İmdat Freni

Lev Troçki, Ekim Devrimi’nin Peygamberi – Michael Löwy

Lev Troçki’nin katledilişinin 85. yılında Michael Löwy’nin 2020 yılında yazdığı ve Türkçeye çevrilmemiş bir metnini okurlarımızın dikkatine sunuyoruz. Löwy burada özellikle Rus devrimcinin Ekim ihtilali ile olan bağını irdeliyor. Troçki’nin analiz kabiliyetini ve Rusya’da gerçekleşecek bir devrimin sınıfsal dinamikleri ve siyasal stratejisine ilişkin öngörü yeteneğini ele alıyor. Başlıktaki “Peygamber” ifadesi buradan geliyor.

Bu ifadeyi Troçki için ilk kullanan Polonyalı Marksist Isaac Deutscher olmuştur. Türkçeye “Silahlı Sosyalist”, “Silahsız Sosyalist” ve “Kovulan Sosyalist” başlıklarıyla çevrilmiş olan ünlü biyografisinde Deutscher esasında “sosyalist” yerine “peygamber” ifadesini kullanır: “Silahlı Peygamber”…  

Fakat buradaki bir diğer ilham kaynağı da, Löwy’nin dostu ve yoldaşı Daniel Bensaïd. Bensaïd, Kahin ile Peygamber figürleri arasındaki farkı vurgular. Peygamberin vaazı, öngörüsü eyleme geçmeye yöneliktir. Gerekli müdahaleler yapılmadığı takdirde meydana gelecek felaketi tarif eder, koşulludur. Kâhinin kehanetleri ise kaçınılmaz bir geleceği ilan ederek kaderciliğe ve pasifliğe iter. Dolayısıyla Troçki için kullanılan bu peygamber ifadesi öngörü kapasitesinin de ötesinde, Sürekli Devrim’in yazarının öngörülerini örgütlemeye dönük iradesine de bir selamdır.

Ayrıca Michael Löwy’nin bu yazıda Troçki’nin (ve diğer Bolşeviklerin) iktidarda olduğu dönemdeki ikameci ve otoriter uygulamalarını eleştirmesi, genellikle Devrimci Marksist yazında -elbette Ernest Mandel gibi kim parlak istisnalarla- pek yer bulmayan bir yaklaşımdır. Yine Lenin’in örgütlenme anlayışına yönelik erken dönemde dile getirdiği eleştiriler nedeniyle Troçkist hareket tarafından unutulmak istenmiş Siyasal Görevlerimiz (1904) broşüründeki anti-otoriter, çoğulcu ve özyönetimci çizginin önemini vurgular. Böylece sıra-dışı, hatta tabiri caizse Luxemburg’cu bir esinle kaleme alınmış bir Troçki analizi sunuyor Michael Löwy bizlere.

İmdat Freni

Lev Troçki, Ekim 1917 olaylarının gidişatını daha 1905’te  – “sürekli devrim” teorisiyle – ana hatlarıyla öngörmüş olan az sayıdaki, hatta belki de tek Rus Marksistti. Ancak Troçki yalnızca öngörmekle yetinmedi: “silahlı peygamber” olarak, kendi öngörülerinin hayata geçmesine etkin biçimde katkıda bulundu.

Fakat bu, genç Troçki’nin tek “kehaneti” değildi. 1904’te kaleme aldığı Siyasal Görevlerimiz adlı broşürde, Bolşeviklerin Jakobenizmini ve ikameciliğe olan eğilimlerini – Rosa Luxemburg’a benzer biçimde – eleştiriyordu. 1917’de Bolşevik Partisi’ne katıldıktan sonra, Troçki de bu “ikameci” mantıktan kurtulamayacak, özellikle 1920-22 yıllarında bu çizgiye yaklaşacaktı. Ancak 1923’ten itibaren Stalinist bürokrasiye karşı başlıca eleştirmen konumuna gelecekti.

Sürekli Devrim Teorisi 

Troçki’nin sürekli devrim teorisi 1905-1906’da Rusya’daki devrimci fırtına içinde doğmuştur. Başlangıçta yalnızca Rusya sorununa bağlı olup evrensel bir anlam taşıma iddiasında değildi. Troçki’nin bu devrimin doğası hakkındaki tezleri, İkinci Enternasyonal’de Rusya’nın geleceği konusunda hâkim olan fikirlerle köklü bir kopuş anlamına geliyordu.

Marx ve Engels, Komünist Manifesto’nun 1882 tarihli Rusça baskısına yazdıkları önsözde şu olasılıktan söz etmişlerdi: “Eğer Rus devrimi, Batı’da bir proleter devrime işaret eder ve her ikisi birbirini tamamlarsa, Rusya’daki mevcut ortak mülkiyet komünist bir gelişimin başlangıç noktası olabilir.” [1] Ancak onların ölümünden sonra bu düşünce, Rus popülizmine yakınlık şüphesi uyandırdığı için terk edildi.

 Kısa sürede, hem Rusya’daki hem de Avrupa’daki “Ortodoks” Marksistler arasında şu dogma yerleşti: Gelecekteki Rus devrimi zorunlu olarak burjuva-demokratik bir karakter taşıyacaktı. Yani çarlığın kaldırılması, demokratik bir cumhuriyetin kurulması, feodal kalıntıların tasfiyesi ve köylülere toprak dağıtımı… Rus sosyal demokrasisinin bütün fraksiyonları bu varsayımı başlangıç noktası olarak kabul ediyordu. Aralarındaki tartışma yalnızca burjuva devriminde proletaryanın rolü ve sınıf ittifaklarına dair farklı yorumlar üzerineydi: Demokratik devrimin öncülüğü liberal burjuvaziye mi verilmeliydi (Menşevikler), yoksa köylülüğe mi (Bolşevikler)?

Troçki, uzun yıllar boyunca bu kutsal dogmayı sorgulayan ilk ve tek Marksist oldu. 1917’den önce, yalnızca Rus devriminde işçi hareketinin hegemonik rolünü değil (bu düşünce Parvus, Rosa Luxemburg ve bazı metinlerinde Lenin tarafından da paylaşılmıştı), demokratik devrimin sosyalist devrime dönüşme olasılığını da düşünen yegâne kişiydi.

Troçki, 1905 yılı boyunca, devrimci basın için yazdığı çeşitli makalelerde yeni doktrinini ilk kez dile getirdi. Daha sonra hapishanede, 1906’da yazdığı ünlü deneme Sonuçlar ve Olasılıklar’da bu görüşlerini sistematik hale getirdi. Kesinlikle Parvus’tan etkilenmişti, ancak Parvus hiçbir zaman işçi hükümetinin katı bir şekilde demokratik (burjuva) bir program uygulaması gerektiği fikrini aşamadı: tarihin lokomotifini değiştirmek istiyordu ama raylarını değil…[2]

“Sürekli devrim” teriminin Troçki’ye, Kasım 1905’te Neue Zeit’ta yayımlanan Franz Mehring’in bir makalesinden esinlenmiş olması muhtemeldir; ancak Alman sosyalist yazarın bu kavrama yüklediği anlam, Rus devrimcisinin yazılarında kazanacağı anlamdan çok daha az radikal ve daha belirsizdi. Troçki, daha 1905’te, Rusya’da “sosyalist görevleri” – yani büyük kapitalistlerin mülksüzleştirilmesini – yerine getirecek bir devrim olasılığını dile getirmeye cüret eden tek kişiydi; bu varsayım diğer Rus Marksistler tarafından oybirliğiyle ütopik ve maceracı olarak reddedilmişti.

Troçki’nin siyasi cesaretinin ve sürekli devrim teorisinin kökenlerine yakından bakıldığında, onun tutumlarının, İkinci Enternasyonal’de egemen olan ortodoksiden çok farklı bir Marksizm ve diyalektik yöntem yorumuna dayandığı görülür. Bu durum, en azından kısmen, genç Troçki’nin incelediği ilk Marksist filozof olan Antonio Labriola’nın etkisiyle açıklanabilir. Hegelci-Marksist esinli bu yaklaşım, o dönemde etkili olan pozitivizm ve kaba materyalizmin tam karşısında yer alıyordu. İşte genç Troçki’nin yazılarında ve Rus devrimi teorisinde işleyen Marksist yöntemin bazı ayırt edici özellikleri:

1. Karşıtların birliğinin diyalektik bir kavranışından yana olan Troçki, Bolşeviklerin proletaryanın sosyalist iktidarı ile “işçilerin ve köylülerin demokratik diktatörlüğü” arasında yaptıkları katı ayrımı “salt biçimsel, mantıksal bir işlem” olmakla eleştirir. Aynı şekilde, Menşevik Çerevanin’e karşı yürüttüğü bir polemikte, onun siyasal yaklaşımının analitik – yani soyut, biçimsel, diyalektik-öncesi – karakterini şu şaşırtıcı ifadeyle kınar: “Çerevanin, taktiğini tıpkı Spinoza’nın etiğini kurduğu gibi inşa ediyor: geometrik yöntemle.”[3]

2. Troçki, Plehanov Marksizminin temel özelliklerinden biri olan ekonomizmi açıkça reddeder. Bu kopuş, Sonuçlar ve Olasılıklar’daki şu bilinen pasajın da gösterdiği gibi, sürekli devrim teorisinin temel yöntemsel öncüllerinden biridir: “Proletarya diktatörlüğünün, bir ülkenin gelişimine ve teknik kaynaklarına bir biçimde kendiliğinden bağlı olduğunu düşünmek, ‘ekonomik’ materyalizmin saçmalık derecesine indirgenmiş basitleştirilmiş bir yorumundan yanlış bir sonuç çıkarmaktır. Bu bakış açısının Marksizmle hiçbir ilgisi yoktur.”[4]

3. Troçki’nin tarihe bakışı kaderci değil, açık bir tarih anlayışıdır: Marksizmin görevi, diye yazar, “devrimin iç mekanizmasını çözümleyerek, onun [devrimin] kendi gelişimi içinde sunduğu olanakları keşfetmektir.”[5] Sürekli devrim, önceden belirlenmiş bir sonuç değil; gerçekleşmesi sayısız öznel etkene ve öngörülemez olaya bağlı, nesnel, meşru ve gerçekçi bir olasılıktır.

4. Çoğu Rus Marksisti, Narodniklerle yürüttükleri polemik nedeniyle, Rus toplumsal oluşumuna herhangi bir özgünlük atfetme eğiliminden uzak durur ve Batı Avrupa’nın sosyo-ekonomik gelişimi ile Rusya’nın geleceği arasındaki kaçınılmaz benzerliği vurgular. Troçki ise yeni ve diyalektik bir tutum geliştirir. Hem Narodniklerin Slavcı-özgülcülüğünü hem de Menşeviklerin soyut evrenselciliğini eleştirerek, hem Rusya’daki oluşumun özgünlüklerini hem de kapitalist gelişmenin genel eğilimlerinin ülke üzerindeki etkisini aynı anda hesaba katan somut bir çözümleme geliştirir.

Bu yöntemsel yeniliklerin tümünün birleşimi, Sonuçlar ve Olasılıklar’ı benzersiz bir metin hâline getirir. Troçki, Rusya’daki eşitsiz ve bileşik gelişim sürecini – zayıf, yarı yabancı bir burjuvazinin ve modern, olağanüstü yoğunlaşmış bir proletaryanın ortaya çıkmasıyla sonuçlanan bir süreci – inceleyerek, yalnızca köylülüğün desteğini alan işçi hareketinin Rusya’da demokratik devrimi gerçekleştirebileceği; otokrasiyi ve toprak sahiplerinin iktidarını yıkabileceği sonucuna varır. Aslında Rusya’da bir işçi hükümeti perspektifi başka Rus Marksistleri – özellikle Parvus – tarafından da paylaşılmıştı. Sürekli devrim teorisinin kökten yeniliği, gelecekteki Rus devriminin sınıfsal doğasının tanımından çok, tarihsel görevlerine ilişkin anlayışında yatıyordu.

Troçki’nin belirleyici katkısı, Rus devriminin derin bir demokratik dönüşümün sınırlarını aşabileceği ve açıkça sosyalist içerikli anti-kapitalist önlemler almaya başlayabileceği fikridir. Bu “putkırıcı” varsayımı meşrulaştırmak için öne sürdüğü başlıca argüman, basitçe şuydu: “Proletaryanın siyasal egemenliği, onun ekonomik köleliği ile bağdaşmaz.” Proletarya, iktidara geldiğinde ve zor aygıtını kontrol ettiğinde neden kapitalist sömürüyü tolere etmeye devam etsin ki? İlk aşamada asgari bir programla yetinmek istese bile, konumunun mantığı gereği kolektivist önlemler almaya yönelecekti. Bununla birlikte, Troçki, devrimin Batı Avrupa’ya yayılmaması durumunda Rus proletaryasının iktidarda uzun süre tutunmasının zor olacağına da emindi.

Troçki’nin Sonuçlar ve Olasılıklar’da ileri sürdüğü fikirleri yorumlayan Isaac Deutscher, Kızıl Ordu’nun kurucusunun biyografisinde yer alan en güzel pasajlardan birinde şöyle yazıyordu:

“Mesajı ister dehşet ister umut uyandırsın; yazarını ister yeni ve benzersiz bir çağın büyüklüğü ve başarılarıyla esinlenmiş kahramanı, ister felaket ve uğursuzluğun peygamberi olarak görelim, vizyonunun genişliği ve cesareti karşısında etkilenmemek mümkün değildir. Geleceği, yüksek bir dağın zirvesinden, ufukta ana hatları seçilen uçsuz bucaksız, bilinmeyen bir bölgeyi keşfeder gibi kucaklıyordu. […] Büyük bir yolun uzandığı yönü yanlış saptadı; birkaç farklı dönemeç ona tek bir nokta gibi göründü; ve günün birinde ölümcül bir şekilde yuvarlanacağı tehlikeli, sarp bir uçurumu fark edemedi. Ama bunun karşılığı, gözleri önünde açılan panoramanın benzersiz genişliğiydi. Troçki’nin kale hücresinde tasarladığı resimle karşılaştırıldığında, çağdaşlarının – en seçkin ve en basiretli olanlarının bile, Lenin ve Plehanov dahil – siyasi öngörüleri çekingen ve bulanık kalıyordu.”[6]

Gerçekten de 1917 olayları, Troçki’nin on iki yıl önceki temel öngörülerini dramatik bir şekilde doğruladı. Burjuva partilerinin ve onların işçi hareketinin ılımlı kanadındaki müttefiklerinin, köylülüğün devrimci taleplerine ve halkın barış isteğine yanıt verememesi, Şubat’tan Ekim’e uzanan süreçte devrimci hareketin radikalleşmesi için koşulları yarattı.

“Demokratik görevler” olarak adlandırılan şeyler, köylüler açısından yalnızca Sovyetlerin zaferinden sonra gerçekleştirilebildi.[7] Ancak iktidara geldiklerinde, Ekim devrimcileri yalnızca demokratik reformlarla yetinemediler; sınıf mücadelesinin dinamikleri onları açıkça sosyalist önlemler almaya zorladı. Gerçekten de, mülk sahiplerinin ekonomik boykotu ve üretimin genel bir felci tehdidiyle karşı karşıya kalan Bolşevikler ve müttefikleri, planladıklarından çok daha erken bir tarihte sermayeyi mülksüzleştirmek zorunda kaldılar: Haziran 1918’de Halk Komiserleri Konseyi, sanayinin başlıca dallarının kamulaştırılmasını ilan etti.

Başka bir deyişle, 1917 devrimi, Şubat’taki (tamamlanmamış) “burjuva-demokratik” aşamasından Ekim’de başlayan “proleter-sosyalist” aşamasına kadar kesintisiz bir devrimci gelişme süreci yaşadı. Köylülüğün desteğiyle Sovyetler, demokratik önlemleri (toprak devrimi) sosyalist önlemlerle (burjuvazinin mülksüzleştirilmesi) birleştirerek, “kapitalist olmayan bir yol”u, sosyalizme geçiş dönemini açtılar.  Ancak Bolşevik Parti, bu “dünyayı sarsan” büyük sosyal hareketin liderliğini, ancak Lenin’in Nisan 1917’de başlattığı ve sürekli devrim perspektifine oldukça yakın olan radikal stratejik yeniden yönelimi sayesinde üstlenebildi. Troçki’nin, Petrograd Sovyeti’nin başkanı, Bolşevik Partisi’nin lideri ve Kızıl Ordu’nun kurucusu olarak Ekim devriminin sosyalist “dönüşümünde” belirleyici bir rol oynadığını söylemeye gerek yok.

İşçi Demokrasisini İçeriden Tehdit Eden Tehlikeler 

Geriye devrimin uluslararası ölçekte yayılması meselesi kalıyor: Olaylar, Troçki’nin koşullu öngörüsünü doğruladı mı – Avrupa’da devrim olmadan, Rusya’daki proletarya iktidarı çökmeye mahkum mudur? Hem evet hem hayır.

Rusya’daki işçi demokrasisi, Avrupa devriminin yenilgisine (1919-23) dayanamadı; ancak çöküşü, Troçki’nin 1906’da düşündüğü gibi kapitalizmin yeniden tesis edilmesiyle sonuçlanmadı. Bu, çok daha sonra, 1991’den sonra gerçekleşecektir. Bunun yerine beklenmedik bir gelişme yaşandı: işçi iktidarının yerini, bizzat işçi hareketinin içinden çıkan bürokratik bir diktatörlüğün alması.

Ne var ki Troçki, 1905-1906’da bu sonucu öngörmemiş olsa da, aynı yıllarda işçi demokrasisini içten tehdit eden tehlikeleri sezmiştir.

Menşevikler ile Bolşevikler arasındaki bölünmenin yaşandığı 1903’teki Rus sosyal demokrasisinin kongresinden kısa bir süre sonra, Troçki Siyasal Görevlerimiz (1904) adlı bir broşür yayımladı. Tıpkı aynı dönemde Rosa Luxemburg’un yaptığı gibi (Temmuz 1904’te Alman sosyalistlerinin dergisi Neue Zeit ve Rus Iskra gazetesinde yayımlanan “Rus Sosyal Demokrasisinin Örgütlenme Sorunları” adlı makalesine bakınız) Lenin ve yoldaşlarını jakoben ilhamlı “merkeziyetçi” ve otoriter yaklaşımları nedeniyle eleştirir. Lenin, Bir Adım İleri, İki Adım Geri (1904) adlı eserinde, bir devrimci sosyal demokratın, “proletaryanın örgütüne ayrılmaz bir bağ ile bağlı bir jakoben” olduğunu yazmaktan çekinmemişti[8]. Ancak genç Troçki’ye göre, jakobenlik ile Marksizm arasında bir seçim yapılmalıdır, çünkü devrimci sosyal demokrat ile jakoben “bir uçurumla birbirinden ayrılmış iki dünya, iki doktrin, iki taktik ve iki zihniyeti” temsil eder[9].

Broşürün ana teması, Lenin’in savunduğu yöntemlerin temsil ettiği “ikamecilik” tehlikesiydi: Troçki’ye göre, Lenin’in Ne Yapmalı? eserindeki görüşler, partinin işçi sınıfının yerine geçmesine yol açar ve parti içinde “parti örgütü –küçük bir komite– tüm partinin yerine geçmeye başlar; ardından merkez komite örgütün yerini alır ve sonunda bir ‘diktatör’ merkez komitenin yerini alır.”[10] Bu eleştiriler Lenin’e karşı haksız sayılabilir, ama yine de – vizyoner bir sezgiyle – SSCB’nin gelecekteki Stalinci kaderinin sadık bir yansımasını oluşturuyorlardı[11]. Bu tür bir yaklaşımı reddeden Troçki, şu iki karşıt sloganı ortaya atıyordu:
“Yaşasın proletaryanın öz-eylemliliği! Kahrolsun siyasal ikamecilik!”

Lenin’e karşı olduğundan da fazla, Troçki bazı Bolşevik komitelerinin – örneğin Ural komitelerinin – Iskra’nın bir ekinde yayımlanan bir metinde dile getirdikleri kaygı verici doktrinlere karşı çıkıyordu: “Bu belgenin yazarları, proletarya diktatörlüğünün kendilerine, proletarya üzerindeki diktatörlük şeklinde göründüğünü yüksek sesle dile getirecek cesarete sahipler: toplumun kaderini kendi bağımsız eylemiyle ellerine alan işçi sınıfı değil, proletarya üzerinde ve onun aracılığıyla toplum üzerinde hüküm süren, sosyalizme geçişi güvence altına alan ‘güçlü ve kudretli bir örgüt’tür”[12]. Proletarya üzerindeki diktatörlük: birkaç kelimeyle tartışmanın merkezi sorunu böylece ortaya konmuş oluyordu.

Bu “Ural Manifestosu”ndaki görüşler  bir “tuhaflık” değil, “partimizi tehdit eden çok daha ciddi bir tehlikenin belirtisidir” ve vardığı sonuçlar “özel olarak korkak olmayanların bile tüylerini ürpertmektedir”. Bu anlayışa karşı Troçki, devrimci iktidarın icra edilişinde çoğulcu bir demokrasinin gerekliliği üzerinde ısrar eder: “Yeni rejimin görevleri öylesine karmaşıktır ki, bunlar ancak farklı iktisadi ve siyasi inşa yöntemlerinin rekabetiyle, uzun ‘tartışmalarla’, yalnızca sosyalist dünya ile kapitalist dünya arasındaki mücadeleyle değil, aynı zamanda sosyalizm içindeki çeşitli akımlar ve eğilimler arasındaki sistematik mücadeleyle çözülebilir: proletarya diktatörlüğü önceden çözülebilir olmayan onlarca, yüzlerce yeni sorun ortaya koyar koymaz, bu akımların kaçınılmaz olarak belireceği açıktır. Ve hiçbir “güçlü ve kudretli örgüt”, süreci hızlandırmak ve basitleştirmek için bu eğilimleri ve ayrımları ezemez: çünkü toplum üzerinde diktatörlüğünü uygulayabilecek durumda olan bir proletaryanın, kendi üzerinde herhangi bir diktatörlüğe katlanmayacağı apaçık ortadadır”[13].

Çıkardığı sonuç fazlasıyla iyimser olsa da, Troçki’nin bu metninin önsezili, hatta peygamberâne karakteri, Bolşevik hareketin bazı akımları içinde işleyen, “tüyler ürpertici” otoriter ve antidemokratik eğilimleri fark etme yeteneğiyle çarpıcıdır.

Temmuz 1917’de Troçki Bolşevik Partisi’ne katılır. Bu karar, bir yandan Menşeviklerle (onlarla 1912’de “Ağustos Bloğu” olarak bilinen bir ittifak kurmuştu) 1915’teki kesin kopuşundan, diğer yandan Bolşevizmin yaşadığı derin dönüşümlerden kaynaklanır. Bolşevikler sadece kitle hareketine nüfuz etmiş bir parti haline gelmekle kalmamış, aynı zamanda Lenin’in Nisan Tezleri‘nin etkisiyle, sürekli devrim stratejisinin özünü içeren sola doğru bir dönüş yapmıştır (bazı “eski Bolşevikler” Lenin’i Nisan 1917’de “Troçkist” olmakla bile suçlayacaklardır…). Troçki’nin Bolşevizme bu katılımı kalıcı olmuştur: Bu dönemden itibaren ve 1940’ta ölümüne kadar Leninizm referansı ve devrimci önderlik olarak partinin hayati önemi konusundaki inanç, onun siyasal düşüncesinin merkezi eksenleri haline gelir.

İkameci Sapmalar ve 1923 Dönemeci

Sovyet iktidarının ilk yılları (1917-1923), demokratik özgürlüklerin giderek kısıtlanmasıyla karakterize edildi – Stalinist totaliter sistemden her ne kadar fersah fersah uzak olunsa da. Bolşeviklerle dayanışmasını sürdüren Rosa Luxemburg, buna rağmen, ünlü Rus Devrimi (1918) broşüründe yeni devrimci rejimin aldığı otoriter önlemleri eleştirmekten geri durmadı: Kurucu Meclis’in feshi, muhalif partilerin ve basının yasaklanması vb.

Lev Troçki, Lenin ve yoldaşlarıyla birlikte bu yönelimin sorumluluğunu paylaşır. Hatta 1920-1922 yılları arasında, bu yönelim aşırı merkezileşme ile karakterize edilen, emeğin askerileştirilmesi ve sendikaların devletleştirilmesi önerilerinin en açık ifadesini oluşturduğu hayli ölçüsüz bir biçime bürünür, ki bunlar Lenin ve partinin çoğunluğu tarafından reddedilmiştir. Yani Troçki, 1904’te tehlikesini bizzat teşhir ettiği kimi ikameci tezleri kendi elleriyle uygulamaya kalkışmıştır adeta.

Genel olarak, Troçki bu dönemde “jakoben” esinli otoritarizmle güçlü bir şekilde damgalanmış fikirler ve argümanlar geliştirecektir. Kautsky’nin eleştirilerine yanıt olarak kaleme aldığı Terörizm ve Komünizm (1920) ya da Sovyetlerin Gürcistan’ı işgalini meşrulaştırma girişimi olan Emperyalizm ile Devrim Arasında (1922) gibi broşürler bunun örnekleridir; dönemin siyasal tartışmalarındaki başka müdahaleleri de bu çizgiyi doğrular. Örneğin, Mart 1921’deki SBKP X. Kongresi’ndeki konuşmalarında Troçki, partinin diktatörlüğünü “kitlelerin kendiliğinden tepkilerindeki geçici dalgalanmalar ya da işçi sınıfının anlık tereddütleri hesaba katılmaksızın sürdürmesi gerektiği” tezini açıkça savunur. Ve Temmuz 1920’deki Komintern’in II. Dünya Kongresi’nde şu çarpıcı ikameci ideoloji fragmanını dile getirir:

“Bugün Polonya hükümetinden barış yapma teklifi aldık. Bu tür meselelere kim karar verir? Halk Komiserleri Konseyi var, ama o da belli bir denetime tabi olmalıdır. Kim tarafından denetlenecek? İşçi sınıfı tarafından mı, şekilsiz, kaotik bir kitle olarak? Hayır. Parti merkez komitesi toplanır, bu öneriyi tartışır ve yanıtın ne olması gerektiğine karar verir. Peki savaşı yürütmemiz, yeni birlikler örgütlememiz, onlar için en iyi unsurları bulmamız gerektiğinde kime başvururuz? Partiye. Merkez komiteye.”[14]

Esasında, Troçki, bu dönemde bile, Üçüncü Enternasyonal’deki sorunlara karşı çok daha nüanslı bir tutum sergilemiştir. “Parti” ve “kitleler” arasındaki ilişkiye dair Avrupa için savunduğu görüşler, Sovyetler Birliği için savunduğuyla çok farklı, hatta çelişkiliydi. Aynı dönemde yaptığı bir konuşmada, İtalya ile ilgili olarak, “Kitlelerin iradesini, sözde öncünün kararlılığıyla ikame etme fikri kesinlikle kabul edilemez ve Marksist değildir” diye özenle vurgular; ve Kasım 1920’de Komintern Yürütme Komitesi’nde Almanya üzerine yaptığı bir konuşmada, liderler ile hareketin tabanı arasında diyalektik bir karşılıklılık ilkesini savunur: “Kitlelerin eğitimi ve yöneticilerin seçimi, kitlelerin özerk eyleminin gelişimi ve yöneticiler üzerinde buna karşılık gelen bir denetim kurulması – bunlar birbirine bağlı ve birbirini şartlandıran süreçler ve olgulardır.”[15]

Büyük dönemeç 1923’te yaşanacaktır: Troçki, partinin ve Sovyet devletinin içinde bürokrasinin gücünün giderek artmakta olduğunu fark ettiğinde. Bu nedenle Yeni Yol’da, aygıtın “önderlik kadrolarını geriye kalan kitlenin karşısına koyma, onu [kitleyi] yalnızca bir eylem nesnesi olarak görme” eğilimini ve “ikamecilik” tehlikesini teşhir edecektir; bu tehlike, aygıtın yöntemleri, parti içindeki canlı ve etkin demokrasiyi ortadan kaldırdığında, yani “parti tarafından yürütülen önderlik, organlarının (komite, büro, sekreter vb.) idaresine yerini bıraktığında” ortaya çıkmaktadır[16]. Troçki kısa süre içinde Stalinist bürokrasinin başlıca karşıtı olacak ve sonraki yazılarında – örneğin İhanete Uğrayan Devrim’de (1936) – neredeyse kelimesi kelimesine Siyasal Görevlerimiz’deki sosyalist demokrasi ve çoğulculuk savunularını yeniden bulmak mümkün olacaktır.

Suikasta uğramasından kısa bir süre önce, Stalin biyografisini kaleme aldığı sırada, Troçki bu gençlik eserine son bir kez daha döner ve onu nüanslı bir yargıya tabi tutar: “1904’te yazdığım Siyasal Görevlerimiz adlı broşürde, Lenin’e yöneltilen eleştiriler olgunluktan ve isabetten çoğu kez yoksundu; yine de o dönemin ‘komitacı’larının düşünme tarzına dair bütünüyle doğru bir fikir veren sayfalar vardır (…). Lenin’in bir yıl sonra, kongrede [3. Kongre, Nisan 1905] kibirli komitacılara karşı yürütmek zorunda kaldığı mücadele, bu eleştiriyi bütünüyle doğrulamaktadır” [17].

Bununla birlikte, Troçki, “gelecekteki Stalinizmin Bolşevik merkezileşmesinde zaten mevcut olduğu” tezini, boş ve tarihsel temelden yoksun iddialar olarak reddeder; Stalinizmin kökleri, soyut “merkezileşme ilkesi”nde ya da devrimci profesyonellerin gizli hiyerarşisinde değil, Rusya’nın 1917’den önceki ve sonraki somut koşullarında aranmalıdır. Stalinist tasfiyeler, Troçki’ye göre, ironik bir şekilde, Bolşevizme yönelik eleştirilere en ezici yanıtı sağlar: Stalin, iktidarını kesin olarak kurabilmek için eski Bolşevik muhafızların tamamını katletmek zorunda kalmıştır[18].

Bu argüman haklıdır, ama yine de şu soruyu sormaktan kaçınamayız: 1917 öncesi Bolşevizmin kimi otoriter gelenekleri ve 1918-23 yıllarının antidemokratik pratikleri, Stalinizmin yükselişinde rol oynamadı mı? Ekim devrimcileri, belli bir noktaya kadar, farkında olmadan, sonradan kendilerini yok edecek bürokratik Golem’in doğuşuna katkıda bulunmadılar mı?

Kaynak: https://inprecor.fr/node/3415

Çeviri: İmdat Freni Çeviri Kolektifi


[1] K. Marx, F. Engels, le Manifeste du Parti communiste, Préface à l’édition russe de 1882. Türkçesi: Komünist Manifesto, 1882 tarihli Rusça baskıya önsöz, bkz. https://mehmetceviksanat.wordpress.com/wp-content/uploads/2019/05/komc3bcnist-manifesto-karl-marx.pdf

[2] Parvus ve Troçki arasındaki farklılıklar için şu esere bkz. Alain Brossat Aux origines de la révolution permanente : la pensée du jeune Trotsky, Maspéro, Paris 1974. [Sürekli Devrim’in Kökenleri: Genç Troçki’nin Düşüncesi]. Lenin, Luxemburg ve Troçki arasındaki ayrılıklar için şu eser ilgiyle okunabilir: Norman Geras, The legacy of Rosa Luxemburg, New Left Books, Londra 1976 veya Fransızca şu incelemeleri: Norman Geras ve Paul Le Blanc, Marxisme et parti 1903-1917 (Lénine, Luxemburg, Trotsky), Cahiers d’Étude et de recherche n° 14, 1990. Bu yazıların Türkçesi için bkz. https://www.devrimcimarksizm.net/sites/default/files/sinif-bilinci-14.pdf

[3] L. Trotsky, 1905, éditions du Minuit, Paris 1969, ss. 374 ve 383. Türkçesi: Lev Troçki, 1905, çev. Ufuk Demirsoy, Tarih Bilinci yay., 2000.

[4] L. Trotsky, “Bilan et perspectives”, 1905, op. cit. s. 420. Türkçesi: Sonuçlar ve Olasılıklar, Sürekli Devrim içinde, Yazın yayıncılık, çev. Ahmet Muhittin, 2007.

[5] 5. Ibid., s. 397.

[6] Isaac Deutscher, Trotsky, le prophète armé (Julliard 1962) UGE 10/18, Paris 1972, t. 1, s. 290. [Türkçesi: Silahlı Sosyalist Troçki, çev. Rasih Güran, Alfa yayınları, 2017]. Deutscher şunları da ekliyor: “Bu seksen sayfalık broşür, onun düşüncesinin tüm özünü içerir. Hayatının geri kalanında — devrimin önderi olarak, ordunun kurucusu ve komutanı olarak, yeni Enternasyonal’in öncüsü olarak ve nihayetinde izi sürülen bir sürgün olarak — 1906’daki eserinde yoğunlaştırılmış halde bulunan tezleri savunacak ve açıklayacaktır.” (s. 291)

[7] Lenin’in daha sonra yazdığı gibi:“Fakat 1917’de, daha Nisan ayında, Ekim Devrimi’nden ve iktidarı ele geçirmemizden çok önce, biz halka açıkça şunu söylüyor ve açıklıyorduk: artık devrim burada duramayacak […] eşi benzeri görülmemiş boyutlara ulaşan iflas, (istense de istenmese de) ileriye, sosyalizme doğru bir yürüyüşü zorunlu kılacaktır.” V. Lénine, Œuvres, vol. 28, Éditions sociales & Éditions en langues étrangères, Paris-Moskova 1961, s. 310. [Lenin, Tüm Eserler, cilt. 28]

[8] V. Lénine, “Un pas en avant, deux pas en arrière. (La crise dans notre parti)”, Œuvres, t. 7, Éditions Sociales-Éditions du Progrès, Moskova-Paris 1966, s. 401. Türkçesi: Lenin, Bir Adım İleri, İki Adım Geri, https://www.marxists.org/turkce/lenin/1904/biradim.pdf

[9] L. Trotsky, Nos tâches politiques, Belfond, Paris 1970, s. 187. [Siyasal Görevlerimiz, Türkçe tercümesi bulunmuyor.]

[10] Ibid. s. 132-135.

[11] Isaac Deutscher, Trotsky, op. cit. s. 138-140

[12] L. Trotsky, Nos tâches politiques, op. cit., s. 198.

[13] Ibid., s. 201-202.

[14] Isaac Deutscher, Trotsky, op. cit. s. 669 et L. Trotsky, The first five years of the Communist International, Pioneer Publishers, New York 1945, vol. 1, ss. 99-100. Türkçesi: Lev Troçki, Komünist Enternasyonal’in İlk Beş Yılı, çev. Ferit Burak Aydar, Alef yay., 2020.

[15] L. Trotsky, The first five years…, op. cit., ss. 301 ve 149.

[16] L. Trotsky, Cours Nouveau (1923) içinde Les bolchévicks contre Staline (1923-1928), IVe Internationale, Paris 1957, p. 13. Türkçesi: Lev Troçki, Yeni Yol, çev. Sanem Öztürk, Yazın yay., 2009.

[17] L. Trotsky, Staline, Grasset, Paris 1948.Türkçesi: Lev Troçki, Stalin, çev. Ülkü Öztürk, Yazın yay., 2006.

[18] Ibid.