İmdat Freni

İklim Krizi Bir Uygarlık Krizidir – Hasan Yıkıcı

A+A-

Gezegenin geleceğiyle ilgili kaygı duyanların gözü kulağı, İskoçya’da yapılan COP26 BM İklim Zirvesi’nde.

Her ne kadar son yıllarda dünya ‘liderleri’ tarafından da iklim kriziyle mücadelenin somutlaşması gerektiğine dair açıklamalar yapılsa da, bugüne dek kapitalist çıkarların savunucularının bu noktada güven verici ve ciddi adımlar attığına şahit olunmadı. Paris İklim Anlaşması, şu ana kadar yapılan uluslararası anlaşmalar içinde en iyi durumdaki anlaşma olmasına rağmen yine de bu anlaşmanın içeriğini oluşturan ülkelerin sera gazı emisyonlarının azaltılması yönündeki taahhütlerin bir bağlayıcılığı yok.

Dolayısıyla artık BM iklim zirvelerinden somut, bağlayıcılığı olan ve sistemli bir şekilde uygulanacak yol haritalarının çıkması gerekmekte. Küresel ısınmaya karşı ve iklim adaleti için mücadele eden kesimlerin, bilim insanlarının talep ve uğraşı da bu yönde.

Batı ülkeleri son yıllarda gelişen iklim odaklı toplumsal hareketler ve yaşanan ani iklim olaylarının şok etkisinden dolayı küresel ısınmayla ilgili hem farkındalık düzeyinde hem de siyasal kamuoyu özelinde duyarlılık geliştirdiğini gözlemleyebiliyoruz. Bu duyarlılık henüz net bir tavır alışa evrilemedi. Bunun sebepleri çok karmaşık da değil.

Bugün iklim krizine neden olan veya onu tetikleyen koşullar, kâr, büyüme ve ekonomik çıkar/güç odaklı insan merkezci serbest piyasa ve kapitalist akılın bir sonucu. İklim krizini yaratan akıldan vazgeçmeden, iklim kriziyle mücadele edilemeyeceği gün gibi ortadayken, COP26 gibi iklim zirvelerinin de içi boş ağdalı laflarla parlatılmaktan başka bir işlevi olmuyor. Elbette bu zirvelerin varlığını önemsizleştirmiyorum. Fakat sorunun bir tür ‘adım atmayan liderler sorunu’ değil, yaşadığımız insan merkezci kapitalist uygarlığın temel karakterinden kaynaklı bir sorun olduğunu düşünüyorum. İklim krizi ise aslında uygarlık krizinin en güçlü semptomlarından birisi…

***

İnsan, bir felaketi ancak o felaketin içinden kopmuş bir anının yıkıcılığıyla yüzleştiğinde idrak edebiliyor. Bir şey, suratımıza çarpıp hayatlarımızı mahvetmediği sürece, yaşamın olağan seyrinin içinde de yavaş yavaş hayatlarımızın mahvolduğunu kavrayamıyoruz. İklim krizi de böyle bir şey. Yağmur, aşırı sıcak, sel baskınları, kıtlık, kuraklık, gıda krizi vs. gibi ani iklim olayları yaşandığında bir panik ve çaresizlik, felaket bilinci de ortaya çıkıyor. Fakat sular geri çekildiğinde antroposenin gündelik hayat konformizmi de tekrar meydana çıkıyor.

Halbuki bugün yaşadığımız yeryüzü krizi, bizleri yaşam biçimlerimizde, tüketim alışkanlıklarımızda ve toplumsal üretim ilişkisi/biçimlerimizde radikal değişiklikler ve kopuşlar yapmaya çağırmakta. Bununla ilgili birçok politik ve ekonomik argüman öne sürülerek, desteklenebilir. Fakat benim her şeyden önce durduğum nokta, yaşamın, yeryüzünün ve geleceğin sorumluluğunu alabilmekle ilgili. Ancak böyle bir sorumluluk etiğiyle yeni bir yaşam tahayyül edebiliriz.

***

İklim değişikliğine karşı mücadelenin bir tarafı böylesine bir etik/politik sorumluluğu içerirken bir diğer tarafı da her anlamda çöküş üreten kapitalist uygarlığın yapıları ile mücadeleyi gerektirmektedir. Büyük fosil yakıt şirketleri, onların çıkarlarını savunan ‘liderler’, iklim krizi yokmuş gibi hakikati reddeden popülist hareketler… Bugüne dek sera gazı salınımlarının düşürülmesinin önündeki en büyük engel fosil yakıt şirketleri ve buna bağlı kuruluşlardır. En güncel raporlardan biri olan Dünya Enerji Görünüm Raporu’na göre 1.5 derecelik sıcaklık artışını aşmamak için hemen şu adımlar atılmalı:

  • Bu yıldan itibaren, yeni petrol ve gaz sahalarının, kömür madenlerinin veya maden genişlemelerinin onaylanmasına son verilmeli.
  • Bu yıl itibariyle, kömür yakıtlı yeni elektrik santrallerinin inşası durdurulmalı ve 2030 yılına kadar dünyada mevcut olan kömürlü elektrik filosunun yaklaşık %40’ı emekliye ayrılmalı.
  • Küresel ekonominin enerji yoğunluğunun bu on yılda yıllık %4 oranında düşmesi için enerji verimliliğine büyük yatırımlar yapılmalı.
  • 2030 yılına kadar küresel temiz enerji yatırımının üç katından fazlası, toplam enerji yatırımının ise %85’i temiz teknolojilere yönlendirilmeli.
  • Fosil yakıtlara bağlı metan emisyonları 2030 yılına kadar %75 oranında azaltılmalı.

İşin özü, etik sorumluluk, daha iyi ve mutlu bir yaşam için olmazsa olmazdır. Ama istediğiniz kadar işe bisikletle gidip hayvan tüketmeyip hanenizde az enerji tüketin; fosil yakıt üretimi ve fosil yakıt şirketlerinin faaliyetleri durdurulmazsa, kritik eşik olan dünya sıcaklık ortalaması 1.5 derecenin üzerine çıkmasına engel olunamayacak. Bu anlamda eko-sosyalist perspektifin sunduğu mücadele ve yani bir yaşam tahayyülünün, yeşil/çevreci/ekoloji hareketi için önemli bir güzergah olduğunu düşünüyorum.

***

Son bir meselenin altını daha çizelim ve kapatalım. BM Genel Sekreteri Guterres, COP26’nın açılışında “Kendi mezarımızı kazıyoruz” diye bir çıkış yaptı.  Guterres’in iklim meselesiyle ilgili daha önce de dikkat çekici açıklamaları oldu. Fakat eğer Akdeniz’deki fosil yakıt arama çalışmalarına dair net bir şekilde karşı çıkıp kamuoyunu yeni “fosil yakıt aramak demek kendi mezarımızı kazıyoruz demektir” diye uyarmazsanız, bu gibi ifadeler içi boş cilalanmış sözcüklerden başka bir şey olmaz. BM için de, Kıbrıs’taki yerel politik kesimler için de Akdeniz’deki fosil arama çalışmaları bir turnusol kağıdıdır. Doğal zenginliğiyle bilinen ve iklim değişikliğinden en az etkilenecek ülkelerden biri olan İskoçya’dan böyle soyut bir açıklama yapmak kolay. Fakat Guetters’i Kıbrıs’ta, Akdeniz’deki fosil arama çalışmalarının durdurulmasına, bunun kendi mezarımızı kazdığımız anlamına geldiğine ve bunun hemen durulmaması gerektiğine dair de bir açıklama yapmasını bekleriz.