İmdat Freni

Beden ve Şiir: Epigraflar – O. Yiğit Özdemir

1. Şiire musallat olan şey, yalnızca geçmiş kanonların heybetli gölgesi değil. Şairde şiirden her zaman daha fazla veya eksik olan bir şeyler var, şairin bedeni şiirinin gölgesine dönüşür. 

            Şiir geçmiş edebiyatın, herhangi bir sanat türünün gelenekle kurduğu dolaysız bağın sonucu mudur? Hayır, bu anlamda hep türedi, hep yeniyetmedir. Bir saf-sızlaşma eylemi olarak yazılması, onu diğer edebi türlerden de ayırt eder. Hep ayıklar veya fazlasına göz diker, bu anlamıyla şairin ontolojisinde hep fazladan bir şeyler vardır, bu kendisiyle ve şiiriyle arasındaki farka tekabül eder.

2. Habitat ve biçim arasındaki ilişki, kurucu gibi gözükmesine rağmen, nispeten zorunsuzdur. Şiirsel referanslar arama, şaire soy kütüğü çıkartma çabası, söz konusu şairin bedeni olduğunda her zaman şairin göbek deliğine takılır.

            Şiir köksüzleşir, doğal olayların, neden-sonuç ilişkilerinin herhangi bir halkasından biraz daha fazlası/azıdır. Şiir dolaysızca çevresi tarafından çevrelenmediği gibi, onun karşısındaki kavgası acımasızdır. Bir alışamama alışkanlığı olsa gerek. Kendisini başka bir şairde örtüşmüş bir şekilde bulması imkânlı değil şairin. Bu örtüşme, belki de en fazla bir örtünün masayı örtmesi gibi. Örtü masanın biçimini alır, ancak masa olamaz.

3. Sembolistler kendilerini tarihin çeşitli dönemlerinde yaşamış kişiliklerin reenkarnasyonları olarak görüyorlardı, bu onların teleolojik boyutu idi. Bu anlamıyla bu özdeşlikleri bedenlerini kendi habitatlarında sınayarak şiirlerine kaydediyorlardı.

            Şair kendi çevresinde başka bir şairin, kahramanın, kişiliğin çevresinin tekrarlarını keşfe çıkabilir/çıkmalı. Bu herhangi bir çağdan biri olabilir, en önemlisi, bu çevrede, bir başka devrin yüceltimlerine aşık olmaması, tekrar duygusundan gıdıklanması. Sembolizm bir akım haline geldiği anda çözülmeye başlamıştı. Bu, kendilerinin şiirlerini ördüğü çevrenin değişmesinden bağımsız değildi. Şairin yenilgisi, zaferidir, “kaybeden her şeyi alır”.

5. Idiom, kısacası bedeni boydan boya kat eden kişisel sözcelem, corpus’un içerisine taşınırken, doğum izleri, takıntıları ve travmaları da kaydeder. Bu anlamda okurun yarasına üfleyen şiir, bunu son nefesinde yapar: şairinse tek tesellisi silinmek.

            Harfler şairin tuşları. Ancak bazı sesler, beden denen piyanoda sarkar, akort tutmaz, şair onu başka oktavlarda ikame eder. Yaralar, izler, her zaman okurun perdesine yansır, tasalluttadır, orada yankılanır, bunu yaptığında, şiirin görevi de tamamlanır. Sonunda, müzik bittiğinde, sesler nereye gider?

5. Hatta kimi zaman şiirin şairin kendisini silme jestine dönüştürdüğü bile söylenebilir, şiirsel düşünce, kendisini boşluk ve bedenin ilişkisinde bir “silinme jesti” olarak görünür kılar.

            Varlığıyla bedeni örtüşmeyen canlı olarak insana, şairin görevi bir şeyi neyin insan yaptığını bildirmektir. 

6. Bu anlamda şiir, belki de dans eden bir düşüncedir.

            Dansın ne olduğu tartışılmalı, ancak belli bir anlamıyla, ilksel toplanmadır bu. Şiirin ateşi etrafında bir boşalma, kasılmalardan kurtulma, yok olmadır.

7. Dans söz konusu olduğunda, kronik bir başlangıç söz konusudur, bir hareketin, edimin başlangıcı. Dans her şeyi en başından almak konusunda, en üstün sanat. Bedenin ilksel kasılmaları, anal, pelvik vb. dansın gramerini oluşturur.

            Yani, öyle ki dansta adı konulmamış bir genesis var. Şeylerin meclisi olarak sözcükler, herkesi temaşaya çağırır. Başlangıç anında var olan şeylere çağrı. Toplanma egzersizi olarak düşünceyi vahdete dönüştürür. Şeylerin kurgusal ayrılıklarına karşı, yasadışı bir birliğin ansınması, sezilmesidir şiir.

8. Bu anlamıyla şiir, bedene düğümlenmiş düşünsel bir başkaldırı olagelir. Özel olarak aşk üzerine olması dahi gerekmez, bu zaten onda eksen halinde bulunur.

            Özel anlamıyla bir bahsediş değildir bu, şiir gerçekten de aşk üzerine değildir. Onu betimleyemez. Bu, en fazla şiire dönük bir güldürü olabilir, inançsızlığını samimiyetle örten bir bayağılık olarak beliriverir bu üzerinelik. Hayır, şiir ancak aşktan bahseder, bir yer olarak değil ancak belki bir kaplam olarak. Yoksadığı yerdir kendisini yazarken aşk, unutuşa gebe her şeyi yeniden meydana çağırır.

9. Şairin başkaldırdığı şey, terbiyedir, habitustur.

            Söz söyleme sanatı olarak şiire karşı bir şiirdir, şairin yazdığı. Retorikle aynı koridordaki karşılıksız açılan kapılar gibidirler. Biri açıldığında, diğeri kapalı kalmak ya da en fazla aralanmak zorundadır. Gündelik dilin içerisinde alışılmaya direnen, alışılmamış cümleler, bir araya gelişlerdedir.

10. Her beden ölümlüdür, her beden tekrar eden döngülere direnir. O halde yaşayan bedeni diğerlerinden ayırt etmek üzere, şairin dansına ihtiyacımız var.

            Her çevre doğal değil, ama bedeni ölüme ait kılan şeyler de var. Şair, öznede bunun aleyhine çalışan güçleri harekete geçirmekle yükümlü bir isyan-aygıtı olmalı. Tekrarlara, iş gününe, disipline direndiği anda, sıçrarken yakalar düşünceyi.

Görsel: Albert Marencin, Arzunun ve Korkunun Sembolleri dizisi, kolaj no: 21, 1964. Fotoğraf: Martin Marencin.