Muhalif kamuoyu Erdoğan rejiminin giderek zayıfladığı ve ilk seçimlerde “gidici” olduğunu düşünedursun, son bir haftada yaşananlar 2023’e giden yolun bir hayli sarsıntılı ve tahrip edici olacağını bir kez daha gösterdi.
Geçtiğimiz hafta HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesi, HDP’ye kapatma davası açılması ve 700’yakın HDP’liye siyaset yasağının talep edilmesinin ardından uzun süredir İslamcı-faşist cenahın saldırıları altında bulunan İstanbul Sözleşmesi, yine bir Cuma gecesi, yine bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle feshedildi. Ayrıca, her biri majör düzeyde bulunan bu gelişmelerin ve saldırıların yanı sıra Merkez Bankası Başkanının -yine- görevden alınması ve Gezi Parkı’nın mülkiyetinin Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı’na geçirilmesi gibi ek maddeleri de saymak gerekir.
Kimsenin herhangi bir beklentisi olmasa dahi, daha yeni insan hakları eylem planı açıklanmışken, bir iktisadi ve siyasal istikrar yoluna girileceğine dair uluslararası zeminde yaratılmak istenen intibaın en azından bir müddet sürdürülmesinin rejim açısından rasyonel olacağı düşünülebilirdi.
Ama hayır.
12. Cumhurbaşkanı ve dayandığı İslamcı-faşist koalisyon attığı adımlar arasında bir tutarlılık gözetmek zorunda hissetmiyor kendini. Bir kör dövüşüne tutulmuş vaziyette, maddi yahut sembolik eşgüdümsüz hamleleri toplumun üzerine boca ediyor. Tabanındaki erimeyi engelleyemeyeceğini bildiğinden en süfli ve radikal kesimlerin sadakatini muhafaza etmek adına hep daha fazla düşman yaratıyor, daha fazla cephe açıyor ve daha fazla saldırıyor. Uluslararası güç ilişkilerindeki gelişmeler dış politikada Erdoğan’ın cengâver lafazanlığına daha fazla müsaade etmediğinden iç siyasette kimi arındırıcı şoklara ihtiyaç hasıl olmuştu. Böylece geçtiğimiz haftanın hamleleriyle Saray hem erimeye ket vuracak bir ideolojik-siyasal tahkimata yöneliyor hem de muarızları nezdinde, art arda şoklarla, “yapabiliyorum öyleyse yapıyorum” mantığına dayanarak güç gösterisinde bulunuyor.
Şüphesiz Sayın Gergerlioğlu’na reva görülen muamele, sabahın köründe yaka paça meclisten “kaldırılması” doksanlı yılların polis devletini aratmayacak bir güç gösterisiyse, HDP’nin kapatılmasının ve muhtemel siyaset yasaklarının, elbette ki “Seni Başkan Yaptırmayacağız”dan bu yana süregelmiş bir kişisel intikam boyutu vardır ama esasen oy aritmetiğini ve kurumsal muhalefetin bileşimini kökten değiştiren bir siyasal akımı siyaset sahnesinden silmeyi hedeflemektedir. HDP’nin ana gövdesini oluşturan Kürt Siyasal Hareketi için bu elbette ilk değil ve partinin kapanmasıyla ne Kürt halkı buharlaşacak ne de HDP’nin üyelerinden, sempatizanlarından, dostlarından oluşan toplumsal kesimler.
İstanbul Sözleşmesinin Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle feshedilip edilemeyeceğine dair hukuki itirazlar yapılsa da buradaki amacın, Erdoğan rejimine karşı en etkin muhalefeti oluşturan, kitlesel biçimde varlığını sokakta gösterme gücüne sahip olan kadın hareketine, İstanbul Sözleşmesi’nde cisimleşmiş olan kazanımlarına yönelik bir taarruzda bulunmak olduğu ortada. Cinsiyet eşitliğinin gündeminde yer almadığını farklı ağızlardan defalarca dile getiren iktidar, kadın hareketi ve feminist mücadele güç kazandıkça, kadınların onyıllardır zorlukla kazandıkları haklara ve doğrudan kadınlara yönelik açık ve örgütlü saldırılarını daha da yoğunlaştırdı. Nafaka hakkına saldırılardan çocuk istismarı affına karşı mücadeleye her alanda olduğu gibi kazanılmış haklarından vazgeçmeyen kadınlar, sistematik şiddet devam etse de kutsal aileye zeval gelmesin zihniyetini tanımadıklarını, İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkacaklarını Türkiye’nin dört bir yanında bir kez daha dile getiriyorlar.
AKP-MHP iktidar koalisyonu, zaten bünyesinde ziyadesiyle barındırdığı emek, kadın, Kürt ve demokrasi düşmanı reflekslerinden başka bir aracı siyaset sahnesine süremeyecek bir sıkışmışlık içerisindedir. Ancak bu sıkışmışlık, bir güç acizliği olarak okunmamalıdır. Siyasi olarak güçsüz, ancak yetki ve imkân bakımından güçlü iktidarların emekçi ve ezilenlere uyguladığı zulüm örnekleri tarihte kolaylıkla bulunabilir. Bu nedenle bu sıkışmışlığı “gidiyorlar, bunlar son oyunları” diyerek sadece izlemek, burjuva muhalefetinin herkese önerdiği ve başarı şansı oldukça düşük, sinik bir tavırdır.
Yapılması gereken, siyasi olarak en ilkel araçlara muhtaç kalmış iktidarın karşısına bütün bir toplumsal muhalefet olarak, emekçilerin ve ezilenlerin birleşik cephesiyle dikilmektir. Onlarca sektörde ortaya çıkan örgütlenme girişimleri ve işçi direnişleri, kadınların özellikle son on yıldır büyük bir başarıyla yürüttükleri mücadeleleriyle, Kürt halkının siyasi olarak imha edilme tehdidine karşı Newroz ateşini büyütmeleriyle, Boğaziçi öğrencilerinin ülkeyi saran kayyum karşıtı eylemleriyle, Gezi’ye el uzatılmasına karşı ayağa kalkan insanların öfkeleriyle buluşmalıdır. İktidarın topyekun saldırısına karşı direniş de topyekun olmalı, AKP sonrası döneme rengini verecek bir siyasetin taşları şimdiden döşenmeli, burjuva muhalefetin sınırlarını çizdiği “muhalif” kimliğine ve pratiğine teslim olunmamalıdır. Bu nedenle ekolojist, feminist, enternasyonalist, çoğulcu ve birleşik bir sosyalist alternatifin inşası hala önümüzde duran vazgeçilmez görevlerden biri.
Sosyalist Demokrasi için Yeniyol