“Ben yaptığım her işi her eylemi inanarak yaptım… Her bilinç düzeyi bir eylemi ve her eylem yeni bir bilinci getiriyordu. İşte 1960-1970 dönemini böyle yaşadık.”
Harun Karadeniz
“Giresun’un Alucra kazasının Armutlu köyünden Rıza oğlu Harun Karadeniz.”Bu Harun Karadeniz’in bir mitingde, bir grevde kendini takdimidir. Ben sizdenim demenin kestirme yolu. Tok sesi, duruşu ve bakışıyla güven vermesi yetmezmişçesine aşağıdan gelip tepeye tırmanmak yerine kökeniyle bağlarını koparmadığını ilan etmektedir.
Harun Karadeniz Füruzan’ın 47’lileradlı romanıyla bilinen ve 68 kuşağını imleyen kuşaktan değildir (doğumu 1942). Yani İkinci Dünya Savaşı sonrasında değil savaşın içinde doğmuştur. Köyünde okul olmadığı için Bulancak’ta ilk ve orta öğretimini tamamladıktan sonra liseyi Samsun’da okur. İTÜ İnşaat fakültesini kazandığı1962-63’te ve ilk yılında henüz bir siyasal tavrı da yoktu.
Altmışlı yılların başlarındaki iki darbe girişimi (Talat Aydemir) henüz 27 Mayıs’ın dumanının sönmediği hatta yeniden alevlendirilmesi için çabaların sürdüğünü gösterir. Üniversite gençliği bu dönemde büyük miktarda 27 Mayıs’ı önceleyen 28 Nisan olaylarının etkisiyle kendisine siyasal bir rol vehmetmektedir. Harun o yılları değerlendirirken “Diyebilirim ki 27 Mayıs’ı yapanlardan çok benimsemişiz”diye yazacaktırOlaylı Yıllar ve Gençlikkitabında.
Altmışlı yılların ortalarında ise ibre 27 Mayıs ve CHP etkisinde olan gençliğin yavaş yavaş sola kaydığını göstermektedir. Bu durumu da “1965’e kadar daha çok ilerici-gerici gençlik biçimindeki ayrım, 1965’ten sonra yavaş yavaş solcu, gerici ve giderek sağcı solcu biçimini alıyordu”diye özetler.
Harun Karadeniz, altmışlı yıllardan yetmişlere gençlik hareketinin geçirdiği bütün evreleri yaşamış ve tam da ortasında kendine bir yol biçmiştir.
1964’te İnşaat Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanı olur ve bu sıfatla İTÜ Öğrenci Birliği’nde yer alır. Birkaç yıl sonra Birlik, Türkiye’nin en önemli öğrenci derneklerinden biri olacaktır (Maçka, Yıldız ve ODTÜ ile birlikte).
Nisan 1968’de İTÜÖB başkanı olan Harun Karadeniz okulu dışında da tanınan, 1964’teki “Milli Petrol”kampanyasından sonra bir dizi eylemde ve son olarak da “Özel Okullar Devletleştirilsin”kampanyası ve İstanbul-Ankara yürüyüşü (13 günde tamamlanır) gibi eylemlerde yer almış bir öğrenci lideriydi.
Gençlik eylemleri artık yörünge değiştirmiş bulunmaktadır. “1960’dan sonra önce hürriyet, sonra ekonomik sorunlar ve anti-emperyalist bir tutumla ülkenin kalkınmasını savunun gençler 1967’den itibaren artık emekçi sınıfların yanında yer almayıgörev biliyor”lardı.
İTÜÖB başkanı olarak Harun Karadeniz bundan sonraki hayatında belirgin bir özelliği olacak olan ekip çalışmasına önem verir. Yürütülecek kampanyalar, yapılacak işler hem yalnızca bildirilerle sınırlı kalınmadan broşür veya başka araçlarla desteklenecek hem de yapılacak her şey birlikte tartışma ve kolektif bir yürütmeyle gerçekleştirilecekti.“NATO’ya Hayır!”Başkanlığının ilk kampanyası olacaktı. Taşlıtarla, İstinye (Kavel işçilerinin katılımıyla) Pendik, Gebze gibi o dönemin işçi mahallelerinde yapılan gecelerde binlerce insana sesleniyordu.
Mart 1968’den itibaren (yani örneğin Fransa’da Mayıs hareketi patlamadan) İTÜÖB Eğitimde Devrim yönünde hazırlıklara başlıyor, Rektörün, Dekanın öğrenciler tarafından seçilmesinden başlayarak birtakım talepler öne sürüyordu. Kasım ayı için yapılmaya başlayan hazırlık Haziran’da önce Ankara’da sonra İstanbul Üniversitesinde işgallerin başlamasıyla kesintiye uğruyor ve İTÜ de işgal kervanına katılıyordu.
İTÜÖB, aynı yılın yazında TÖS’ün Ankara SBF’de düzenlediği Eğitim Şurasına hazırlık için bir merkez olur. Öğrenci derneklerinin yanı sıra onlara danışmanlık yapan (İdris Küçükömer, Turgut Cansever, Demirtaş Ceyhun, Fethi Naci gibi en az yirmiye yakın) aydınların katılımıyla çalışmalar, tartışmalar yürütülür.
68 yalnızca yalnızca gençlik hareketi değildir
1968 Üniversite işgalleri sırasında bir sendikacı Üniversiteye gelip Harun’la görüşmek ister. “Uzun süredir Derby’de grev halindeyiz, grev hiç etkili olmuyor. Biz fabrikayı işgal edeceğiz. Bize yardım eder misiniz”diye sorar. Daha sonra Demir-Döküm, Hisar Çelik gibi fabrikalar da işgal edilecek, Türkiye siyasal tarihinde yeni bir eylem türü gerçekleşecekti. Bu olay Harun Karadeniz’in artık öğrenci liderliğinden emekçilerin sorunlarına doğrudan muhatap olmasına bir köprü olacaktır. Şubat 1969’daki Kanlı Pazar diye anılacak olan, asıl adı “Emperyalizme Karşı İşçi Yürüyüşü”nün tertip heyetinin hepsi işçiydi (Kartal bölgesinden). Birkaç ay sonra başta bu işçilerle Kartal’da İstanbul Bölgesi İşçi Birliği’nin (İBİB) kurulmasına varacaktır. İstanbul Bölgesi İşçi Birliği ne sendika ne partidir. Sade işçilerin günlük sorunlarını tartışıp çözüm aradıkları bir uğraktır. Avrupa yakasında da benzer bir birlik kurmaya çalışır.
Sabah akşam öğrendiklerini emekçilerin kendi deneyimlerini edinmeleri için değerlendirmeye çalıştı. Tek başına bu olay bile onun siyaset yapma tarzının farklılığını gösteriyordu. Emekçiler kendi deneyimleriyle kendi haklarına sahip çıkmalıydılar. Yani emekçilerin kurtuluşu kendi eserleri olabilirdi ancak. 12 Mart dönemine kadar yaklaşık iki yılını burada geçirdi.
“Öldürüldük ey halkım , unutma bizi…”
“Kanserdik. Ölüm, ölüm her gün sinsi bir yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurt dışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine. Sonra da otuz iki yaşında, bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.”(Uğur Mumcu’nun, 12 Mart döneminde yitirilenlerin ardından yazdığı Sesleniş…yazısından)
Ocak 1969’da ilk kez sağ dirseğinde tümör teşhis edildi. Ağustosta yurt içinde tedavi edilemeyeceği için Londra’ya gitmesi gerektiğine dair sağlık kurulu kararı çıktı. Londra’ya gitti. 12 Mart rejimi Harun’u tutuklayıp tutuklayıp bırakıyordu. Üçüncüsünde gerekçe bile göstermemişlerdi. Bu arada tedavi olamadığı için hastalık ilerledi (kendi tabiriyle tümör mercimek büyüklüğünden nohut büyüklüğüne vardı). Haydarpaşa Numune Hastanesi yine Londra’da tedavisi gerektiğine dair sağlık kurul kararı verdi (26.6.1972). Bir buçuk yıl sonra tekrar aynı mealde bir rapor verildi. Nihayet Ocak 1974’te Londra’ya gider. Sağ kolu kesilir. Bu, gecikmenin ilk bedelidir. 14 Temmuz 1975’te ise “üç aydan fazla bir süre yaşaması imkansızdır”diyen Londra’daki hekim “Eğer hasta 1969 ile 1974 yılları arasında kontrol altında bulunsaydı, hastalık daha etkin bir biçimde tedavi edilebilirdi”diye raporuna ekleyecektir.
İstanbul Sıkıyönetim Adli Müşaviri ise Harun’un eşine onun yurt dışına çıkmasına izin vermemelerinin gerekçesini açıkça belirtiyordu: “Ölsün istiyoruz… O eline silah almadı, eğer eline silah alsaydı işini bitirmek çok kolaydı.”
Harun Karadeniz İngiltere’den son dönüşünde günleri sayılıydı. Bu sayılı günlerini düzenli bir okumanın yanı sıra çocuklara resmi tarihi hicvedecek masallar yazmayı tasarlıyordu. Bunun için bir yayıneviyle de görüştü. Patrona Halil isyanına kafayı takmıştı. Sanki adamın tekine hamamda sıcak basmış vermişti isyanı yangına!
15 Ağustos 1975 sabahı erkenden bir uyanır. Çoktandır arayıp da bulamadığı Nusret Bezmi Kaygusuz’un Şeyh Bedreddin kitabını (nihayet Şükran Kurdakul getirmişti) karıştıran başında bekleyen arkadaşına, “sabah olduğunda ben okuyacağım ama”der. Bir daha uyanmaz…
Yakın dostu, hocası İdris Küçükömer Harun’u kendine has üslubuyla tanımladı: “Düşünen, düşünmesini bilen bir insandı. Somut gözlemleri, çocukluğundan beri olan yaşamı, onu önceden öğretilen bazı kavramlardan şüphe etmeye, sonra düşünmeye yöneltti. Yoksul ve kızgın köylü çocuğu mühendis olacaktı. Matematik, bir lojik yöntem olarak onu pusatlandıracaktı. Üniversitelerdeki öğreti ile hayattaki toplumsal ilişkilerin uyuşmazlığını anladı. Somut önerilerini lider olarak uygulamaya geçti. … Giderek öğrenci eylemlerinden işçiler içine karışmanın yeğ olduğunu kabul etti ve öyle eyledi.”
(Bu yazı ilk olarak #tarih dergisinin ağustos 2015 sayısında yayınlanmıştır)