kurtuluş teologları, tıpkı eğitim gibi teolojinin de evcilleştirme için değil, kurtuluş için olması gerektiğini söylediler. Din, eleştirel yetimizi kullanmada ve bilgiyi günlük gerçekliğimize bağlama konusunda bizi tembelleştirdi ve itaatkâr hale getirdi. Kısacası eğitim… eleştirel bir yaşam yolu ve bilgiyi yaşamımızla nasıl ilişkilendirdiğimiz hakkında olmalıydı.”
İşçi Hareketi
Siyah Bilinç Hareketi, BCP ve Saso arasında ortak bir proje olan Siyah İşçiler Projesi gibi işçi örgütlerini kapsıyordu. İşçi hareketi de 1970’lerde başlayan işçi eğitimleri aracılığıyla Freire’nin fikirlerinden etkilendi. Bunlardan biri, Freire’nin düşüncelerini ve yöntemini etkileyen Genç Hıristiyan İşçilerin Gör-Yargıla-Hareket et yöntemini kullanan Kentsel Eğitim Programıydı (UTP). UTP, işçilerin her gün yaşadıkları deneyimlerini ifade etmeleri, durumları hakkında ne yapabileceklerini düşünmeleri ve ardından dünyayı değiştirmek için harekete geçmelerini cesaretlendirmek adına bu yöntemi kullandı. Güney Afrika Öğrencileri Ulusal Birliği (Nusas) içinde ve çevresinde bulunan solcu öğrenciler tarafından başka işçi eğitim projeleri de başlatıldı. Saso, 1968’de Nusas’tan ayrılmıştı, ama büyük ölçüde beyaz olmasına rağmen Nusas, Apartheid rejimi karşıtı bir örgüttü ve UCM’nin parçası olan üyeler aracılığıyla Freire’den etkilenmişti.
1970’li yıllar boyunca, Ücret Komisyonları Natal, Witwatersrand ve Cape Town üniversitelerinde kuruldu. Komisyonlar, üniversitelerin ve bazı ilerici sendikaların kaynaklarını kullanarak, Cape Town’da Batı Eyaleti İşçi Danışma Bürosu’nun (WPWAB), Durban’daki Genel Fabrika İşçileri Yardım Fonu’nun (GFWBF) ve Johannesburg’daki Endüstriyel Yardım Derneği gibi yapıların kurulmasına yardımcı oldu. Durban’daki Harriet Bolton benzeri bazı eski sendikacıların yaptığı gibi bir dizi sol öğrenci bu girişimleri destekledi. Öğretim stili Freire’den etkilenen radikal bir akademisyen olan Rick Turner, Durban’da, öğrenciler arasında etkili bir figür haline geldi. Turner, kökenlerinin katılımcı demokrasiye dayandığı bir geleceğe kendini adamıştı ve öğrencilerin çoğu da kendini adayan aktivistlerdi.
Bu ortamın bir katılımcısı olan David Hemson şöyle anlatıyor:
“İki belirli zihin iş başındaydı; birincisi (Turner) Bellair’de bir ahşap ve demir bir evde kalıyordu ve diğeri (Biko) Alan Taylor konutundaki pis kokulu, gürleyen Wentworth petrol rafinerisinin gölgesindeydi. Her ikisi de yakın arkadaş olacak ve her ikisi de enerjik yazıları ve siyasi mücadelelerinde sıçrayışlarından sonra apartheid rejiminin güvenlik aygıtının elinde ölecekti. Her ikisi de Paulo Freire’nin Ezilenlerin Pedagojisi’nden etkilendi ve onun fikirleri ve kavramları, özgürlük için verdikleri mücadelede yazılarına ilham kaynağı oldu.”
Turner’a yakın olan ve Endüstriyel Eğitim Enstitüsü’nün (IIE) kurulmasına katılan öğrencilerden biri olan Omar Badsha şunları hatırlıyordu:
“Rick Turner eğitime oldukça ilgiliydi ve her entelektüel gibi okuduğumuz metinlerden biri de Paulo Freire’nin henüz kısa bir zaman önce yayımlanan kitabıydı. Ve bu kitap eğitim hakkında bazı değerli fikirleri ve olumlu öğrenmenin bir yolunu hesaba katması -dinleyicileri dikkate alacağı ve dinleyicilerle nasıl ilişki kurulacağı- bakımından bizde yankı uyandırdı.”
Ocak 1973’te, Durban genelinde işçiler greve gitti -ki şimdi bu olay işçi örgütlenmesinde ve Apartheid rejimine karşı direnişte önemli bir dönüm noktası olarak görülüyor. Hemson bunu şöyle hatırlıyor:
“Şafaktan sonra, Coronation Bricks’in kışla benzeri pansiyonlarından, Pinetown’daki geniş dokuma tezgahlarından, belediye binalarından, büyük fabrikalardan, değirmenlerden ve daha küçük olan Five Roses çay işleme tesisinden sokaklara aktılar. Ezilenler ve sömürülenler ayağa kalktı ve patronlara ve rejime saldırdı. Gruptakiler, yalnızca grevcilerin lidersiz kitle toplantılarına, işyerine giremeyen işçilerin görüşmelerine ve bireysel ifadesine güven duyuyordu. Apartheid rejiminin katı emirleri kırıldı ve yeni özgürlükler doğdu. Yeni kavramlar insan şeklini aldı: dokumacı biri atölye sorumlusu haline geldi, örgütlü bir kitle örgütsüzleri geride bıraktı, tekstil eğitmeni adanmış bir sendikacı, utangaç yaşlı adam yeniden doğmuş bir Kongre emektarı, bir temizlikçi tanımlanmış bir genel işçiye dönüştü.”
Durban Hareketinden Sonra
Durban’da 1973 grevleri öncesi ve sırasındaki dönem “Durban Anı” olarak bilinmeye başlandı. Bu dönemin Biko ile Turner gibi iki karizmatik figürü olduğu için gelecek mücadelelerin çoğunun temellerini atan önemli bir siyasi yaratıcılık dönemiydi.
Ama Mart 1973’te devlet, Rubin Phillip dahil olmak üzere birçok BCM ve Nusas lideriyle birlikte Biko ve Turner’ı tutukladı. Buna rağmen, grevlerin ardından sendikalar oluşurken, sıklıkla Freire’den etkilenerek üniversite eğitimi alan bir dizi entelektüel, sendikalarda çalışmaya başladı ve hızlı ilerlemeler kaydedildi. 1976’da doğrudan Siyah Bilincinden etkilenen Soweto ayaklanması, mücadelede yeni bir dönem açtı ve mücadelenin merkezini Johannesburg’a kaydırdı.
Biko 1977’de polis nezaretinde öldürüldü, sonra Siyah Bilinç örgütü yasaklandı. Takip eden yıllarda, Turner da suikasta uğradı.
1979’da Durban Anı’nın ruhuyla, ağırlıklı olarak demokratik işçilerin ve atölye çalışanlarının, ayrıca politik olarak güçlendirilmiş atölye sorumlularının kontrolündeki bir dizi sendika Güney Afrika İşçi Sendikaları Federasyonu (Fosatu) adı altında birleşti.
1983’te Cape Town’da Ulusal Demokratik Cephe (UDF) kuruldu. Ülke çapındaki topluluk kökenli örgütler, günümüzün aşağıdan yukarıya demokratik praksisine bağlı kalarak radikal demokratik bir gelecek vizyonuyla birleşti. 1980’lerin ortasına gelindiğinde, ANC’ye bağlı Güney Afrika Sendikaları Kongresi (Cosatu) aracılığıyla federasyon haline gelen UDF ve sendikal hareket, milyonlarca insanı harekete geçirdi.
Bütün bu zaman dilimi boyunca, Durban Anı’nda özümsenen ve geliştirilen Freire’ci fikirler, genellikle politik eğitim ve praksis hakkında düşünmenin merkezinde de yer aldı. Anne Hope ve Sally Timmel, Güney Afrika’nın özgürleşme mücadelesi bağlamında radikal bir praksis geliştirmek için Freire’nin yöntemlerini uygulamayı hedefledikleri üç ciltlik bir çalışma olan Training for Transformation’ı yazdı. İlk cilt 1984 yılında Zimbabwe’de yayımlandı. Çalışma Güney Afrika’da hızla yasaklandı ancak yeraltında geniş çapta dolaşımdaydı. Training for Transformation hem sendikal harekette hem de UDF aracılığıyla birbirine bağlanan toplum kökenli mücadelelerin siyasi eğitim çalışmalarında kullanıldı.
Bir aktivist ve akademisyen olan Salim Vally, “80’lerin okuma yazma gruplarının, bazı okul öncesi gruplarının, işçi eğitimi ve insanların eğitim hareketlerinin Freire’den derin bir şekilde etkilendiğini” hatırlıyor. Güney Afrika Yüksek Öğretim Komitesi (Sached) de Freire’den güçlü bir şekilde etkilenmiştir. İlk olarak Apartheid rejiminin üniversitelerdeki ırk ayrımı uygulamalarına karşı 1959 yılında kurulan Komite, 1980’lerde sendikalara ve toplum kökenli hareketlere eğitimsel destek sağladı. Vally, Neville Alexander’ın -Cape Town’da bir yönetici- Sached içinde ve dahil olduğu diğer eğitim çevrelerinde her zaman Freire’den bahsettiğini belirtiyordu. Sached’in ulusal yöneticisi olan John Samuels, Geneva’da Freire ile tanışmıştı.
1986’dan itibaren “halkın gücü” fikri, halk mücadelelerinde oldukça önemli hale geldi ancak bunun ne anlama geldiğine dair pratikler ve anlayışlar çok çeşitliydi. Bazıları, insanları, ANC’nin sürgünden ve yeraltından dönüp iktidarı ele alabilmesinin önünü açacak bir koçbaşı olarak görüyordu. Bir diğer düşünce, sendikalarda ve topluluk örgütlerinde demokratik pratikler inşa etmenin, katılımcı demokrasinin sıradan yaşamda -işyerlerinde, topluluklarda, okullarda, üniversiteler vs- derinlemesine yerleşeceği, Apartheid sonrası bir gelecek kurmak için de gereken çalışmanın başlangıcı olduğu düşüncesindeydi. Sendikalar tarafından kullanılan “yarını bugünden inşa et” sloganıyla kastedilen buydu.
Bu dönemde Freire’ci akımların güçlü olmasına rağmen, 1980’lerin sonunda ve daha çok 1990’da ANC üzerindeki yasağın kaldırılması, siyasetin askerileştirilmesini beraberinde getirdi ve bu da bu akımları önemli ölçüde zayıflattı. ANC’nin sürgünden ve yeraltından dönüşü, toplum kökenli mücadelelerin kasıtlı olarak demobilizasyonuna ve sendikal hareketin de doğrudan ANC otoritesine bağımlı kılınmasına neden oldu. Bu durum, Frantz Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri kitabında anlattığından farklı değildi:
“Bugün partinin misyonu, tepeden verilen emirlerin halka iletilmesidir. Bir partide demokrasinin temeli ve güvencesi olan aşağıdan yukarıya ve yukarıdan aşağıya üretken değiş tokuş artık mevcut değildir. Parti tam tersine artık kitlelerle liderlik arasında bir perde halini almıştır.”[2]
Bugün Paulo Freire
Freire’ci fikirler, Apartheiddan sonra yeni düzenin bazı çatlaklarında da gelişmeye devam etti. Söz gelimi demokratik idarenin ilk yıllarında, bir sendika eğitim projesi olan Durban’daki İşçi Üniversitesi, Freire’nin metotlarına kendini adamış bazı öğretmenleri bulunduruyordu. Siyah Bilinç Hareketi’nin içerisinde yer alan ve bir filozof olan Mabogo More, bu öğretmenlerden biriydi. Freire’yi ilk olarak 1970’lerde, The University of the North’da (“Turfloop” olarak da bilinir) öğrenciyken Saso tarafından düzenlenen kış okullarının oluşumu sırasında, “Saso aracılığıyla” kullanılan “bilinç yükseltme” kavramıyla öğrendiğini hatırlıyor. Daha sonra, dönemin Turfloop kütüphanecisi olan S’bu Ndebele’nın Paulo Freire’nin Ezilenlerin Pedagojisi kitabının bir kopyasını gizlice kaçırdığını ve Frantz Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri’yle birlikte, bilinçli öğrenciler olarak kendi aralarında gizlice okuduklarını söylüyor.
More, 1994’te Freire’nin Birleşik Devletler’deki Harvard Üniversitesi’nde verdiği bir derse katılabildi. “Freire’nin dersi büyüleyiciydi ve Ezilenlerin Pedagojisi’nde ifade edilen ilkeler, öğretim pratiğimi modellememe yardımcı oldu” diye belirtiyor.
Bugün, Durban’daki Umtapo Merkezi gibi bazı kuruluşlar Freire yöntemlerine bağlı kalmaya devam ediyor. Merkez, siyah topluluklar içinde yükselen siyasi şiddete bir yanıt olarak 1986’da Durban’da kuruldu. Kökenlerini Siyah Bilinç Hareketi’nden alıyor ve çalışmaları açıkça Freire’nin metodolojisine dayanıyor.
Freire’nin fikirlerini kullanan bir başka kuruluş da Pietermaritzburg’daki Kilise Arazisi Programı’dır (CLP). Kökleri kurtuluş teolojisi geleneğine dayanır ve Piskopos Rubin, Abahlali baseMjondolo ile diğer bazı taban örgütleri ve mücadeleleriyle yakından bağlantılıdır. CLP, Güney Afrika’da gerçekleşen toprak reformu sürecine yanıt olarak 1996 yılında kurulmuş ve 1997’de bağımsız bir kuruluş haline gelmiştir. 2000’lerin başında ise CLP, Apartheid rejimine karşı mücadelenin baskıya son vermediğini, devletin toprak reformu programının doğrudan özgürleştirici bir hal almadığını ve kendi çalışmalarının baskıyı sonlandırmaya yardım etmediğini fark etti. Bu nedenle CLP, Freire’nin fikirlerini canlandırmaya ve yeni mücadelelerle dayanışma içine girmeye karar verdi.
CLP animatörü Zodwa Nsibande şöyle diyor:
“Mülakatlarımızda, onların öznelliğini yıkmak istemediğimiz için insanların düşünmesine izin veriyoruz. İnsanların yaşadıkları deneyimler hakkında düşünmelerini sağlamak için araştırma soruları soruyoruz. Paulo Freire’in “sorun yaratma eğitimi, erkekleri ve kadınları oluşum sürecinde varlıklar olarak onaylar” düşüncesini benimsiyoruz. Sorun oluşturma metodolojilerini kullanarak topluluklarla ilişki kurduğumuzda, onlara güçlerini vermeye çalışıyoruz. Sibabuyisele isithunzi sabo, ngoba sikholwa ukuthi ngenkathi umcindezeli ecindezela ususa isthunzi somcindezelwa. Thina sibuyisela isithunzi somcindezelwa esisuswa yisihluku sokucindezelwa (Ezenlerin baskı zamanlarında ezilenlerin haysiyetini aldığına inandığımız için, onların haysiyetini yeniden inşa ediyoruz. Ezenlerin baskıyla aldığı ezilenin haysiyetini yeniden inşa ediyoruz.)”
Son yıllarda, Brezilya’daki Topraksız İşçi Hareketi veya Movimento Sem Terra (MST) ile bağlantılar, Freire’in Güney Afrika’daki fikirlerinin gücünü yeniden canlandırdı. 1984’te kurulan MST, milyonlarca insanı harekete geçirdi ve binlerce verimsiz toprak alanını işgal etti. Bu örgüt, Güney Afrika’daki en büyük sendika olan Ulusal Metal İşçileri Sendikası (Numsa) ve ülkenin en büyük halk hareketi olan Abahlali baseMjondolo ile yakın ilişkiler kurdu. Bu ise, Numsa ve Abahlali baseMjondolo’dan bir dizi aktivistin, MST’nin politik eğitim okulu olan Florestan Fernandes Ulusal Okulu’ndaki (ENFF) programlara katılabileceği anlamına geliyordu.
Aktivistlerin ENFF’deki deneyimleri ile Durban’daki eKhenana Toprak İşgali sırasında Abahlali baseMjondolo tarafından inşa edilen ve yönetilen “Frantz Fanon Politik Okulu” gibi Güney Afrika’daki siyasi okulların kurulması arasında doğrudan bağlantılar var.
Numsa JC Bez Bölgesel Eğitim Sorumlusu Vuyolwethu Toli şunları açıklıyor:
Güney Afrika’daki ve dünyadaki eğitim sistemleri, karşılıklı veya müşterek öğrenme süreçlerinin olmadığı yerlerde bankacı eğitim yöntemini kullanır. Öğretmen ya da kolaylaştırıcı, kendisini bilgelik tekeline sahip görür ve egemen bilgi dağıtıcısı olarak konumlandırır. Sendikada halk eğitiminden sorumlu yoldaşlar olarak bu şekilde hareket etmiyoruz. Kolektif bilgi üretimi ve tüm oturumların, işçilerin yaşanmış deneyimleriyle şekillendirildiğinden emin oluyoruz. Bizim hareket noktamız, işçilerin bilgisinin içeriği şekillendirmesidir, tersi değil. Bankacı eğitim yöntemine inanmıyoruz.
Freire’in ilk olarak Brezilya’da üretilen fikirleri tüm dünyadaki mücadeleleri etkiledi. Onun fikirleri, Güney Afrika’daki entelektüelleri ve hareketleri etkilemeye başladıktan neredeyse elli yıl sonra bile, güncel konularla ilgili olmaya ve güçlü kalmaya devam ediyor. Bilinç oluşturma işi kalıcı bir bağlılık, bir yaşam biçimidir. Aubrey Mokoape’in dediği gibi, “Bilincin sonu yoktur. Ve bilincin gerçek bir başlangıcı yoktur”.
Yazının orijinali: https://www.thetricontinental.org/dossier-34-paulo-freire-and-south-africa/
Çeviri: Yener Çıracı
Kapak Resmi: Brezilya’da, Campinas’ta Milton-Santos eğitim merkezinde duvar resminden detay. Luiz Carlos Cappellano
[1] Freire alıntılarında Dilek Hattatoğlu ve Erol Özbek’in çevirisi kullanılmıştır. Ezilenlerin Pedagojisi, Ayrıntı Yayınları, 2010.
[2] Bu bölümde Şen Süer’in orijinal dilden çevrisi kullanılmıştır. Yeryüzünün Lanetlileri, İletişim Yayınları, 2021.