Türkiye siyaseti uzun bir süredir, AKP’nin siyaset ürettiği, muhalefetin ise ya buna karşılık siyasetsizlik alanına çekildiği ya da içi boş gündelik kınama açıklamalarıyla oyalandığı bir seyir izliyor. İktidar, kendi kurduğu talan ve yağma ekonomisinin artık işlemez hale gelmeye başladığını fark ettiğinden, yıllardır üzerine oynadığı kimlik siyasetine daha fazla sarılıyor. Ayasofya’nın ibadete açılması ve İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmanın konuşulmaya başlanması, iktidarın, muhalefeti sessizliğe mahkum edecek, kültürel hamlelerinden sadece ikisi.
Bunlar da dahil bütün başlıklarda iktidarın ideolojik bir üstünlüğü elinde tuttuğu aşikâr. Son birkaç yıldır ortaya çıkan tartışmalarda, muhalefet dilini, doğru ve haklı olanın yanından değil, iktidarın seçmen tabanının yargı ve inançlarının ortalamasından kurmaya çalışıyor. İzmir’de camilerden çav bella’nın çalınmasını ilk lanetleyen CHP’liler olurken, bu aslı astarı bilinmeyen olay nedeniyle bir CHP’linin tutuklanmasına karşı itiraz potansiyelini de kendi elleriyle gömüyor.
Evet, AKP bir kültürel kutuplaşma siyaseti uygulayarak, halkın egemenler ve emekçiler olarak sınıfsal bölünmüşlüğünü gizlemenin yanında, kendi oy kitlesini de sabitlemeye çalışıyor. Laikler ve mütedeyyinler ezberiyle yıllardır gemisini yürüten iktidarın bu kültürel sabitleme oyununu boşa çıkarmanın yolu, mütedeyyin kitleye şirin gözükmek, AKP’nin hamlelerine bu kitleyi ürkütmeden cevap vermek olarak görülüyor. Muhalefetin siyasi aklı bunun üzerine kurulduğundan, İyi Parti’nin Cumhur İttifakı’na geçip geçmeyeceğinin konuşulabileceği bir düzeyde kaypak bir yan yana gelişler düzlemi oluşuyor.
Oysa, bu kültürel mücadele siyasetini tamamen etkisiz kılacak olan emekçi halkın gerçek gündemi üzerinden bir mücadele hattı örmektir. AKP bugün çeşitli katmanlardan oluşan bir yağma organizasyonu haline gelmiştir. İlk katmanda partinin çekirdek yönetici ekibi, ikinci katmanda parti ile organik bağı olan ve devletten devasa bütçeli ihaleler alan iş adamları, üçüncü katmanda yerel yönetimlerden beslenen daha küçük ölçekli patronlar, dördüncü katmanda bir kamu kuruluşunda yönetici yapılmış, makamı sayesinde çeşitli yerlerden avanta alan memurlar, beşinci katmanda ise kamunun herhangi bir düzeyinde istihdam edilmiş insanlar yer alıyor.
AKP’nin iktidarını devam ettirebilmesinin yolu, “ezanları susturamayacaklar, bayrağımızı indiremeyecekler” retoriğinin işlemesinden daha çok, kurulan bu yağma sisteminin devam etmesine bağlı. Bu nedenle ülkenin bütün kaynakları, yangından mal kaçırırcasına bir hücum altında. Paraya çevrilebilecek her şey iktidarın saldırısına uğruyor. Bir yandan da bu sisteme daha fazla mecbur kalındığından, kamu alanı sürekli yeni kadrolarla dolduruluyor. Tabandaki insanlar “davamız ümmetin davası” masalını anlatmaya devam etsin diye memur yapılıyor.
AKP’nin kurduğu bu yağma sisteminden küçük bir azınlık faydalanırken, bunun bedelini ülkenin büyük çoğunluğu ödüyor. Emekçiler yoksulluk ve işsizlik sarmalına mahkum edilirken, kendi seslerini temsil eden bir siyasi odaktan da yoksunlar. Muhalefet partileri, burjuva siyaset sınırları dahilinde bile bir ekonomik mücadele hattı örmekten imtina ediyor. Bunun yerine, tıpkı AKP’nin saadet zincirine benzer bir şekilde, muhalefetin elinde olan alanlarda mevki kapma, güncel siyasi koşulların yarattığı mağduriyet alanını kârlı bir iş alanına çevirme çabası öne çıkıyor. “Gemisini kurtaran kaptan” ideolojisi sadece AKP içerisinde yaşamıyor. Böylece, sosyal medyada “faşizm var” feryatları atılırken, arka planda gayet sakin bir şekilde kariyer basamakları planlanabiliyor.
Bu tablo bize burjuva siyasetinin sınırlarını gösteriyor aslında. Solun örgütlü gücünün zayıflaması, ideolojik gücünün zayıflamasını da beraberinde getiriyor. Bize nur topu gibi liberal bir muhalefet etme tarzı sunulur, hatta bu ana akım yapılmaya çalışılırken, solun burjuva siyaset sınırlarına hapsolması da doğallaştırılıyor, hatta idealleştiriliyor.
AKP, bir yönetim tarzı olarak “olağanüstü kılma”yı başarılı şekilde uygulayan bir parti. Bütün kritik zamanlarda siyasi ortamı olağanüstü kılarak, kendi çıkarlarını genişletmeyi, muhalefeti ise dilsiz kılmayı başardı. Bunun karşısında ise muhalefet hiçbir önemli gündemi olağanüstü kılmayı başaramadı. Tam aksine tek görevi her şeyi olağanlaştırmak olan bir siyasi kamp ile karşı karşıyayız. Bu durum “zaten kendilerini bitiriyorlar, bir şey yapmaya da gerek yok” sinizmiyle açıklanmaya çalışılsa da, bu açıklamanın örttüğü gerçek, olmakta olanı değiştirme gibi bir amacın bulunmaması. AKP’nin kurduğu neoliberal talan modeli, burjuva siyasetini rahatsız etmezken, dile getirilen tek sorun bu modelin yanlış yönetildiği oluyor. Yani, AKP’den sonrası için bizi ütopyalar beklemiyor.
Türkiye’ye gerçek bir muhalefet gerekiyor. Bu muhalefet ancak, sistemin kendisini sorun haline getiren, kültür kamplaşmasını sınıf mücadelesiyle etkisiz kılan, bireysel kurtuluşu değil toplumsal kurtuluşu idealleştiren bir sosyalist muhalefet olabilir. Bunu var etmeyi başarmak için sadece örgütlenmek değil, AKP karşıtlığı torbasında iyice bulanıklaşan ideolojik hatları keskinleştirmek, liberalizm ve burjuva düşüncesiyle ideolojik mücadeleyi güçlendirmek elzem.