Masis Kürkçügil’in 2006’da kaleme almış olduğu ve altmışlı yılların başından 12 Mart’a kadar, kendisinin de fiilen içinde bulunduğu sosyalist hareketin gelişimini programatik zemin, siyasal saflaşmalar ve işçi hareketiyle ilintisi bağlamında ele aldığı bu kapsamlı değerlendirmeyi 10 bölüm halinde İmdat Freni okurlarının ilgisine sunduk. Burada yayınladığımız 10’uncu ve son bölümle bu yazı dizisine son vermiş oluyoruz. İyi okumalar…
Türkiye sosyalist hareketi altmışlı yıllara girdiğinde ardında bir kalkış noktası olarak anlamlı bir birikim bulunmamaktaydı. Hemen hemen ciddiye alınabilir bir sınıf hareketi olmadığı gibi şu veya bu şekilde sınıf hareketinin sorunlarıyla donanmış bir kadro yoktu. Teorik birikim geleneksel solun oldukça elementer bilgilerinden ibaretti. Altmışlı yıllarla birlikte çıkılan yolda hemen hemen bütün kadrolar el yordamıyla ve büyük miktarda geçmiş Stalinist çarpıtmaların ürünü olan bir ideolojiyle hareket ediyordu. Bu ideoloji bağımsız bir sınıf politikası oluşturabilecek çapta olmadığı gibi böylesi bir yönelişten ziyade bir yanıyla parlamentarist bir yanıyla proletaryanın dışındaki “ilerici güçlerin” tarihsel misyonuna bel bağlamıştı.
Altmışlı yıllarda yayınlanan sol kitapların bir dökümü temel bir eğitimin ne kadar zor olduğunu göstermektedir. Dünya sosyalist hareketinin tarihsel birikiminden olduğu gibi güncel gelişmelerinden de uzak olan sosyalist hareket esas olarak sokağın şekillenmeye başlamasıyla hızla bir arayış girmiş ve bu arayış içe patlamalarla mevcut yapıları daraltmış ve sonunda kitle kanallarını tıkamıştır. Bu içe doğru patlamalar alelacele edinilen bir suçlama söylemiyle, bir Marksist jargonla sürdürülmüş ve her seferinde yeniden bir parçalamaya uğramıştır.
Hemen hemen hiçbir kesim kendi iddialarını irdeleyebilecek kadar zamana sahip olmamış veya kendi bağımsız deneyimlerini gerçekleştirememiştir. Kuruluş dönemindeki arızalar neredeyse dönem boyunca devam etmiş, bir sosyalist hareketin oluşumu için gereken deneyimli öncü bir işçi kesimin, organik bir aydın kesimin belli bir siyasal program çevresinde buluşmasının şartları oluşmamıştır. İşçi kesiminde ortaya çıkması olası gelişmelerin genel olarak sol tarafından fazla nazarı dikkate alınmadığı, genç devrimcilerin kimi zaman ancak ziyaretçi oldukları işçi sınıfının siyasal dünyalarında yer almadığı göz önüne alınmalıdır. TİP için işçi sınıfı sendika üyesi ve seçmen olmanın ötesinde siyasal bir özne olarak fazla bir şey ifade etmemiştir. Aybar’a yakıştırılan işçicilikte de temel noksanlık bağımsız bir işçi hareketinin önünü açacak herhangi bir perspektifin bulunmayışıdır.
12 Mart bir yenilgidir ve kimilerinin iddia ettiği gibi de siyasal olmayan örgütsel bir yenilgi olması da mümkün değildir, çünkü bu lafazanlıkta göz ardı edilen husus örgüt denen şeyin siyasetin ta kendisi olduğunun es geçilmesidir. 12 Mart sonrası önemli sol hareketlerin belirtik bir biçimde olmasa da sürdürücüsü olduklarını iddia ettikleri 12 Mart öncesi hareketlerin “izleyicisi” olmamaları kendilerine bu yenilgiden küçümsenmeyecek ancak kısmi, yani kimi tekrarlardan sakınma babında dersler çıkardıklarını göstermektedir.
Yine de gelecek kuşaklar için bu dönemde verilen mücadelelerin aksaklıkları önemli dersler taşımaktadır. Hareketin iç ve dış çoğulculuğunun zedelenmesi zincirleme kazaları getirmiş, hareketin inşasının giderek aygıt inşasına, kendini inşaya yöneldiği her evrede sektarizm öne çıkmış ve bir dizi çocukluk hastalığı boy vermiştir.
Sosyalist hareketin çok büyük derslerinin zaferlerin değil yenilgilerin ürünü olduğunu unutmamak gerekir. Altmışların ve bir sonraki dönemin, yani yetmişlerin sosyalist hareketin en fazla deneyimi biriktirdiği dönem olmasına rağmen, aradan geçen çeyrek yüzyıldan sonra bu dönemlerin yeni kuşaklar, gençler, emekçiler, kadınlar için ifade ettiği anlam giderek azalmaktadır. Yeni sorunlarla yüzleşen genç kuşak kendi mücadelesi içinde yaşanmış olanların derslerine ihtiyaç duyduğu oranda geçmiş, tarihselleşecektir, yani geleceğe taşınacaktır.