Yeni seçilen ABD Başkanı Donald Trump, bazı şaşırtıcı dış politika açıklamalarıyla tonu belirledi: Panama Kanalı’nın ilhakı, Grönland’ın düpedüz sömürgeleştirilmesi ve Kanada için, kendi sosyal ağında Kuzey Amerika’nın tamamını Amerikan bayrağıyla kaplanmış halde gösteren bir haritanın yayımlanması. Sanki BM Genel Kurulu’nda büyük İsrail haritasını sallayan Netanyahu’dan ilham almış gibi, karşımızda Trump, 2. sezon.
Peki Gerçek Planlar Var Mı?
Bir öngörülemezlik stratejisi ve yaygın bir tehdit mi? Yoksa kendini bir imparatorluğun efendisi olarak hayal eden yaşlı bir otoriterin yaşlılık belirtileri mi? Bu tür kışkırtmaların ardındaki motivasyonlar hakkında her zaman spekülasyon yapabiliriz. Ancak nihai niyetleri ne olursa olsun, bu çıkış birkaç tanıdık motifi açığa vuruyor. İlki, Trump’tan Duterte’ye, Bolsonaroculuğa kadar yeni küresel aşırı sağın siyasi kimliğinin temel işaretlerinden biri haline gelen eril saldırganlık. Bir diğeri ise anti-feminizm: (artık görevden alınmış olan) eski Güney Kore Başkanı Yoon Suk Yol’un açıktan ilan ettiği kadın düşmanlığından, İspanya’daki Vox hareketine ve Fransa’daki “anti-wokizm” versiyonuna kadar uzanan bir çizgi. Bu açıdan bakıldığında, bu çıkışlar, Musk’ın Avrupa aşırı sağ liderlerine gönderdiği sinyallerle tamamen tutarlıdır. Ayrıca, son kırk yıldır süregelen Amerikan başkanlık gücünün yoğunlaşma eğiliminin açık bir göstergesidir. Trump’ın duruşu, bu eğilimin en karikatürize hali olmaktan başka bir şey değil.
Geleneklere Dönüş
“Dünyanın düzeninin ve özgürlüğünün teminatı” olan “ulusal güvenlik” söylemi, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Amerikan liderlerinin kullandığı argümanla birebir örtüşüyor. Dünyanın dört bir yanına eşi benzeri görülmemiş askeri üsler konuşlandırmalarını sürdürmek isteyen bu liderler, çoktan “güvenlik” bahanesini tüm gerekçelerinin merkezine yerleştirmişlerdi. Japon gücünün bertaraf edilmesiyle Pasifik’in “bizim gölümüz” olması gerektiği iddia ediliyordu. Bazıları ise “bu üslerin adının ne olduğu umurumuzda değil, yeter ki askeri üslerimiz üzerinde mutlak ve tartışmasız bir kontrolümüz olsun” diyordu.
Öfkelenenler
Tüm bu olayın en çarpıcı yanı ise başka bir yerde yatıyor. Her şeyden önce, “Avrupalı ortakların” öfke ve “anlayışsızlık” içinde verdikleri tepkiye bakılmalı. Müttefikleri, dostları ve koruyucuları olan ABD’nin, “bizim Batılı değerlerimiz”i temsil eden ülkenin, kendilerine karşı gösterdiği küçümsemeye karşı büyük bir şaşkınlık içindeler. Fransa ve Almanya’nın “kesin” olduğu bildiriliyor: “Sınırlar güç yoluyla değiştirilemez.” Alman Şansölyesi Scholz, Avrupa Konseyi Başkanı António Costa ile birlikte şu açıklamayı yaptı: “Sınırların dokunulmazlığı ilkesi, ister Doğu’da ister Batı’da olsun, tüm ülkeler için geçerlidir.” “Bu ilke ihlal edilemez ve edilmemelidir.” Alman hükümet sözcüsüne göre, “ABD, Birleşmiş Milletler’in ilkelerini uygulamalıdır.” Son olarak, Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barrot, AB’nin ABD askeri müdahalesine müsamaha göstermeyeceğini şu sözlerle vurguladı: “Avrupa Birliği’nin, kim olursa olsun, dünyanın diğer uluslarının egemen sınırlarına saldırmasına izin vermesi söz konusu olamaz.”
Sinsi Yalancılar
Küçük bir soru insanın aklına geliyor ve mide bulantısıyla birlikte beliriyor: Bunlar, Biden-Harris yönetimi tarafından büyük ölçüde silahlandırılan İsrail’in Filistin’de bir yılı aşkın süredir yürüttüğü soykırımı alkışlayan ve buna aktif olarak katkıda bulunan aynı liderler mi? Uluslararası hukukun çiğnenmesine göz yumanlar mı? Almanya, Fransa ve Büyük Britanya’da her türlü dayanışmayı acımasızca bastıranlar mı? Lübnan’a hiçbir egemenlik hakkı tanımayan, onu siyonist katliam çılgınlığına terk edenler mi? Ortadoğu’nun otuz yılı aşkın bir süredir süren katliam ve feci başarısızlıklar yetmezmiş gibi, savaşın tüm bölgeye yayılmasına izin verenler mi?Şimdi aynı kişiler, hâlâ paylaşmaya devam ettikleri sömürgeci ırkçılığın arka planında, sahte bir erdem öfkesiyle çirkin yüzlerini gösteriyorlar. İkiyüzlülük öldürmüyor ve bu onların en büyük şansı.
Çeviri: İmdat Freni
Kaynak: https://internationalviewpoint.org/spip.php?article8830