İmdat Freni

“Kürt Sorununun Nabzı Suriye’nin Çözüm Sürecinde Atacak”: Hakan Tahmaz’la Söyleşi

Uzun yıllardan beri Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda emek veren, Barış Meclisi’nin kurucularından ve sözcülerinden, halen de Barış Vakfı Genel Bakanlığı’nı yürüten Hakan Tahmaz  İmdat Freni’nin sorularını yanıtlayarak ulusal ve bölgesel çerçevede Kürt meselesinin seyrine ilişkin gözlem ve değerlendirmelerini paylaştı. 

1-2013 koşullarının yani Kürt meselesinde siyasal bir çözümün yeniden belirme ihtimali nedir? İçerde Kürt hareketinin sürekli kriminalizasyonuyla nereye kadar gidilebilir?

Cumhur İttifakı AKP ve MHP’nin siyasal yönelimi, angajmanları ve bölgesel gelişmeler yakın bir dönemde Kürt sorununun demokratik çözümüne, çatışmaların sona ermesine ilişkin ciddiye alınabilir bir gelişme olamayacağını gösteriyor.  

Her şeyden önce AKP, 2015 sonrası tam anlamıyla her gün yeni bir sorun üreten bir parti oldu.  MHP ile kurduğu ittifakla tek adam rejimi olarak adlandırılan “korku cumhuriyetini” otoriter rejim inşa etme sürecinde, bırakalım Kürt sorunu gibi büyük bir meselede açılım yapmayı, neredeyse bütün siyasi, sosyal, kültürel demokratik kazanımları ortadan kaldıran, düşünme, örgütlenme, ifade özgürlüklerini gasp eden politikalarla iktidarda kalmaya çalışıyor. Bugün toplumu kutuplaştıran, kendisini eleştirenleri ötekileştiren nefret söyleminden, ayrımcılıktan, cinsiyetçilikten ve dini ticarileştiren yöntem ve uygulamalardan medet uman, keyfiyete dayalı iktidar ittifakı bloğu ile karşı karşıyayız. Böylesi bir iktidarın barışa yönelmesi imkânsız gibi bir şey.  

Çözüm sürecinin bitirilmesi salt Kürt meselesinde kırılma olarak tecelli etmedi. Devletin bekası ifadesinde anlamını bulan “Türklüğün yeniden ihya edilmesi”çok yönlü politikalarla gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Türkiye’yi  sarsan siyasal, sosyal ve kültürel büyük kırılmalar oldu. İçeride otoriter yönetim, bölgede Kürt karşıtlığı hayata geçirildi.  Kürt siyasal hareketine karşı geliştirilen siyasal kırım savaşı, bölgede Kürtlerin her türden kazanımına karşı tecelli etti. Suriye’de ve Irak’ta Kürtler kazanmasın da, kim kazanırsa kazansız siyaseti hayata geçirildi. 

Ortadoğu’da Kürtleri yanına çekme veya yedekleme siyasetinin istenen neticeyi vermemesinin   sonucu Kürt düşmanlığı şeklinde tecelli etti. Türkiye, bölge Kürtlerinin hamisi olma savaşını kaybetti.  Kürt karşıtlığını yaygınlaştırma ve derinleştirme yoluna girdi. Türkiye için sorunun sadece PKK olmadığı ortaya çıktı.  Erbil referandumuna bölgede ve dünyada en sert karşı çıkan devlet olarak, Suriye’ye askeri ve siyasi müdahalelerle, Afrin’de olduğu gibi Kürtçe tabelaların yerine Türkçe tabela asarak, okullarda Türkçe dersler vermekle ve kaymakam atamakla bunu dünyaya gösterdi.  

Bütün bunlar Kürtler nezdinde tarihten gelen güvensizliğin daha da kronikleşmesine yol açtığı gibi yakın dönemde gündeme gelebilecek bir çözüm arayışını da muhatapsız kaldı.  

Siyasal kırım politikaları sonunda HDP’nin sandıkta gücü ciddi olarak azalmadı ama siyasal etkisi ve siyaset üretme becerisi büyük ölçüde yok edildi. Abdullah Öcalan’ın ise 31 Mart seçimlerinde iktidar tarafından aleni ve başarısız bir şekilde araçsallaştırılma girişimiyle artık eski rolünü sürdürmesinin imkansızlığı görüldü. PKK silahlı yapısı büyük askeri kayba uğradı, hareket kabiliyeti sınırlandırıldı ama siyasal yenilgiye uğratılamadı. 

Dünyanın birçok ülkesinde çözüm sürecine benzer müzakere süreçlerinde de ciddi kırılmalar yaşanmıştır. Ancak yeni bir müzakere için kapalı devre ilişkiler sürdürülmüş, kontak noktaları tespit edilmiş, asgari düzeyde diyalog zeminleri korunmuş. Bizde ise çözüm süreci sonrası çok başka şeyler oldu. Şehirler yıkıldı, sokaklar mezarlığa dönüştürüldü, barış talep edenler işinden oldu, cezaevine konuldu. Barış yasaklandı.   

 AKP ve MHP ikilisine  son iki yıl içinde  Ergenekoncuların eklenmesiyle bölgesel nitelik kazanan  Kürt sorununun çözümü uzun bir dönem ötelendi. Türkiye’nin Kürt sorununun çözümünün merkezi böylece İran, Rusya, ABD gibi ülkelere doğru kaymaya başladı. Artık Suriye’de normalleşme nasıl gelişirse ve kimler etkin ve belirleyici olursa Kürtlerin geleceğinin belirlenmesinde de ve doğal sonucu olarak da Türkiyelilerin geleceğinin de belirlenmesinde etkin olacak gibi görünüyorArtık Kürt sorunun nabzı Suriye’nin çözüm sürecinde atacak gibi duruyor.

HDP, Eş Genel Başkanlığı Mithat Sansar’ın çözüm sürecinin yeniden başlatılması çağrısını, HDP’nin demokratik siyasette tutunma çabası ve barışın toplumsal zemini diri tutma çabası olarak anlamlandırmak gerek. Bunun ötesinde bir anlam yüklemeye çalışmak boşa çaba olur.  HDP, siyasi oyun kurucu özelliğini yitirmiş, ancak sandık gücünü farklı nedenlerden dolayı büyük ölçüde koruyan bir parti. Buna rağmen Türkiye’nin siyasal krizinin demokratik zeminlerde ve  demokratik bir yaklaşımla çözüm arayışlarına ciddi ve önemli katkı sunabilir durumda. Bunu muhalefet güçlerinin sağlıklı değerlendirmesi Türkiye’nin normalleşmesini hızlandıracaktır. Aynı zamanda 2013 yılındakine benzer bir çözüm sürecinin siyasal ve toplumsal zemininin yaratılmasının önünün açılmasına katkısı olacaktır. Barış veya çözüm için yeni bir siyasal odağın belirmesi muhalefetin yöneliminin Kürt sorununu kapsayan bir biçimde tanımlamasıyla mümkün olacaktır.  Muhalefet Türkiye’de, Suriye’de, Irak’ta ve Libya’da barışı birlikte savunabilirse inandırıcı alternatif olabilir.   

2-ENKS ile PYD görüşmelerinde ABD başta olmak üzere tarafların beklentisi ne?

Suriye meselesinin çözümü konusunda 2019 yılında beklenen ilerleme istenen düzeyde sağlanamadı. Astana görüşmelerinde de İran, Türkiye ve Rusya top çevirdiler. Suriye görüşmelerinde masada olan ülkeler kendi pozisyonlarını güçlendiremese de, diğer tarafı frenleme savaşı sürdürdüler. Türkiye’nin Kürt karşıtlığı politikası Suriye görüşmelerinde çok açık görünür oluyor. Kürtleri tehdit olarak gören Türkiye, sınır boylarını kontrol altına alma ve tampon bölge arzu ve girişimleri Kıbrıs konusunu akıllara getirmekte. Türkiye’nin tehdit algısını ve Suriye emelini paylaşan bir başka devlet yok. Başka bir ifadeyle  Kürtlerin en az kazanımla çıkması konusundaki tutumunu paylaşan başka bir ülke yok. Aksine diğer ülkelerin her biri Kürtlerle ilişkilerini kontrollü bir biçimde canlı tutmaya, PYD’ye bir tür partner gibi davranmaya çalışıyorlar. Ancak ABD de Rusya da Türkiye’yi sert bir biçimde karşılarına almamaya özen gösteriyor. Bu çerçevede ABD ve Rusya arasındaki bilinen hamle yarışları Türkiye’yi tatmin edecek bir sonuç doğurmadı, istemleri hep havada kaldı. 

Suriye krizin çözümde Kürtlerin kendi aralarındaki çelişkiler ve çekişmeler Kürtleri yıprattı, güçlerini, masadaki etkilerini azalttı. Daha da kötüsü, uluslararası ve bölgesel güçler bu çelişki ve çekişmeyi araçsallaştırarak bundan yararlandılar.  

Türkiye’nin Rusya ve ABD‘nin de rızasıyla yaptığı siyasi ve askeri müdahale karşısında PYD’nin direnç gösterememesi bütün Kürtlerin kaybına yol açtı. ENKS Suriye Kürt bölgesinde etki alanını genişletmek amaçlarken, PYD pozisyonunu güçlendirmek, özerk yapıları kurumsallaştırmak istiyor.ABD’nin, bu iki Kürt gücü bir araya getirerek PYD’yi dizayn etme niyeti taşıdığı çok açık. Böylece, PYD’nin, PKK ile kurumsal ilişkisinin olabildiğince zayıflamasına yol açmayı ve Türkiye’nin rıza gösterebileceği bir PYD/Kürt bileşimi ortaya çıkarmayı murat ediyor. Bu ne kadar gerçekleşebilir kestirmek zor.  Türkiye’nin ENKS ile PYD arasındaki ilişkileri bozmak ve görüşmelerin başarıyla sonuçlanmasını engellemek için KDP ve diğer Kürt siyasal güçler üzerinde müdahalede bulunduğu haberleri geliyor. Bu da Türkiye’nin ABD himayesinde başlayan süreçten rahatsız olduğunu gösteriyor. 

PYD, Suriye Kürt bölgesinde inisiyatifini bütünüyle elden kaçırmadan ve yarattığı özerk kurumsallaşmayı mümkün olduğunca koruyarak bugünün koşullarında Kürtler için en iyi sonuca ulaşmak için ABD ile işbirliğini sürdürüyor. Bu ilişkinin uzun vadede ciddi handikaplar doğuracağı kesin ancak PYD’nin sıkışıklığını aşması kendisi için zorunluluk. Bu konuda başka bir tercih yapma şansları da  yok.  Kürtler arası işbirliğini geliştirmek ve ortak çözüm yolları üretmek Kürtlerin öncelikli sorunu. Bu konudaki gelişmelerin düzeyi hâlâ fazla iyimser olmamıza elvermiyor.

3-Irak Kürdistanı’nda yürütülen operasyonlar Suriye’deki gibi “kalıcı” bir yöneliş kazanabilir mi? Bu operasyonlar ABD’nin hilafına mı yönetiliyor?

Türkiye hedefinin Irak’ta da 30 km derinlikte bir “tampon bölge” kurmak olduğu anlaşılıyor. Görebildiğimiz kadarıyla Türkiye’nin, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetim bölgesinde PKK’ye askeri operasyon yapmasına karşı bölge veya uluslararası çevrelerde ciddi bir karşı duruş söz konusu değil.  Bağdat ve Erbil yöneticilerinin yarım ağız operasyon karşıtı demeçleri dışında ciddiye alınabilecek veya caydırıcı bir tutum takınan yok. ABD’nin oluru var mıdır çok net değilse de, ciddi bir karşı duruşu söz konusu değilIrak, ABD ve Türkiye arasında gizli bir mutabakattan söz ediliyor.  Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump PKK konusunda benzer siyasal tutuma sahipler. Bu nedenle PKK’nin varlığına yönelik askeri veya siyasi operasyonlar aralarında ciddi bir sorun yaratabilecek bir konu değil. 

 Burada sorun Türkiye’nin askeri operasyonları sürdürebilme kapasitesidir. Sıkışmış ve kriz içinde olan ekonominin askeri operasyonların ağır faturasını daha ne kadar kaldırabileceği  önemli. Bu noktada Suriye’deki gibi kısmi sonuç dahi elde edilemeyen operasyonların “kalıcı” bir yöneliş kazanma olasılığı çok zayıf. Tampon bölge hayali gerçekleşemez. 

Operasyonlarda PKK’nin büyük askeri kayıp verdiği bir gerçek. Ama askeri operasyonların siyasal sonuçlarının buna paralel ölçüde olmaması iktidar için büyük bir handikap oluşturmakta.  Ancak Cumhur İttifakını bir arada tutan konulardan biri de PKK’ye karşı askeri operasyonlar ve Kürt sorununda izlenen siyaset olduğunu biliyoruz. İttifakın devamı için Recep Tayyip Erdoğan’ın ekonomik olanakları sonuna kadar zorlayarak ve siyasi risk ve gerilimleri göze alarak güvenlikçi politikalarda, askeri operasyonlarda ısrar etmekten başka çaresi yok. 

Demokratik muhalefetin alternatif çözüm gücü olabilmesinin yolu bu türden güvenlikçi politikalar karşısında takınacağı tavır ve yaklaşımdan geçiyor. Kürt sorununun çözümüne hizmet eden politikalar geliştirmek, Irak’ta, Suriye’de, Kıbrıs’ta, Libya’da ve tabii ki Türkiye’debarışa bizi yaklaştıracak politikaları birlikte ve cesaretle savunmak inandırıcı siyasal çözüm odağı olmanın en önemli gereklerinden biridir.     

  4-Libya’ya kadar uzanan bir satranç tahtasında mı ele almak gerekir artık bu meseleyi?

Yukarıda da söz ettiğim gibi Türkiye barış sorunu veya başka bir ifadeyle Kürt sorununun çözümü artık her yönüyle bir Ortadoğu sorununa dönüşmüştür.Irak’ın işgaliyle Ortadoğu’nun yeniden dizayn hareketi, bölgede bütün taşları yerinden oynatmıştır. Vekalet savaşları dönemi başlattı.  Akdeniz ve Ortadoğu sadece emperyalistlerin iştahlarını kabartmadı, Türkiye, İran ve İsrail gibi bölge devletlerini de fırsatı değerlendirmeye yöneltti. Türkiye’nin, Libya politikasını da bu çerçeve değerlendirmekte yarar var.  Türkiye Libya konusuna askeri müdahalede bulunarak, aynı zamanda Libya konusunu Ortadoğu sorunun tam içine çekmiştir. 

 Ancak Türkiye, birçok cephede askeri operasyon yapabilecek ve herkesle didişerek kendine yol açabilecek güçte bir ülke olmadığı gibi bu türden askeri güçle ancak sorunlarını ağırlaştırabilir. Yeni Osmanlıcılık hayallerine kendini fazla kaptırmanın bedeli bir çok alanda bir de tepelenme sonucu doğurabilir. Başta Rusya ile olmak üzere birçok ülke ile yeni bir gerilim ve çatışma alanı yaratması Türkiye’nin başını her platformda ağrıtacak ve elini zayıflatacaktır. 

Nitekim Suriye’deki kimi cihatçı silahlı grupları Libya’ya sevk ederek Suriye sorununu büyütmüştür. Türkiye, Kürt sorununun dallanıp budaklanmasına sebep olan politikalarla kendi ayaklarıyla çıkmaz sokağa girmiştir. Türkiye, bu satrancın kazananı olmaz.