Beyaz Saray’ın önü de dahil olmak üzere Minneapolis ve diğer şehirlerdeki ayaklanma ve gösteriler, silahsız bir Siyah olan George Floyd’un Beyaz Minneapolis polis memurları tarafından 25 Mayıs’ta öldürülmesi ve olayın videoya kaydedilmesi ve ardından yerel ve federal savcıların bu polisleri tutuklamakta tereddüt etmesi, ve son zamanlarda rapor edilmiş yaygın ırkçı şiddet vakalarının hemen akabinde ortaya çıktı.
30 Mayıs itibariyle , genç, maskeli ve sokaklarda ilerlerken sosyal mesafeyi korumaya çalışan, pek çok kültürel kimlikten protestocuların katıldığı gösteriler birçok şehre yayıldı. Gösterilerin bazıları yerel veya ulusal kuruluşlar tarafından, diğerleri ise farklı yerlerde öldürme ve protesto görüntüleri üzerine harekete geçti. Floyd’un cinayeti, en azından 2014 yılında Missouri, Ferguson’da Michael Brown’un öldürülmesine , hatta daha da önce 1991’de Los Angeles polisi tarafından Rodney King’in dövülmesine – ki ilk kez görüntü altına alınmıştır- kadar uzanan bir dizi Siyah’ın polis tarafından öldürülmesinin sonuncusudur.
Covid-19 salgınının son haftalarda ve son aylarda hastalık ve ölüm oranlarının korkunç istatistik tablosu ortaya çıktıkça, Beyazlar dışındakilerin sağlık krizinin ana kurbanları olduğu açıkça görülmüştür. George Floyd cinayeti, pandemi sırasında polis vahşetinin karantina tanımadığını göstermektedir.
Siyahken Koşmak veya Siyahken Kuş Gözlemek
Şubat ayında, Ahmaud Arbery adlı genç bir Siyah, Georgia’nın Brunswick yakınlarındaki evinin yakınında koşarken, biri eski polis, üç beyaz zorba tarafından etrafı sarılarak “sivil tutuklama” yapılmaya kalkılmıştı. Bir tanesi av tüfeği ile 3 kez ateş ederken, diğeri üzerine doğru tabanca tutuyordu. Olay, üçüncü bir beyaz sivil katılımcı tarafından videoya alınmasa, Georgia Soruşturma Bürosu önce ikisini sonra da üçüncü zorbayı tutuklamak için devreye girmeyecekti. Zorbaların haftalarca cezasız kalmasına izin veren yerel “güvenilir çocuk (good old boy)” ağı, 1964 Özgürlük Yazı’nda insan hakları aktivistleri Cheney, Goodman ve Schwerner’in Mississippi’deki yerli zorba ve polis memurları tarafından öldürülmesi olayını hatırlatıyor.
George Floyd’un öldürülmesinden sadece birkaç gün önce, New York Central parkta çekilmiş başka bir videoda görülen; Beyaz bir kadının, Sıyah bir kuş gözlemcisinin kendisinden köpeğini park kurallarına uygun bir biçimde gezdirmesini rica etmesine verdiği tepki, polisi aramakla tehdit ederek, onlara hayatının Afrika kökenli bir Amerikalı tarafından tehdit altında olduğu şeklindeydi. Kadın ve onun sözde Siyah kurbanı, ortak bir soyadının rastlantısından daha fazlasını paylaştı: her ikisi de, söz konusu suçlamada polisin, savcıların ve ana akım basın tarafından kimlerin sözünün geçtiğini anladı. Ürpertici bir ironide, bu olay, 1989’da beyaz bir kadın yatırım bankacısına tecavüz edip dövmekle suçlanan beş siyah erkeğin, “Central Park Beşlisi”nin yanlışlıkla suçlandığı, mahkum edildiği ve hapse atıldığı aynı parkta gerçekleşti.
ABD toplumundaki bu çirkin ırk ve cinsiyet gerçeğinin imtiyazlı bir beyaz insan tarafından bu şekilde sömürülmesi, tek başına sadece Minneapolis’te patlayan öfkenin hanesine yazılabilir. Benzer zamanlarda, Siyah bir sağlık çalışanı olan Breonna Taylor, Louisville, Kentucky’deki yatağında yanlış bir emir uygulayan polisler tarafından vurularak öldürüldü. Arbery ve Floyd cinayetleri ve son Central Park olayı, video kayıtları yapılmamış olsaydı, halkın dikkatini çekmeyecekti.
George Floyd’un kaydedilen “Nefes alamıyorum” yakarışı, 2014’te New York şehir polisi tarafından öldürülen Eric Garner’ın cinayetini acı bir biçimde hatırlatıyor. Yerel polis işbirliğiyle gerçekleşen linçler, Beyazların varoluşları için akla gelebilecek en hafif suçlar için bile Siyahlara karşı polisi arama ayrıcalıklarının hazırda bulunması ve silahsız Siyahlara karşı işlenen polis cinayetleri, ABD’de Siyahların gördüğü muamelenin sadece bazılarına örnektir.
Bunu teşvik eden siyasi iklim, bizleri yöneten taraflardan birinin ülkedeki en ırkçı ve gerici güçlerle açıkça flört ederek zımni suç ortaklığı yapan bir başkan tarafından ve diğerinin içi boş ve etkisiz muhalefeti ateşlenmektedir.
Bundan sonrası Ateş
Afro-Amerikanlara yönelik şiddet olayları, birkaç yılda bir, şehirlerin yakılması ve mağazaların yağmalanmasının eşlik ettiği, keder ve öfke patlaması noktasına ulaşmaktadır. 1965 Watts, 1967 Detroit isyanları ve 1968 yılında Martin Luther King Jr.’ın suikaste uğramasının ardından birçok şehirde gerçekleşen isyanlar ile 1991 yılında, Rodney King’i döven polislerin beraat ettirilmesinin ardından Los Angeles’ta yaşananlar buna örnek gösterilebilir.
Minneapolis polis merkezinin ateş verilmesi ve burayı çevreleyen sokakların geçici olarak eylemcilere terk edilmesi büyük bir sembolik önem taşımaktadır. Siyah topluluğunun mahallelerinde yer alan polis merkezleri, polisin bir kamusal güvenlik kaynağı olmaktan çok bir işgal gücü olduğunu sürekli hatırlatmaktadır. Eylemciler, maruz kaldıkları zulmün fiziksel bir sembolü olan Minneapolis polis istasyonunu yakan alevlerin gölgesinde dans ettiler. Birkaç saat boyunca sokaklar, orada yaşayan insanlara ait oldu.
Bundan sonra, isyanların yol açtığı maliyetin, nasıl sadece siyah topluluğuna zarar vereceğini anlatan liberal ve muhafazakâr sözcülerden oluşan alışıldık baş ve parmak sallama korolarını görmeyi bekleyebiliriz. Bu da bir örtbas etme yöntemidir. Şehirlerde ortaya çıkan isyanlar, siyahların ve diğer beyaz olmayan toplulukların, ırkçı şehirlerde yüz yüze kaldığı korkunç yaşam koşullarının nedeni değil sonucudur. On yıllardır, şehir merkezlerindeki beyaz yerleşimler, özel sermaye aktarımları ve kamusal fonlarla gelişirken ve beyazlar iyi finanse edilmiş eğitim ve güvenlik imkânlarının tadını çıkartırken; gettolara kredi verilmemesi, bu bölgelerden sermaye kaçışı, konut ayrımcılığı ve ırkçı kapitalizmin diğer uygulamaları, birçok siyah mahallesini işsizlik, umutsuzluk, şiddet ve resmi ihlalin merkezlerini haline getirmiştir.
Minneapolis 3 no’lu polis merkezinin közleri hala için için yanarken, nefes alamayan toplumun içindeki öfke de aynı şekilde yanmaya devam etmektedir. Bu isyanlar, sosyal ve ırklar arası adalet oksijeni için bir feryattır. Nasıl ki, Afro-Amerikanlara yönelik sömürü, baskı ve ayrımcı şiddet son dört yüz yıllık tarihe geniş ve derin bir şekilde uzanıyorsa, bunun çözümleri de bu kadar kapsamlıdır. Bu çözümlerin başlangıcı, polisin uyguladığı şiddetten devletin sorumlu tutulmasıyla ve politikacılar tarafından yüreklendirilen bu kendi kurallarını koyan kişilerin yargılanmasıyla olacaktır. Bununla beraber, siyahlar üzerindeki baskının kapsamlı sorunlarının üstesinden gelmek, ırkçı adalet ve hapishane sisteminin dağıtılması ve ilerici çevrelerde tartışılan kölelik suçları için çeşitli tazminat biçimlerini de içerebilecek, zenginliğin yeniden dağıtılması gibi derin yapısal dönüşümleri gerektirecektir.
1963 yılında siyah romancı James Baldwin, ırkçı zulme yönelik düşüncelerini yansıtan kitabına Bundan Sonrası Ateş ismini vermişti. O ateş geldi ve ancak ABD toplumunun yenilenmesi, kendi yarattığı bu eylemlerin alevlerini yatıştırabilir.
Solidarity (ABD)