1930’lu yıllar boyunca Almanya ve Avusturya’dan birçok Komünist ve Sosyalist, Nazilerden kaçarak SSCB’de sığınma aradılar. Ancak hayret verici bir ihanetle, Sovyet gizli polisi yüzlerce kişiyi Hitler’in Gestapo’suna teslim etti.
1936 Sovyetler Birliği Anayasası, “emekçilerin çıkarlarını savundukları için zulme uğrayan yabancı yurttaşlara sığınma hakkı”nı kabul etti. Ancak Sovyet yetkilileri, 1930’ların sonlarından itibaren ağırladıkları yüzlerce Alman ve Avusturyalı sürgünü Nazilere teslim ederek bu sözü utanç verici bir şekilde bozdular. Kurbanlar arasında emektar devrimciler, Yahudi Komünistler ve anti-faşist eylemciler vardı.
Sınır dışı edilenlerden biri de Alman Komünist Margarete Buber-Neumann’dı. 1949’da İngilizce olarak İki Diktatör Döneminde: Stalin ve Hitler’in Tutsağı olarak yayınlanan anıları, muhtemelen sınır dışı edilenlerin hayatlarından en iyi bilinenidir. Buber-Neumann, Sovyet yetkililerinin onu yirmi dokuz kişiyle birlikte Nazi muhafızlarının gözetimine transfer edildiği anı anlatıyor:
“Sonunda tren durdu ve son kez o tanıdık ‘eşyalarınızla birlikte hazır olun’ bağrışını duyduk. Kompartıman kapılarının kilidi açılmıştı… biraz ileride bir tren istasyonu vardı. Adını yakındaki bir kontrol odasının üzerinde görebilirdiniz: Brest-Litovsk.”
Buber-Neumann, bir grup Sovyet gizli polis memurunun (hâlâ eski adı GPU ile anılan NKVD) Alman topraklarındaki köprüyü geçip bir süre sonra geri döndüğünü anımsıyor: “Yanlarında SS subayları vardı. SS komutanı ve GPU başkanı birbirlerini selamladılar. Sovyet komutanı mahkumların isimlerini okumaya başladı:
Biri Macaristan’dan gelen Yahudi bir göçmendi, diğeri ise 1933’te Nazilerle girişilen ve bir Nazi’nin öldürüldüğü çatışmaya karışmış olan Dresdenli genç bir işçiydi. Sovyet Rusya’ya kaçmayı başarmıştı. Duruşmada diğerleri, Sovyetler Birliği’nde onun güvende olduğunu bilerek, daha doğrusu öyle düşünerek suçu onun üzerine atmışlardı. Akıbeti belliydi”.
Hitler’e Karşı Sığınma Aramak
1901 doğumlu Buber-Neumann, 1921’de Alman komünist gençlik hareketine ve beş yıl sonra yetişkin partisi KPD’ye katılır. 1928’den itibaren Komünist Enternasyonal’in Inprekorr gazetesi için çalışır. Orada KPD liderliğinin üyesi Heinz Neumann ile tanışır ve birlikte olurlar. Naziler Berlin’de iktidara geldikten sonra ikisi de Sovyetler Birliği’ne sığınır.
Ancak 1930’ların sonlarında Jozef Stalin tarafından başlatılan tasfiyeler, SSCB’yi Alman Komünistleri için ölümcül bir tehlike haline getirdi. NKVD, Heinz Neumann’ı sahte casusluk suçlamalarıyla tutuklar ve 26 Kasım 1937’de idam eder. Margarete Buber-Neumann’ı da hapse atarlar ve sonunda 1940’ta Nazi Almanya’sına gönderirler.
O zamanlar Sovyetler Birliği’nde birkaç farklı Alman vatandaşı grubu yaşıyordu. Bazıları oraya çalışmak için gelmişti. Bu kategoride pek çok kişi, illa parti üyesi olmasa da birer komünist sempatizandı. Ayrıca siyasi sürgünler, Komünistler ve 1938’de Nazilerin Avusturya’yı ilhak etmesinden sonra resmen Alman vatandaşı olan Avusturyalılar da dahil olmak üzere diğer anti-faşistler vardı. Kimileri Sovyet vatandaşlığı kazanmıştı.
Bu insanların akıbetiyle ilgili bilgiler, bazılarına hala araştırmacılar tarafından erişilemeyen birçok arşive dağılmış durumda. Bu nedenle, kaç kişinin Buber-Neumann ile aynı kaderi paylaştığını bilmek zor. Temkinli bir tahminde bulunmak gerekirse, altı yüzden fazla kişinin sınır dışı edildiğini ileri sürmek mümkün.
Franz Koritschoner’in Kaderi
Nazi Almanyası’na gönderilen sürgünler arasında Franz Koritschoner gibi Komünist hareketin emektarları da vardı. 1892’de Avusturya-Macaristan’da doğan bu genç Yahudi sosyalist, 1914’ten sonra sosyal demokrat partilerin savaş çabalarına verdiği desteğe karşı çıkmıştı. Koritschoner, 1916’da, savaş karşıtı devrimci sosyalistlerin bir araya geldiği Kienthal Konferansı’nda Vladimir Lenin ile bir araya geldi.
Koritschoner Ocak 1918’deki Avusturya-Macaristan grev ve gösterilerinde öncü rol oynamaya devam etti. Aynı yıl yeni kurulan Avusturya Komünist Partisi’ne (KPÖ) katıldı. Koritschoner, KPÖ gazetesinin editörlüğünü yapıyor ve kendisine “sevgili dostum” diye hitap eden Lenin’in eserlerini tercüme ediyordu. 1918’den 1924’e kadar Koritschoner, KPÖ merkez komitesinin bir üyesiydi.
1920’lerin sonlarında, Uluslararası Kızıl Sendika (Profintern) için çalışmak üzere Sovyetler Birliği’ne gider, 1930’da Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ne katılır. NKVD, 1936’da bir karşı devrimci olmakla itham ederek Koritschoner’i tutuklar. Sovyet makamları onu Nisan 1941’de Gestapo’ya teslim etmeye karar verir.
Koritschoner’ın yaşamının son haftaları hakkında biraz bilgimiz var çünkü savaştan sağ kurtulan Uluslararası Tugayların bir üyesi olan Hans Landauer ile aynı hücreyi paylaştılar. Landauer’e göre, Koritschoner ciddi şekilde zayıflamış bir adamdı ve NKVD ile Gestapo’nun elinde gördüğü işkencenin izlerini taşıyordu. Artık dişleri kalmamıştı ve Landauer’e onları SSCB’nin en kuzey bölgesindeki bir çalışma kampında iskorbüt hastalığından kaybettiğini söyledi. 7 Haziran 1941’de Naziler, Koritschöner’i iki gün sonra öldürüleceği Auschwitz’e gönderdi.
Schutzbündler’in İhanete Uğrayışı
Stalin yönetimi altındaki Sovyetler Birliği’ni kasıp kavuran tasfiyeler, giderek daha halkın daha geniş kesimlerini vurmaya başladı. Kurbanlardan biri Avusturya Schutzbund’un yani Avusturya Sosyal Demokrat Partisi’nin paramiliter kanadı olan Cumhuriyet Savunma Birliği’nin eski üyeleriydi.
4 Mart 1933’te Avusturya Şansölyesi Engelbert Dollfuss parlamentoyu askıya aldı ve faşist bir rejim kurar. Şubat 1934’te Schutzbund üyeleri yeni sisteme karşı silaha sarılırlar, ancak hükümet ordusunun ağır silahlarıyla boy ölçüşemezler. Çatışmalarda yaklaşık iki yüz kişi ölür ya da yargısız idam edilir.
Komünist hareket Schutzbund’un direnişini kutlar ve Sovyetler Birliği onlara sığınma teklif eder. Sosyal Demokratların faşizm karşısında yeterince militan bir tavır gösterememiş olmasından dolayı hayal kırıklığına uğrayan Schutzbund’un birçok üyesi Komünist Partiye katılır. Yaklaşık 750 Schutzbündler SSCB’ye sürgüne gider.
Ancak birkaç yıl sonra sosyal demokrat geçmişleri onları bir zulüm hedefi haline getirir. Yaklaşık yarısı Sovyetler Birliği’nden ayrılırken, kalan Schutzbündler’in çoğu tasfiyelerin kurbanı oldu. NKVD hayatta kalanların çoğunu Nazi Almanyası’na sürdü.
Aralık 1939’da nakledilen yirmi beş kişilik bir grup, on Schutzbündler’i içeriyordu. Bunlardan biri Georg Bogner’dı. Sovyetler Birliği’ne kaçmadan önce memleketi Attnang-Puchheim’da Şubat 1934 ayaklanmasında savaşmıştı. Sovyet gizli polisi 1938’de Bogner’i tutukladı. Aralık 1939’un sonunda, Alman istihbarat servisleri Sicherheitsdienst tarafından Varşova’da gözaltına alındı. Daha sonra ona ne olduğu bilinmiyor.
Antlaşmadan Önce
Ağustos 1939’da Sovyetler Birliği, Nazi Almanyası ile saldırmazlık antlaşması imzaladı. Bir hafta sonra, Wehrmacht Polonya’yı işgal etti. Kısa bir süre sonra, Sovyet güçleri ülkeye doğudan saldırdı. Çatışma sona ermeden önce, iki hükümet aynı yılın Eylül ayında “Dostluk Antlaşması ve Alman-Sovyet Sınırı” üzerinde anlaşmaya vardı.
Anlaşma, karşılıklı saldırmazlık vaadinin ötesine geçiyor: taraflar, diğerine karşı yönlendirilen bir koalisyonu desteklememe ve “karşılıklı çıkarlar hakkında” bilgi alışverişinde bulunma sözü verdiler. Moskova ve Berlin’in Baltık Devletleri ve Polonya topraklarını böldüğü anlaşmalara gizli protokoller de eklendi. Sovyetler Birliği, 1989 yılına kadar bu protokollerin varlığını resmen tanımadı.
Birçoğu, anti-faşistlerin Nazi Almanyası’na sınır dışı edilmesini Dostluk Antlaşması ile bağlantılı olarak değerlendirdi. Margarete Buber-Neumann onları bu açıdan “Stalin’den Hitler’e bir hediye” olarak gördü ve başka yazarlar da aynı metaforu kullandılar. Bununla birlikte, sınır dışı etme ve antlaşma arasındaki bağlantı tahmin edildiği kadar dolaysız olmayabilir.
Sovyetler Birliği, antlaşmanın imzalanmasından daha önce anti-faşist mahkumları Nazi Almanyası’na sınır dışı etmişti. 1937-1938’de Yahudiler ve Komünistler de dahil olmak üzere yaklaşık altmış sürgün sınır dışı edildi. Bunların arasında Ernst Fabisch adında genç bir adam da vardı.
1910’da Breslau’da Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Fabisch, on dokuz yaşında Almanya Komünist Partisi (Muhalefet)’e, kısaltılmış adıyla KPO’ya katıldı. Heinrich Brandler ve August Thalheimer tarafından yönetilen KPO, komünist hareketteki sözde “Sağ Muhalefet”in bir parçası ve Stalin’in son büyük rakibi Nikolai Buharin gibi Sovyet politikacılarıyla bağlantılı olan komünist bir akımdı. KPD’nin sosyal demokratlara ve sosyalistlere yönelik sekter düşmanlığını reddediyor ve faşizme karşı birliği savunuyordu.
KPO’nun önde gelen üyelerinin 1933’te Naziler tarafından tutuklanmasından sonra, Fabisch yeraltına inmiş olan parti yönetimine katıldı ve bunların çoğu 1934’te tutuklandı. Sovyetler Birliği’ne kaçtı ama kısa sürede yeniden tehlike altında buldu kendini. NKVD, 1937’de Fabisch’i tutukladı ve ertesi yıl onu Almanya’ya sınır dışı etti. Gestapo, Fabisch’i hemen tutukladı ve 1943’te Auschwitz’de öldürüldü.
Suç Ortaklığı Modelleri
O zamanlar Sovyetler Birliği ile Nazi Almanyası arasındaki doğrudan sınır olmadığı için, bu ülkelerin ilgili makamları iki devlet arasındaki mahkumların hareketini koordine ediyordu. Sovyet makamları onlara sadece Almanya’ya seyahat için geçerli olan geçiş kartları veriyor ve Nazi muadillerine sınır dışı edilenlerin isimlerini ve geçmişlerini bildiriyordu. Şu anda Alman Büyükelçiliği ve Dışişleri Bakanlığı arşivlerinde bulunan bu dosyalar, mağdurlar hakkında önemli bir bilgi kaynağı.
Sınır dışı edilmeler, Hitler-Stalin Paktı’nın imzalanması ve Polonya’nın parçalanmasıyla başlamadı ve bu mahkumların kaderi, Moskova ile Berlin arasındaki müzakerelerin bir parçası gibi görünmüyor. Bununla birlikte sınır dışı edilmelerin sayısı bu dönemeçten sonra artıyor.
Bu dönemde sınır dışı edilenlerin çoğu o zamana kadar Sovyetler Birliği’nde kalan Alman ve Avusturyalıların profilini yansıtan siyasi sürgünlerdi. Bazen Alman makamları belirli kişilerin sınır dışı edilmesini talep ediyordu. Ancak diğer zamanlarda, Naziler sınır dışı edilenlerle pek ilgilenmiyor gibiydi.
Avusturyalı tarihçi Hans Schafranek‘in Zwischen NKWD und Gestapo adlı kitabında alıntı yaptığı Alman Büyükelçiliği belgeleri, bu ikinci duruma işaret ediyor. Vakaların çoğunda, sınır dışı edilmeler, karşılığında Sovyet yetkilileri tarafından aranan mahkumları transfer etmeye dönük Nazilerden herhangi bir hareket olmadan gerçekleşti. Sınır dışı edilmeler, iki devlet arasındaki ilişkiler halihazırda bozulmaya başlamışken, Barbarossa Operasyonu’ndan sadece haftalar önceye, Mayıs 1941’e kadar devam etti.
Sınır dışı edilmelerin arkasındaki itici güç, esas olarak Sovyet sistemine içseldi. Stalin’in tasfiyeleri, kesin biçimde tanımlanmış bir grup insana bir saldırı olarak başladı: bunlar, muhalefetin potansiyel destekçileri olarak değerlendirilen komünistlerdi. Zamanla, şüphelileri isim vermeye zorlamak için işkence ve diğer baskı biçimlerinin kullanılması, yaygın bir paranoya ve güvensizlik atmosferinin yanı sıra tutuklama kotalarının doldurulmasına ilişkin bürokratik zorunluluklar ile birleşerek hedef sayısını amansız bir şekilde artırdı.
Fanteziler ve Uydurmalar
Hain ve casus olduğu şüphelenilen insanlara yönelik suçlamalar giderek daha tuhaf hale geldi. KPD’nin paramiliter kanadı Roter Frontkämpferbund’un eski bir lideri güya “Troçkist-faşist” bir terör örgütü örgütlemişti. Sovyet yetkilileri, sürgündeki komünistlerin çocuklarını yeraltında bir Hitler gençliği oluşturmakla bile suçladı.
Tipik olarak, Heinz Neumann gibi yabancı komünistler, kendi “asıl ülkelerinden” maaş almakla suçlandılar. Stalin, 1938’de Polonya Komünist Partisi’ni feshetti ve üyelerini Lev Troçki’nin ve aynı anda Varşova hükümetinin ajanları olarak çalışmakla suçlayarak idam ettirdi ya da Gulag’a gönderdi. Tarihçi Hermann Weber’in işaret ettiği gibi, KPD’nin kırk üç üst düzey yöneticisinden, Sovyet gizli polisinin gözetiminde ölenlerin sayısı Nazilerin katlettiklerinden fazladır. Yüzlerce Alman sürgün düpedüz idam edildi, çok daha fazlası esir kamplarında öldü.
1887 doğumlu Hugo Eberlein, KPD’nin kurucu üyesiydi. 1919’da Komünist Enternasyonal’in kuruluş kongresinde parti temsilcisi olarak Rosa Luxemburg’un yerine gelmişti. Eberlein 1936’da Sovyetler Birliği’ne geldi, ancak ertesi yıl Naziler adına “terörist faaliyetlere” katıldığı iddiasıyla tutuklandı.
Karısına yazdığı ve daha sonra NKVD arşivlerinde bulunan bir mektupta çektiği çileyi anlatırken, “on gün, on gece boyunca” aralıksız sorgulanırken sürekli ayakta durmak zorunda kaldığını, uyuma imkanından yoksun bırakıldığını ve kendisine neredeyse hiç yiyecek verilmediğini anlatıyor. Gardiyanlar, Eberlein’ı acımasızca dövmüşlerdi: “Sırtımda artık deri yoktu, sadece çıplak et vardı. Haftalarca yalnıca bir kulağım işitiyordu ve bir gözüm haftalarca kör oldu.” NKVD sonunda onu 16 Ekim 1941’de öldürdü.
Cadı Avı Kurbanları
Buber-Neumann, Fabisch, Bogner, Eberlein ve daha pek çoğu bir cadı avına kurban gitti. Nihai kaderleri keyfi bürokratik kararlara bağlıydı. Birkaç yüz vakada, Sovyet yetkilileri kurbanlarla kendileri ilgilenmek yerine bunu Nazilere bırakmayı tercih etti.
Naziler Margarete Buber-Neumann’ı Ravensbrück kadın toplama kampına gönderdi. Nisan 1945’te rejim çökünce serbest kaldı. Kızıl Ordu ilerledikçe Sovyet yetkilileri tarafından tekrar tutuklanmaktan korkan Buber-Neumann, ABD birliklerinin temel işgal gücü olduğu 150 kilometre batıya doğru yol aldı.
Buber-Neumann 1989’da, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından birkaç hafta önce öldü. Kendi deneyiminin faşizm ve komünizmin aynı oranda suç içeren ideolojiler olduğunu gösterdiğini savunarak sağcı bir muhafazakar olmuştu. Bugün sosyalistler bu tür argümanlara karşı çıkmak istiyorlarsa, tarihin bu utanç verici sayfalarını görmezden gelemezler. Kendi sosyalizm anlayışımız sözlerini tutmalı ve insanlık onurunu kaygılarının merkezine yerleştirmelidir. Bu, kurbanlara olan asgari borcumuzdur.
Bu yazı ilk olarak Jacobin’de yayımlandı, ardından çeşitli dillerde Fourth.International sitesinde yayımlandı.
Türkçe tercüme İmdat Freni Çeviri Kolektifi tarafından gerçekleştirildi.
Görsel: Schutzbund üyeleri, Almanya Federal Arşivi