Söyleşi: ELIAS FEROZ
1980’lerde Alman kurumları ülkelerinin geçmişiyle ciddi bir şekilde yüzleşmeye başladı. Tarihçi Enzo Traverso’ya göre Almanya’nın Gazze’nin yıkımına verdiği tepkiler, doğru dersleri çıkarmada başarısız olduğunu gösteriyor. Filistin’deki savaş elli ayı aşkın bir sürenin ardından nihayet en azından ilk kez bir duraksamaya yaşadı- umarız bunu önümüzdeki aylarda kalıcı bir ateşkes izler. Gazze’deki yıkım eşi benzeri görülmemiş boyutlarda: Guardian‘ın yakın tarihli bir raporuna göre, yaklaşık 50,000 Gazzeli – nüfusun yaklaşık yüzde 2’si – öldürüldü, 100,00’den fazlası yaralandı ve birçoğu ağır yaralanmalara maruz kaldı. Gazze Şeridi’ndeki nüfusun yaklaşık yüzde 90’ı yerinden edildi ve binaların yaklaşık üçte ikisi hasar gördüğü ya da yıkıldığı için çoğunun geri dönecek yeri yok. Savaş boyunca İsrail’e kararlı bir şekilde destek verme konusunda özellikle iki ülke öne çıktı:
İsrail’in en eski destekçisi olan ABD ve Almanya. Berlin’deki yönetim, İsrail’i kınamayı ya da en azından askeri desteği kesmeyi reddetmek için, Almanların Holokost’taki tarihi sorumluluğuna dayanan kendine özgü bir Staatsräson’u (“devlet aklı”) gerekçe gösterdi. Buna bir de pek çok güvenilir uluslararası gözlemcinin İsrail’i soykırımla suçlaması eklenince, ülkede ve dünyada milyonlarca kişi Almanya’nın kendi karanlık geçmişiyle hesaplaşmasının sanıldığı kadar kapsamlı ve anlamlı olup olmadığını sorgulamaya başladı. Çağdaş Avrupa tarihçisi Enzo Traverso, savaş, faşizm, soykırım, devrim ve kolektif hafıza gibi kritik temalar üzerine yaptığı araştırmalarla tanınıyor. Son çalışması Gazze Tarihle Yüzleşiyor, Gazze savaşını sömürgecilik mirası ve insani krizlerin bir bileşimi olarak inceliyor. Kitapta ayrıca Holokost hafızasının -özellikle Almanya tarafından- araçsallaştırılmasını eleştiriyor ve hafızanın zulme karşı evrensel bir dersten güncel bir soykırımı meşrulaştırmak için kullanılan bir anlatıya dönüşmesini tartışıyor. Jacobin ile Gazze’deki savaşın başlamasından bu yana Alman devletinin tutumu ve gerçekten evrenselci ve enternasyonalist bir hafıza politikası geliştirmek için ne gibi dersler çıkardığı hakkında konuştu.
ELIAS FEROZ Alman hükümeti uluslararası hukuka olan bağlılığını sık sık yinelese de, Uluslararası Af Örgütü gibi çok sayıda insan hakları örgütünün raporlarına rağmen Filistinlilere yönelik uluslararası hukuk ihlallerini nadiren kabul ediyor. Bu kararsızlığı nasıl açıklıyorsunuz?
ENZO TRAVERSO Alman hükümetinin Gazze’deki savaş ve soykırıma verdiği tepki çok da şaşırtıcı değil. Almanya’nın uzun yıllardır izlediği hafıza politikalarıyla örtüşüyor. Bu bağlamda Gazze krizi, Almanya’da Holokost hafızasına yaklaşımda, Almanya’nın geçmişiyle yüzleşmek ve hesaplaşmak için on yıllar boyunca yaptığı örnek çalışmaları baltalayan rahatsız edici bir kaymayı vurgulayan açıklayıcı bir test işlevi görüyor. Bunu tarafsız bir gözlemci olarak değil, bir İtalyan yani faşist ve sömürgeci geçmişini tam olarak tanımayı veya sorumluluğunu almayı başaramamış bir ülkeden gelen biri olarak söylüyorum. Bir İtalyan olarak, her zaman Almanya’ya illa ki mükemmel bir model olarak değil ama kendi ülkemin yapamadığı şekilde kendi tarihiyle ilgilenmeyi ve yüzleşmeyi başarmış bir ülke olarak baktım. 1980’lerin ortalarında Almanya, geçmişini yeniden düşünmek gibi zorlu ve sancılı bir sürece girdi. En az iki nesil boyunca, Nazi suçlarının anısı Alman tarih bilincinin temel taşlarından biri haline geldi ve ben bunu ileriye doğru atılmış muazzam bir adım olarak gördüm.Almanya, vatandaşlık kavramını yeniden tanımlamayı başararak, tamamen etnik kökenlere dayanan bir kimlikten, etnik kökenleri veya inançları ne olursa olsun tüm vatandaşları içeren bir siyasi topluluğa geçiş yaptı. Bu kayda değer başarı, öncelikle olmasa da büyük ölçüde Holokost hafıza çalışmaları sayesinde mümkün olmuştur. Ancak zaman içinde Almanya’daki Holokost hafızası giderek İsrail’e koşulsuz destek politikasına dönüştü. Bir zamanlar tarihsel hesaplaşmanın bir örneği olan bu hafıza, bana göre, eleştirel bakış açılarının silinmesine katkıda bulunan ve bu hafızanın desteklemesi gereken adalet ve hesap verebilirlik ilkeleriyle çelişen eylemleri mümkün bir çerçeve haline geldi. Bu sürecin içler acısı sonucu, bugün İsrail’i kayıtsız şartsız desteklemek için uluslararası hukukun çiğnenebilmesi veya göz ardı edilebilmesidir.
ELIAS FEROZ Bu değişimin ne zaman gerçekleştiğini düşünüyorsunuz?
ENZO TRAVERSO: Birçok yönden, bu öncüller 1949’da Federal Almanya Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte zaten mevcuttu. Bu değişimin tohumları en başından beri Holokost hafızasına gömülü olduğu için, bu değişimin aşamalı olarak gerçekleştiğine inanıyorum. Jürgen Habermas’ın Ernst Nolte eleştirisinde Almanya’nın Batı’ya entegrasyonu Auschwitz hafızası aracılığıyla sağlandığını belirttiği gibi, bu gelişmedeki içsel çelişkilerden bazıları eskilere dayanır. Holokost hafızasının Batılı değerlerle bu şekilde örtüştürülmesi, Almanya’nın İsrail’e verdiği sarsılmaz desteğin temelini oluşturmuştur. Bu farklılıklar 1950’lerde, Nazi rejiminin Yahudi kurbanlarına tazminat ödenmesine ilişkin yasaların tartışılması sırasında çok belirgin değildi, ancak temelde yatan öncüller zaten mevcuttu. Tarihsel dönüm noktasında, Holokost’u ve Nazi suçlarını Alman tarih bilincinin temel taşı olarak tanımaya çalışan bir Almanya ile Nazi geçmişine yönelik af dileyen bir yaklaşımı açıkça tercih eden başka bir Almanya karşı karşıyaydı. Bu bağlamda, özellikle Nolte ve Alman revizyonizmine karşı Habermas’ın desteklenmesi gerektiği açıktı. Uzun yıllar boyunca bu tehlikeler nispeten kontrol altında tutulmuş, Almanya’nın demokratik haklar konusunda attığı önemli adımlarla kıyaslandığında marjinal görünmüştü. Ancak şimdi kendimizi paradoksal bir durumun içinde buluyoruz. Çok etnili, çok kültürlü ve çok dinli bir ulusa dönüşen Almanya, postkolonyal ve Filistin kökenliler de dahil olmak üzere tüm vatandaşlarından İsrail’e koşulsuz destek talep ediyor. Bu gelişme, Holokost hafızasının Batı kimliğiyle daha önceki uyumlanmasının ilginç ironik bir sonucu olarak görülebilir.
ELIAS FEROZ Geçen yılın sonlarına doğru Almanya, Benjamin Netanyahu’nun ülkeyi ziyaret etmesi halinde Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin tutuklama kararını uygulayıp uygulamayacağı konusunda tereddüt etti. Bu tereddüt Almanya’nın Holokost ile ilgili tarihsel sorumluluğu ile uluslararası hukuka bağlılığı arasındaki gerilimi nasıl yansıtıyor?
ENZO TRAVERSO Savaş sonrası Almanya, diğer birçok Avrupa ülkesi gibi, Holokost ve Nazi suçlarına ilişkin sömürgecilik tarihine işaret eden gerekli çalışmaları ihmal veya marjinalize eden bir hafıza geliştirdi. Holokost’a odaklanmak önemli olmakla birlikte sömürgecilik hafızasını gölgede bırakmış ya da en aza indirgemiştir, bu da 7 Ekim’den sonra daha belirgin hale gelen bir gerilim yaratmıştır. Bu “aporetik” hafıza siyaseti, İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’yı işgalinin sömürgeci boyutunu gözardı etmenin temelini oluşturur. Alman ve Batı Avrupa söyleminde Netanyahu, kurban olarak Yahudilerin temsilcisi olarak tasvir edilmektedir. Dolayısıyla Filistinliler mülksüzleştirilmiş bir halk değil, antisemitizmin yeni bir vücut bulmuş halidir. Almanya’nın (diğer Batılı liderler tarafından da takip edilen) UCM tutuklama emrini uygulamama kararının ardında yatan argüman budur.
ELIAS FEROZ Uluslararası Ceza Mahkemesi emrini görmezden gelmek itibar riskine yol açar mı? Özellikle de uluslararası hukuka bağlılık konusunda artan baskılar göz önüne alındığında, bu ülkeler için zarar veya hatta yasal sonuçlar doğurabilir mi?
ENZO TRAVERSO Ben bir hukuk uzmanı değilim, ancak İsrail’e en büyük mali ve askeri desteği sağlayan ABD’den sonra İsrail’in en önemli ikinci askeri destekçisinin Almanya olduğunu söyleyebilirim. ABD’nin desteği olmadan, İsrail Gazze’deki yıkımı gerçekleştiremez ve on binlerce Filistinliyi öldüremezdi. Ancak ABD’den sonra Almanya da İsrail’e askeri destek sağlama konusunda önemli bir rol oynamaktadır. Bu da Almanya’nın bugün tıpkı Fransa, İtalya ve İngiltere gibi Gazze’deki soykırımın suç ortağı olduğu anlamına gelmektedir. Bununla birlikte, Almanya’nın katılımı, hem rolü hem de sembolik ağırlığı açısından özellikle önemlidir. Dünya nüfusunun çoğunun gözünde bu, Holokost hafızasının sömürgeci politikaların siyasi bir aracı haline geldiği anlamına geliyor: Nazizmin Yahudi kurbanları anılması gerekirken, Filistinlilerin hayatları silinebilir.
ELIAS FEROZ Amerika Birleşik Devletleri’nde ders veren bir İtalyan tarihçi olarak Almanya’nın İsrail’e verdiği ve Staatsräson ile çerçevelenen sarsılmaz desteğin uluslararası imajını nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?
ENZO TRAVERSO Her şeyden önce, İsrail’in uluslararası imajı geri dönülmez bir şekilde değişmiştir. Küresel Güney olarak adlandırılan bölgelerdeki kamuoyu için İsrail uzun zamandır baskıyı, sömürgeciliği ve şimdi de soykırımı sembolize etmektedir. Ancak bu imaj Batı’da da değişmiştir. Artık Batılı siyaset düzeninin resmi duruşu ile İsrail’e koşulsuz destek politikasına karşı kamuoyunda artan şüphecilik arasında açık bir uyuşmazlık var. Almanya, bunu bir Staatsräson meselesi olarak çerçeveleyerek, bir bakıma resmi pozisyonunun ikiyüzlülüğünü kabul etmiştir. Staatsräson kavramı oldukça muğlak bir kavramdır. Makalemde, bu kavramın erken modern Avrupa’dan günümüze kadar soyağacını çıkarmaya çalıştım. Staatsräson, hukukun üstünlüğü içinde bir çelişkiyi ortaya koymaktadır: hukuk, daha yüksek bir görev olan Staatsräson nedeniyle sorgulanabilir, reddedilebilir veya ihlal edilebilir. Bu durumda bu görev, İsrail açıkça savaş suçu veya soykırım işliyor olsa bile, İsrail’in koşulsuz savunulmasıdır. Bunun üstü kapalı anlamı şudur: evet, İsrail savaş suçu işliyor, Filistinlilere baskı yapıyor. Filistinlileri katlediyor ve muhtemelen bir soykırım gerçekleştiriyor ama biz bunu devletin üstün çıkarları adına kabul ediyoruz.
ELIAS FEROZ Geçtiğimiz bir buçuk yıl içinde yaşanan olayların hem Almanya’da hem de daha genel olarak hafıza siyasetinin geleceği için ne gibi etkileri oldu?
ENZO TRAVERSO Bugün Gazze’de yaşananlar bizi hafıza politikalarına yaklaşımımızı yeniden düşünmeye zorluyor. Kolektif hafızanın farklı boyutları arasında daha dengeli bir ilişki kurmamız gerekiyor. Daha önce kastettiğim de buydu. Sadece faşizmin, Nazi suçlarının ve Holokost’un hafızasını değil, aynı zamanda Avrupa tarihinin kritik yönleri olan emperyalizm ve sömürgecilik hafızasını da dahil etmeliyiz. Kolektif hafızanın sadece bir yönüne odaklanıp diğerlerini ihmal edemeyiz. Avrupa Birliği bir göç alanı haline geldiği için bu özellikle önemlidir. Çoğu postkolonyal kökenli milyonlarca göçmen artık Avrupa’nın bir parçası. Bu durum, tarihsel olarak hem göç veren hem de on yıllardır bir göç alan bir ülke olan İtalya da dahil olmak üzere tüm Avrupa ülkeleri için geçerlidir. Hafıza politikalarımız çoğu zaman insan hakları retoriğinin bir parçası olmuş, bazen de emperyal ve yeni sömürgeci politikalar için bir gerekçe olarak hizmet etmiştir. Buna bir son vermenin zamanı geldi.
ELIAS FEROZ “Tarihsel suçluluk” kavramını, genellemelere ve nüans eksikliğine yol açtığı göz önünde bulundurulduğunda, yeniden ele almak gerekir mi?
ENZO TRAVERSO Eğer bağlamsallaştırılırsa tarihsel suçluluk kavramı değerlidir. Ebedi, değişmez, tarih ötesi bir suçluluk yoktur. Karl Jaspers’in “Alman Suçluluğu Sorunu” başlıklı makalesinin yayınlanmasından sonra 1945 yılında Almanya’da gerçekleşen ünlü tartışmaya atıfta bulunabiliriz. Jaspers farklı suçluluk türleri arasında ayrım yapmıştır: cezai suçluluk, siyasi suçluluk, ahlaki suçluluk ve metafizik suçluluk. Suçluluk kavramı nüanslandırılmalı, yeniden düşünülmeli ve yeniden tanımlanmalıdır. Tarihsel suçluluktan bahsetmek yerine, tarihsel sorumluluktan söz etmek istiyorum. Ben 1935-36 yıllarında İtalyan Faşizmi tarafından gerçekleştirilen Etiyopya soykırımından yirmi yıldan fazla bir süre sonra doğdum. Bu Faşist soykırımdan dolayı suçlu değilim, ancak bir İtalyan vatandaşı olarak ülkemin geçmişini görmezden gelir ve buna bağlı tarihsel sorumlulukları üstlenmeyi reddedersem suçlu olacağımı düşünüyorum. Sorumlu bir İtalyan vatandaşı olarak, ülkemin tarihine ait suçları görmezden gelemem. Bu anlamda, suçluluk ve sorumluluk arasındaki ilişki diyalektik bir ilişkidir. Sorumlu dış politikaları yönlendirmesi gereken tarihsel bir sorumluluk vardır. Bugün sorumlu bir dış politika, her şeyden önce Gazze’deki soykırımı durdurmak anlamına gelecektir.
ELIAS FEROZ Alman siyaset ve medya kuruluşlarının bazı kesimlerinde tarihsel revizyonist bir şekilde Filistinlilerin Nazilerle bir tutulmasını eleştiriyorsunuz. Yine kitabınızda İsrail ordusunun (İsrail Savunma Kuvvetleri, IDF) bazı eylemlerinin size Schutzstaffel’in (SS) eylemlerini hatırlattığından bahsediyorsunuz. Bu tür tanımlamalar, çözmeyi amaçladığınız hafıza ve tarih arasındaki düğümü güçlendirerek ters etki yaratmıyor mu?
ENZO TRAVERSO Kitabımda soykırım kavramının hukuki bir kavram olduğunu yazdım. Bu legalistik bir kavram. Ayrıca, sosyal bilimlere veya tarih bilimine ait olmadığından bu kavramı kullanmadan önce bir tarihçi olarak bazen birçok şüpheye düştüğümü ve ihtiyatlı davranmak durumunda kaldığımı vurguladım.
Soykırımın normatif bir tanımı vardır, bu da yasal, hukuki bir tanımdır. Bu tanımın bugün Gazze’deki durumla birebir örtüştüğüne inanıyorum. Ancak soykırımların hepsi eşdeğer ya da birbirinin yerine kullanılabilir değildir. Ölçeği, motivasyonları, fenomenolojisi vs. açısından Gazze Auschwitz değildir. Bu çok açık ve nettir. Birçok insan (özellikle Almanya’da) Gazze soykırımından bahsetmenin Holokost’u “göreceleştirmek” anlamına geldiğini düşünüyor. Bu utanç verici bir durumdur. Başka bir soykırımı meşrulaştırmak için bir soykırımın anısına sahip çıkmak ahlaki ve siyasi olarak kabul edilemez. Auschwitz’in anısı yeni soykırımları engellemek için seferber edilmelidir, onları meşrulaştırmak için değil. Tarihsel karşılaştırmalar tarihsel homolojiler değildir; bugünü yorumlamamıza yardımcı olan analojilerdir. Elbette, sadece SS askerleri değil İkinci Dünya Savaşı sırasında Doğu Cephesinde suç işleyen Wehrmacht askerlerinin görüntüleri de bugün IDF tarafından Gazze’de ve Batı Şeria’da işlenen savaş suçlarıyla karşılaştırılabilir. İsrail askerlerinin aşağılanmış Filistinlilerin yanında ya da Filistinli kurbanların cesetlerinin yanında gülümsediğini ya da sivilleri hedef aldığını gösteren yüzlerce video ve podcast, İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman askerlerinin; Etiyopya, Balkanlar ve Yunanistan’da İtalyan askerlerinin; 1950’lerin sonunda Cezayir’de Fransız Ordusunun işlediği savaş ve soykırım suçlarının görüntülerini anımsatıyor. Bu karşılaştırmaların, tüm sömürgeci ve faşist emperyal suçlarda var olan fenomenolojik benzerlikleri açıkça vurguladığına inanıyorum. Bu karşılaştırmaları yapmak çok önemli çünkü bunlar bir uyarı niteliği taşıyor ve bu uyarı çok faydalı.
ELIAS FEROZ Özellikle de Holokost vahşetinin benzersizliğine yapılan vurgu göz önüne alındığında bazıları tarihsel karşılaştırmalarınızın saldırgan olduğunu iddia edebilir. Karşılaştırmalarınızı uygunsuz veya sorunlu bulanlara nasıl yanıt verirsiniz?
ENZO TRAVERSO Burada çok açık olmamız gerekiyor: Ben Gazze’yi Holokost’la kıyaslamıyorum. Bugün Gazze’de yaşananların Holokost’un bir tekrarı olduğunu iddia etmiyorum. Sadece bugün Gazze’de yaşananların bir soykırım olduğunu söylüyorum. Holokost bir soykırımdı. Ermenilerin yok edilmesi bir soykırımdı. Hereroların imhası da bir soykırımdı. Soykırımlar, fenomenolojileri, imha araçları ve hedef alınan nüfuslar bakımından büyük farklılıklar gösterebilir. Elbette, Yahudilerin kendilerini her zaman mağdur olarak gösterdiklerini ve şimdi de tıpkı Naziler gibi davrandıklarını iddia eden antisemitik klişelerin varlığını kabul etmek zorundayız. Bu tipik bir antisemitik argüman olduğu kadar apolojetik bir argümandır da. Örneğin Gazze’deki soykırım, Nazizmi ve işlediği suçları önemsizleştirmek için kullanılmaktadır. Bu tür demagojileri reddetmeliyiz. Ancak, sırf bu tür bir tepkiden korktuğumuz için Gazze’deki soykırımı sansürleyemeyiz ya da görmezden gelemeyiz. Bu kabul edilemez. Filistinlilere şunu söyleyemeyiz: maruz kaldığınız şiddet ve baskıdan üzüntü duyuyoruz ama buna karşı harekete geçemiyoruz çünkü bu eski antisemitik klişeleri yeniden canlandırmak için bir bahane olabilir. Antisemitizme karşı mücadele Filistin’e yönelik sömürgeci baskıya karşı mücadele ile bağdaşmaz değildir. İsrail uluslararası toplumun bir parçasıdır ve bu toplumun tüm devletlerine ve üyelerine uygulanan aynı siyasi ve hukuki kriterlere göre değerlendirilmelidir. Bunu yapmazsak, antisemitizmin dolaylı olarak meşrulaştırıldığı sapkın bir durum yaratma riskiyle karşı karşıya kalırız. Eğer Avrupalılar, özellikle de Almanlar, antisemitizm ve ırkçılıkla mücadele etmek için görevlerinin
kayıtsız şartsız İsrail’i savunmak olduğunu düşünürse, pek çok insan antisemitizmin o kadar da kötü birşey olmadığı sonucuna varabilir. İsrail’in Gazze’deki eylemlerini eleştirmek antisemitizm olarak etiketleniyorsa, bunun mantıksal sonucu, bir soykırımı durdurmak için antisemit olmak gerektiği olacaktır. Koşullar ne olursa olsun İsrail’i kayıtsız şartsız destekleme söyleminin ardındaki dayanak noktası tamamen mantık dışıdır. Bu, İsrail’in ontolojik olarak masum olduğunu varsayan garip bir düşüncenin sonucudur. Geçmişte antisemitik bir önyargı, Yahudilerin davranışları nedeniyle değil, sadece varlıkları nedeniyle doğaları gereği zararlı olduklarını açıklıyordu; bugün de benzer şekilde aptalca ve sorumsuz bir söylem, Yahudilerin doğaları gereği masum ya da yararlı olduklarını iddia etmektedir: onlar kurbandır ve fail olamazlar. Bu, eski bir gerici önyargının tersine çevrilmiş versiyonudur.
ELIAS FEROZ Filistinlilerin Avrupa’nın Yahudilere karşı tarihsel suçunun bedelini ödediğini iddia ediyorsunuz. Bu dinamik Avrupa’nın bugünkü ahlaki duruşunu nasıl etkiliyor ve etik taahhütlerinin sürekliliği -ya da başarısızlığı- hakkında ne gösteriyor?
ENZO TRAVERSO Bunu açıklamaya çalışan birkaç makale yazdım. Bugün Avrupa’da ırkçılığın en güncel ve önemli biçimi artık antisemitizm değil İslamofobidir. İtalya’da hükümet başkanı Giorgia Meloni postfaşist bir hareketten geliyor. Başbakan olmadan önce, 1938’de antisemit yasalar çıkaran faşist rejimin de dahil olduğu bu gelenekteki siyasi kökleriyle gurur duyuyordu. Benzer şekilde Fransa’da da Marine Le Pen antisemitik bir siyasi mirası temsil etmektedir. Ancak bugün Almanya’daki aşırı sağcı Alternative für Deutschland (AfD) gibi hareketler, söylemlerinde antisemitizmi açıkça teşvik etmemekte ve İsrail ile güçlü ilişkilerini sürdürmektedir. Aynı zamanda Batı dünyasında, mültecileri ve göçmenleri, özellikle de Müslümanları hedef alan ve onları Avrupa’nın “Yahudi-Hıristiyan” kimliğine bir tehdit olarak gösteren İslamofobinin yükselişini görmezden gelemeyiz. Irkçılığın dinamiklerindeki bu değişim, antisemitizmin artık çağdaş Avrupa’da ırkçılığın birincil biçimi olmadığı anlamına gelmektedir. Yirmi birinci yüzyılda ırkçılık yeniden yapılandırılmıştır ve yalnızca antisemitizme odaklanmak, İslamofobik ve ırkçı politikaları meşrulaştırmak için bir bahane olarak kullanılma riski taşımaktadır. Bu durum özellikle AfD’nin bir yandan İsrail’i şiddetle savunurken diğer yandan göçmen ve Müslüman karşıtı önlemler almaya çalıştığı Almanya’da açıkça görülmektedir. Antisemitizme hala karşı çıkılması gerekir ama bununla mücadelenin giderek daha fazla araçsallaştırıldığı da açıktır.
ELIAS FEROZ Gazze savaşının devam eden bir çatışmanın parçası olduğu göz önüne alındığında, olaylara i̇li̇şki̇n mevcut algımız geleceği̇n hafiza kültürünü nasil şeki̇llendi̇ri̇yor?
ENZO TRAVERSO Ateşkes onaylandı – geçici bir ateşkes, ancak kalıcı ya da barışçıl bir çözümden çok uzak. Bu soykırım savaşı İsrail’in küresel imajını onarılamaz bir şekilde zedelemiş, onu bir zamanlar Holokost’a yanıt olarak görülen bir ulustan Apartheid dönemi Güney Afrika’sını anımsatan baskıcı, sömürgeci devlete dönüştürmüştür. Bugün Filistin davası Hamasla ne de tamamen itibarsızlaşmış Filistin yönetimiyle özdeşleşmese bile özgürlük, adalet ve eşitlik ilkelerine bağlı herkes için merkezi bir konuma gelmiştir.
ELIAS FEROZ Almanya’daki tartışmalarda Holokost Almanya’nın (ve Avusturya’nın) tarihsel sorumluluğu nedeniyle hafıza politikalarının merkezinde yer alırken, Nakba – Filistinliler için merkezi olmasına rağmen – büyük ölçüde görmezden geliniyor. Bu asimetri bakış açılarına da yansıyor; İsrailliler Holokost’u hatırlarken
Filistinliler Nakba’yı hatırlıyor ve bu hatıraları genellikle diğer tarafın deneyimlerini dahil etmeden anlatıyorlar. Almanca konuşulan dünyada bu tarihsel deneyimleri birbirine bağlayan, her iki tarafın acılarını görünür kılan ve ilgili acı deneyimlerini sorgulamadan veya siyasi gerilimleri tırmandırmayan diyaloğu mümkün kılan bir hafıza politikası nasıl geliştirilebilir?
ENZO TRAVERSO Almanya Holokost’tan sorumludur, Nakba’dan değil. Bahsettiğiniz asimetrinin nedeni budur ve bu, savaş sonrası yıllarda Federal Almanya Cumhuriyeti’nin tarihsel bilincinin ve kolektif hafızasının neden Holokost etrafında inşa edildiğini açıklamaktadır. Ancak bugün bağlam değişmiştir. Bir yanda Almanya’nın çok etnili ve çok kültürlü bir toplum haline gelmesi ve bu toplumda postkolonyal ve hatta Filistin kökenli çok sayıda vatandaşın bulunması; diğer yanda ise İsrail’in baskıcı ve soykırımcı politikalarını Holokost ve antisemitizmle mücadeleye atıfta bulunarak meşrulaştırması. Böyle bir durumda, bu asimetri artık kabul edilemez. Holokost ve Nakba arasında bir eşdeğerlik yoktur, ancak her iki trajedi de kabul edilmeli ve saygı duyulmalıdır. Bu, eşitlik ve karşılıklı anlayış gerektiren verimli bir hafıza politikası için gerekli öncüldür. Nakba’nın ve Filistinlilerin çektiği acıların inkârına dayanan antisemitizmle mücadele hem etik değildir hem de etkisizdir.
KATKIDA BULUNANLAR Enzo Traverso Cornell Üniversitesi’nde ders vermektedir. En son kitabı Devrim: Entelektüel Bir Tarih’tir.
Elias Feroz serbest yazarlık yapmaktadır. Odaklandığı konular arasında ırkçılık, antisemitizm ve İslamofobinin yanısıra hatırlama siyaseti ve kültürü de yer almaktadır.
Çeviri: İmdat Freni
Kaynak: https://jacobin.com/2025/01/germany-holocaust-antisemitism-islamophobia-gaza
Görsel: İnsanlar, 20 Ocak 2025’te, İsrail ile Hamas arasında yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasından bir gün sonra, Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki Cibaliya’da Saftawi Caddesi boyunca yıkılmış binaların enkazının yanından geçiyor. (Omar al-Qataa / AFP via Getty Images)