İmdat Freni

David Graeber (1961-2020): “Birbirimizin Bakımını Üstleneceğiz ki Herkes Özgürlüğü Tatsın”

ABD’li anarşist antropolog ve yazar David Rolfe Graeber yaşamını yitirdi.

Eşi Nika Dubrovsky’nin duyurduğu ölüm haberine göre Graeber, dün Venedik’teki bir hastanede aramızdan ayrıldı. 59 yaşında yaşamını yitiren Graeber’in ölüm nedenine ilişkin ise bir açıklama yapılmadı.

1961 yılında, ABD’nin New York kentinde doğan Graeber, Wall Street’i İşgal Et Hareketi’nin (Occupy Wall Street Movement) önde gelen isimlerinden biriydi. Bir dizi mücadelede ve oluşumda yer alan David Graeber, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza atan 3 akademisyenin tutuklanmasından sonra, 2016 yılında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a mektup yazan akademisyenler arasında yer alıyordu. Kürt halkının mücadelesiyle de ilgilenen Graeber 2014 yılında Rojava’ya giderek, inşa edilmeye çalışılan demokratik modele ilişkin gözlemlerde bulunmuş ve “Rojava’dan on yaş gençleşmiş” döndüğünü ifade etmişti. 

Değer teorisi ve sosyal teori alanlarında uzmanlaşan Graeber, 1998’den başlayarak Yale Üniversitesi’nde akademisyen olarak çalıştı. Ancak 2007’de siyasi görüşleri nedeniyle yönetimle ters düşerek üniversiteden ayrılmak zorunda kaldı. Ardından London School of Economics Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde profesör olarak eğitim verdi. 

Tersine Devrimler, Borç, Kuralların ÜtopyasıDemokrasi Projesi ve Değer Teorisi adlı kitapları Türkçeye çevrilen Graeber’in 2018 yılında yayımlanan Bullshit Jobs (“Zırva İşler”) eseri ise uluslararası alanda önemli bir yankı getirdi. Bu çalışma finans, pazarlama, medya gibi sektörlerde yaptıkları işlerin gayet gereksiz, anlamsız hatta zararlı olduğunu düşünen çalışanlara hasredilmişti.

İmdat Freni olarak, ölümü fazlasıyla erken gelen bu önemli düşünürü ve eylem insanını 2019’da kendisiyle yapılmış bir söyleşiden bölümler aktararak anıyoruz.

-Bu zırva işleri nasıl tanımlarsınız? 

Zırva işler için benim tanımım tümüyle öznel: insanlar yaptıkları işin bir anlamı olmadığını, bu iş ortadan kalkarsa hiçbir şeyin değişmeyeceğini ve hatta dünyanın hafiften daha da iyi olacağını düşünüyorsa, bu bir zırva işe sahip oldukları anlamına gelir. Bunun farklı nedenleri olabilir. Ya bütün gün hiçbir bok yapmadan oturuyorlardır, ya işlerinin kendi işverenlerine hiçbir şey getirmediği izlenimine sahiptirler ya da çalıştıkları şirket veya sektörün kendisi gereksizdir.

-Bu soruyu çalışanlara soruyorsunuz ama patrona değil, neden?

Patronun haberi bile yok ki! Bütün gün kedi mem’leri tasarlıyorsanız, gidip ona söyleyecek haliniz yok herhalde. 

-“Zırva işler”le “boktan işler” arasında bir ayrım yapıyorsunuz. Açıklar mısınız?

London School of Economics’teki temizlik işçilerine bakalım: Sabah 5’te kalkıp, abuk sabuk bir üniforma giyip, kelimenin tam anlamıyla bok temizliyorlar. Zehirli maddeler kullanıyorlar ve hasta olduklarında da ücretlerini alamıyorlar. Fakat faydalı bir iş yapıyorlar: Onlar olmasa LSE iki günde yaşanmaz hale gelirdi. Bu boktan bir iştir. Fakat kendi ofisi olan ve benden daha fazla maaş kazanan Dekan Yardımcısı’nın yönetici asistanı muhtemelen zırva bir işe sahiptir. Gerçi belki de onun işi, bana yaptıracak iş icat etmektir!

-Önceki kitabınız Bürokrasi’de komünizmle birlikte ortadan kalkmaktansa, bürokrasinin daha da arttığını gösterdiniz. Zırva işlerin esas nedeni bu mudur?

Evet ama ben özellikle en fazla bürokrasiyi kamu-özel ortaklığının yarattığını göstermeye çalışıyorum. Kitabımda Alman ordusunun taşeronunun taşeronunun taşeronu olan bir adamdan bahsediyorum. Bir yüksek rütbeli dizüstü bilgisayarını bir ofisten diğerine götürmek istiyorsa birini çağırması, onun da başka birini araması, böylece bir başkasının da kiralık arabayla 500 km yapıp, bir form doldurup, bilmem neyi bir kutunun içişe koyması, bir diğerinin de onu kutudan alması gerekiyordu. Bu iş için üç şirket seferber oluyordu, bu manyakça bir şey değil mi? Bu sistem, olabilecek en etkisiz sistem, özelleştirmeyle ve kamu-özel ortaklıklarla yaratıldı. 

-Evrensel gelir fikrini savunuyorsunuz. Neden?

Evrensel gelirin iki versiyonu var: Sağcı olanda insanlara bir gelir sağlanıyor ama onları başka toplumsal desteklerden mahrum bırakıyorsunuz. Solcu olanda ise bu tamamlayıcı bir gelir olarak görülüyor. Ben hiçbiriyle hemfikir değilim. Benim için evrensel gelirin yaşamak için yeterli olması lazım. Var olma araçlarıyla çalışmayı tümüyle ayırmaktan yanayım. Eğer canlıysanız yaşamak için gerekene sahip olmayı hak ediyorsunuzdur. Ondan sonra topluma nasıl katkıda bulunmak istediğinize siz karar verirsiniz. Fakat böylesi bir evrensel gelirle, en zor olanı lağımları temizleyecek insan bulmak olacaktır: onlara gerçekten çok yüksek bir ücret vermek gerekecektir! Fakat kimse zırva işleri kabul etmeyecek, çünkü insanların istediği kendilerini faydalı hissetmektir.

-Peki, nihayetinde neden çalışıyoruz?

Esas soru şu olmalı: Ekonomik faaliyeti ve şeylerin değerini üretim ve tüketimden ayrı olarak nasıl düşünebiliriz. Ben Spinozacı bir emek teorisine eğilimliyim, bir diğerinin hizmetinde olan bir emek -İngilizce caring work-, amacın bir diğer kişinin özgürlüğünü genişletmek veya muhafaza etmek olduğu bir emek. Özgürlüğün paradigmatik biçimi seçilmiş faaliyettir, bir diğer ifadeyle oyundur. Marx bir yerlerde gerçek özgürlüğe ancak zorunluluk alanından çıkılıp emeğin bizzat kendi amacı haline geldiğinde ulaşılabileceğini yazar. Toplumsal değerin yeni paradigması belki de bu olacaktır: Birbirimizin bakımını üstleneceğiz ki her birimiz daha özgür olsun, hayatın tadını çıkarsın, özgürlüğü ve oyunsal faaliyetleri deneyimlesin. Emin olun ki toplum ruhsal açıdan daha sağlıklı ve ekolojik açıdan daha sürdürülebilir bir halde olacaktır.

Derleyen ve çeviren : Uraz Aydın

Kaynak : Gazete Karınca, Le Monde, philonomist.com