Trump’ın seçilmesi, Filistin halkının soykırımını aktif olarak körükleyen, dünyanın başlıca emperyalist ülkesinde neofaşist bir liderliğin iktidara gelmesini ve ayrıca, uluslararası güç dengesinde daha da sağa kaymayı temsil ediyor, Orbán, Modi, Meloni, Bolsonaro ve diğerlerini güçlendiriyor.
19 Ocak 2025’te, halk oylarının çoğunluğuyla kazanılan kılpayı bir seçimden sonra göreve gelen Trump yönetimi, ABD’deki demokratik hakları tehdit eden ve dünyanın geri kalanına saldırganlık sergileyen son derece gerici bir gündem izledi. Trump, ABD işçi sınıfı ve dünyanın dört bir yanındaki ezilen topluluklar için de özellikle şiddetli bir tehdit oluşturmaktadır. Başlıca cephelerinden biri, Putin dahil uluslararası aşırı sağın büyük bir kısmıyla aynı çizgide olan LGBTIQ*’lara, özellikle de translara yönelik saldırılarıdır. Bu, ırksal azınlıklara, kadınların üreme haklarına, göçmenlere yönelik acımasız saldırılar, iklim değişikliğini inkar, demokratikhaklara düşmanlık, şiddete başvurmaya hazır olma, demokratik süreçlere ve denetim ve denge mekanizmalarına küçümseme ve mutlak iktidar arzusu ile Trump’ın genel gerici sosyal gündeminin bir parçasıdır.
Ticaret tarifelerinin genelleştirilmesi Donald Trump’ın ideolojik bir takıntısı ve bunun duyurusu, görevinin ilk günlerinden itibaren emperyal gücün bir göstergesiydi. Ancak iç ekonomik etkiler ve özellikle BRICS ülkelerinden gelen misilleme tehditleri, Washington’u geri adım atmaya zorladı ve ABD emperyalizminin hegemonyasının krizine katkıda bulundu. Örneğin, Brezilya’nın ABD’den yaptığı ithalata getirilen %50 vergi, açıkça siyasi amaçlarla Brezilya hükümetini “cezalandırarak” Bolsonaro ve diğer darbecilerin davalardan kaçmasının önünü açıyor. Çelişkili bir şekilde, bu önlem ülkede yeni ve olumlu bir siyasi dönem başlattı.
Cumhuriyetçi Parti ve ABD yargısının bir bölümünün yardım ve yataklık ettiği tam güç arayışı onu müstakbel bir otoriter ve neo-faşist haline getiriyor ve dünya çapında aşırı sağın elini güçlendiriyor. Muhalefet yasaklanmamış ve demokratik haklar tamamen ortadan kaldırılmamış olsa da -neo-faşizmin göstergeleri- bu yöndeki eğilim açıktır.
ABD uzun süredir fosil yakıtların en büyük tüketicisi oldu. Trump yönetiminde ABD, etkisiz COP uluslararası iklim değişikliği birliğinden ayrıldı, petrol şirketlerine fosil yakıt çıkarma ve kullanımını artırma izni verdi ve ABD düzenleyici belgelerinden iklim değişikliğine ilişkin tüm atıflar kaldırıldı.
Trump yönetimi, çoğu Latin Amerikalı ve Güney Asyalı milyonlarca göçmene karşı özellikle acımasız bir polis-ordu zulüm ve sınır dışı etme kampanyası başlattı. Tüm göçmen işçileri suçluyla eşdeğer gören alaycı söylemiyle, El Salvador’u kiralık bir Guantánamo’ya dönüştürdü. Bu kampanya, en gerici beyaz, üstünlükçü güçleri cesaretlendiriyor.
Trump’ın ABD’nin seçkin üniversitelerine yönelik saldırıları, Filistin yanlısı protestolara yeterince sert müdahale etmedikleri için onları alaycı bir şekilde antisemitizmle suçluyor. Bu baskı, Filistin Dayanışma Hareketi’ni ve ifade özgürlüğünü soğuttu. Filistin yanlısı gösterileri antisemitizm olarak nitelendirmek, Trump’ın ırkçı söylemleri ve politikalarının beslediği gerçek antisemitizmi örtbas etmeye hizmet ediyor.
Trump ve müttefikleri kısa süre önce, 71 milyon kişinin yararlandığı devlet sağlık sigortası programı Medicaid ve en yoksullar için gıda kuponları kesintileriyle finanse edilecek, ultra zenginlere muazzam vergi avantajları sağlayan gerici bir bütçeyi kabul etti.
Trump’ın Panama Kanalı, Kanada ve Grönland’ı ilhak etme tehditleri, çıplak 19. yüzyıl emperyalizmine geri dönüşü temsil ediyor. Ukrayna konusunda Trump, Putin ile (kendisiyle birçok aşırı sağ ideolojik fikri paylaşan) Rus devletinin sömürge savaşının kurbanları olan halkların aleyhine, nüfuz alanlarını paylaşmak için yağmacı bir anlaşma peşinde.
Trump’ın NATO’dan ayrılma söylemi karşısında Avrupalı güçlerin yaşadığı siyasi şokun ardından bu ittifak, Trump’ın ABD’nin silah harcamalarının arttırılması yönündeki emirlerine Avrupa’nın itaatini göstermek için kullanmasıyla, tarihsel yerini -Avrupa’nın itaat senaryosunu- geri kazandı.
“Önce Amerika” politikası Trump’ın müttefiklerine karşı savaşçılığını yönlendirirken, İran’a yönelik son saldırı, ABD’nin çıkarlarının tehdit edildiği yerlerde askeri güç kullanmaktan çekinmeyeceğini hatırlatıyor.
Trump, Biden ve tüm ABD başkanlarının İsrail’e verdiği askeri ve siyasi desteği sürdürüyor. Gazze Şeridi’ni sakinlerinden boşaltıp bölgeyi lüks bir tatil beldesine çevirme tehdidi, dünya tarihi açısından büyük öneme sahip bir suç olacaktır.
Demokrat Parti, Trump’a karşı tamamen etkisiz olduğunu gösterdi. Bunun başlıca nedeni, Demokrat Parti’nin de Cumhuriyetçiler gibi aynı %1’lik kesime hizmet etmesinden geliyor.
AOC ve Bernie Sanders’ın büyük ve coşkulu mitingleri, Trump karşıtı duyguların derinliğini yansıtıyor. Mamdani’nin New York’ta Demokrat Parti ön seçimlerindeki son zaferi de Demokrat Parti’nin yerleşik düzenine bir meydan okuma niteliğinde ve onun ilerici sosyal gündemi, ilerici ve anti-kapitalist kamu görevlilerinin seçilebileceğinin potansiyelini gösteriyor. Son birkaç aydır sokaklarda kitlesel bir Trump karşıtı hareket ortaya çıktı. Ülkenin binlerce şehir ve kasabasında milyonlarca kişi, binlerce anti-Trump gösterisine katıldı. Göçmen işçiler bu direnişin ön saflarında yer aldı. Bu gösteriler, dünya çapında aşırı sağ hükümetlere direnenleri cesaretlendiriyor.
Dördüncü Enternasyonal Bürosu, büyüyen anti-Trump hareketiyle dayanışma içinde.
Trump rejimi yıkılsın!
ABD’nin diğer ülkelere ve halklara yönelik tüm tehditleri yıkılsın!
Los Angeles’taki kahramanca protestolara selam!
ABD’nin fosil yakıt genişlemesine son!
Göçmenlere karşı savaşa son!
Ukrayna’ya kendi kaderini tayin hakkı!
ABD’nin Gazze’deki İsrail soykırımına desteğine son!
Dördüncü Enternasyonal Yürütme Bürosu
Bu yazı ilk olarak 13 Temmuz 2025 Fourth International’da yayınlandı.